Hüseyin Seçmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Seçmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2023 Çarşamba

İVRİZ'DE 1960-61 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI

 

19 Eylül 1960 Pazartesi, İvriz…

Madeni anahtar sesleriyle uyandım. Neler oluyor diye gözlerimi açıp, kafamı kaldırdığımda cibinlik ve okaliptüs ağaçlarını göremedim.

Neredeydim acaba?

Karabucak Okaliptüs Fidanlığı'nda olamazdım, ağaçları yoktu. Mersin Göçmen barakalarında da olamazdım. Olamazdım çünkü, ''geri döndüğümde hiç kimseyi yatağında görmeyeceğim'' sesi beynimde yankılandı. Ses Hüseyin Seçmen'e aitti.

Bir ranzanın üst katında İvriz yatakhanelerinden birindeydim.  Hüseyin Seçmen de nöbetçi öğretmendi. Demek ki İvriz'de, sıcak yuvamızdaydım. Sınıf arkadaşlarım yataklarından inip, hızla giyinmeye başlamışlardı bile.

Zamanda geriye, Cumartesi gününe gittim. Tarsus’tan bindiğim trende gecelemiş, Pazar günü de öğleden sonra İvriz’e gelmiştim.

Yaklaşık üç ay bir buçuk metre yükseklikte bir çardakta, cibinlikle çevrelenmiş bir yatakta gecelemiştim kardeşimle. Ranzanın üst katındaki yatağımı çardaktaki yatak olarak algılamış, okaliptüs ağaçlarını ve yaprakları arasından dans ederek geçen güneş ışınlarını aramıştım.

Zil ve anahtar sesleri denetimi ele almışlardı yine.

Kalktım… Elimi yüzümü yıkadım ve hızla giyindim. Yatağımı düzelttikten sonra etüte yetişmek üzere 3/A sınıfının yolunu tuttum. Henüz dersler başlamadığı için, dün göremediğim arkadaşlarımızla sarmaş dolaş olup yaz anılarımızı paylaştık.

Sabah kahvaltısından sonra tören alanında toplanmış, Okul Müdürü Kâmil Açan, yardımcıları ve öğretmenler yerini aldıktan sonra okul bandosu eşliğinde İstiklal Marşı söylenmişti. Andımız da okunduktan sonra Müdürümüz Kâmil Açan ‘’Günaydın Arkadaşlar, 1960-61 Eğitim ve Öğretim Yılı hepimize hayırlı olsun.’’ 

Dedikten sonra   ”Aramıza yeni katılan kardeşleriniz var. Öyle sanıyorum ki çok büyük bir bölümü ailelerinden ilk kez ayrılmıştır. Tanımadığı, tanımaya çalıştığı yepyeni bir çevredir okulumuz yeni gelen kardeşleriniz için. Kendilerini biraz garip, biraz yalnız ve biraz da üzgün hissediyor olabilirler. Onlara sahip çıkalım ve burasını sevdirelim.” 

Demiş ve okulun oldukça sıkı ve katı kurallarından uzunca bir süre söz etmişti. 

Okul Müdürümüzün konuşmasından sonra Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar yönetimindeki bandonun eşliğinde, efsane öğretmenimiz Mehmet Karaman’ın başını çektiği zeybek oyunlarıyla ortamı bir şölen havasına dönüştürmüştü. Yarım saat süren oyunlardan sonra sınıflarımıza gitmiş ve ilk dersimize başlamıştık.

Okul Müdürümüz Kâmil Açan’ın iki yıl önceki bayrak töreninde söylediği gibi ‘’Eğitimin bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şey olduğunu, bir zamanı mekânı olmadığını, İnsanoğlu ölene kadar eğitimin sürdüğünü…’’ yaşayarak öğrenmiştik.

Aileden başlayan Eğitim İnsanoğluna kişiliğini, insanı insan olarak sevmeyi, paylaşmayı, yardımlaşmayı, sergilediği davranışları, ahlakı kazandırıyordu.

