![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyRB2iuaM1C-zdenmQwgxPC7vNqRzB3cKoDyOhZttsRG-vaQ54RAH5bYAiib6uZ8Q5yNy-AAiglLcFjqLaDJ1Rx9H-fv4StDu20ThSHw2C5yZJ4-4fxL1jogNcWvphTWBlJQtGFLIN4U_R2rd3idMAyfBiRlAR4vfrGahy9w4te7Ias602Z-XbWT18PA/w640-h512/InCollage_20230322_204744117%5B1%5D.jpg)
10
Eylül 1961 Pazar…
İçim
içime sığmıyor…
Hayallerimin
şehri İstanbul yolundayım.
Bu
sabah ailemle vedalaşıp, Tarsus Yenice İstasyonu’ndan bindiğim
Toros Ekspresi ile Ulukışla’ya ulaştıktan sonra aktarma yaparak
Konya Garına girdim. Gar yabancı değildi. Bitişiğindeki Konya
Maarif Koleji’ne iki yıl önce kardeşim Mustafa’nın kaydını
yaptırmak için gelmiştim.
Gar
gişesinden Konya ile İstanbul Haydarpaşa arasında hizmet veren
Meram Ekspresi için en ekonomik kompartımanlardan birine bilet
aldım. Gişedeki memur 13-14 saat sonra Haydarpaşa’da
olabileceğimizi söylemişti.
Alışmıştım
tren yolculuklarına. Çok zaman alıyordu. Ara istasyonlarda
gecikmesiz kalktığı görülmemişti, ancak ucuzdu. Öğrenci
milleti için ‘’ucuz’’ kelimesi bir tercih meselesi değil
hava gibi, su gibi bir zorunluluktu.
Yediyi
yirmi geçe kalkacaktı Meram Ekspresi. Tren çuf çuf sesleriyle
dumanını savurarak garda yerini aldığında ilk binenlerden biri
oldum.
Kompartımanlar
dörder, altışar ve sekizer kişilik olurdu. Altı kişilik
kompartımandaydı yerim. Bavulumu üstümdeki rafa yerleştirdikten
sonra pencere kenarına oturdum. Anılarımı yazdığım defterime
‘’Elveda İvriz Ver Elini İstanbul’’ diye yazdıktan sonra
pencereden gar peronlarına baktım.
Bir
elinde sapı az evvel kopmuş valizi, diğer elinde annesinin yolda
yesin diye yaptığı yolluk torbasıyla, uçuk pembe sütunların
arasından, işlemeli kemerlerin altından ilerledi kendime
benzettiğim bir öğrenci. Peronlara çıkarken etrafına bakındı
şöyle bir, sonra bineceği vagonu aramaya başladı.
Öğrenciler
ve batı kentlerinin yoksulları bu trenlerin ağırlıklı
yolcularıydı, onlar da vagonlarını arıyorlardı.
Ana
babalarıyla vedalaştıktan sonra vagonların kapılarına koşanlar,
inenlerle binenlerin çarpışmaları... Nefes nefese kompartımana
girenlerin bavulları aceleyle raflara konuluyor, nedense treni
kaçırma korkusu yaşanıyordu. Sanki tren kendi kendine hareket
ediyor, inenleri binenleri kimse görmüyor gibi...
Ucuz
olmalarının yanı sıra trenlerin memlekete has bir havası vardı.
Geçtiği yerlerin rengine ve kokusuna bürünürdü. Gideceği
yerlere de bu koku ve rengini götürdü. Halk edebiyatında
kara tren imgesi bu yüzdendi. Anadolu da tren istasyonlarının da
edebiyatımızda ayrı bir yeri vardı.
Tren
yolculukları, kendine has bir yalnızlık duygusu ve hüzün
taşırlardı. Bir yolcu bilmediği bir yere giderken bir diğeri
özlemle andığı evine gidiyordu… Her ne şekilde olursa olsun,
yollarda geçen zaman yabancıların arasında geçen zamandı...
Gurbet zamanıydı... Özlem zamanıydı...
Beklenen
düdük sesiyle hareket ediyoruz. Pencerelerden başını çıkarıp
el sallayanlar, aşağıda trenin yanında koşanlar... Hiçbir şeyle
ilgilenmeyenler, banklarda başka yerlere gitmeyi bekleyen yorgun
bakışlı insanlar...
Kompartıman
henüz dolmadı derken, son gelen birkaç kişiden biri selam vererek
yanıma oturdu. Toparlandım. Gülümsedi hafifçe, oturdu ve
çantasından bir dergi çıkararak okumaya başladı. Sevindim.
O
günlerde pek konuşkan biri değildim. Daha doğrusu yolculuk
boyunca çenesi düşen ve ahret soruları soran birisini
istemiyordum yanımda.
