Ceyhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ceyhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ağustos 2022 Pazar

MERSİN TREN GARI 1955

 


20 Haziran 1955 Pazartesi, Mersin…

Bu sabah Osmaniye Mamure Tren garından başlayan yolculuğumuz Ceyhan, Yüreğir, Adana, Yenice, Tarsus rotası izlenerek, saat 14:00 sularında Mersin Garı’nda son buldu.

Vagondan eşyalarınızı indirdikten sonra gar ve çevresiyle ilgilenme fırsatı buldum.

Oldukça küçük bir tren garıyla karşılaşmıştım.

Güneyinde bir kilise ve daha ilerisinde Akdeniz sahili görünüyordu. Kuzeyinde, Toroslara doğru alabildiğine açık olan bölgede portakal bahçeleri vardı.

Babam kuzeybatıyı işaret ederek anamın yatmakta olduğu Mersin Devlet Hastanesi’ni gösterdikten sonra, Hastanenin yaklaşık 500 metre doğusundaki Göçmen Barakalarını gösterdi.

Göçmen barakalarına yerleşecektik.

Dikkatimi babamdan ayırarak Gar ve çevresine yoğunlaştım.

Garın yaklaşık 500 metre güneyinde Akdeniz sahili bulunmaktaydı. Günümüzde aynı yerde Mersin Uluslararası Liman İşletmesiyle Atatürk Parkı yer almaktadır.

Bir bakıma, tren garı ile sahil arasındaki bölge ticaretin kalbinin attığı yerleşim birimiydi.

Diğer taraftan Kiliselerin, sinagogların ve Ulu Cami’nin de yer aldığı bir alandı. Hem ticari hem de manevi bir bölgeyi temsil ediyordu.

Batısında, sahilde Gümrük Binası ve mal boşaltan mavnalar vardı.

Gar binasının güneyinden, Gümrük Meydanı’nın yanı sıra, Adana ve Tarsus’tan gelen malların fabrikalara kolay ulaştırılması için, Mesudiye Mahallesi ile Soğuksu Caddesi’nde bulunan Bodoski’ye ait fabrikalara dekovil hattı döşenmişti.

Sevmiştim tren garını. Dumanlarını çıkarıp, soluyarak ve kıvrılan bir yılan gibi gara giren kara trenleri severdim.

Oysa pamuk tarlalarında çalışırken kızmıştım çıkardıkları dumanların yağmura neden olduklarını düşünerek. 

Sonraki günlerde, Mersin İl Halk Kütüphanesindeki Mersin’i tanıtıcı kitaplardan öğrendiğime  göre,  eski garın açılış gününde Mersinliler istasyonu doldurmuşlardı.

Tren lokomotifini ve vagonlarını ilk kez göreceklerdi.

Düdüğünü çalarak soluya soluya, bütün heybetiyle istasyona giren lokomotif ve vagonlarını devasa bir çıngıraklı yılana benzeten halk çil yavrusu gibi dağılıp kaçmışlardı.  

Korkularından lokomotif ve vagonlara yaklaşmamışlar, bu garip aracı uzaktan izlemekle yetinmişlerdi.  

Yaklaşmadıkları gibi ilk günler trene kimseler binmemiş, Mersin-Adana arasında vagonlar boş gidip gelmişti. İşletme zarara uğramıştı.  

Trenleri işleten şirket, trene alıştırabilmek için bir ay süreyle halkı ücretsiz taşımıştı. Sonraları da Mersinliler düşük ücretlerle tren yolculuğuna alıştırılmıştı. 

Mersin oldukça önemli bir ticari merkez olmak üzereydi. Bu nedenle, Mersin Tren Garının ilk hizmete girdiği yıllarda başta Amerika Almanya, Fransa, İngiltere ve Rusya olmak üzere, Mersin’de 12 ülkenin konsolosluğu açılacaktı.




6 Mayıs 2022 Cuma

ÇUKUROVA AKÇASAZ BATAKLIKLARI

 


     16 Eylül 1951 Pazar, Ceyhan…

Yatmadan önce babam tarafından alınan bütün önlemlere rağmen, gece sivrisinek ordularının hışmına uğramış ve gözlerim çapaklı olarak kalkmıştım yine.

