24 Aralık 2022 Cumartesi

İÇ ANADOLUDA ANTİK BİR KÖY MİSLİ

 

10 Haziran 1959 Çarşamba, Misli Niğde...

Dün, Mersin'den anamla kardeşimin yanına geldim. İvrizli olarak 3 gün kaldığım Mersin'de, Mersin Kuvayi Milliye ilkokulu 3. ve 4. sınıftan arkadaşlarımın bazılarını görme fırsatım oldu. En iyi arkadaşım İsmail Tunalı bunlardan biriydi.

Göçmen Barakaları Mersin'in ilk gecekondularından biriydi. Barakalarda yaşayanların büyük bölümü Mersin çırçır ve tekstil fabrikalarında vardiyalı çalışıyordu.

Benim gibiler, Köy Enstitüsü kökenli öğretmenlerin rehberliğinde ve vazgeçmediğimiz için, parasız yatılı okullara girerek gecekondulardan kurtulma şansımızı yaratmıştık.

Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarım mezun olduklarında aileleri ne yapacakları konusunda açmazda kalmışlardı. Yaşları 15-16 olan çocuklarının aile ekonomisine katkıda bulunmaları gerektiğine inanan büyük bir bölümü, özellikle kız çocukları için yeterli görmüşlerdi. Böylece ortaokul ve lise yolları kapanmıştı. Öğrendiğimde üzüldüm.

Aklıma ''Osmanımın Pantolon Parası'' geldi. İvriz yazılı sınavlarına Niğde'de katılma çağrısı geldiğinde, Niğde'ye gidecek paramız olmadığı gibi, iki gün sürecek olan sınav süresince kalacak yerimiz de yoktu.

Misli İlkokulu 1. ve 5. sınıfta en iyi arkadaşım Osman'ın anası Hatice Teyze, oğluna pantolonluk kumaş için ayırdığı 10 Lirayı ikiletmeden vermişti de sınavlara katılabilmiştik. Fukaralık böyle bir şeydi.

Sevindirici haberlerim de oldu. Babam bir miktar para biriktirmişti. Misli'de en az iki ay yetecek kadarını bana verdi. Yusuf dayım da tren garına kadar bana eşlik edip harçlık verdi ve beni trene bindirerek yolcu etti.

Mersin-Adana hattında çalışan trenden Yenice istasyonunda aktarma yaparak Adana-Kayseri hattında çalışan Toros Ekspresi ile Hüyük İstasyonu’na kadar 1300 km’lik bir yolculuk yaptım. İstasyondan yaklaşık 6 km uzaklıktaki Misli Köyüne de sağ salim ulaştım.

Köydeki ilk işim Kardeşim Mustafa’nın durumuyla ilgilenmek oldu.

Bayezid Öğretmenim önerisi ve yardımlarıyla değişik okulların yatılılık sınavları için, İlkokul 5. sınıfı tekrarlayarak bilgilerini pekiştirmişti. Bu kez İvriz İlköğretmen Okulu sınavlarının yanı sıra Konya Maarif Koleji parasız yatılılık sınavlarına da katılacaktı.

Birlikte sınav konuları bir kez daha gözden geçiriyor, eksik konu ve bilgi bırakmamaya çalışıyorduk. Bu kez başarmak zorundaydı. 

Mustafa'nın hazırlıkları dışındaki zamanlarımda Misli'yi tekrar kaşfetmeye çalışıyordum.

Misli’ deki Aziz Vlasios Rum Kilisesi, Ayasofya’dan sonra Türkiye’nin en büyük ikinci kilisesiydi. Misli’ deki kilisenin içi çok büyük ve Hasanköy Azize Makrina kilisesine göre daha korunmuş durumdaydı…. Duvar resimleri, aziz ve melek tasvirleri belirgindi…

Andaval’ daki Manastır, Hasanköy’ deki Azize Makrina Kilisesi ve Misli (Konaklı) Rum Kilisesi’ni birbirine bağlayan yer altı şehirleri ve koridorları vardı.

Tarihsel süreçte, bölgenin en büyük kilisesine sahip Misli’ de yaşayan üç bin nüfusun tamamını Ortodokslar oluşturmuştu. Misli’ nin erkekleri, Kapadokya’nın diğer bölgelerinin aksine, çalışmak için Torosların öteki tarafına gitmemişti.

Yorgancılıkla uğraşan küçük bir kesim, yakın bölgelerde çalışmış, Köyde kalan çoğunluk ise geçimini tarımla sağlamıştı.

İçine kapalı bir köy olan Misti’ nin sakinleri, kılık-kıyafet ve yaşam tarzı açısından yüzyıllar öncesindeki hallerini muhafaza etmişlerdi. Anadilleri Rumca olmakla birlikte, zamanla, Türkçeyi değişik bir lehçe ile kullanmışlardı.



23 Aralık 2022 Cuma

İKİ YIL SONRA İVRİZLİ OLARAK MERSİN

 

7 Haziran 1959 Pazar, Mersin...

Gözüme  giren güneş ışığı uyanmama yetti de arttı bile. Nerede olduğumun ayırdına varamadığım gibi ışığın nereden geldiğini de anlayamadım. Üstelik yer yatağındaydım.

Yer yatağında olduğuma göre İvriz'de değildim. Yataktan kalkmadan gözümü aralayarak bulunduğum yeri anlamaya çalıştım. Mersin Göçmen barakalarındaydım. Işık baraka duvarlarının aralıklarından girmişti gözüme.

Yanımda ve barakada başka kimse olmadığına göre babam iş bulmaya gitmiş olmalıydı. Dün akşam üzeri gelmiştim kara trenle Mersin'e.

Yatakta tembellik ederek zamanda geriye, 6 Temmuz 1957'ye gittim.

Ardarda iki yıl okuma ayrıcalığına sahip olduğumuz Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu'nda 4. sınıftan 5. sınıfa geçmiştim. Başarılı bir öğrenciydim, sınıf birincisi olmuştum.

Başta İsmail Tunalı olmak üzere, barakalarda geniş bir arkadaş çevremiz oluşmuştu. Birlikte simit sattığımız, sahilde dolaştığımız, birlikte yüzmeyi öğrendiğimiz, Mersin yazlık sinemalarında coşarak kurtlarımızı döktüğümüz arkadaşlarımızdı hepsi...

Temmuz 1952'de gittiğimiz Niğde Misli Köyü'nde, mülkiyeti hazinede olmak üzere, çiftçilik yapmamız için 100 dönüm tarla verilmişti. Kesintisiz 5 yıl işlediğimizde mülkiyeti bize geçecekti.

Oysa ilk çiftçilik denememiz sonrasında gerçekleşen hasat hüsran olmuş, aç kalmamak için babam Adana'nın kazası Osmaniye'de çalışmak üzere gitmişti. İlkokul birinci sınıfı Misli'de okuduktan sonra Osmaniye'ye göç etmiş, üçüncü sınıfa geçtiğimizde de anamın sağlık sorunları nedeniyle Mersin'e gelmiştik.

Misli Köyü'nden 3 yıl ayrı kalınca Devlet Baba, ekim dikim için tahsis ettiği 100 dönüm tarlayı geri almıştı.