Öğretim ise okullarda gerçekleştiriliyordu. Müfredat programları çerçevesinde, bir amaca yönelik olarak yapılan sistemli bir uygulamaydı.

Daha yalın bir tanımla eğitim adam etmeyi, bir başka deyişle insan olmayı, öğretim ise bilgi kazandırmayı amaçlayan süreçlerdi.

Bulgaristan’dan Türkiye sınırlarına girdiğimiz andan itibaren hayatımızı devam ettirmek için çok şey öğrenmiştim. İvriz bunu birkaç adım daha ileriye taşımıştı.

İyi ki İvriz İlköğretmen Okulu öğrencisi olmuştum. Kazandırdığı beceriler ve öğretim yöntemleriyle hayata hazırlamış, önce kendimizi sonra da çevremizi sevecek şekilde donatmıştı bizleri…

1960-1961 Eğitim ve Öğretim Yılı bizlere neler kazandıracak ve hangi sürprizleri önümüze çıkaracaktı.

Bekleyip, görecektik…

23 Ocak 2023 Pazartesi

MEVSİMLİK İŞÇİLİK DÖNEMİ BİTTİ

 

17 Eylül 1960 Cumartesi, Karabucak Tarsus…

Yaklaşık üç buçuk ay çalıştığımız Karabucak Okaliptüs Orman Fidanlığı'ndaki mevsimlik işçi dönemimizi dün sonlandırdım.

Bu dönemde hem para kazandım hem de Antik Kilikya’nın başkenti Tarsus’u tanımaya çalıştım. Güzel bir yaz sezonu oldu.

Tarsus’la ilk bağlantım 6 Temmuz Cumartesi günü Tarsus açık hava sinemasında izlediğim Ben Hur filmi kurmuştum. Sonraki günlerde fırsat buldukça açık hava sinemalarında ilginç bulduğumuz filmleri izlemeyi sürdürdük arkadaşımız Salih’le.

Antik çağda Çukurova ile Mersin’den Alanya’ya kadar uzanan kıyıları ve yaslandıkları Toros Dağlarının güney yamaçlarını içine alan Kilikya bölgesi ve başkenti Tarsus ilgi alanım olmuştu.

Roma İmparatoru Sezar’ın M.Ö 44 yılında ölmesinin ardından onun yerini alan üç kişiden biri Marcus Antonius ’un Tarsus’a gelmesiyle, Tarsus’un gelişmesinin önü açılmıştı.

Tarsus ve gelişimini öğrenmeye çalışırken, İvriz’de Tarih Öğretmenim olan Hüseyin Seçmen’i örnek almıştım. Tarih derslerini seviyorduk.

Antik Kilikya konusu ve işleyiş tarzı heyecanı yaratmıştı. Nitekim derslerinden sonra kütüphaneye giderek Mısır Firavunlarıyla Roma yöneticileri arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışmıştım.

Mısır’ın yönetimi ile Roma arasındaki ilişkilerin çözümlenmesi için Marcus Antonius tarafından Cleopatra Tarsus’a davet edilmişti. 

Karabucak bataklığının bulunduğu Regma Gölü, küçük tonajlı gemilerin rahatlıkla geçebileceği bir kanalla Akdeniz’e bağlı olduğundan Tarsus bir liman kentiydi.

İskenderiye’den kalkan Firavunluk gemileriyle Akdeniz’i geçen Cleopatra ve maiyeti bir liman kenti olan Tarsus’a büyük bir törenle girmişti.

Cleopatra’nın bu ziyaretiyle Tarsus, Dünyanın kalbinin attığı en önemli merkez durumuna gelmişti. 

Cleopatra Tarsus’u Regma Gölü'ne bağlayan Deniz kapısı, Cleopatra ziyaretinden sonra, Cleopatra kapısı olarak anılır olmuştu.