Tren
hareket ettikten yaklaşık bir saat sonra herkes trendeki yerini
bulmuştu. Herkes yerini bulup yerleştikten sonra koridorlarda
dolaşmaya çıkılırdı. Trenlerin en güzel yanı buydu. Efkar
dağıtmak için koridorda dolaşıyorsunuz, tuvalete
gidebiliyorsunuz.
Otobüslerden
farklı olarak trenlerin içinde apayrı bir dünya vardır.
Kondüktör, makinist, temizlik görevlileri, ateşçiler, yemekhane
bölümünde hizmet verenler yolcuları ile bir bütündür.
Sağımızdaki
kompartımanda kız öğrenciler, solumuzda erkek öğrenciler
bulunuyor. Öğrenciler hemen hemen aynı vagonlara toplamışlar.
Böyle olunca yolculuk eğlenceli geçiyor. Başka vagonlardan
sohbete katılmaya gelenler oluyor. Yeni dostlar, arkadaşlar
ediniliyor. Hiç bilmediğimiz memleketler öğreniliyor, yeni yerler
görülüyor bu yolculuklarda. Karşılıklı adresler alınıyor,
evlere davet ediliyordu yeni edinilen arkadaşlar. Hikâyeler
uçuşuyor havada, insanlar gönülden ve korkusuzca paylaşıyor
keder ve sevinçlerini. Sohbetler, Muhabbetler daha bir tatlı,
içten, sıcak ve duygusaldı.
Meram
Ekspresi, özel bir durum olmazsa, küçük istasyonlarda durmazdı.
Hızını keser, şehre yavaş yavaş girer ve yavaş yavaş çıkar.
Hızlanıp yavaşlama hâlleri çok hoştur. Nasıl naz yapar, nasıl
homurdanır, bacasından nasıl dumanlar çıkarır bir bilseniz.
Dedi yanımdaki Beyefendi okumakta olduğu dergiden başını
kaldırarak. Hızına ulaşınca da bir türkü tutturur ve hep
nakaratını söyler. Tekerlekler bir raydan diğerine geçerken
çıkardığı tiki tak tiki tak sesleri bazı yolculara ninni gibi
gelir.
Köylerden,
kasabalardan geçerken çocukları, çobanları görüyoruz. Gazete,
kitap istiyorlar, soğan kabuklarıyla kaynatılarak renklendirilmiş
yumurta satıyorlardı. Yörenin meyvelerini satanlara da rastladık
bazı istasyonlarda.
Mersin’deki
ilkokul dönemindeki simitçilik günlerimi anımsadım. İvriz
Öğretmen Okulu’ndaki üç yıllık öğrencilik dönemim bir film
şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı.
Tekerleklerin
raylardan geçerken çıkardığı sesler bana da ninni gibi geldi,
uykuya dalmıştım ki çok uzaklardan geldiğini sandığım bir
sesle irkildim.
Oysa
ses yanım oturmakta olan 50’li yaşlardaki kompartıman arkadaştan
geliyordu. Çeyrek ekmek içinde köfte uzatarak, yemez misin?
Diyordu. Tereddüt ettiğimi görünce ısrar etti. Teşekkür ederek
aldım.
Ekmeği
bitirdiğimde, tekrar teşekkür edip, sormasına fırsat bırakmadın
adımı ve İstanbul’a sınavlar için gittiğimi anlattım. Biraz
da İvriz ve Köy Enstitülerinden söz ettim.
Başarılar
dileyip, adının Sabri olduğunu söyledikten sonra çantasından
çıkardığı bir kitabı okumaya başladı. Ben de Charles
Dickens’in Oliver Twist adlı kitabını okumaya başladım. Bir
süre sonra gözlerim kapanmış, oturduğum yerde uykuya dalmıştım.
Derken
şiddetli bir sarsıntı ile kendime geldim. Pencereden dışarı
baktım, güneş batmak üzereydi. Yerimden kalkarak tuvalete gittim.
Tren koridorunda yaklaşık 10 dakika dolaştıktan sonra yerime
döndüm ve kaldığım yerden kitabımı okumayı sürdürdüm.
Kitap
Charles Dickens’in eserleri içinde ilk akla gelen romanı Oliver
Twist. Romanda yoksul insanların hayatının derinliklerine iniliyor
kaygı, korku ve mücadele gücü ortaya konuluyordu. Roman kahramanı
Oliver’i biraz kendimle özleştirmiştim. Hayallere dalmış,
pencereden giren rüzgarlarının etkisiyle gözlerim kapanmış ve
derin bir uykuya dalmıştım.
Derinden
gelen ‘’Hoşça kalın delikanlı, başarılar dilerim. Ben
burada iniyorum.’’ Sesleriyle uyandığımda ‘’Neredeyim
acaba?’’ Diye etrafıma bakınırken İstanbul’a gitmekte olan
kara trende olduğumu fark ettim.
İzmit’e
gelmiş, gün ağarmaya başlamıştı. Bir buçuk iki saat sonra
Haydarpaşa Garında olacağımı düşünerek, mutlulukla
gülümsedim.