Kilikya Başkenti Tarsus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kilikya Başkenti Tarsus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2023 Cumartesi

ELVEDA İSTANBUL VER ELİNİ TARSUS

2 Haziran 1963 Pazar, Çapa İstanbul...

İki gün öce, Haydarpaşa-Konya arasında çalışan Meram Ekspresi'nden bugün saat 19:40 için bilet almıştım.

Sabah kahvaltısına bavulumla birlikte indim. Zeytinburnu Gecekondularında yaşamakta olan Mustafa dayımlara gideceğim. Dayım beni, küheylanım dediği motorsikletiyle Eminönü-Kadıköy Şehir hatlarına zamanında yetiştirir.

Kahvaltı sonrasında, halen okuldan ayrılmamış olan arkadaşlarımla vedalaşarak Millet Caddesi'ne çıktım. Kısa bir süre sonra Zeytinburnu dolmuşlarından birne binerek, saat 10:30'da dayımların evine ulaştım.

Kahvaltıdan yeni kalkmışlardı. Dayım ''kahvaltı etmiş miydin yeğenim'' dedi. Etmiştim. Bavulumu uygun bir yere koyduktan sonra, sunulan çayı içerken sohbeti koyulaştırdık.

Saat 19:40'ta kalkacak olan Meram Ekspresi ile önce Konya'ya, aktarma yaparak Ulukışla üzerinden, Adana-Mersin arasındaki Yenice Garına ulaşacaktım.

Adana-Mersin arasında çalışan banliyo trenlerinden biriyle de Tarsus'ta inecek, rastlarsam servis araçlarından biriyle Tarsus Karabucak Fidanlığı'na oradan da Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'ndaki ailemin yanına ulaşmaya çalışacaktım.

Mustafa dayım,

-Amma uzun ve aktarmalarla dolu bir yolculuk yapmak zorunda kalıyorsun Mehmet.

-Öyle dayı. Bu nedenle birinci yarıyıl tatilerinde gitmedim ailemin yanına.

Pür dikat ve hayranlıkla dinleyen Uslu Ailesinin en küçük bireyi Fatma,

-Önümüzdeki yıl nerede okuyacaksın dayı?

-Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi öğrencisi olarak seçildim Öğretmenler Kurul kararıyla. Bu nedenle, önümüzdeki yıl ve sonrasında 4 yıl daha Ankara'da okuma şansımı yarattım.

-Neden sonrasında 4 yıl daha dedin dayı, orasını anlamadım.

-Öğretmen Okullarını bitirenler lise mezunu sayılmıyorlar. Hazırlık lisesinde başarılı oursam lise mezunu olacağım ki Üniversite sınavlarına katılma hakkım olacak.

-Hangi üniversiteye girmek istiyorsun Mehmet?

Dedi Mustafa dayım.

-Çapa Öğretmen Okılundaki Fen ve Matematik öğretmenlerim, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nin benim için uygun olacağını söylediler.

-Anlaşıldı Mehmet...Yine zoru seçmişsin. Başaracağına inanıyorum. Haydi, küheylanıma binip Londra asfaltında birkaç tur yapalım.

-Olur Dayı.

Dedikten sonra çıktık. Londra Asfaltında yapılan hız denemesinden sonra Marmara Denizi sahiline indik. Bir süre sonra da Sarayburnu'nda, Marmara Denizi ve Boğaziçi'ni birlikte gören bir kafedeydik.

Bir süre sessizce muhteşem manzarayı seyrettikten sonra, servis yapan görevliden simit ve çay istedik. Aklıma Mersin'de simit sattığım günler geldi. Dayıma da anlattım simitçilik hikayemizi. İlgiyle dinledi.

Saat 16:00'da eve geri döndük. Saat 18:00'de aile bireyleriyleriyle vedalaştım. Dayım, Emiönü-Kadıköy Şehir Hatları iskelesinde zamanında bırakınca, Meram Ekspresine zamanında bindim. Yaklaşık 36 saat sürecek yolculuğum başlamış oldu.