Tarihi anıtlardan Cleopatra Kapısı’nın yanı sıra Aziz Paulus Kilisesi ve Kuyusu ’nu da öğrenme fırsatını yakalamıştım. Vaftizci Yahya olarak da bilinen Aziz Paulus Tarsus doğumlu olup, Hz. İsa’nın ilk havarilerinden ve İncil’in yazarlarından biri olduğunu öğrenmiştim. 

Diğer taraftan, Yedi Uyurlar ve Ashab-ı Kehf turizm açısından öne çıkan mekânlardan bir başkasıydı. Tarsus ilçesinin kuzey-batısında,14 km. uzaklıkta yer alan Ashab-ı Kehf mağarası, Hristiyan ve Müslümanlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul edilmekteydi. 

Antik Tarsus’u bir ölçüde tanımanın dışında eski Regma Gölünü Akdeniz’e bağlayan Berdan Nehri kıyısındaki yerleşimleri de tanımaya çalıştım.

Yaklaşık 7 km güneyinde Özel-Bahşiş Köyü ile 11 km güneyinde Kulak Köyü bulunmaktaydı. Kulak Köyünden yaklaşık 600 metre güneydeki Berdan Nehri’nin kollarından biri üzerinden geçilerek Tarsus Plajına ulaşılmaktaydı.

Özel-Bahşiş sakinlerinin büyük bölümünü Balkan Göçmenleri oluşturmaktaydı. Avlular içine aldıkları evleri en azından renkli toprak boya ile boyanmışlardı. Bahçelerini ağaçlandırmışlardı. Evlerini, insanca yaşama uygun hale getirmişlerdi.

Öyleydi çünkü Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarımın bazılarının aileleri buraya yerleşmişlerdi. Evlerine davet edilmişliğim vardı.

Oysa yerli halkın oluşturduğu Kulak Köyü, Osmanlının kulluk döneminde olduğu gibi, hala her şeyi devletten beklemekteydiler.

Genellikle evleri bakımsız ve çevreleri de kupkuruydu. Yeşillikten yoksundular. Balık vermişler ama balık tutmasını öğretmemişler, onlar da öğrenmek istememişlerdi.

Karabucak Okaliptüs Ormanı’nda çalışan mevsimlik işçiler içinde kardeşimle benden başka öğrenimine devam eden yoktu. İlkokuldan sonra eğitim ve öğretim bırakılmış ya da bırakılmak zorunda kalmıştı.

Parasız yatılı okullar olan Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okulları olmasaydı kardeşimle ben de okulları bırakmak zorunda kalabilirdik belki de…

Okullu olmamıza rağmen kardeşimle ben diğerleri gibi, bekli de onlardan daha iyi, üzerimize düşeni yaptık çalıştığımız süre içinde. Çalışmaları yöneten Derviş Çavuş takdirle karşılamış, bir bakıma, kardeşimle beni korumaya da almıştı.

İvriz İlköğretmen Okulu bizleri, birçok becerinin yanı sıra, disiplin konusunda da iyi yetiştirmişti. Mevsimlik işçiler arasında göz doldurmuş ve saygınlık kazanmıştık.

Gerek orman mühendisleri Yaşar ve Muzaffer Bey katında gerekse ulaşımdan sorumlu Adem usta ve şoför Mahmut abiler katında da itibarımız artmıştı.

Yaz boyunca, hem tarım konusunda bilgi dağarcığım büyümüş hem de okul harçlığımı kazanmıştım. Mutluydum ama yine de İvriz Öğretmen Okulu'na dönme heyecanı sarmıştı beni. Sanki, asıl yuvamız İvriz olmuştu...


21 Aralık 2022 Çarşamba

İVRİZ KAYA ANITI


25 Nisan 1959 Cumartesi, İvriz…

İvriz Kaya Anıtı’nın önündeyiz 8-10 sınıf arkadaşlarımla...

