Kadirli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kadirli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2022 Cuma

TOPRAKKALE DE GÜNÜBİRLİK İŞÇİLİK

 


19 Ağustos 1954 Perşembe, Osmaniye…
Osmaniye, ilçeleriyle birlikte, yer fıstığı üretiminin yanı sıra domates, biber, turp, karpuz kavun da üreten bir şehirdi.
Osmaniye’nin yaklaşık 30 km kuzeydoğusunda Düziçi, 15 km batısında Toprakkale ve 45 km kuzeyindeki Kadirli mevsimlik işçi yatağı olduğu gibi, hasat dönemlerinde günübirlik işçiye de ihtiyacı olan ilçelerdi. 
Özellikle Ağustos aylarının ikinci yarısıyla Eylül ayı içerisinde günlük tarım işçisine ihtiyaç fazlasıyla aranırdı.
Babam sormuş, soruşturmuş, 15 km batıdaki Toprakkale’ de çalışmamızın iyi olacağına kanaat getirmişti.
Günübirlik işçi pazar yerleri olurdu. Babamın anlaştığı Elçi-Çavuş bizi sabah 06:30’da alacak, akşam 19:00’da aynı yerde bırakacaktı. Geceleri evimizde olacaktık.
Günübirlik işçi olarak çalışacağımız Toprakkale adını kendi sınırları içerisinde bulunan kaleden almıştı.
M.Ö. 2000 yılına tarihlenen kale, ovaya göre 75 metre yükseğe konuşlandırılmış olup Osmaniye, Adana ve İskenderun yollarının kesişim noktasında bulunmaktadır.
Yığma bir tepe üzerine kurulan Toprakkale Kalesi, 8’inci yüzyılda Abbasi Halifesi Harun Reşit zamanında siyah taşlarla yeniden yapılandırılmıştır. Dikdörtgen planlı kalenin 12 burcu ve dış avlu surları bulunmaktadır.
Güneybatısı dağlarla çevrili olan Toprakkale’nin kuzey ve doğu yönleri göz alabildiğince, alüvyonca zengin bir ovaydı. Çeşitli meyve ağaçları ve doğal bitki örtüsüyle şirin bir ilçe olan Toprakkale’ nin toprağından bolluk ve bereket fışkırıyordu.
Zamanla tarih fışkırdığını da öğrenecektim.
Kiralık evimizi önünden geçen Karaçay Deresi Toprakkale’ nin en önemli ve tek akarsuyu idi. 
Kış aylarında bol suyundan ötürü geniş bir yelpaze çizerek akmış ve evimizden yaklaşık 50 metre uzaktan geçerken adacıklar da oluşturmuştu. 
Renkleriyle gönlümüzü ferahlatan dikenli alıç ağaçlarına bu adacıklarda rastlamış ve toplamıştık.
Okullar açılıncaya kadar kardeşimle ben de, gücümüz oranında ailemize katkıda bulunduk.
Ekonomik yönden, Misli Köyü’ne göre, daha iyi konumdaydık. 
Kiralık da olsa başımızı sokacak evimiz, bizi bir ölçüde korumaya almış olan ev sahibimiz Halil amcamız vardı.

14 Haziran 2022 Salı

DÜZİÇİ YEŞİLOVA KÖYÜ

 


15 Aralık 1951 Cumartesi, Yeşilova Düziçi…

Pamuk hasadının yanı sıra yer fıstığı hasadının da sona ermesiyle birlikte, işsiz ve yurtsuz kalmıştık.

Babamın yaptığı bir araştırma sonrasında, 1937 yılında gelen Balkan Muhacirleri arasında, doğduğum köy Karagözler’ den de gelenler olmuş Düziçi bölgesine.

Bunlardan biri de rahmetli Durgud Dedemle kan bağı olan Ömer Dayı idi.

Bizleri Yeşilova’da ağırlayabileceklerini söylemesi üzerine kısa sürede toparlanmış, Ömer dayının traktörüne bağlı bir römorkörle Yeşilova’ya taşınmıştık. 

