Osmaniye Kazası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmaniye Kazası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Haziran 2022 Pazartesi

ÇUKUROVA'DA PAMUK HASADI SONA ERDİ

 


30 Eylül 1951 Pazar, Osmaniye… 

Babamın ”Meehmeeet, Muustafaaa…Kalkın artık” sözleriyle gözlerimi araladım.

Sabahın erken saatleri olmalıydı… 

Sonbaharla birlikte havalar serinlemiş, yoğun nem oranı azaldığı gibi, bir nebze de olsa sivrisinek istilasından kurtulmuştuk. Rahat uyumuştum ki karabasan rüyalarımdan birine yakalanmamıştım.

Doğrulup, kalktım ve çevreme bakındım. Sessiz, hüzünlü ve hummalı bir çalışma vardı son konakladığımız pamuk tarlasında.

Hüzünlüydük, Halil Dedemi pamuk tarlalarında toprağa vermiştik…

Hüzünlüydük, iki buçuk yaşındaki kardeşim Şaban’ı Elbistan Hasanköy’de toprak altında bıraktığımız gibi, Halil Dedemi de Ceyhan pamuk tarlalarındaki toprağın altında bırakacaktık.

Sessizdik çünkü pamuk hasadı sona ermişti…

Sessiz ve hüzünlüydük çünkü, hem işsiz hem de konaklayacak yersiz, yurtsuz kalmıştık…

*****

Babamın sesli uyarısı üzerine dere kenarına giderek, elimizi yüzümüzü yıkayıp, diğer ihtiyaçlarımızı da giderdikten sonra anamın hazırladığı kahvaltı için yer sofrasına oturduk…

Kimseden ses çıkmıyordu kahvaltı esnasında. Babam pek konuşmayı sevmezdi yemek yenirken…

Kahvaltı  bir an önce bitmeliydi ki, çadırımızda ne varsa denk haline getirilmeli ve çadır sökülmeliydi.

Sessizce edilen kahvaltı esnasında beynim beni zamanda geriye, pamuk tarlalarına ilk ayak bastığımız günlere götürdü…1951 yılı Ağustos ayının üçüncü haftasında, Elbistan Hasanköy’den, Ceyhan’a 7-8 km uzaklıktaki pamuk tarlasında  ‘’mevsimlik işçi’’ olarak gelmiştik. Mevsimlik İşçi olarak başladığımız yaşam tarzımız, Osmaniye İli’ne doğru, diğer pamuk tarlalarıyla devam etmişti.

Yaklaşık bir buçuk aydan fazla bir zaman boyunca, bir pamuk tarlasından diğer bir pamuk tarlasına geçmiş durmuştuk. Yağmurlar, ufak çaplı seller, sivrisinekler, Çukurova’nın kavurucu sıcakları, yetersiz beslenme ve hastalıklarla boğuştuğumuz günler gelip, geçmişti.

Geçmişti ama delip geçmişti…

Delip geçmişti çünkü, Elbistan Hasanköy’de kaybettiğimiz iki yaşındaki kardeşim Şaban’dan sonra,  Halil dedemi de pamuk tarlalarında toprağa vermiştik. Bir an için Şaban ile Halil Dedem beynimde belirerek beni 5 ay öncesine, Bulgaristan’daki köyüme, Karagözler’e götürdü.

İçiçe iki avlu içinde bir dönümlük arazi üzerine kurulmuş 4 odalı bir evimiz varken düştüğümüz hallere bak dedim içimden. Beş ayda ne çok şey değişmişti. Sanki bir kaç yıl geçmiş gibi gelmişti bana.

Yaşım henüz 7 olmasına rağmen, birdenbire büyümüştüm. Büyümek zorunda kalmıştım.

Babamın sesiyle tekrar kendime geldim.

-Hadi çocuklar devranın da toparlanalım…

Çadırlar toplandı. Çadırdaki bütün eşyalar toplanıp, denkler haline getirildi. Pamuk hasadını sonlandırdığımız tarladan ayrılmak için bütün hazırlıklar tamamlanmıştı.

*****

Elçimiz, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarımızı karşılarken yaptığı harcamalarla komisyonunu da kestikten sonra her ailenin paralarını ödemişti.

Ücretsiz konaklama yerimiz olsa, iki üç ay çalışmasak da elimizdeki para yeter demişti babam. Ama konaklama yerimiz yoktu. Başımızın çaresine bakmalıydık ama nasıl?

Elbistan Köylerine geri dönmeyeceğimizi öğrenen Elçi, garanti olmamakla birlikte, Osmaniye’de yer fıstığı hasadında iş bulabileceğimizi söylemiş ve bazı görüşmeler yapmak üzere Osmaniye’ye gitmişti…

Elçi iyi haberle gelebilirse, gitmeye hazır olmalıydık…Gerçi, iyi haberlerle gelemese de buradan gitmek ve uygun bir konaklama yeri bulmalıydık.

*****

Öğleden sonra Elçi bazı aracılarla anlaşmış olarak geri döndü. Aile üyeleriyle birlikte, bütün aile reisleri çevresinde toplandıktan sonra,

-Benim görevim bu tarlada sona eriyor. İyi çalıştığınız gibi Çukurova’nın oldukça yoğun nemine, sıcaklarına, fırtına ve yağmurlarına, özellikle sivrisinek ordularına karşı çetin bir savaş verdiniz. Tek bir kayıpla, Halil Kurtuldu ile, pamuk hasadını tamamladınız. Halil Dedenin mekanı Cennet olsun.

Deyip biraz nefeslendi ve devam etti.

-Yeni Elçi, ki Osmaniye’de Çavuş deniliyor, eşliğinde bir kamyon gelip, sizleri Osmaniye yer fıstığı tarlalarına götürecek…Hepinize teşekkür ederim, hakkınızı helal edin.

Dedi ve el sallayarak, kantar başında hasat edilen pamukları hane hesaplarına kaydeden üniversite öğrencisi Muzaffer Abi ile geldiği araca yöneldi.

Muzaffer Abi’nin geri dönüp, gözleriyle beni aradığını hissedince, koşarak yanına gittim. Boynuna sarılarak teşekkür etmemin yanı sıra, okullu olacağımı ve mutlaka üniversite eğitimi yapacağımı söyledim. Muzaffer Abi de yanaklarımdan öperek patronun yanına gitti.

Bizi Osmaniye’ye götürecek olan Çavuş’u beklerken, nasıl ve ne şekilde olursa olsun, okullu olmaya ve üniversiteye gitme inancı ve kararlılığımı bir kez daha hissettim. Faruk Abi gibi ben de yaz tatillerinde mevsimlik işçi olarak çalışıp, okul masraflarımı çıkaracaktım.

Geldi, geldiler sözleriyle kendime geldim. Çok beklememiştik, yarım saat sonra kasası hepimizi alacak boyuttaki bir kamyonla gelmişti yeni Elçimiz, ki Osmaniye’de Çavuş diyecektik…

Yeni bir gün yeni bir başlangıçtı. Mevla’m neylerse iyi eylerdi…        



BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...