Birileri babama, köye geri dönerseniz belki tarlaları kurtarabilirsiniz deyince, önce Niğde Bor kazasına gitmiş, 29 Ekim İlkokulu 5. sınıfta 3 ay okuduktan sonra Misli'ye geri dönmek zorunda kalmıştık. 

27 Kasım 1957'de döndüğümüz Misli'de İlkokulu bitirmiş, leyli meccani sınavlarına girmiş, ben başarılı olarak İvriz Öğretmen Okulu öğrencisi olurken kardeşim Mustafa ilkokul 5. sınıfı tekrarlamak için anamla Misli'de kalmıştı.

Zamanda geriye yolculuğum sürerken ''Memeeet...Memet'' sesleriyle kalkıp kapıyı açtım. Çağıran Fatma nenemdi. Kahvaltı için çağırıyordu.

Barakaya komşu barakada nenemle Mustafa dayım kalıyordu. Yusuf dayım da evlenmiş, ayrı bir baraka yaparak taşınmıştı.

Giyinip elimi yüzümü yıkadıktan sonra neneme kahvaltıya gittim. Ellerin öptükten sonra hal hatır sordum. Sağlığı iyi görünüyordu.

Kahvaltıdan sonra önce Kerim Dayıma uğradım. Ayşe yenge evde, dayım işteydi. Ayşe yengenin bir çayını içtikten sonra Yusuf dayıma uğradım. Kerime yenge ile dayım evdelerdi.

Yusuf dayım, her zaman olduğu gibi coşkuyla karşıladı. Hem Akıncı hem de Kurtuldu ailelerinde ilk mektepli çocuklar bizlerdik. Yusuf dayım mektepli olmamızdan gurur duyuyordu. Hal, hatır sormaları, okul anıları derken bir saate yakın bir sohbet yapmıştık ki İsmail Tunalı kapıdan el salladı.

İzin isteyerek İsmail Tunalı ile Mersin Sahiline inerek eski günleri andık.

İsmail ile zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamamış, saat 19:00 civarında barakalara dönmüştük. Fatma Nenem telaşlanmış, sıkça beni yoklamıştı. Görünce sevindi. Tarhana çorbası hazırlamıştı, birlikte kaşıkladık.

Neneme teşekkür ederek barakamıza geçtim. Ortalığı süpürüp, topladım. Babam yakında gelir diye çay koydum. Çay demini almıştı ki babam girdi kapıdan.

Yüzü gülüyordu. Günübirlik de olsa iş bulmuş ve elleri dolu gelmişti.

Çayını içip, akşam yemeği niyetine kahvaltı edip, yatsı namazını kıldıktan sonra karşılıklı oturduk. Hal hatır derken birlikte zamanda geriye, 1951 yıllarına gittik,

Babam her zaman olduğu gibi göç hareketimizi destansı bir dille anlattı. Gece yarısına doğru bittiğinde gözlerimden uyku akıyordu.

Yatağa girer girmez uyumuştum ki kendimi doğduğum köy Karagözler'de buldum. Kerim dayımla Sakar Balkan eteklerindeydik. Gerlova alçağını rahat görebilmek içim tırmandıkça tırmanıyorduk...


İVRİZ'DE 1958-59 EĞİTİM YILI SONU


5 Haziran 1959 Cuma, İvriz…

Bugün sabah kahvaltısından sonra gerçekleştirilen Bayrak Merasimiyle yaz tatiline resmen giriş yaptık.

Ereğlililerle birlikte, Ereğli stadyumunda, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı coşku ile kutlandıktan sonraki günlerde İvriz’de yaz hazırlıkları başlamıştı.

19 Mayıs'tan önce bütün yazılı ve sözlü sınavlar bitmişti. Durumu kritik olan bazı arkadaşlarımız için öğretmenlerimiz kurtarma yazılısı ve sözlü sınav yapıyorlardı. Çünkü Köy Enstitüleri, öğrencileri kazanmak üzerine kurulmuştu.

Güzel sanatlarda çok yetenekli görülen bir öğrenci çok iyi matematik bilmiyor diye sınıfta bırakılmazdı.

Ardılı olan İvriz İlköğretmen Okulu da bu anlayışı sürdürüyor ve durumu kritik olan arkadaşlarımızın eksikliklerinin tamamlanmasına çalışıyordu. Eksik bilgiler ve beceriler tamamlanmamış ise bütünleme sınavlarına bırakılıyordu.

4 Haziran Perşembe günü öğleden sonra karnelerimiz dağıtıldı. Bütün derslerimdeki not ortalaması on üzerinden  10 olmuştu. Çok mutluydum.

Notlarımı gözden geçirdikten sonra zamanda geriye, 1951 yılı nisan ayının son haftasına, Bulgaristan'daki doğduğum Karagözler Köyü'ne gittim.

24 Nisan 1951 Salı günü doğduğum Karagözler Köyünden göç hareketimiz başlamıştı. 25 Nisan 1551 Çarşamba günü Şumnu Tren Garı'nda bindiğimiz kara tren vağonları 26 nisan perşembe günü öğleden sonra Edirne Karaağaç tren garına ulaşacaktı.

Böylece göç hareketimimizin birinci bölümü tamamlanacaktı.

Kara kışta Karagözler'den başlayan yolculuğumuz sırasında anam hastalanmış, Edirne Muhacir Misafirhanesi doktorlarınca ince hastalık teşhisi konulmuş ve misafirhane hastanesine gönderiliyordu.

2 yaşındaki kardeşim Şaban yaygarayı basmış ''anamı isteriiiim...anamııı'' diye bağırıyordu. Tam Şaban'ı kucağıma alacaktım ki ''Akıncı..Akıncııı...''sesleriyle kendime geldim.

En iyi arkadaşım Emin bana seslenirken bir taraftan da beni sarsarak '' yine nereye gittin?'' deyince, zamanda 5 haziran gününne geri geldim.

-Hayrola Akıncı, gözlerin yaşarmış?

-Hayırdır Emin...Birden zamande geriye, 1951 yılına gittim. Geçmişimi, muacirliğimi anımsadım. Nereden nereye geldiğimin ayırdına vardım. Hem sevindim hem de hüzünlendim.

-Harika sonuçlar aldın Akıncı...Hüzünlenmene gerek yok. Ne yapacaksın şimdi?

-Babam Mersin'de günübirlik işçi olarak nafakamızı çıkarmaya çalışıyor. Ayrıca nenem ve dayılarım da Mersin'de. Yarın Mersin'e gideceğim. Babamdan biraz para aldıktan sonra da Misli'de bulunan anamla kardeşim Mustafa'nın yanına döneceğim... Sen ne yapacaksın Emin?

-Ben de anamın yanına gideceğim.

-Haydi toparlanmaya başlayalım öyleyse...

1958-59 Eğitim ve Öğretim yılı sona ermiş olduğundan, öncelikle okulun eksikliklerini tamamlayıcı eylemler gerçekleştirilecekti.

Bütün birimlerde alet ve edevatlar gözden geçirilecek, eksiklikleri tamamlanmış ya da tamir edilmiş ve yerli yerine konulmuş olacaktı. Sonrasında da genel bir temizlik yapılacaktı.