Köyde hatırı sayılır bir konumda olan Ömer dayının bizleri uzaktan akraba olarak tanıtmasıyla, diğer köylüler de bizlere kucak açmışlardı.

Başta Ömer Dayı olmak üzere, diğer köylüler tarafından da hayvan ahırlarından bazıları boşaltılarak bizlere tahsis edilmişti.

Oldukça becerikli olan, başta babam olmak üzere, aile reislerinin kısa zamanda düzenledikleri hayvan ahırlarından bozma evlerimiz bizlere saray gibi geldi. Geldi çünkü, aylardır ilk kez kapalı yerlerde yatıp uyuyacaktık.

Zamanla köyün içinde bulunduğu ovayı gezip, gördükten sonra köye neden Yeşilova dendiğini de anlamıştım. 

Üstelik Yeşilova biraz da Bulgaristan’daki köyümüzü andırıyordu. 

Yeşilova köylüleri eski gelenek ve göreneklerine bağlıydılar, manevi yönleri de kuvvetliydi. Sosyal yaşamları bize uygundu, köye çabuk uyum sağladık.

Çocukluk anılarımın unutulmazları arasında yer alan Osmaniye, yeryüzü yüzey şekillerinden birçoğunu bünyesinde toplamış ender yerlerden biriydi.

Arazinin eğimi, güneyden itibaren, kuzeye ve doğuya doğru gittikçe yükseliyordu.

Batı kesimlerinde Adana ovasının düzlükleri yer alıyordu. Kuzeyinde zorlukla geçtiğimiz Amanos dağları (Gâvur dağları), kuzeybatı yönünde Toros dağları, doğusunda Dumanlı, Düldül ve Tırtıl dağları bulunuyordu. 

Ovalık arazileri en çok Merkez, Toprakkale, Kadirli ve Düziçi ilçelerinde bulunmaktaydı. Sevdiğimiz bir yer olmuştu Yeşilova Köyü ve sakinleri…

Meraklı ve öğrenme açlığı olan bir çocuk olduğumun farkına varan Ömer Dayı da çevre ile ilgili bilgiler veriyordu fırsat buldukça.

Kendisine, pamuk tarlalarında bizimle birlikte mevsimlik işçi olarak çalışan üniversite öğrencisi Muzaffer Abi’den söz etmiş, onun gibi okullu olmak ve üniversiteye gitme hayali kurduğumu söyledim.

Ömer Dayı hayallerime bayıldı, teşvik etti.

Amanos Dağlarının batı yamaçlarında yer alan köyle birlikte, köyün içinde yer aldığı Düziçi ovasında her yer yemyeşildi.

Kuzeyinde Ceyhan Nehri, doğusunda Amanos Dağları ile Bahçe ilçesi, kuzeybatısında Kadirli, kuzeydoğusunda Maraş ilinin Andırın ilçesi, güneyinde Osmaniye ile çevriliydi.

Amanosların en yüksek tepesini oluşturan Düldül Dağı, Düziçi’nin kuzeyinde yer alan Ceyhan Nehri’nden itibaren, 180’m den başlayan ve 2246’m ye kadar ulaşan kısa mesafede büyük değişimler gösteriyordu.

Düldül Dağının doğal ve beşeri özelliklerinden dolayı büyüklü küçüklü birçok mağara bulunmaktaydı. Deve Mağarası Kanyonu görülmeye değerdi.

Yükselti farkına bağlı olarak ortaya çıkan bitki çeşitliliği, temiz havası ve eşsiz manzarası Karagözler’ deki Sakar Balkan’ı andırmıştı bana. Bundan ötürü biraz daha fazla sevmiştim Yeşilova Köyü’nü.

Amanos Dağlarında, 1200 m yükseklikte, Dumanlı Yaylası yer almaktaydı. Düziçi  merkezine 10 km uzaklıkta bulunan Dumanlı Yaylası, yaz mevsiminde yaylacılar ile sonbahar ve kış mevsimlerinde doğaseverler ve amatör fotoğrafçılar tarafından ziyaret edilerek, temiz havasının eşsiz doğasının tadını çıkardıkları güzel bir yayla olarak biliniyordu.

