16
Eylül 1951 Pazar, Ceyhan…
Yatmadan
önce babam tarafından alınan bütün önlemlere rağmen, gece
sivrisinek ordularının hışmına uğramış ve gözlerim çapaklı
olarak kalkmıştım yine.
Kalktığımda
anamın da babamla birlikte pamuk toplamakta olduğunu düşünerek,
yanımda pamuk ve su bulunduruyordum.
Islak
pamukla gözümdeki çapakları sildikten sonra, Mustafa’yı da
kaldırıp, dere kenarına gittik.
Yıkanıp
yunduktan sonra belimize bağladığımız torbalarla katıldık
pamuk toplayanlara.
Söylenmekte
olan Rumeli Türküleri ile canlanarak, belimdeki pamuk torbasını
hızla doldurdum.
Torbamdaki
pamuğu dolmakta olan harar adı verilen çuvalımıza boşalttıktan
sonra, kardeşimin yardımıyla, sırtıma alarak kantara götürdüm.
Kantar
görevlisi Muzaffer Abi güler yüzle karşıladı. Tartı
sonucunu kayıt defterindeki Akıncı Ailesi bölümüne işledikten
sonra bana dönerek,
-Yine
yüzün yara bere içinde, gece sivrisinek istilasından kurtulamadın
herhalde Mehmet.
Dedi.
İlgisi beni sevindirmişti.
-Öyle
oldu Muzaffer Abi. Bulgaristan’daki köyümüz Karagözler’ de
olmadığı gibi Elbistan Köylerinde de yoktu bu sinekler. Neden
Çukurova’da, özellikle pamuk topladığımız buralarda bulutlar
halinde saldırıyorlar geceleri?
Muzaffer
Abi biraz düşündükten sonra,
-Sivrisinek
ordularının yuvası bataklıklardır Mehmet. Meraklı bir çocuksun,
soruların hoşuma gidiyor. Sorarsan öğrenirsin. Mola verdiğiniz
uygun bir zamanda bana gel. Anlatayım neden bu kadar çok sivrisinek
olduğunu.
-Teşekkür
ederim Muzaffer Abi.
Benim
gibi Muzaffer Abi de meraklı bir üniversite öğrencisiydi.
Bulgaristan’dan
Çukurova’ya gelinceye kadar olan göç hikayemizi bana
anlattırmış, mutlaka okullu olmam gerektiğini her fırsatta
vurgulamıştı bana.
Kendisinin
de fukara bir ailenin çocuğu olduğunu, üniversite giderlerini
yazın mevsimlik işçi olarak çalışarak kazandığını
anlatmıştı.
İlk
fırsatta, Muzaffer Abi’nin de uygun olduğu bir zamanda, yanına
giderek dinledim sivrisineklerin yuvasının hikayesini.
Muzaffer
Abi’nin anlattıklarının yanı sıra, sonraki yıllarda Yaşar
Kemal’in romanları da tanıttı bana Akçasaz Bataklıkları ve
olumsuz sonuçlarını.
Adana’nın
ilçesi Kozan sınırları içerisinde, Ceyhan, Kadirli, Kozan ilçe
sınırlarının kesiştiği yerde, Tarihi Kilikya bölgesindeki
antik kent Anavarza önünde yerleşmiş, ağaların
sahiplendiği 17 köy varmış.
Köylerin
yerleşim alanlarına komşu yüzlerce dönümlük arazilerde çeltik
ekimi için, yakınından geçen Ceyhan Nehri’nden kanallar açılmış
arazilerin bulunduğu ovaya.
Şiddetli
yağmurlar ve seviyesi yükselen Ceyhan Nehri bu köylerin üstüste
birkaç yıl su baskınları altında kalmasına neden olmuş.
Çözüm
bulamayan köylüler evlerini bırakıp ovanın başka yerlerine
taşıyıp, oralarda köyler kurmuşlar. Ertesi kış da öteki
köyler, daha ertesi kış da bütün Anavarza ovası su altında
kalmış.
Sonraki
birkaç yıl içinde de binlerce dönümlük ova bataklık olmuş,
bataklığın büyük bir bölümünü de sazlar kaplamış.
Bataklığın
adına da Akçasaz demişler. Bulutsu sivrisinek ordularının
karargahı Akçasaz Bataklıklarıdır dedi Muzaffer Abi.