22 Aralık 2022 Perşembe

EREĞLİ'DE 19 MAYIS ŞÖLENİ

 

19 Mayıs 1959 Salı, İvriz Ereğli…

Üç akordeon, iki klarnet, 15 mandolinle birlikte davulların vurduğu Ereğli stadyumunda yöresel ve ulusal oyunlarıyla İvrizli öğrenciler kıvraklaşırken, Ereğli stadyumundakiler, her oyundan sonra yeniden ayağa kalkıyor, yer yerinden oynuyordu.

Değişen müziğin değişen ritmine eşlik eden öğrenciler yeniden harekete geçiyor, çığlıklar yeniden yükseliyordu göklere… 

İvriiiz...İvriiiiiiz...

Alkışlar, alkışlar, alkışlar… 

Ancak bir tek eksik ve üzücü yanı vardı bu coşkulu gösterinin. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bunu görememiş olması…

Kendi sesimiz, ritmimiz ve kültürümüz karşısında duyulan bu ulusal coşku, Atatürk’ün en çok görmek ve yaşamak istediği, içinde kalan bir özlemdi. Gittiği yerlerde hasta olmasına rağmen Sarı Zeybek ve Harmandalı oyunlarına kalkması bundandı.

İvriz İlköğretmen Okulu öğrencilerinin Ereğli Stadyumundaki 1959 yılı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarından söz ediyorum.

Başta Mehmet Karaman ve Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar olmak üzere,  Spor Öğretmenimiz  Ali Orhan Bekar gözetiminde bir ay süre ile bu güne hazırlanmıştı İvriz İlköğretmen Okulu.

19 Mayıs 1959 Salı günü İvrizli ailesinin öğretmenleri, idarecileri, çalışanları ve öğrencileriyle Ereğli’ye inmiş, stadyumda gösteri yapacak yüzlerce öğrenci ve okul bandosuyla Ereğli Caddelerinde konserler vererek stadyuma girmiştik.

Mehmet Karaman’ın yönetiminde stadyumda yerini alan 200 kişilik oyun ekibi ve oyunların ezgileri Ereğli halkının ilgi odağı olmuştu.

Mehmet Karaman’ın işareti ve Rahmi’nin davulunun vuruşlarıyla akordeonlardan, zurna ve klarnetlerden arka arkaya boşalan müzikle birlikte Bengi, Arpazlı ve Dağlı zeybekleri başlatılmıştı.

Havalanan beyaz gömlekli, lacivert asker kumaşı pantolonlu kızlı-erkekli oyuncular, stadyumu dolduran Ereğli halkını kendi ritmine ve sesine ortak etmişti.

Ereğli halkı ezgilerin sesi ve zeybeklerin ritmiyle ilk kez böylesine bütünleşiyordu.  Büyülenmişlerdi…

Çoktan kaybettiklerini sandıkları bir şeyi bu oyunlarda buluşmuşçasına bir sevinç ve coşkuyla ayağa kalkmışlar, bağırıyorlardı. İvriiiz, İvriiiz…

Ereğli’de olduğu gibi diğer yörelerde de Anadolu Halkı, kuşaktan kuşağa aktardığı ama tam olarak kullanamadığı, ayıp bile sayıldığı bu öz ritim ve seslerin kenarda köşede unutulmuş olduğunu sanıyordu.

Hele okullarda tekrar yeşereceğini, yüzlerce kişiyle ve stadyumda davullu, zurnayla akordeonlu oynanabileceğini, oralara taşınacak kadar değerli olduğunu bilmiyordu. Bunu görünce yüzyılların özlemiyle durmadan bağırıyorlardı… İvriiiz… İvriiiz…

Ne gün dü? Ama…

Unutulmaya yüz tutmuş folklorumuz ve önemli bir yeri olan zeybekler, yöresel ve anonim ezgilerimiz Köy Enstitüleri ve ardılı olan İlköğretmen Okulları ve halkevleri aracılığıyla köylerde ve kentlerde su yüzüne çıkarılmıştı.

Enstitüler yalnızca ekip yetiştirmediği ve herkesin katılımını amaçladığı için yaygınlaşması da kolay olmuştu.

Öğrenciler gittikleri yerlerdeki şenliklerde yöresel oyunlarla çıkıyorlardı ortaya. Halkın geleneklerinden, geçmişinden süzülüp gelen ritim ve ezgilerin, ilginç folklorik motiflerin güzelleşmiş ve zenginleşmiş olarak ortalığı şenlendirmesi, herkesi şaşırtıyor ve onları katılıma çağırıyordu.

Folklor ve ezgiler denilince İvriz’de ilk akla gelen Mehmet Karaman’dı.  İvriz Köy Enstitüsünün ilk mezunlarından olan Mehmet Karaman İvriz’in taşında toprağında, havasında, suyunda, her şeyinde vardı. 

Bunu öğrencilerine de aşılamıştı. İvriz sevgisini yerel ve ulusal milli oyunlarla pekiştirmişti. Öyleydi çünkü ustaca zeybek oynayabilen Mehmet Karaman bu yeteneğini bütün İvriz’lilere aktarmıştı. 

Haftada iki gün, Salı ve Perşembe günleri sabah kahvaltısından önce bütün okul öğrencileri folklor oynardı. 

Müzik kolunda olanlar da mandolin, akordeon, davul ve seçilen zeybeğin türüne göre zurna ya da klarnet de bando ekibinde yerini alırdı. Ben akordeon çalanlardan biriydim. Bu gün de akordeon çalarak bandoda yerimi almıştım.

Kendi öz kültürümüz olan halk oyunları, yani folklorumuz ülkemizde, 1900 yılında, şair, filozof ve devlet adamı olan Rıza Teyfik Bölükbaşı tarafından yazılan “Raks” adlı ilk makalesinden sonra, Türk aydınları tarafından, Anadolu Folklorumuz olarak önemsenmişti. Çalışmalar yapılmıştı. 

Mustafa Kemal Atatürk 1925 yılında, İzmir’de Selim Sırrı Tarcan’ın düzenlediği, Tarcan Zeybeğini izlediğinde, “Cumhuriyetin temeli kültüre dayanacaktır.” Demiş, “müziksiz devrim’’ olamayacağını söylemiş ve devam etmişti.

“Hanım efendiler, beyler! Selim Sırrı Bey zeybek raksını ihya ederken ona bir medeni şekil vermiştir. Bu sanatkâr üstadın eseri hepimiz tarafından seve seve kabul edilerek milli ve içtimai hayatımızda yer tutacak kadar tekemmül etmiş, bedii bir şekil almıştır. 

Artık Avrupalılara bizim de mükemmel bir raksımız var diyebiliriz. Bu oyunu salonlarımızda, müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her içtimai salonda kadınla birlikte oynanabilir ve oynanmalıdır.” Diyerek, Halk oyunlarına Türk halkı olarak önemsememiz gerekliliğini vurgulamıştı.