Çoğunluğunu gürgen ağaçlarının oluşturduğu yeşilin her tonunun bulunduğu Dumanlı Yaylasında, sonbahar mevsiminin gelmesiyle, ağaçların yaprakları önce kızıl tonlara sonrada sarı tonlara bürünerek görsel şölen oluşturmaktaydı.

Her yıl Kasım ayında ziyaretçilerini ağırlayan yaylada yürüyüş parkurları ile doğaseverler ve fotoğrafçılar harika manzaranın görselliğini ve kamp yapmanın huzurunu yaşamaktaydılar. 

Öyle söylemişti Ömer Dayı…


13 Haziran 2022 Pazartesi

YERFISTIĞI AMBARI OSMANİYE

 


20 Ekim 1951 Cumartesi, Osmaniye…

Yaklaşık üç haftadır Adana’nın kazası Osmaniye’deyiz…

Osmaniye’deyiz dediğime bakmayın. Şehrin dışında, Düziçi tarafında içi yerfıstığı dolu yüzlerce çuval bulunan bir hangarın yanına yerleştirildik Elçi, affola, Çavuş tarafından.

Türkiye’de yer fıstığı üretiminin yaklaşık yüzde 80’i Osmaniye’de, geri kalan % 20’si de Toprakkale, Kadirli ve Düziçi tarım alanlarında üretiliyordu.

Eylül ayının ikinci haftasında, topraktan hasadı başlatılan yer fıstığının kökleriyle birlikte çıkarılması, kazık köklü bu bitkinin meyveleri olan ham yerfıstığının dallarından alınması ve çuvallara doldurularak hangarlarda toplanması bir buçuk iki ay gibi bir zaman sürecinde gerçekleşiyordu.

Bizler bu sürenin sonunda, temizlenmiş ve kurutulmuş yer fıstıklarını kabuklarından ayırmak için görevlendirilmiştik.

Kabuklarından ayrılan yer fıstıklarının ağırlıklarına göre ücret ödenirdi.

Kabuklu yer fıstıklarını ayırmak için sabahın erken saatlerinde işe başlardık. Parmaklarımızla yerfıstığının kabukları kırılır ve çerezlik kısmı ayrılırdı.

Taşlarla da kırmak mümkün dü ama, içindeki çereze zarar verirdi. Kasları yeterince gelişmiş olan büyükler açısından sorun yoktu. Ne var ki parmak kasları yeterince gelişmemiş olan çocuklar, yani benim gibiler, parmakları yerine dişlerini kullanarak ayıklama işlemini gerçekleştiriyorlardı.

Yer fıstığının içerisinde A vitamini, E vitamini, C vitamini, B12 vitamini, Kalsiyum, Magnezyum, Demir, Bakır gibi birçok bileşen bulunmaktadır. Bu nedenle tüketilmesi halinde bedenimiz gerekli olan enerji ve vitaminlerin bir çoğunu kazanır. Demişti bir sohbet esnasında bizi denetleyen mal sahibinin temsilcisi.

Yer fıstığının bu özelliklerini öğrendikten sonra, aşırıya kaçmamak üzere, kabuklarından ayırdığımız üründen bizler de sebeplenmeye başlamıştık.

Yer fıstığının içini kabuğundan ayırma yöntemimiz ne olursa olsun, durumumuzdan mutluyduk.

Hem para kazanıyor hem de sebepleniyorduk…

6 Mayıs 2022 Cuma

ÇUKUROVA AKÇASAZ BATAKLIKLARI

 


     16 Eylül 1951 Pazar, Ceyhan…

Yatmadan önce babam tarafından alınan bütün önlemlere rağmen, gece sivrisinek ordularının hışmına uğramış ve gözlerim çapaklı olarak kalkmıştım yine.

Kalktığımda anamın da babamla birlikte pamuk toplamakta olduğunu düşünerek, yanımda pamuk ve su bulunduruyordum.