Hayranı olduğum öğretmenlerimden biri olan Tarih öğretmenimiz Hüseyin Seçmen yakın çevresini tanımayı , araştırmayı ve bütünleşmeyi seven biriydi.

İvriz Kaya Anıtı’nı araştırıyordu. Hüseyin Seçmen’e göre, yaklaşık 3 bin yıldır ayakta duran tarım anıtının dünyada başka bir örneği yoktu. O’nun önerisiyle gelmiştik buraya.

Yereli bilmeden küreselin, küreseli anlamadan da yerelin anlaşılamayacağını söyleyen öğretmenimizin, İvriz Kaya Anıtı’nın yanı sıra, çevresindeki doğa ile de yakından ilgilendiğini bilirdik. 

Tarih derslerini anlatırken coğrafi yapılar ve bu yapılardaki bitki ve hayvan bilimi konularında da bilgilendirirdi bizi.

İvriz Öğretmen Okulu, Bolkar Dağları’nın karlı zirveleri, bol oksijenli yaylaları, buz gibi akan İvriz Çayı, çayırlarında koşan yılkı atları ve eşsiz doğasıyla bölgenin önemli turistik mekânları arasında yer alıyordu.

Geç Hitit Dönemi eseri olan İvriz Kaya Kabartması da bölgedeki turistik mekânların merkezini oluşturuyordu.

Hititler için su kaynakları, dereler, nehirler, dağlar ve mağaralar kutsaldı. Geç Tunç ve Demir Çağı’nda önemli bir su alanı olan bu bölge, kutsal bir mekân olarak Bizans döneminde de kutsal sayılmış ve korunmuştu.

Günümüzde İvriz Kaya Anıtı UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girmişti.

Hüseyin Seçmen’in araştırmalarına ve diğer kaynaklara göre;

İvriz Kaya Kabartması ya da Kaya Anıtı İvriz Çayı kaynağının başında, doğal bir kaya üzerine, yüksek kabartma tekniği ile işlenmiş olan bir anıttı.

Geç Hitit Çağı dönemi kabartması olan anıt M.Ö. 800 yıllarında Tuvana krallarından Warpalavas tarafından yaptırılmıştı. Anıtın  figürleri kabartma tekniğinde, yazıtları ise yontularak yapılmıştı.

4.20 x 4.20 ölçülerinde olan Anıt; Arami, Asur, Frig etkilerinin görüldüğü Tuwana Krallığından günümüze ulaşabilen önemli bir eserdi. 

 Anıtta, ülkeye bir elinde üzüm salkımı diğer elinde buğday demeti tutarak bolluk ve bereket getiren Tanrı Tarhundas işlenmişti. Ellerini kaldırıp dua ederek saygısını sunan Tuwana Ülkesinin Rahip Kralı Warpalavas’ın betimleri de yer almaktaydı

Başak ve üzüm salkımlar Tarhundas’ın bereket ve bolluk Tanrısı olduğunu da göstermektedir. Tanrının karşısında olan kral ise daha küçük boyutta ve dua eder durumda tasvir edilmiştir. 

Figürlerin yandan tasvir edilmeleri, eteklerinin uç kısımlarının içe doru kıvrılarak yuvarlanması, ayaklarındaki papucların uç kısımlarının içe doğru sivrilmesi gibi özellikler Geç Hitit Sanatının geleneksel izlerini yansıtmaktaydı.

Figürlerin saç ve sakallarında Arami Sanatının izlerini görmek mümkündü. Bununla birlikte figürlerin kollarındaki fibulalar Frig Sanatından izler taşır. Antik Çağ’ın vazgeçilmez takıları arasında yer alan fibulalar, günümüzdeki çengelli iğnelerin prototiplerinden birisidir. Fibulalar giysileri daha sağlam ve güvenli bir şekilde tutturmak için geliştirilmiş pratik işlevli birer çengelli iğnedirler aslında.