Nitekim Atatürk, 1938’de Bursa’nın Tarihi Belediye Sarayında, uygar dünyanın salon dansı olan vals yapılırken, tam ortasında, Sarı Zeybek çaldırmış, hasta olmasına rağmen, bu zeybeği oynayarak hem Türk’ün salon dansının zeybek olduğuna işaret etmiş, hem de gelecek kuşaklara kültürel mirasımızın mesajını vermişti.

Gündüz Ereğli stadyumundaki coşkulu kutlamalarımızın ardından akşam da kapalı spor salonunda, başta ‘’Çayda Çıra’’ olmak üzere folklor gösterilerinin yanı sıra İvriz Korosu yöresel halk ezgilerini seslendirmişti.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’Müziksiz devrim olmaz.’’ Sözünün doğruluğunu 19 Mayıs 1959 yılında Ereğli’de bir kez daha görmüş, görevlerimizi yapmış olmanın mutluluğu ve tatlı bir yorgunlukla okula geri dönmüştük.

Bir bakıma 1958-59 Eğitim ve Öğretim yılının da sonunu getirmiştik…

21 Aralık 2022 Çarşamba

İVRİZ KAYA ANITI


25 Nisan 1959 Cumartesi, İvriz…

İvriz Kaya Anıtı’nın önündeyiz 8-10 sınıf arkadaşlarımla...

Hayranı olduğum öğretmenlerimden biri olan Tarih öğretmenimiz Hüseyin Seçmen yakın çevresini tanımayı , araştırmayı ve bütünleşmeyi seven biriydi.

İvriz Kaya Anıtı’nı araştırıyordu. Hüseyin Seçmen’e göre, yaklaşık 3 bin yıldır ayakta duran tarım anıtının dünyada başka bir örneği yoktu. O’nun önerisiyle gelmiştik buraya.

Yereli bilmeden küreselin, küreseli anlamadan da yerelin anlaşılamayacağını söyleyen öğretmenimizin, İvriz Kaya Anıtı’nın yanı sıra, çevresindeki doğa ile de yakından ilgilendiğini bilirdik. 

Tarih derslerini anlatırken coğrafi yapılar ve bu yapılardaki bitki ve hayvan bilimi konularında da bilgilendirirdi bizi.

İvriz Öğretmen Okulu, Bolkar Dağları’nın karlı zirveleri, bol oksijenli yaylaları, buz gibi akan İvriz Çayı, çayırlarında koşan yılkı atları ve eşsiz doğasıyla bölgenin önemli turistik mekânları arasında yer alıyordu.

Geç Hitit Dönemi eseri olan İvriz Kaya Kabartması da bölgedeki turistik mekânların merkezini oluşturuyordu.

Hititler için su kaynakları, dereler, nehirler, dağlar ve mağaralar kutsaldı. Geç Tunç ve Demir Çağı’nda önemli bir su alanı olan bu bölge, kutsal bir mekân olarak Bizans döneminde de kutsal sayılmış ve korunmuştu.

Günümüzde İvriz Kaya Anıtı UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girmişti.

Hüseyin Seçmen’in araştırmalarına ve diğer kaynaklara göre;

İvriz Kaya Kabartması ya da Kaya Anıtı İvriz Çayı kaynağının başında, doğal bir kaya üzerine, yüksek kabartma tekniği ile işlenmiş olan bir anıttı.

Geç Hitit Çağı dönemi kabartması olan anıt M.Ö. 800 yıllarında Tuvana krallarından Warpalavas tarafından yaptırılmıştı. Anıtın  figürleri kabartma tekniğinde, yazıtları ise yontularak yapılmıştı.

4.20 x 4.20 ölçülerinde olan Anıt; Arami, Asur, Frig etkilerinin görüldüğü Tuwana Krallığından günümüze ulaşabilen önemli bir eserdi. 

 Anıtta, ülkeye bir elinde üzüm salkımı diğer elinde buğday demeti tutarak bolluk ve bereket getiren Tanrı Tarhundas işlenmişti. Ellerini kaldırıp dua ederek saygısını sunan Tuwana Ülkesinin Rahip Kralı Warpalavas’ın betimleri de yer almaktaydı

Başak ve üzüm salkımlar Tarhundas’ın bereket ve bolluk Tanrısı olduğunu da göstermektedir. Tanrının karşısında olan kral ise daha küçük boyutta ve dua eder durumda tasvir edilmiştir. 

Figürlerin yandan tasvir edilmeleri, eteklerinin uç kısımlarının içe doru kıvrılarak yuvarlanması, ayaklarındaki papucların uç kısımlarının içe doğru sivrilmesi gibi özellikler Geç Hitit Sanatının geleneksel izlerini yansıtmaktaydı.

Figürlerin saç ve sakallarında Arami Sanatının izlerini görmek mümkündü. Bununla birlikte figürlerin kollarındaki fibulalar Frig Sanatından izler taşır. Antik Çağ’ın vazgeçilmez takıları arasında yer alan fibulalar, günümüzdeki çengelli iğnelerin prototiplerinden birisidir. Fibulalar giysileri daha sağlam ve güvenli bir şekilde tutturmak için geliştirilmiş pratik işlevli birer çengelli iğnedirler aslında.

Bütün bunlar Anıtı, Hitit – Frig – Arami sanatının sentezlerini bir arada başarıyla taşıyan nadide eserler arasına koymaktadır. 

Her iki figürün arasındaki hiyerlogif yazıda; “Ben hakim ve kahraman Tuvana Kralı Varpalavas, sarayda bir prens iken bu asmaları diktim, Tarhundas  onlara bereket ve bolluk versin.” Denilmektedir.

Kral Varpavas, yöredeki Hitit ve Luwi kökenli halk için bu anıtı yaptırırken Tanrı ve Kral ilişkilerinin simgesi olarak ifade etmiştir.

İVRİZ YERLEŞKESİNE BAHAR GELDİ

 

25 Nisan 1959 Cumartesi, İvriz…

1958-59 Eğitim ve Öğretim yılının ikinci yarıyılı başlayalı neredeyse üç ay olmuştu.

Yarıyıl tatilinde ailelerimizle görüşmüş, hayır dualarını alarak tekrar İvriz’e, bu kez İvrizli olarak geri dönmüştük. İvriz İlköğretmen Okuluna olan yabancılığımız sona ermiş, okulun ve yerleşkesinin adeta birer parçası ve tamamlayıcısı olmuştuk.

İvriz’deki uzun, karlı, fırtınalı, soğuk ve karanlık kış aylarından sonra gelen bahar, doğaya yepyeni bir yaşam sağlamıştı.

Günler uzamış, çiçekler açmış, ağaçlar ve çalılar yeniden filizlenmiş ve hayvan dünyası da kış uykusundan uyanmıştı. Güneşin parlak ve sıcak ışıkları altında renklenen bir İvriz yerleşkesi taşıyla, toprağıyla, gökyüzüyle, yıldızıyla yaşadığını ve yaşattığını hissettiren bir baharla beraber karşımızda duruyordu. 

Baharın gelmesiyle birlikte İvriz’in yaslandığı Torosların etekleri ve ziraat çiçeklerle kaplanmıştı. Son yağan yağmurlarla birlikte dağların etekleri rengârenk çiçeklere bürünüp, doyumsuz bir renk cümbüşü oluşturmuştu. 