28 Mayıs 2023 Pazar

BİRİNCİ YARIYIL TATİLİNDE ZAMANDA GERİYE GİTMEK


20 Ocak 1962 Cumartesi, Çapa…

Öğleden önce birinci dönem karnelerimiz dağıtıldı, bayrak merasiminden sonra da yarıyıl tatiline girdik.

Müzik ve Resim derslerinden 8, diğer bütün derslerden tam not 10 almıştım. Çok mutluydum.

Aileleri İstanbul’a yakın olan yatılı öğrenciler pazar günü okuldan ayrılacaklar. Ailem Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama sahasında olduğundan, hem ulaşım oldukça zor hem de ekonomik yönden bütçemizi zorlayacaktı. Okulda kalmaya karar verdim.

Derslerimi gözden geçirebilir, Zeytinburnu gecekondularında yaşayan Mustafa dayıma uğrayabilir hem de İstanbul’u biraz gezebilirim diye düşündüm.

Çinileriyle göz kamaştıran okul kütüphanesine indim. Son derece sessiz olan bu mekânda kafanızı ve gönlünüzü dinlendirmenin yanı sıra, tarihin derinliklerinde yolculuk yapmanızı sağlayan bir havası da vardı.

Anı defterimi açıp tarih attıktan sonra giriş bölümüne,

‘’Harikasın Akıncı. Hayallerinin peşinde koştun ve Bulgaristan’ın Karagözler Köyü’nden İstanbul Çapa Öğretmen Okulu’na gelebildin. İstanbul’da 3 yıl okuma şansını yarattın.’’

Diye yazdım...

1951 yılı nisan ayının son haftasında Bulgaristan’dan başlayan göç hareketinden neredeyse 10 yıl geçmişti.

Bir filim şeridi gibi, hızla gözlerimin önünden geçti.

Gönüllü ve serbest göçmen olarak geldiğimiz için bütün mal varlığımız bedelsiz olarak Bulgaristan yönetimine kalmış, Türk Hükümeti’nden de bir talebimiz olmamıştı.

Anama ince hastalık teşhisi konulması nedeniyle babamla birlikte 2 ay Edirne göçmen misafirhanesi sağlık birimlerinde kalmış, Halil dedemlerle Maraş Elbistan Karahasanuşağı Köyüne gitmiştik kardeşim 5 yaşındaki Mustafa ve 2 yaşındaki Şaban ile.

İki ay sonra anamla babam geldiğinde Şaban hastaydı. Ailemize Hasanköy-Hasanalili Köyü görünmüştü.

Bulgar asimilasyonu nedeniyle Karagözlerden koparıldığımız gibi burada da aileler birbirinden koparılmış, her ne hikmetse her köye bir aile verilmişti.

Yerleşmemizi istedikleri bu köylerde Alevi Kürtleri yaşamaktaydı. Bizler Sünni Müslümanlardık.

Gelenek ve göreneklerimiz farklı olduğu gibi bu dağ köylerinde iş de yoktu. Bu arada kardeşim Şaban’ın vefat etmesi acılarımızın üstüne tuz biber ekmişti.

Elbistan köylerinde kalamazdık. Pamuk tarlalarında çalışmak üzere mevsimlik işçi arayan bir işçöi temsilcisi (elçi) ile anlaşarak bütün Karagözlüler Çukurova’ya mevsimlik işçi olarak gitmiştik.

Kasım ayı sonlarına kadar pamuk toplama ve yer fıstığı üretiminde çalıştıktan sonra kışı Adana Düziçi Yeşilova köyünde geçirmiş, 1952 haziran ayında Niğde Misli Köyüne göçmüştük.

Devlet 5 yıl aralıksız kullanmak koşuluyla mülkiyetsiz tarla vermiş, ilk buğday ekim sonrası hüsranla sonuçlanmış ve babam tekrar Çukurova’ya günlük işçi olarak çalışmaya gitmişti. Mustafa ile ben de Misli İlkokulu’na kaydımızı yaptırmıştık.