Bütün bunlar Anıtı, Hitit – Frig – Arami sanatının sentezlerini bir arada başarıyla taşıyan nadide eserler arasına koymaktadır. 

Her iki figürün arasındaki hiyerlogif yazıda; “Ben hakim ve kahraman Tuvana Kralı Varpalavas, sarayda bir prens iken bu asmaları diktim, Tarhundas  onlara bereket ve bolluk versin.” Denilmektedir.

Kral Varpavas, yöredeki Hitit ve Luwi kökenli halk için bu anıtı yaptırırken Tanrı ve Kral ilişkilerinin simgesi olarak ifade etmiştir.

14 Aralık 2022 Çarşamba

İVRİZ'DE İLK YARIYIL TATİLİ

 

6 Ocak 1959 Cuma, İvriz…

Kendinizden uzağa, zamanda ileri ya da geriye, uzaklarınıza gitmek istediğinizde, denk gelir de  yükseklerden uçan bir kuş ya da kuşlar sürüsünü görürseniz, sürüye karışmak ister sonra da sevdiklerimizin olduğu yere, dersiniz.

Ananız, babanız, kardeşleriniz, varsa sevgiliniz, bazen de doğduğunuz yerdir sevdikleriniz ve uzaklarınız.

Böyle bir havadaydım boşalmış sınıfta. Öyleydim çünkü yarıyıl tatili başlamıştı…

Sevdiklerimin yanına gitmek istemiştim…

İvriz Öğretmen Okulu’nda, 1958-59 Eğitim ve Öğretim yılının birinci yarıyılı başarıyla sonuçlanmıştı.

Karnelerimiz dağıtıldığında bütün derslerden on üzerinden on almıştım. İvriz’deki ilk yılım bu karne ile taçlanmıştı.

Çok mutluydum…

O anda Misli Köyündeki Hatice Teyzeyi, Osman’ımın bayramlık pantolon parası olan 10 lirayı ikiletmeden bize vermesini düşünmüştüm.

Bize verdiği 10 lira Niğde’deki sınavlara katılmamızı sağlamıştı. Kazanmış ve İvrizli olmuştum.

Bunları düşününce gözlerim buğulandı, sevdiklerim içinde yer alan Hatice Teyzeyi minnet ve şükranla andım.

Tatile çıkan arkadaşlarımın neredeyse okulu boşaltmış olmalarının da duygulanmamda payı olmuştu.

Ereğli’den kalkacak olan trenime daha 6 saat vardı.

Ulukışla üzerinden, aktarma yaptıktan sonra, Kayseri yönünde Hüyük İstasyonuna, sonra da Misli Köyüne gidecektim. Anamla kardeşim Mustafa köyde, babam Mersin’de iş peşindeydi. 

Böyle duygulu bir anda elime mandolinimi alarak, beni biraz daha duygulandıracak olan  ‘’Uçun kuşlar uçun İzmir’e doğru. Anadan babadan yardan bir haber yok mu?’’ mısralarını mırıldanmaya başladım.

Müzik öğretmenimiz Kemal Çuhalılar’ın tavizsiz uyguladığı program sonucunda hem mandolin çalmasını öğrenmiş, hem de bazı türküleri çalıp, söylemeye başlamıştık.

Çalmaya ara verdiğimde ise bir başka sevdiğim yer,  doğduğum yer olan Bulgaristan’daki Karagözler Köyü ve Sakar Balkan aklıma geldi.

Mandolinimi tekrar akort ederek Rıza Tevfik Bölükbaş’ının bir dörtlüğünü biraz değiştirerek mırıldanmaya başladım.

Uçun kuşlar uçun doğduğum yere;
Şimdi Sakar Balkanda mor sümbül vardır.
Ormanlarının koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır.

Bu mısraları hakkıyla söyleyememiştim ama olsun du…

Niyet önemliydi ve ben mutlu olmuştum…

Derken okulu dolaşmakta olan nöbetçi öğretmenimiz Hüseyin Seçmen girdi mandolin çalmakta olduğum sınıfa.