Coşkulu bir doğa vardı çevremizde. Torosların eteklerinde açan ''Tirfil'' çiçekleri, etkileyici güzellikleriyle göz kamaştırıyordu.

Çayır otu çeşitlerinden biri olan tirfil, hayvan yiyecekleri arasında da yer alıyordu. Yaprakları bildiğimiz yonca kadar gösterişli olmamakla birlikte çiçekleri çok güzeldi. Papatyalarla iç içe açan tirfil çiçekleri, pembe- beyaz renklerinin canlılığıyla dikkati çekiyordu.  

Diğer taraftan, yabani çiçekler içinde dikkatimizi çeken öyle biri vardı ki kokusuyla bizleri sarhoş ediyordu. Adı Nergis’ti…

Soğuk rüzgâr esintisinin bulunduğu iklim koşullarında yabani olarak yetişen Nergis, bir diğer bilinen adı ile Fulya, sıra dışı güzelliğin çiçeğiydi.

Doğaya verdiği hoş kokusuyla doğa severleri büyüleyen nergisin açık sarı rengi ve yetiştiği Toros etekleri bizi bu renk cümbüşüne davet ediyordu.

Başta en yakın arkadaşım ve can dostum Emin olmak üzere, 8-10 kişilik bir arkadaş grubuyla bu davete kayıtsız kalmadık. Kalamazdık çünkü doğadaki bu coşku bizlere de geçmişti.

Üstelik İvriz Kaya Anıtı ile ilgili araştırma ve çalışmalar yapan Tarih Öğretmenimiz Hüseyin Seçmen’in ‘’İvriz Kaya Anıtını mutlaka görmelisiniz.’’ Uyarısını da göz önüne alarak bu renk cümbüşüne daldık ve Kaya Anıtı yönünde yola koyulduk.

En az kokusu kadar güzel olan nergis, yanından geçerken bile bıraktığı hoş koku baş döndürecek kadar keskindi. Bu olağanüstü çiçek nasıl bir çiçekti? 

Birden geçtiğimiz aylarda okulumuza da uğramış olan Âşık Veysel’in okuduğu bir anonim türkünün dizeleri aklımıza geldi. 

Nergis der ki ben nazlıyım

Sarp kayalarda gizliyim

Mavi donlu gökyüzlüyüm

Benden ala çiçek var mı?

Arkadaşlarımla hep birlikte söylemeye, büyük bir neşe ve coşku içinde adeta koşarcasına yürümeye başladık Toros eteklerinde.

Bir süre sonra İvriz Kaya Anıtı’nda olacaktık…


20 Aralık 2022 Salı

İVRİZ'DE İKİNCİ YARIYIL 1959


2 Şubat 1959 Pazartesi, İvriz…

1958-59 Eğitim ve Öğretim Yılının ikinci yarıyılı bayrak merasimi için toplanmış bulunuyoruz.

Nasıl da özlemiş, benimsemiş ve gerçek evimiz sanmışız İvriz Öğretmen Okulu’nu. Sevgililerine kavuşmuş gibiydi bütün arkadaşlarım. Mutlulukları yüzlerinden okunuyordu.

Okul müdürümüz ve diğer yetkilileri beklerken zamanda geriye, 3 gün öncesine, Misli'ye gittim.

31 Ocak Cumartesi günü anamın ellerini öpüp, hayır duasını aldıktan sonra arkadaşlarımla vedalaşmış, kardeşim Mustafa da Hüyük İstasyonuna kadar bana eşlik etmişti.

Hüyük'te bindiğim Toros Ekspresinden Ulukışla’da inip beni Ereğli’ye götürecek olan trene bindiğimde içim içime sığmıyordu.

Yuvama, beni eğitip adam edecek, bilgilerle donatacak okuluma gidiyordum.

Yolculuk boyunca Okul Müdürümüz Kamil Açan’ın bayrak merasimlerinde yaptığı konuşmalar kulağımda çınlıyordu.

Üzerine basa basa ” Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydir. Sizlere burada öncelikle hayatınızı devam ettirecek her şeyi öğreteceğiz.” 

Dedikten sonra kısa bir süre susup devam etmişti.  

Öğretim ise Ülkenin Milli Eğitim bakanlığınca düzenlenmiş Müfredat programları çerçevesinde, bir amaca yönelik olarak yapılan sistemli bir bilgi edinme uygulamasıdır.” 

Zamanla daha iyi anlamıştım söylediklerini...

Daha yalın bir tanımla; eğitim adam etmeyi,  bir başka deyişle insan olmayı, öğretim ise bilgi kazandırmayı amaçlayan süreçlerdi İvriz’deki Eğitim ve Öğretim anlayışı.

Yaklaşık 15 gün kaldığım Misli Köyü’nde arkadaşlarla oldukça eğlenceli vakitler geçirmenin yanı sıra okul kütüphanesinden aldığım kitaplardan Tolstoy’un Diriliş adlı kitabı bana biraz ağır gelmişti.

Victor Hugo’nun Notre Dame ‘In Kamburu adlı kitabını okumayı tercih etmiştim. Charles Dickens’in İki Şehrin Hikâyesi’ni okumuş ve özetini çıkarmıştım.

Babam hala Mersin’deydi...

Misli’de ekili tarlamız olmadığı gibi, para kazanacak iş de yoktu. Bu nedenle Mersin’e günlük işçi olarak gitmişti. Kardeşim Mustafa ilkokul beşinci sınıfı tekrar ediyordu önümüzdeki yılın yatılılık sınavları için.

Anacığım da kaderine razı olmuş, kardeşime bakmaya çalışıyordu. Ereğli’ye yaklaştığım sıralarda anamla kardeşim için hüzünlenmiştim.

Ereğli’de trenden indiğimde yollar açıktı. Elimdeki tahta bavulumla İvriz’in yolunu tutmuştum ki okulun servis arabası arkadan geldi, beni de aldı.

Servis arabasından indiğimde İvriz’e dönen arkadaşlarımızla sarmaş dolaş olduk. Köylerimizde geçirdiğimiz yarıyıl tatilini, ailelerimizi ve köylerimizdeki arkadaşlarımızı anlattık birbirimize. Bütün arkadaşlarımda sıcak bir yuva olarak gördüğümüz İvriz’e dönmenin coşkusu vardı.

Ambara giderek battaniye, yatak çarşafı, yastık ve yastık kılıflarımızı aldık zimmetli olarak. Yataklarımızı yaptık. Akşam yemeğinden sonra da sınıf arkadaşlarımızla sohbeti koyulaştırdık. İlkokul anılarımız ağırlıklı olarak sohbetimizin konusu olmuştu.

Pazar günü genel temizlik, nöbetçi öğrencilerin belirlenmesi ilk derslerimiz için hazırlıklar tamamlanmıştı. Bu sabah da İvriz'in ünlü zillerinin sesinin yanı sıra nöbetçi öğretmenin de ranza demirlerine vurarak ''geri geldiğimde yataklarda kimseyi görmeyeceğim'' kalkmış, saat 06,30'daki dönemin ilk etütüne yetişmiştik.