Akçasaz
bataklığı Ceyhan Nehri’ne yakındı. Eğimli bir kanal açılarak,
bataklık kurutulabilirmiş. Ne var ki, çeltik ekimi için uygun
olan bataklığın kurutulması, Akçasaz Toprak Ağalarının işine
gelmediğinden, kurutulma yönüne yönüne gidilmemiş.
Akçasaz’
daki toprak ağaları, ekimi kolay ve çok para getirdiği için
her yıl daha geniş bir alana çeltik ekip, daha çok su
basıyorlarmış çeltik sahalarına.
Akçasaz’
da ekonomik getiri çok büyüktü, çünkü Toprağı sürmek yoktu,
işlemek yoktu…
Akçasaz
bataklıkları ve çevresinde zamanla sivrisinek bulutları oluştu.
Sıtma yaptı. Sıtmadan ölenler oldu, kalanlar da başlarını alıp
dağlara sığındılar. Diye yazmıştı Yaşar Kemal romanlarında.
Sivrisinek
bulutlarının dışında, bataklıklardaki buharlaşan milyonlarca
galon su, Çukurova’nın nem oranını olağanüstü arttırmıştı.
Akdeniz’deki
buharlaşma nedeniyle zaten ağır olan havası, Akçasaz yüzünden
bir kat daha ağırlaşmış, nefes alınamaz, yaşanılmaz bir
cehenneme dönüştürmüştü Çukurova’yı.
Nefes
almayı bile zorlaştıran ağır nem oranı, Akçasaz
Bataklıklarından kaynaklanan sivrisinekler ordusu ile birleşince,
alınan bütün önlemlere rağmen çocukların ve yaşlıların
nefesleri tükeniyor ve sıtma hastalığı hızla yayılmaya
devam ediyordu.
Yeterince
güçlü olmayan çocuklar ve yaşlıların ölümlerine neden
oluyordu. Halil Dedemin ölümüne de, oldukça ağır nem oranı ve
sivrisinekler neden olmuştu.
Kısa
sürede öbür dünyaya göçtüğünden, sıtma olup olmadığını
bile bilememiştik.
Özellikle
Yaşlı ve çocukların ölümlerinin yanı sıra, mevsimlik
işçilerin de ölümlerine rağmen, Akçasaz Toprak Ağaları
toprağın yüzüne çeltikleri ekip basıyorlardı suyu.
Oluşan
bataklıklar bir yandan sivrisineği çoğaltıp halkın sıtmadan
kırılıp geçmesine bir yandan da ağalar arasında su kavgalarına
yol açıyordu.
Aralarındaki
su kavgalarından başkası ilgilendirmiyordu Akçasaz’ın Toprak
ağalarını.
Çeltik
ve pamuk tarlalarında çalışan mevsimlik işçilerini, çocuklarını
ve yaşlılarını düşünen yoktu. Hala da öyledir.
Sonraki
yıllarda, İvriz Öğretmen Okulu’nda okuduğum, ‘’Ölmez
Otu’’ adlı romanında Yaşar Kemal,
-Çukurova
tekin değildir. Bir uçsuz bucaksız düzlüktür, bataklıktır,
büklüktür, akarsular, ulu denizlerdir.
-Bulut
gibi gelen sivrisineklerdir…
-Çukurova
bir sonsuz aklıktır. Göğe yükselmiş, ulu devler gibi ayağa
kalkmış yürümüş, bin bir renkli ulu devlercesine uçan, akan
toz bulutlarıdır.
-Çukurova
sarı sıcaktır. Toz dumandır. Sıtmadır, hastalıktır. Sızlayan
kemik, akan terdir.
Demekteydi…
Bizler…
Karagözler Köyü muhacirleri Yaşar Kemal’in romanlarında
anlattığı Çukurova’sında yaşama savaşı veriyorduk. Vermek
zorundaydık çünkü, evimiz barkımız olmadığı gibi hiçbir
gelirimiz de yoktu burada yaşam savaşı vermesek…
Sadece
Karagözlüler miydi yaşama savaşı verenler?
Yanıtımız
‘’hayır’’ olacaktı.
Çukurova
Bölgesinde mevsimlik tarım işçisi olarak çalışanların tamamı
Yaşar Kemal’in romanlarındaki Çukurova’sını yaşama savaşı
vermekteydi, vermeye de devam edecekti…