-Hayrola Mehmet, sen niye gitmedin? Okulda mı kalacaksın?

-Hayır, Öğretmenim, trenimin kalkmasına zaman vardı. Mandolin çalma yetkinliğimi geliştirmeye çalışıyorum fırsattan istifade.

-İyi yolculuklar Mehmet

Deyip, sınıfları ve yatakhaneleri denetlemeye gitti kalanlar var mı diye..

İvriz Öğretmen Okulu’nda yarıyıl tatillerine gidemeyenlerin okulda kalma olanakları vardı. Nasılsa işleyişin büyük bir bölümünü öğrenciler üstleniyordu.

Okulda kalan bu öğrenciler bir bakıma okul idaresinin işleyişine de katkıda bulunmuş oluyorlardı tatile gitmeyen öğretmenlerle birlikte.

Nöbetçi öğretmenimiz Hüseyin Seçmen’in ayrılmasından sonra mandolini Müzikhanedeki yerine koyup, tahta bavulumu hazırladım.

Neler koymuştum tahta bavuluma?

İvriz’de sürekli çalışan terziler ve atölyeleri vardı. Elbiselik kumaşlar okul yönetimi tarafından ihale ile alınır, terzilerimiz de bir prova sonrasında takım elbiselerimizi dikerlerdi

Gömleklerimiz için de aynı yöntem uygulanırdı. Ayakkabılarımız ünlü ‘’Beykoz Kundurası’’ idi.

1810 yılında tabakhane olarak kurulan Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası İstanbul’un en eski fabrikalarından biriydi. Kunduralarımız Beykoz’dan temin edilirdi.

Hem taş gibi sağlam hem de oldukça ekonomikti. Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası Osmanlı ve Türk ordusuna ayakkabı deri ürünlerinin tedarikini sağlamaktaydı.

Osmanlı İmparatoru II. Mahmut döneminden Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve birçok tarihi olaya şahitlik yapan fabrika 1933 yılında Sümerbank’a devredilmişti.

O zamandan bu yana hafızalarımızda asla eskimeyen sağlam Sümerbank ayakkabıları olarak yer edinen deri kunduralarının üretimini gerçekleştirmişti. 

Tahta bavuluma takım elbisemi, gömleklerimi, kravatım ve okul kütüphanesinden aldığım birkaç kitabı da koydum.

Yaklaşık 12 km uzaklıktaki Ereğli’ye kadar yürümem gerekecekti. Aklıma ‘’Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar.’’ Mısraları geldi. Mırıldanarak Ereğli’nin yolunu tuttum…


28 Kasım 2022 Pazartesi

TARİH ÖĞRETMENİM HÜSEYİN SEÇMEN

7 Ekim 1958 Salı, İvriz...

İvriz Öğretmen Okulu'nda üzerimde iz bırakanlardan biri de Tarih Öğretmenim Hüseyin Seçmen'di.

Her zaman gülümseyen, esprili, anlattığı fıkralarla ortalığı kahkahaya boğan ve attığı kahkahalarıyla da meşhurdu. Öğretmenler lokalinde attığı kahkahalar bazen sınıflarımızdan bile duyulurdu.

Yaşama sevincini öğrencilerine aşıladığı gibi öğretmen arkadaşlarına da aşılardı.

Çok çalışkandı. Her yere yetişmeye, her olayı anlamaya ve yorumlamaya yatkın, hayal gücü olağanüstü bir öğretmenimizdi. Nöbetçi olduğu akşamlarda bile, sınıfları denetledikten sonra, idaredeki nöbetçi odasında ders hazırlarken bulurdum kendisini, sınıf başkanı olarak her uğrayışımda.