Kemal Çuhalılar'ın ''dikkat, hazırol'' komutuyla birlikte İstiklal Marşı başladı. İkinci yaryıl öğretimi de başlamış oldu...



19 Aralık 2022 Pazartesi

HAYATIMDA İZ BIRAKANLARDAN BİRİ BAYEZİD TUNA


19 Ocak 1959 Pazartesi, Misli (Konaklı)…

İvriz Öğretmen Okulu yarıyıl tatili nedeniyle geldiğim Misli'de 3.günüm...

Babam eksik olsa da ailem ve İlkokul arkadaşlarımla birlikte olmanın keyfini çıkarmış, Hatice Teyze'ye şükran duygularımı sunma fırsatını da bulmuştum bu süre içinde.

Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra kardeşim Mustafa’ya,

-Bayezid Öğretmenimizi görmeye gidelim.

-Olur brader. Henüz tatile çıkmamıştır. İyi olur.

Dedi. Anama da haber vererek evden çıktık.

Okula giderken zihnimde zamanda yolculuk yaparak 2 yıl geriye gittim.

                                          *****

24 Kasım 1957 Pazar günü, zorunluluktan ötürü, Bor’dan Misli Köyü’ne gelmiştik. 

Mülkiyet hakkı devlete ait olmak üzere, 5 yıl ekim dikim yapma hakkının verildiği tarlaları kurtarmaktı amacımız.

1952 yılındaki İlk çiftçilik denemesi hüsranla sonuçlandığı için, ilkokul birinci sınıftan sonra Çukurova’ya gitmek zorunda kalmış, 3 yıl ekim dikim yapmamış, yapamamıştık.

Bana göre, devletin istediği koşulları yerine getirememiştik. Köye gelmemiz sonucu değiştirmeyecekti ama, babam denemeye değer demişti.

25 Kasım Pazartesi günü, ilkokul birinci sınıfı okuduğumuz Misli İlokulu’na, 3 yıl sonra, tekrar gidiyorduk kayıt yaptırmak için.

Okul bahçesine girdiğimizde henüz ders zili çalmamıştı. Öğrenciler bahçede oynuyorlardı. Bizi gören Osman koşarak yanımıza gelmiş, babamın elini öptükten sonra,

-Okul Başöğretmeni Bayezid Tuna’dır. Sizi odasına götüreyim.

Demişti.

Böyle tanımıştım geleceğimi bir ölçüde belirleyen okul Başöğretmeni Bayezit Tuna’yı.

Babam öğrenim durumumuzla ilgili belgeleri verdikten sonra,

1953 yılında burada birinci sınıfa başladığımızı, zorunluluktan Çukurova’ya gittiğimizi, İkinci sınıfı Osmaniye’de, üçüncü ve dördüncü sınıfı Mersin’de okuduğumuzu, beşinci sınıfı Bor’da okumaya başlamışken Devlet istediği üzerine köye döndüğümüzü özetlemişti.

Önce babamı sonra da bizleri süzen Bayezid Başöğretmen

-Amma çok okul değiştirmiş çocuklarınız. Neyse… Hoş geldiniz. Ben hemen kayıtlarını yapayım.

Demiş ve Osman ile derse göndermişti kardeşimle beni.

7 Haziran 1958 Cumartesi günü 1957-1958 Eğitim ve Öğretim yılının sona ermiş, ilkokul bitmişti.

Bundan sonra ne olacaltı?

Başöğretmen Bayezid Tuna bayrak merasiminde önemli ip uçları vermişti özetle.

-İlkokulu bitirmiş olan öğrencilerimize gelecek yaşamlarında başarılar dilerim. Köyümüzde Orta Okul yok, bu nedenle yaklaşık 35 km uzaklıktaki İlimiz Niğde’de öğreniminizi sürdürmek durumundasınız. 

Her gün gidip gelmek, hem zaman hem de ekonomik yönden büyük zorluklara neden olacaktır. Bu zorluklara katlanarak ve disiplinli çalışarak kendinize ve ülkemize güvenli bir gelecek sağlayabilirsiniz.

Niğde’de ev kiralanabileceği, yakın aileden birinin yanında da kalınabileceği gibi yatılı okullardan birine de hazırlanabilirsiniz.

Orta Okul ve sonrası için En iyi seçeneklerden biri  İvriz Öğretmen Okulu sınavları için hazırlanmak ve yatılı olarak öğrenim görme fırsatını yakalamaktır. Ben mezun öğrencilerimize İvriz Öğretmen Okulu seçeneğini öneriyorum.

Demiş, arkasından da Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okullarını anlatmıştı uzun bir süre.

Ben Bayezid öğretmenimin konuşmasını dinlerken bir taraftan da İvriz hayalleri kurmaya başlamıştım bile.

Bayezid Öğretmenim, bayrak merasiminden sonra, kardeşimle beni odasına alarak,

-İkinizde de cevher var. İvriz ve diğer parasız yatılı okullar için hazırlanmalısınız .

Demiş ve yaz boyunca hazırlıklarımızı denetlemenin yanı sıra hem benim hem de kardeşimin başvurusunu yapmıştı sınavlar için.

                                           *****

Kardeşim Mustafa’nın uyarısıyla zamanda geriye geldim

İlkokulu birlikte bitirmemize rağmen, Mustafa geçen yıl parasız yatılılık sınavlarını kazanamadığı için beşinci sınıfı tekrar etme kararını almıştık Bayezid Öğretmenimizin önerisiyle. Bir bakıma misafir öğrenciydi beşinci sınıfta.

Okul bahçesini geçerek Başöğretmen odasına yöneldiğimizde hizmetli Aşır Efendi çıkmış, dikkatlice baktığında beni de tanımıştı.

-Hoşgeldiniz. Bayezid Öğretmen Odasında çalışıyor. Haber vereyim.

-Teşekkürler Aşır Efendi. Nasılsınız, çocuklar nasıl?

-Nasıl olsunlar Mehmet Efendi. Uğraşıyoruz nafakamızı çıkarmak için.

Bu arada Bayezid Öğretmenimin odasının önüne gelmiştik. Kapısı açık odasındaki masa üzerindeki evraklara dalmış, geldiğimizin farkına varmamıştı.

Aşır Efendi kapısını tıklattı, evraklardan başını kaldıran öğretmenim Mustafa’nın yanında beni de görünce,

-Ooooo...Hoşgeldiniz...Gelin çocuklar. Hoşgeldin Mehmet... Bu kış kıyamette İvriz’den gelebileceğine ihtimal vermemiştim. Nasılsın ?

-Teşekkür ederim, daha iyi olamazdım öğretmenim.

Diyerek ellerine sarılıp öptüm. Bayezid öğretmenim de alnımdan öptükten sonra,

-Oturun çocuklar. Aşır Efendi bize çay yapma olanağı var mı?

-Olmaz olur mu Başöğretmenim. On dakiya hazır olur.

-Anlat bakalım Mehmet. İvriz’i sevdin mi, birinci dönem karne notların nasıl?