Islak pamukla gözümdeki çapakları sildikten sonra, Mustafa’yı da kaldırıp, dere kenarına gittik.

Yıkanıp yunduktan sonra belimize bağladığımız torbalarla katıldık pamuk toplayanlara.

Söylenmekte olan Rumeli Türküleri ile canlanarak, belimdeki pamuk torbasını hızla doldurdum.

Torbamdaki pamuğu dolmakta olan harar adı verilen çuvalımıza boşalttıktan sonra, kardeşimin yardımıyla, sırtıma alarak kantara götürdüm.

Kantar görevlisi  Muzaffer Abi güler yüzle karşıladı. Tartı sonucunu kayıt defterindeki Akıncı Ailesi bölümüne işledikten sonra bana dönerek,

-Yine yüzün yara bere içinde, gece sivrisinek istilasından kurtulamadın herhalde Mehmet.

Dedi. İlgisi beni sevindirmişti.

-Öyle oldu Muzaffer Abi. Bulgaristan’daki köyümüz Karagözler’ de olmadığı gibi Elbistan Köylerinde de yoktu bu sinekler. Neden Çukurova’da, özellikle pamuk topladığımız buralarda bulutlar halinde saldırıyorlar geceleri?

Muzaffer Abi biraz düşündükten sonra,

-Sivrisinek ordularının yuvası bataklıklardır Mehmet. Meraklı bir çocuksun, soruların hoşuma gidiyor. Sorarsan öğrenirsin. Mola verdiğiniz uygun bir zamanda bana gel. Anlatayım neden bu kadar çok sivrisinek olduğunu.

-Teşekkür ederim Muzaffer Abi.

Benim gibi Muzaffer Abi de meraklı bir üniversite öğrencisiydi.

Bulgaristan’dan Çukurova’ya gelinceye kadar olan göç hikayemizi bana anlattırmış, mutlaka okullu olmam gerektiğini her fırsatta vurgulamıştı bana.

Kendisinin de fukara bir ailenin çocuğu olduğunu, üniversite giderlerini yazın mevsimlik işçi olarak çalışarak kazandığını anlatmıştı.

İlk fırsatta, Muzaffer Abi’nin de uygun olduğu bir zamanda, yanına giderek dinledim sivrisineklerin yuvasının hikayesini.

Muzaffer Abi’nin anlattıklarının yanı sıra, sonraki yıllarda Yaşar Kemal’in romanları da tanıttı bana Akçasaz Bataklıkları ve olumsuz sonuçlarını.

Adana’nın ilçesi Kozan sınırları içerisinde, Ceyhan, Kadirli, Kozan ilçe sınırlarının kesiştiği yerde, Tarihi Kilikya bölgesindeki  antik kent Anavarza önünde yerleşmiş, ağaların sahiplendiği 17 köy varmış.

Köylerin yerleşim alanlarına komşu yüzlerce dönümlük arazilerde çeltik ekimi için, yakınından geçen Ceyhan Nehri’nden kanallar açılmış arazilerin bulunduğu ovaya.

Şiddetli yağmurlar ve seviyesi yükselen Ceyhan Nehri bu köylerin üstüste birkaç yıl su baskınları altında kalmasına neden olmuş.

Çözüm bulamayan köylüler evlerini bırakıp ovanın başka yerlerine taşıyıp, oralarda köyler kurmuşlar. Ertesi kış da öteki köyler, daha ertesi kış da bütün Anavarza ovası su altında kalmış.

Sonraki birkaç yıl içinde de binlerce dönümlük ova bataklık olmuş, bataklığın büyük bir bölümünü de sazlar kaplamış.

Bataklığın adına da Akçasaz demişler. Bulutsu sivrisinek ordularının karargahı Akçasaz Bataklıklarıdır dedi Muzaffer Abi.

Akçasaz bataklığı Ceyhan Nehri’ne yakındı. Eğimli bir kanal açılarak, bataklık kurutulabilirmiş. Ne var ki, çeltik ekimi için uygun olan bataklığın kurutulması, Akçasaz Toprak Ağalarının işine gelmediğinden, kurutulma yönüne  yönüne gidilmemiş.