İkinci sınıfa geçtiğimiz yaz ayında Adana Osmaniye kazasına göç etmek zorunda kalmış, ikinci sınıfı okuduğumuz Osmaniye’de anamın nükseden hastalığının tedavisinin Mersin’de süreceğinin anlaşılması üzerine oraya göçmüştük.

İlkokul üçüncü ve dördüncü sınıfı okuduktan sonra, mülkiyetsiz tarlalarımızı kurtarmak için Niğde’ye geri dönmek zorunda kalmıştık.

Köyde ot, ocak olmadığından Bor Kazasına yerleşmiş, babam bir meyve bahçesinde mevsimlik işçi olarak çalışırken kardeşimle ben de yaz aylarında simit satmış ve 29 Ekim İlkokulu’nda beşinci sınıfa başlamıştık,

Ne var ki yetkililerin direnmesi üzerine Misli Köyü’ne geri dönmek ve ilkokul beşinci sınıfı köyde bitirmek zorunda kalmıştık.

Babam da bizi köye bıraktıktan sonra nafakamız için Mersin’e geri dönmüştü.

İlkokulun bitmesi sonrasında gönlümün bir tarafına taht kurmuş olan Bayezid öğretmenimin yardımı ve Osman’ımın Pantolon parası ile İvriz Öğretmen Okulu sınavlarına girmiş, üç yıl sonra da kendimi İstanbul’da bulmuştum.

Oldukça zorlu geçen bu 10 yıllık sürede kendi şansımı kendim yaratmış ve yaratmaya devam edecektim.

Biliyordum ki,

‘’Şans, hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmaktı.’’

Ben de hayallerime ulaşmak için sürekli hazırlanıyordum.

Geçmiş 10 yılın özetini yapıp yazdıktan sonra müzik odasına inerek bir süre keman çaldım.

Keman çalmak beni mutluluğumun zirvesine çıkardı...


23 Ocak 2023 Pazartesi

MEVSİMLİK İŞÇİLİK DÖNEMİ BİTTİ

 

17 Eylül 1960 Cumartesi, Karabucak Tarsus…

Yaklaşık üç buçuk ay çalıştığımız Karabucak Okaliptüs Orman Fidanlığı'ndaki mevsimlik işçi dönemimizi dün sonlandırdım.

Bu dönemde hem para kazandım hem de Antik Kilikya’nın başkenti Tarsus’u tanımaya çalıştım. Güzel bir yaz sezonu oldu.

Tarsus’la ilk bağlantım 6 Temmuz Cumartesi günü Tarsus açık hava sinemasında izlediğim Ben Hur filmi kurmuştum. Sonraki günlerde fırsat buldukça açık hava sinemalarında ilginç bulduğumuz filmleri izlemeyi sürdürdük arkadaşımız Salih’le.

Antik çağda Çukurova ile Mersin’den Alanya’ya kadar uzanan kıyıları ve yaslandıkları Toros Dağlarının güney yamaçlarını içine alan Kilikya bölgesi ve başkenti Tarsus ilgi alanım olmuştu.

Roma İmparatoru Sezar’ın M.Ö 44 yılında ölmesinin ardından onun yerini alan üç kişiden biri Marcus Antonius ’un Tarsus’a gelmesiyle, Tarsus’un gelişmesinin önü açılmıştı.

Tarsus ve gelişimini öğrenmeye çalışırken, İvriz’de Tarih Öğretmenim olan Hüseyin Seçmen’i örnek almıştım. Tarih derslerini seviyorduk.

Antik Kilikya konusu ve işleyiş tarzı heyecanı yaratmıştı. Nitekim derslerinden sonra kütüphaneye giderek Mısır Firavunlarıyla Roma yöneticileri arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışmıştım.

Mısır’ın yönetimi ile Roma arasındaki ilişkilerin çözümlenmesi için Marcus Antonius tarafından Cleopatra Tarsus’a davet edilmişti. 

Karabucak bataklığının bulunduğu Regma Gölü, küçük tonajlı gemilerin rahatlıkla geçebileceği bir kanalla Akdeniz’e bağlı olduğundan Tarsus bir liman kentiydi.