-İvriz tıpkı sizin anlattıklarınız gibi öğretmenim. Eğitim ve üretimin birlikte gerçekleştiği, demokrasinin bütün kurallarıyla uygulandığı, okuldaki işleyişle ilgili uygulamalarda yetkilerin öğrencilerle paylaşıldığı, sevgi, saygı ve ağabey kardeş ilişkilerinin katıksız uygulandığı bir okul İvriz.

-Bu kadarını ben bile beklemiyordum Mehmet. Anladığım kadarıyla İvriz öğrencilerini çok yönlü donatarak, Atatürk Devrim ve İlkeleri doğrultusunda yetiştirerek mezun edecek.

-Aynen öyle öğretmenim. Bu arada sınıf başkanlığını da üstlendim. Birinci dönem karne notlarımın hepsi 10 üzerinden 10. Çok mutluyum. Bu imkanları sayenizde kazandım.

-Rica ederim Mehmet... Görevimiz senin gibi yetenekli ve çalışkan öğrencileri ülkemize kazandırmak. Kardeşin Mustafa da önümüzdeki yıl bu kervana katılacak. Çok iyi bir çalışma temposu var bu yıl.

İçinde çayların bulunduğu tepsiyle kapıyı tıklatan Aşır Efendi ile birlikte bir süre sohbete ara verildi. Çaylar içildikten sonra İvriz’in öğretmen kadrosu, üretim ilişkileri, Köy Enstitüleri Çiftlikleri, sosyal etkinlikler üzerinde konuşuldu.

Zamanın nasıl geçtiğini farkına varmamış, iki satten fazla sohbeti sürdürmüştük. İzin isteyip, evde bizi bekleyen anamı daha fazla bekletmemek için okuldan ayrıldık.

Eve giderken Bayezid Öğretmenimle birlikte, köylerdeki yetenekli öğrencileri toplayıp eğitim ve üretime katan Köy Enstitüleri ve ardılları olan Öğretmen Okulu kökenli bütün öğretmenlere minnet duygularımın kabardığını hissettim. Gözlerim yaşarmıştı.

MİSLİ'DE YAŞAM ARKADAŞLARLA GÜZEL


          17 Ocak 1959 Cumartesi, Misli Niğde…

Güne derinden gelen anamın sesiyle uyandım.

-Mehmeeet, Mustafaaa...Hadi kalkın artık, kahvaltı hazır...

Demekteydi. Bir an için nerede olduğumu anımsayamamıştım yine. Bu durum sıkça başıma geliyordu.

Bazen Elbistan köylerinden birinde, bazen Osmaniye’de, bazen de Mersin ya da Niğde Bor’da bulurdum kendimi. Bulgaristan Karagözler Köyünde bulunduğum da olurdu.

Neyse ki çabuk kendime geldim. Niğde Misli Köyündeydim. Öğleye kadar uyumuştum.

Dün sabah İvriz Öğretmen Okulu’nda, bu sabah ise Misli Köyü’nde, anamla kardeşimin yanındaydım.

Anam sıcak tarhana çorbası yapmış, yanına da hepimize yetecek kadar karabuğday ekmeği koymuştu.

Bilmeden ve doğal olarak sağlıklı beslenmiştik karabuğday ekmeğiyle. İvriz Öğretmen Okulunda tarım öğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy’dan öğrenmiştik böyle olduğunu.

İnsanlık 17 bin yıldan beri tahıl ürünleri yetiştirerek yaşamını sağlıyordu. Tahıl ürünlerinde baş köşeyi Karabuğday almıştı bu süre içinde. Bedenimiz için Karabuğday bir besin deposuydu adeta.

Oysa, çoğumuzun özlem duyduğu beyaz undan yapılan ekmek, sağlığımıza katkıda bulunmaktan çok zarar sağlıyordu. Bu yönü bilinmediği için de, ilk çıktığı yıllarda kara ekmek içine katık niyetine beyaz ekmek konulduğunu görmüşlüğüm vardı.

Fırından alınan beyaz ekmeklerin yeterli kalorisi olmadığı gibi mineralce de zayıftı. Oysa karabuğday ekmeği, vitaminler başta olmak üzere, temin ettikleri ile eczanelerden uzak kalmanızı da garanti ediyordu.

Tarhana çorbası ve karabuğday ekmeği ile güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra kardeşim Mustafa ile dışarı çıktık. 

Fırtına durmuştu. Çevremizde adeta beyaz dünya vardı. Sessiz ve dingin...

Köyde, karakış yerine beyaz dünya diyebileceğim bir durum hakimdi. Evlerin çatıları dahil her taraf adeta bembeyaz pamuk yığını. Üstelik kavurucu rüzgar da yok.

Tam da kızakla kayılacak bir gün...

İlkokul arkadaşlarımın büyük bir bölümü çamaşır leğenleriyle bir bölümü de tahtadan uyduruk kızaklarla kaymaya başlamışlardı yukarı mahalleden aşağı doğru.

Aralarında Osman da vardı. Mustafa’nın yanında beni görünce, hem bize doğru koşuyor hem de gür sesiyle

-Arkadaşlar…İvriz’den Mehmet Akıncı gelmiş.

Diye adeta tellallık yapıyordu.

Benim aralarında bulunmam onlar için olağanüstü bir durumdu. Bana gelinceye kadar hiçbir öğrenci, ilkokuldan sonra, köyden ayrılarak ortaokula gitmemiş, gidememişti.

Kısa sürede etrafımızda bir halka oluştu. Başta Osman olmak üzere, arkadaşlarla kucaklaştık. Ardından İvriz’le ilgili sorular ve sorgulamalar başladı.

Köy Enstitüleri ve ardılları olan Öğretmen Okullarını ve işlevlerini özetledim. En çok ilgilerini çeken anahtarlarla ranzaların demirlerine vurarak uyandırılmamızın yanı sıra haftalık nöbetlerimiz oldu.

Yatakhanelerden sınıflarına giderken, bazı günler ortaya çıkan ”uçuran fırtınalar” anılarım da oldukça ilgi çekti. İlk sınıf nöbetimde Emin ile kömürlü sobayı nasıl yaktığımız anıma da kahkahalarla güldüler.

Yaklaşık yarım saatlik muhabbetten sonra Osman,

-Kayalım mı…Ne dersiniz?

-Elbette kayalım Osman. Şenliğe biz de katılalım.

Kahkahalar atanlar, kayarken yuvarlananlar, birbirine çarpanlar... Adeta bir şölene dönüştürmüşlerdi kızak kaymayı.

Kardeşim Mustafa’nın iki kişilik kızağı ile biz de katıldık bu şölene.

Sonuçta onlar benim, kesintili de olsa, ilkokul  arkadaşlarımdı. Hayat onlarla beraber güzeldi. Tekrar onlardan biri olmuştum. Kaydıktan sonra da  kemik aşık oyunu oynadık.

İlkokul beşinci sınıf arkadaşlarımla birlikte olmaktan büyük keyif aldım. Yaklaşık iki saatlik birliktelikten sonra Osman,

-Hadi bize gidelim. Anam sizi görmekten mutlu olacaktır.