Kalktığımda anamın da babamla birlikte pamuk toplamakta olduğunu düşünerek, yanımda pamuk ve su bulunduruyordum.

Islak pamukla gözümdeki çapakları sildikten sonra, Mustafa’yı da kaldırıp, dere kenarına gittik.

Yıkanıp yunduktan sonra belimize bağladığımız torbalarla katıldık pamuk toplayanlara.

Söylenmekte olan Rumeli Türküleri ile canlanarak, belimdeki pamuk torbasını hızla doldurdum.

Torbamdaki pamuğu dolmakta olan harar adı verilen çuvalımıza boşalttıktan sonra, kardeşimin yardımıyla, sırtıma alarak kantara götürdüm.

Kantar görevlisi  Muzaffer Abi güler yüzle karşıladı. Tartı sonucunu kayıt defterindeki Akıncı Ailesi bölümüne işledikten sonra bana dönerek,

-Yine yüzün yara bere içinde, gece sivrisinek istilasından kurtulamadın herhalde Mehmet.

Dedi. İlgisi beni sevindirmişti.

-Öyle oldu Muzaffer Abi. Bulgaristan’daki köyümüz Karagözler’ de olmadığı gibi Elbistan Köylerinde de yoktu bu sinekler. Neden Çukurova’da, özellikle pamuk topladığımız buralarda bulutlar halinde saldırıyorlar geceleri?

Muzaffer Abi biraz düşündükten sonra,

-Sivrisinek ordularının yuvası bataklıklardır Mehmet. Meraklı bir çocuksun, soruların hoşuma gidiyor. Sorarsan öğrenirsin. Mola verdiğiniz uygun bir zamanda bana gel. Anlatayım neden bu kadar çok sivrisinek olduğunu.

-Teşekkür ederim Muzaffer Abi.

Benim gibi Muzaffer Abi de meraklı bir üniversite öğrencisiydi.

Bulgaristan’dan Çukurova’ya gelinceye kadar olan göç hikayemizi bana anlattırmış, mutlaka okullu olmam gerektiğini her fırsatta vurgulamıştı bana.

Kendisinin de fukara bir ailenin çocuğu olduğunu, üniversite giderlerini yazın mevsimlik işçi olarak çalışarak kazandığını anlatmıştı.

İlk fırsatta, Muzaffer Abi’nin de uygun olduğu bir zamanda, yanına giderek dinledim sivrisineklerin yuvasının hikayesini.

Muzaffer Abi’nin anlattıklarının yanı sıra, sonraki yıllarda Yaşar Kemal’in romanları da tanıttı bana Akçasaz Bataklıkları ve olumsuz sonuçlarını.

Adana’nın ilçesi Kozan sınırları içerisinde, Ceyhan, Kadirli, Kozan ilçe sınırlarının kesiştiği yerde, Tarihi Kilikya bölgesindeki  antik kent Anavarza önünde yerleşmiş, ağaların sahiplendiği 17 köy varmış.

Köylerin yerleşim alanlarına komşu yüzlerce dönümlük arazilerde çeltik ekimi için, yakınından geçen Ceyhan Nehri’nden kanallar açılmış arazilerin bulunduğu ovaya.

Şiddetli yağmurlar ve seviyesi yükselen Ceyhan Nehri bu köylerin üstüste birkaç yıl su baskınları altında kalmasına neden olmuş.

Çözüm bulamayan köylüler evlerini bırakıp ovanın başka yerlerine taşıyıp, oralarda köyler kurmuşlar. Ertesi kış da öteki köyler, daha ertesi kış da bütün Anavarza ovası su altında kalmış.

Sonraki birkaç yıl içinde de binlerce dönümlük ova bataklık olmuş, bataklığın büyük bir bölümünü de sazlar kaplamış.

Bataklığın adına da Akçasaz demişler. Bulutsu sivrisinek ordularının karargahı Akçasaz Bataklıklarıdır dedi Muzaffer Abi.