İskenderiye’den kalkan Firavunluk gemileriyle Akdeniz’i geçen Cleopatra ve maiyeti bir liman kenti olan Tarsus’a büyük bir törenle girmişti.

Cleopatra’nın bu ziyaretiyle Tarsus, Dünyanın kalbinin attığı en önemli merkez durumuna gelmişti. 

Cleopatra Tarsus’u Regma Gölü'ne bağlayan Deniz kapısı, Cleopatra ziyaretinden sonra, Cleopatra kapısı olarak anılır olmuştu.

Tarihi anıtlardan Cleopatra Kapısı’nın yanı sıra Aziz Paulus Kilisesi ve Kuyusu ’nu da öğrenme fırsatını yakalamıştım. Vaftizci Yahya olarak da bilinen Aziz Paulus Tarsus doğumlu olup, Hz. İsa’nın ilk havarilerinden ve İncil’in yazarlarından biri olduğunu öğrenmiştim. 

Diğer taraftan, Yedi Uyurlar ve Ashab-ı Kehf turizm açısından öne çıkan mekânlardan bir başkasıydı. Tarsus ilçesinin kuzey-batısında,14 km. uzaklıkta yer alan Ashab-ı Kehf mağarası, Hristiyan ve Müslümanlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul edilmekteydi. 

Antik Tarsus’u bir ölçüde tanımanın dışında eski Regma Gölünü Akdeniz’e bağlayan Berdan Nehri kıyısındaki yerleşimleri de tanımaya çalıştım.

Yaklaşık 7 km güneyinde Özel-Bahşiş Köyü ile 11 km güneyinde Kulak Köyü bulunmaktaydı. Kulak Köyünden yaklaşık 600 metre güneydeki Berdan Nehri’nin kollarından biri üzerinden geçilerek Tarsus Plajına ulaşılmaktaydı.

Özel-Bahşiş sakinlerinin büyük bölümünü Balkan Göçmenleri oluşturmaktaydı. Avlular içine aldıkları evleri en azından renkli toprak boya ile boyanmışlardı. Bahçelerini ağaçlandırmışlardı. Evlerini, insanca yaşama uygun hale getirmişlerdi.

Öyleydi çünkü Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarımın bazılarının aileleri buraya yerleşmişlerdi. Evlerine davet edilmişliğim vardı.

Oysa yerli halkın oluşturduğu Kulak Köyü, Osmanlının kulluk döneminde olduğu gibi, hala her şeyi devletten beklemekteydiler.

Genellikle evleri bakımsız ve çevreleri de kupkuruydu. Yeşillikten yoksundular. Balık vermişler ama balık tutmasını öğretmemişler, onlar da öğrenmek istememişlerdi.

Karabucak Okaliptüs Ormanı’nda çalışan mevsimlik işçiler içinde kardeşimle benden başka öğrenimine devam eden yoktu. İlkokuldan sonra eğitim ve öğretim bırakılmış ya da bırakılmak zorunda kalmıştı.

Parasız yatılı okullar olan Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okulları olmasaydı kardeşimle ben de okulları bırakmak zorunda kalabilirdik belki de…

Okullu olmamıza rağmen kardeşimle ben diğerleri gibi, bekli de onlardan daha iyi, üzerimize düşeni yaptık çalıştığımız süre içinde. Çalışmaları yöneten Derviş Çavuş takdirle karşılamış, bir bakıma, kardeşimle beni korumaya da almıştı.

İvriz İlköğretmen Okulu bizleri, birçok becerinin yanı sıra, disiplin konusunda da iyi yetiştirmişti. Mevsimlik işçiler arasında göz doldurmuş ve saygınlık kazanmıştık.

Gerek orman mühendisleri Yaşar ve Muzaffer Bey katında gerekse ulaşımdan sorumlu Adem usta ve şoför Mahmut abiler katında da itibarımız artmıştı.

Yaz boyunca, hem tarım konusunda bilgi dağarcığım büyümüş hem de okul harçlığımı kazanmıştım. Mutluydum ama yine de İvriz Öğretmen Okulu'na dönme heyecanı sarmıştı beni. Sanki, asıl yuvamız İvriz olmuştu...


BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...