Dedi. Benim niyetim de oydu zaten. Diğer arkadaşlarımıza el sallayarak ayrıldık. Karlara bata çıka Hatice Teyzelere ulaştık.

Hatice Teyze bizi oğullarıymışız gibi karşıladı. Ellerini öptüm. Osmanımın pantolon parası hayatımı dğiştirmişti. Anımsatarak tekrar teşekkür ettim.

Beni görmekten ve ziyaret etmiş olmamdan mutlu olmuştu Hatice Teyze. Tam bir Anadolu kadınıydı. Sevecen, güler yüzlü, konuksever ve yoktan vareden bir kadındı.

Bir süre sohbet ettikten sonra izin isteyip, evimizin yolunu tuttuk.

Anamın yanında da zaman geçirmeliydim. Bulgaristan’dan ayrılalı beri gün yüzü görmemişti anam.

Babam Mersin’de günlük işçi statüsündeydi. Mektuplarından edindiğim izlenimlere göre, bazı günler iş bulamadan Mersin Göçmen Barakalarında sığındığı odasına dönmüş oluyordu.

Hatice Teyzeden eve dönerken bunları düşündüm hüzünle… 



18 Aralık 2022 Pazar

İVRİZLİ OLARAK MİSLİ (KONAKLI) KÖYÜNDE

 

17 Ocak 1959 Cumartesi, Misli(Konaklı)…

Tanyeri ağarırken, sidik torbam dolmuş olarak uyandığımda dışarıdan rüzgârın uğultusu geliyordu.

Rahat kalkmak için ranzanın demirini yokladım ellerimle. Tutunarak rahat kalkacaktım ama demiri bulamadım bir türlü.

Tekrar ellerimi gezdirdim, ranzalı karyolada değil yer yatağındaydım çünkü… 

Nasıl olmuştu da yer yatağına girmiştim?

Bir an için nerede olduğumu anımsayamadım. Arkadaşlarımı aradım ama onlar da yoktu. Kardeşim Mustafa yanımda yatıyordu.

Misli Köyündeydim. Evdeydim…

Gözlerimi ovuşturarak yattığım odayı gözden geçirdim. Ortama uyum sağlayınca odamızdaki tek pencerenin camının buz tutmuş olduğunu gördüm. Dışarısı görünmediği gibi odamızda yarı karanlıktı.

Sırtıma bir hırka geçirdikten sonra el yordamıyla kapıyı buldum, evden dışarı çıktım. Tuvalet evin dışında, yaklaşık 10 metre uzaktaydı.

Dışarıdaki rüzgâr uğultusunun nedeni, kar fırtınasının başlamış olmasıydı.

Birden İvriz’deki kar fırtınaların anımsadım, bereket köyde o kadar şiddetli değildi.

Bembeyaz bir yorganla örtülmüş avluda, neredeyse 40-50 cm’yi bulmuş kara bata çıka tuvalete ulaştım.

Tahtadan yapılmış, nöbetçi kulübesi gibi tuvalette de kar fırtınasının izleri kendini göstermiş, aralıklardan giriyordu.

Tuvaletimi yaptıktan sonra hızla eve girdim, kendimi tekrar yorganın altında buldum. Biraz daha uyumak istiyordum ama beynim zamanda geriye, İvriz'de karneleri aldığımız Cuma gününe gitti.

                                            *****

İvriz’de, cuma günü öğleden sonra tahta bavulumu hazırladıktan sonra saat 15,00’de Ulukışla yönünde gidecek olan trene yetişmeliydim. Ayağımdaki Beykoz kunduralarıyla,  yaklaşık 12 km uzaklıktaki Ereğli’ye kadar yürümüş, bir saat bekledikten sonra da Ulukışla’da aktarma yapacak olan kara trene binmiştim.

Yaklaşık 75 km uzaklıktaki Ulukışla’ya bir buçuk saatte ulaşmış, aktarma yapmak için Adana’dan gelecek olan Toros Ekspresini beklemiştim.

Bir saat sonra gelen Toros Ekspresiyle Kayseri’ye doğru hızla yol almaya başlamıştık. Yaklaşık 120 km uzaklıktaki Hüyük İstasyonu’na da iki saatte ulaşmıştı Toros Ekspresi.

Hüyük tren istasyonu ile Misli Köyü arasında yaklaşık 6 km uzaklık vardı. Üstelik benden başka köye gidecek olan da yoktu.  

Güneş batmış, üstelik kar yağıyor ve kuvvetli bir rüzgâr esiyordu. Bir, bir buçuk saatte köye ulaşırım diyerek yola koyuldum.

Köye yaklaştıkça kar kalınlığı ciddi oranda artmıştı. Bata çıka ilerliyordum. Şiddetli rüzgâr yüzüme kamçı gibi vuruyorsa da Beykoz kunduraları ayaklarımın üşümesini engellemişti. 

Önemli olan ayakların üşümemesiydi.

İlerledikçe üşümek şöyle dursun, zorlu çabalarımdan ötürü terlemeye bile başlamıştım. Kar ve kar fırtınalarına karşı şerbetliydim. Bunda İvriz’deki kar ve kar fırtınalarından şerbetli olmamızın etkisi de olmuştu.

Normal şartlarda bir saatte ulaşmam gereken köye iki saatte ulaşmıştım. Köy karanlıktı, tek tük bazı evlerden ışık sızıyordu.

Köyün köpekleri de havlamaya başlamıştı. Bereket köpeklerle aram iyiydi. Evimizin köpeği de beni tanımıştı.

Evimizin kapısını çalmıştım kan ter içinde. Karda kışta, hele o saatte, kimseyi beklemedikleri için kapı bir süre açılmadı. Tekrar kuvvetlice çalınca ‘’Kim o bu saatte?’’ Diyen kardeşimin sesini duymuştum. ‘’Ben Abin Mehmet…’’ Deyince kapı açılmıştı.

Kardeşim boynuma sarılıp ‘’Hoş geldin Abi’’ demiş, anam da arkadan yetişerek hasretle bana sarılmıştı. Hasret giderdikten sonra anam  ‘’Karnın aç mı yavrum? Biraz çorba vardı, ısıtayım mı?’’ Demişti.

Sobaya yakacak olarak birkaç tezek atıldıktan sonra üzerine konulan çorba ısıtılarak açlığım bir nebze de olsa giderilmişti.

Evimiz İvriz’deki yatakhanelerimizi andırıyordu ısıtılma konusunda. Odun ve kömür yoktu. Yakacak olarak saman ve tezek kullanılıyordu. Üstelik yeterli miktarda tezek de yoktu.

Çok zorunlu olmadıkça soba yanmazdı. Anamla kardeşim alışmışlardı bu duruma. Ben de İvriz’den alışıktım yatakhane ve yemekhanemizde soğuklarla haşır neşir olmaya.

Bir süre sohbet ettikten sonra kendimizi daha korunaklı olan yorganların altında bulmuş ve kısa sürede de uyumuştuk.

                                      *****

Olanlar bir film şeridi gibi beynimde dalgalandıktan sonra, yarıyıl tatili için köye geldiğime inandım ve tekrar uykuya daldım anam beni uyandırıncaya kadar…

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...