Akçasaz bataklığı Ceyhan Nehri’ne yakındı. Eğimli bir kanal açılarak, bataklık kurutulabilirmiş. Ne var ki, çeltik ekimi için uygun olan bataklığın kurutulması, Akçasaz Toprak Ağalarının işine gelmediğinden, kurutulma yönüne  yönüne gidilmemiş.

Akçasaz’ daki toprak ağaları, ekimi kolay ve çok para getirdiği için her yıl daha geniş bir alana çeltik ekip, daha çok su basıyorlarmış çeltik sahalarına.

Akçasaz’ da ekonomik getiri çok büyüktü, çünkü Toprağı sürmek yoktu, işlemek yoktu…

Akçasaz bataklıkları ve çevresinde zamanla sivrisinek bulutları oluştu. Sıtma yaptı. Sıtmadan ölenler oldu, kalanlar da başlarını alıp dağlara sığındılar. Diye yazmıştı Yaşar Kemal romanlarında.

Sivrisinek bulutlarının dışında, bataklıklardaki buharlaşan milyonlarca galon su, Çukurova’nın nem oranını olağanüstü arttırmıştı.

Akdeniz’deki buharlaşma nedeniyle zaten ağır olan havası, Akçasaz yüzünden bir kat daha ağırlaşmış, nefes alınamaz, yaşanılmaz bir cehenneme dönüştürmüştü Çukurova’yı. 

Nefes almayı bile zorlaştıran ağır nem oranı, Akçasaz Bataklıklarından kaynaklanan sivrisinekler ordusu ile birleşince, alınan bütün önlemlere rağmen çocukların ve yaşlıların nefesleri tükeniyor ve sıtma hastalığı hızla yayılmaya devam ediyordu.

Yeterince güçlü olmayan çocuklar ve yaşlıların ölümlerine neden oluyordu. Halil Dedemin ölümüne de, oldukça ağır nem oranı ve sivrisinekler neden olmuştu.

Kısa sürede öbür dünyaya göçtüğünden, sıtma olup olmadığını bile bilememiştik.

Özellikle Yaşlı ve çocukların ölümlerinin yanı sıra, mevsimlik işçilerin de ölümlerine  rağmen, Akçasaz Toprak Ağaları toprağın yüzüne çeltikleri ekip basıyorlardı suyu.

Oluşan bataklıklar bir yandan sivrisineği çoğaltıp halkın sıtmadan kırılıp geçmesine bir yandan da ağalar arasında su kavgalarına yol açıyordu. 

Aralarındaki su kavgalarından başkası ilgilendirmiyordu Akçasaz’ın Toprak ağalarını.

Çeltik ve pamuk tarlalarında çalışan mevsimlik işçilerini, çocuklarını ve yaşlılarını düşünen yoktu. Hala da öyledir.

Sonraki yıllarda, İvriz Öğretmen Okulu’nda okuduğum, ‘’Ölmez Otu’’ adlı romanında Yaşar Kemal,

-Çukurova tekin değildir. Bir uçsuz bucaksız düzlüktür, bataklıktır, büklüktür, akarsular, ulu denizlerdir.

-Bulut gibi gelen sivrisineklerdir…

-Çukurova bir sonsuz aklıktır. Göğe yükselmiş, ulu devler gibi ayağa kalkmış yürümüş, bin bir renkli ulu devlercesine uçan, akan toz bulutlarıdır.

-Çukurova sarı sıcaktır. Toz dumandır. Sıtmadır, hastalıktır. Sızlayan kemik, akan terdir.

Demekteydi…

Bizler… Karagözler Köyü muhacirleri Yaşar Kemal’in romanlarında anlattığı Çukurova’sında yaşama savaşı veriyorduk. Vermek zorundaydık çünkü, evimiz barkımız olmadığı gibi hiçbir gelirimiz de yoktu burada yaşam savaşı vermesek…

Sadece Karagözlüler miydi  yaşama savaşı verenler?

Yanıtımız ‘’hayır’’ olacaktı.

Çukurova Bölgesinde mevsimlik tarım işçisi olarak çalışanların tamamı Yaşar Kemal’in romanlarındaki Çukurova’sını yaşama savaşı vermekteydi, vermeye de devam edecekti…

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...