Akçasaz’ daki toprak ağaları, ekimi kolay ve çok para getirdiği için her yıl daha geniş bir alana çeltik ekip, daha çok su basıyorlarmış çeltik sahalarına.

Akçasaz’ da ekonomik getiri çok büyüktü, çünkü Toprağı sürmek yoktu, işlemek yoktu…

Akçasaz bataklıkları ve çevresinde zamanla sivrisinek bulutları oluştu. Sıtma yaptı. Sıtmadan ölenler oldu, kalanlar da başlarını alıp dağlara sığındılar. Diye yazmıştı Yaşar Kemal romanlarında.

Sivrisinek bulutlarının dışında, bataklıklardaki buharlaşan milyonlarca galon su, Çukurova’nın nem oranını olağanüstü arttırmıştı.

Akdeniz’deki buharlaşma nedeniyle zaten ağır olan havası, Akçasaz yüzünden bir kat daha ağırlaşmış, nefes alınamaz, yaşanılmaz bir cehenneme dönüştürmüştü Çukurova’yı. 

Nefes almayı bile zorlaştıran ağır nem oranı, Akçasaz Bataklıklarından kaynaklanan sivrisinekler ordusu ile birleşince, alınan bütün önlemlere rağmen çocukların ve yaşlıların nefesleri tükeniyor ve sıtma hastalığı hızla yayılmaya devam ediyordu.

Yeterince güçlü olmayan çocuklar ve yaşlıların ölümlerine neden oluyordu. Halil Dedemin ölümüne de, oldukça ağır nem oranı ve sivrisinekler neden olmuştu.

Kısa sürede öbür dünyaya göçtüğünden, sıtma olup olmadığını bile bilememiştik.

Özellikle Yaşlı ve çocukların ölümlerinin yanı sıra, mevsimlik işçilerin de ölümlerine  rağmen, Akçasaz Toprak Ağaları toprağın yüzüne çeltikleri ekip basıyorlardı suyu.

Oluşan bataklıklar bir yandan sivrisineği çoğaltıp halkın sıtmadan kırılıp geçmesine bir yandan da ağalar arasında su kavgalarına yol açıyordu. 

Aralarındaki su kavgalarından başkası ilgilendirmiyordu Akçasaz’ın Toprak ağalarını.

Çeltik ve pamuk tarlalarında çalışan mevsimlik işçilerini, çocuklarını ve yaşlılarını düşünen yoktu. Hala da öyledir.

Sonraki yıllarda, İvriz Öğretmen Okulu’nda okuduğum, ‘’Ölmez Otu’’ adlı romanında Yaşar Kemal,

-Çukurova tekin değildir. Bir uçsuz bucaksız düzlüktür, bataklıktır, büklüktür, akarsular, ulu denizlerdir.

-Bulut gibi gelen sivrisineklerdir…

-Çukurova bir sonsuz aklıktır. Göğe yükselmiş, ulu devler gibi ayağa kalkmış yürümüş, bin bir renkli ulu devlercesine uçan, akan toz bulutlarıdır.

-Çukurova sarı sıcaktır. Toz dumandır. Sıtmadır, hastalıktır. Sızlayan kemik, akan terdir.

Demekteydi…

Bizler… Karagözler Köyü muhacirleri Yaşar Kemal’in romanlarında anlattığı Çukurova’sında yaşama savaşı veriyorduk. Vermek zorundaydık çünkü, evimiz barkımız olmadığı gibi hiçbir gelirimiz de yoktu burada yaşam savaşı vermesek…

Sadece Karagözlüler miydi  yaşama savaşı verenler?

Yanıtımız ‘’hayır’’ olacaktı.

Çukurova Bölgesinde mevsimlik tarım işçisi olarak çalışanların tamamı Yaşar Kemal’in romanlarındaki Çukurova’sını yaşama savaşı vermekteydi, vermeye de devam edecekti…

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...