Olaylara yerel olmaktan çok küresel temelde bakmayı sever ve öyle anlatırdı. 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu der demez Avrupa, İngiltere ve sömürgeleri, Amerika ve diğer ilgili devletleri de aynı potaya koyarak anlatırdı.

Senaryolarla başladığı tarih derslerinde hepimizi olayın içine çeker, adeta olayı yaşatırdı. Birinci Viyana kuşatmasında kaleyi almak için saldıranlar arasında bizler de olurduk.

Osmanlı tarihini öğrencilerine kavratabilmek için Osmanlıca öğrenen, her konuda yetkin, el attığı eylemleri başarıyla sonuçlandıran bir öğretmenimizdi.

Sorularında aldığı her yanıta ”neden-niçin-nasıl-acaba” sorularını da ekleyip ”neden-sonuç” ilişkilerini de çıkarmamızı sağlardı.

Aslında Sosyal Bilgiler Öğretmeni olarak mezun olmuş olan Hüseyin Seçmen bizim Tarih öğretmenimizdi ama, yeri geldi Coğrafya, yeri geldi Türkçe derslerine de girdi bazı sınıfların.

İyi bir örgütçü, örgütleyici olduğu gibi öğrenci liderlerinin de lideriydi. Takım oyunlarında (basketbol, voleybol, gibi) çok başarılı, takımını mutlaka galibiyete taşıyan tek kişilik bir takımdı sanki.

İvriz Kaya Anıtının yanı sıra çevresindeki, konunun geçtiği coğrafyanın doğal yapısıyla ilgilendiğini bilirdik. Tarih derslerini anlatırken coğrafi yapılar ve bu yapılardaki bitki ve hayvan bilimi konularında da bilgilendirirdi bizi.

Üzerinde araştırma yaptığı İvriz Kaya Anıtı’nın yanı sıra Toros eteklerinde kokusuyla bizleri sarhoş eden Nergis çiçeği ve hikayesini de anlatmıştı.

Efsaneye göre dünyanın en yakışıklı erkeği Narkissos, İzmir Karaburun’da yaşamaktaydı. Bu güzel ve yakışıklı erkeğe civarda yaşayan tüm kızlar, hatta periler bile âşıktı ama hiç kimsenin aşkına karşılık vermiyordu 

Narkissos’ tan yüz bulamayan perilerden biri Tanrı Zeus’a yalvararak Narkissos ’un cezalandırılmasını istemişti. Zeus perinin bu isteğini kabul etmiş ve “Başkalarını sevmeyen kendisini sevsin.” Demişti.

Erkek güzeli Narkissos bir gün su içmek için göle eğildiğinde suda kendini görmüş ve kendine âşık olmuştu. Sıkça sudaki görüntüsüne bakar olmuştu. Sudaki görüntüsüne, aşkına karşı koyamamış, kendisine bakarken düştüğü gölde boğulup ölmüştü.

Narkissos’a âşık periler sevdikleri yakışıklı adamı sudan çıkarıp gömmeyi düşünürlerken, sudan hiç bilmedikleri, görmedikleri bir çiçek çıkmaya başlamıştı.

Periler rengiyle, kokusuyla çok beğendikleri çiçeğe Narkissos adını vermişlerdi. Nergis adı da buradan gelmişti. Fulya olarak bildiğimiz çiçekti Nergis…

Efsane ile Âşık Veysel’i bir potada eritmeye çalışalım bu arada.

Nergis der ki ben nazlıyım

Sarp kayalarda gizliyim

Mavi donlu gök yüzlüyüm

Benden ala çiçek var mı?

Dizelerini söyledikten sonra, sadece ozan olarak bildiğimiz âşık Veysel’in köklerinin aslında ne kadar derinlerde olduğunu gösterir bu türkü demişti Hüseyin Seçmen.

Hayatının çoğunu karanlıkta geçirmiş bir insanın, bir çoğumuzdan daha aydınlık bir yolda yürüdüğünü anlatmıştı.

Tek kişilik bir eğitim ordusuydu Hüseyin Seçmen...


