Okuma yazmayı söktük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Okuma yazmayı söktük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Temmuz 2022 Pazar

OKUMA YAZMAYI SÖKTÜK

 



21 Kasım 1953 Cumartesi, Misli (Konaklı)...

İki derslikli Misli'de, üç sınıf bir arada eğitim ve öğretim görmesine rağmen, kardeşimle ben okuma yazmayı söktük.

Sökemeyen birkaç kişi olsa da öğretmenimiizn olağanüstü gayretlerine bizimki de katılınca olumlu sonuç alındı.

Akıncı Ailesi'nin çocuklarının okuma yazmayı sökmesi birincil öncelikti.

Çiftçilik denemesinin hüsranla sonuçlanması ertesinde babam, Misli civarında iş bulamayınca, zorunlu olarak nafakamız için Osmaniye'ye gitmişti.

Babamdan gelen mektupları okumanın yanı sıra kendisine mektup da yazmamız için okuma yazmayı sökmek zorundaydık.

Öğleden sonra babama mektup yazarak müjdeledik okuma yazma öğrendiğimizi.

Kolay olmadı bu sonuca ulaşmak.

Olmadı çünkü evimizdeki çalışma koşulları hiç mi hiç uygun değildi.

Bizim gibi Göçebe ailelerin yemek ve çalışma masaları olmazdı.

Olamazdı çünkü göç esnasında taşınma sorunları yaratırlardı.

Osmanlı Beyliği 1300’lü yıllarda Bizans’a yakın sınır bir bölgede ortaya çıkmış, Rumeli’ye geçiş, Osmanlı Devleti’nin büyümesinde en etkili rolü oynamıştı.

Gelişme Rumeli’de gerçekleşmiş, Edirne Osmanlının Başkenti olmuştu. Bu nedenle Osmanlı Devleti, Rumeli güdümlü bir Türk- İslam Devletiydi.

Osmanlı Rumeli’deki varlığını güçlendirmek ve sürdürebilmek için, Anadolu’daki pek çok Türkmen grubunu sürgünler ve iskânlar neticesinde Rumeli’ye yerleştirmişti. 

Osmanlının güçlü olduğu dönemde Anadolu’dan Rumeli’ye ve Balkanlara akan göç, zayıf düştüğünde tersine dönmüştü.  1300’lü yıllarda balkanlara doğru başlayan göç, 1683’teki İkinci Viyana Kuşatmasından sonra tersine dönmüştü.

Yaklaşık 600 yıl süren göç hareketlerinde yemek ve çalışma masası gibi yüklere yer yoktu. Anadolu insanı bu yüzden yer sofrası kullanırdı.

Misli ’de Yemek yer sofrasında yendiği gibi ödevlerin yapılması da yerde, yüzükoyun yatılarak yapılırdı.

Sonraki aylarda, her nasılsa edinilen plastik bir leğeni ters çevirerek üzerinde ödev yapmaya başlamıştık.

Karanlık basmadan ödevlerimizi bitirirdik, bitirmeye çalışırdık.

Kış aylarında gündüzler kısa, geceler uzundu. Okul çıkışı eve ulaştığımızda hava kararmış olurdu.

Ödevlerimizi yapmak için gerekli olan ışık mumlar ya da fitilli gaz lambalarıyla sağlanırdı. Öyleydi çünkü 1950-60’lı yıllarda İç Anadolu köylerinde elektrik yoktu.

Yoksul ailelerde fitilli gaz lambaları, varsıl ailelerde kandiller kullanılırdı.

Yeni kuşakların pek bilemeyeceği fitilli gaz lambaları beş parçadan oluşurdu.

En altta küçük bir gaz tankı, hemen üzerine eklenmiş bir gaz ayar çarkı, çarkı da içine alan gaz deposu, çarkın içinden geçerek şişenin içine giren yassı bir fitil ve en üstte, alevi koruyacak ince ve kırılgan gaz lambası şişesi... 

Türkiye’ de 1800’lü yılların sonlarına doğru ev, dükkân ve kahvehanelerde gaz lambaları ile aydınlatma yapıldığını öğrenmiştim sonraki yıllarda.

1900’lü yılların ortalarında Türkiye’de beş milyona yakın gaz lambası tankı ve şişesi üretildiği söylenmişti.

Ancak bu tarihlerde üretimine devam edilen bir diğer gaz lambası çeşidi daha vardı. Bunlar şişesi olmayan, ancak yine gaz yardımı ile ateşlenen lambalardı.

Bu tip lambalar, içine gaz konulan bir tanktan, fitilin dışarı uzanmasına yarayan delik veya deliklerden oluşur ve daha çok ‘kandil’ adıyla anılırdı.

Kandil ve fitilli lambalarda kullandığımız gazyağını idareli kullanmak önemliydi.

Önemliydi çünkü sadece bir bakkalın bulunduğu köyde gazyağı bulmak da pek kolay değildi. Bulsak bile bazen paramız olmazdı.

Bereket o dönemlerde bakkalların veresiye defterleri olurdu da sorun, zamanında ödediğin sürece, sorun olmaktan çıkardı.

Kara ikliminin hüküm sürdüğü kış ayları Misli Köyünde oldukça zorlu geçerdi.

Bir giriş ve iki odamızın olduğu evimizde bulunan sobamızda yakıt olarak saman ya da tezek kullanmıştık.

Genelde büyükbaş hayvanların dışkısıyla, kolay tutuşsun diye, içine biraz ot ve saman karıştırılarak yapılan ilkel bir yakıt türüydü tezek.

Hayvanlarımız yoktu. Okul açılmadan önce köyün büyükbaş hayvanlarının peşinde koşturarak, yollara bıraktıkları dışkılarını toplamıştık. Buğday hasadından bize kar kalan samanla karıştırarak biraz tezek yapmıştık.

Çok mecbur kalmazsak günde bir defa soba yakardık idareli kullanalım diye.

Sobaya attığımız tezek 15-20 dakika sonra ömrünü tükettiği gibi ürettiği ısı enerjisi de 45-50 dakika etkisini sürdürürdü. Bu süre içerisinde ödevlerimizi bitirirdik. Bitiremezsek yatağın içinde tamamlardık.

Zorlu geçse de pamuk tarlalarındaki koşullarımıza göre oldukça iyi durumdaydık...

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...