25 Kasım 2022 Cuma

İVRİZ ÖĞRETMEN OKULU ÖĞRETMEN KADROSU

 

23 Eylül 1958 Salı, İvriz…

İvriz yerleşkesine adım atalı 5 gün oldu. Bu süre içinde okulla birlikte Eğitim ve Öğretim kadrosunu da tanımaya başladık. 

Başta okul müdürümüz Kamil Açan olmak üzere Mahmut Sümer, Kemal Çuhalılar, Salih Ziya Büyükaksoy, Mehmet Karaman, Ali Tutal, Nevruze ve Hikmet Göksel, Nevin ve Ömer Canbazoğlu, Sabriye ve Mehmet Ali Aladağ, Mehmet Baş, Hüseyin Seçmen... 

İkinci sınıfta Türkçe Öğretmenim olacak olan Şerif İken, 19611 yılı temmuz ayında kadroya İmdat Halvaşi de katılacaktı.

En çok etkilendiğim ve unutulmazlarım arasına girenler başta okul müdürümüz Kamil Açan olmak üzere Müdür Yardımcısı ve Matematik Öğretmeni Hikmet Göksel, Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar, Resim Öğretmenimiz Mehmet Karaman, Tarih Öğretmeni Hüseyin Seçmen ile ikinci sınıfta Türkçe Öğretmenim olan Nevruze Göksel ile Matematik Öğretmenim olan Ömer Canbazoğlu’ydu.

Birinci sınıfta Türkçe Öğretmenimiz Mehmet Ali Aladağ idi. İlk derslerimizde ”Bu okula isteyerek mi geldiniz, yoksa lise de mi okumak isterdiniz? ” Sorularıyla başlamış ve Köy Enstitülerinin erdemini anlatmıştı uzunca bir süre. 

Üçüncü sınıftaki Türkçe Öğretmenimiz Nevruze Göksel’di. Çiçeği burnunda, yeni mezun ve çok güzeldi. Bütün öğrencilerin hayranlık duyduğu Nevruze öğretmenimiz bir süre sonra Hikmet Göksel ile evlenmişti. Öğrencileriyle yakından ilgilenir, yardımcı olurdu.

1958-60 yılları arasında İvriz’de görev yapan Ömer Canbazoğlu ikinci sınıfta Matematik Öğretmenim olmuştu. Çalışkan ve konusunda uzman kişiliğiyle dersini sevdirmişti. Sonraki yıllarda, Ankara fen Lisesi’nde çalışırken görüşme ve İvriz anılarını konuşma fırsatımız olmuştu.

Tarih Öğretmenimiz Hüseyin Seçmen hayranlık duyduğum öğretmenlerden biriydi. 

İvriz Kaya Kabartması üzerine araştırma ve çalışmaları vardı. 

Tarih derslerini onunla sevmiştik. 

Sevmiştik çünkü küresel bir bakışla konulara girerdi. 18. Yüzyıl Avrupası diye başlar, dönemdeki Avrupa İmparatorluklarını özetledikten sonra Osmanlı İmparatorluğu’na geçerdi. Böylelikle karşılaştırmalı bir tarih ortaya çıkardı. 

Fen Bilgisi Öğretmenimiz Mehmet Baş’ın da öğrencileriyle arası iyiydi. Yerinde ve zamanında yaptığı konuyla ilgili esprileri fen derslerini sevmemizi sağlamıştı. 

İvriz’deki Eğitim ve Öğretim Kadrosu, örnek davranışları ve bilgileriyle bizlere hem insan olmayı öğretmiş hem de bilgi ile donatmışlardır. 

Bütün Dünya Klasiklerinin bulunduğu kütüphaneye yönlendirerek haftada en az bir kitap okunmasını ve özetinin çıkarılmasını sağlamışlardır. 

Böylece Bilginin Güç olduğunun farkına varmıştık. 

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...