Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Temmuz 2023 Pazartesi

TRAKTÖR ŞOFÖR MUAVİNLİĞİNİ SEVDİM

 1 Temmuz 1963 Pazartesi, Turan Emeksiz...

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'na, fiziksel olarak, elveda diyeli bir ay oldu olmasına da, duygusal olarak elveda diyememiştim.

İçimde bir yerlerde, hep istanbul'dayım. Sıkça zamanda geri giderek, iki yıl beni konuk eden sırça köşkümün, Çapa Öğretmen Okulu'nun koridorları, sınıflarında dolaşıyor ve sessizliğini dinlemek için kütüphanesine iniyorum.

Diğer taraftan, zamanda günümüze dönerek, ağaçlama sahasındaki görevime dönüyor ve odaklanıyorum. Mesai bitiminde, traktör şoförü Adem Ustanın yardımcısı olarak, traktörün hareketli parçalarına gres yağı basarken aklıma ısı ve sıcaklık kavramları geliyor.

Hareketli parçalara gres yağı basılmadığında, ortaya çıkan sürtünme, hareket enerjisinin ısıya dönüşmesine neden olacak ki verim düşecek. Haliyle bu durum Fizik Öğretmenim Meziyet Çağlayan'ı çağrıştırıyor.

Meziyet Çağlayan ile birlikte özel öğrencim Ülkü ile annesi Naciye Teyzeyi anımsamama neden oluyor. Naciye Teyzenin, vedalaşıp ayrılırken, elime tutuşturduğu zarftaki para bir aylık ders ücretime karşılık geliyordu. Bu tür anılar yaşama sevincimi arttırıyordu.

Hareketli parçalara gres yağı basarken, Traktör şoför muavinliğini sevdiğimi hissettim. Beni tırpan ve çapa kullanmaktan kurtarmıştı. İlk kez ellerim su toplamadı ve nasırlaşmadı.

Diğer taraftan, Adem Usta da kafa dengi bir ağabey oldu benim için. Her konuda yardımcı olmanın yanı sıra deneyimlerini de aktardı.

Sahanın ağaçlandırılmasında çalışanlar arasında, Mersin Kuvayi Milliye ilkokulu'ndan arkadaşlarım da vardı. İlkokuldan sonra okuma olanaklarından yoksun kalmışlardı ailelerine ekonomik katkıda bulunabilmek için.

Aklıma Misli İlkokulu Başöğretmeni Beyazıt Tuna geliyor sıkça. Sayesinde İvriz Öğretmen Okulu'na hazırlanmış ve sınavlarına girerek İvrizli olmuştum. Minetle andım kendisini.

Misli'de ilkokul arkadaşım Osman ile anası Hatice Teyzeyi de anımsadım bu arada. Osmanımın 10 Liralık pantolon parası Niğde'deki sınavlara katılmamızı sağlamıştı.

Zamanda geriye gidip, bir süre gezinti yaptıktan sonra kardeşim Mustafa'nın ünlemesiyle kendime geldim.

Mevsimlik işçiler ücretlerini alma günü nedeniyle bir günlük mola verilmişti. Karabucak Orman Fidanlığı Muhasebesine gidip ücretlerimizi almamız gerekiyordu. Ücretlerimizi aldıktan sonra, koşullar uygun olursa, Tarsus yazlık sinemalarından birine de gidebilirdik.

Geçen yıl 6 Lira olan günlük ücret bu yıl 7 Lira olmuş. Benim 25 günlük 175 Lira, kardeşim Mustafa'nın 20 günlük 140 Lira olmak üzere 315 Lira haketmişiz iki kardeş.

Babamın bisikletine binmiş olan Mustafa ''hadi brader, bin artık arkama da gidelim artık'' deyince bindim...


10 Temmuz 2023 Pazartesi

İSTANBUL'DA İLK ÖZEL ÖĞRENCİM ÜLKÜ


 29 Eylül 1962 Cumartesi, Çapa İstanbul...

Hafta sonu olması nedeniyle zorunlu etüd yok. Yinede, gürültülü olsa da, sınıfta çalışanlar var. Sessizlik istediğimde okulun ünlü çinili kütüphanesine iniyorum.

Akşam yemeğinden sonra kütüphaneye inip, bir süre sessizliğini dinledikten sonra anı defterimi açarak yazmaya başlıyorum.

*****

Bugün ilk özel ders parası 7,5 Lira aldım. İçim içime sığmıyor bu nedenle.

Perşembe günü Meziyet Çağlayan öğretmenim ''Akıncı sana bir özel öğrenci buldum, cumartesi günü bayrak töreninden sonra seni Osmanbey'e götüreceğim. Demişti.

Bayrak merasiminden sonra, işareti üzerine, Meziyet Çağlayan'ın yanına gittim.

-Akıncı, öğle yemeğini ye, 45 dakika sonra seni çıkış kapısında bekliyorum.

-Tamam öğretmenim. Sizi bekletmem

Dedikten sonra yemekhaneye inerek, çabucak yemeğimi yedim. Çıkış kapısında beklemeye başladım.

Çok beklemedim. Okuldan çıkarak, Millet Caddesi'nin karşı tarafındaki otobüs durağına gittik. Gelen boynuzlu otobüslerden biriyle Sirkeci'ye ulaştıktan sonra Pangaltı otobüslerinden birine bindik.

Pangaltı'da indiğimiz otobüsten Mecidiyeköy yönünde yaklaşık 50 metre gittikten sonra, sağ koldaki Şafak Sokak üzerinde giriş altı bir daireye ulaştık.

Kapıyı orta yaşlı bir hanım açtı. Meziyet Öğretmenimle samimi bir tokalaşmadan sonra,

-Naciye Hanım...Sana sözünü ettiğim öğrencim Mehmet Akıncı'yı tanıtayım. Arkadaşlarına derslerinde yardımcı olan çalışkan bir öğrenci. Kızım Ülkü'ye yardımcı olacağımı sanıyorum.

-Hoşgeldin evladım. Geçin oturun lütfen.

Bu arada Naciye Hanımın kız Ülkü de geldi.

-Hoşgeldiniz Meziyet Teyze... Hoşgeldiniz Mehmet Hocam.

-Hoşbulduk kızım. Nasılsın?

-Teşekkür ederim Meziyet Teyze. Sınavlara hazırlanıyorum.

-Tanıtayım. Sana yardımcı olacak olan Öğretmenin Mehmet Akıncı...

-İçeri geç Akıncı. Göreyim seni...Ülkü benim de kızım sayılır...Bu arada, ben gideyim Naciye Hanım. Siz Mehmet'le konuşun. İstediklerinizi kendisine iletin. Yardımcı olacağına ve Ülkü'yü başarıya ulaştıracağına inancım tam. Bana müsaade.

Diyerek Meziyet Çağlayan ayrıldı.

Meziyet Hanım ayrıldıktan sonra, Naciye Hanım heyecanımı biraz olsun gidermek için okulu, ailemi ve derslerimi sorguladıktan sonra,

-Öncelikle bana Naciye Teyze demelisin. Anladığım kadarıyla ailenden oldukça uzaktasın.

-Ailemden uzaktayım ama yıllar sonra kavuştuğum Halam ve oğlu Mustafa Dayım Zeytinburnu'nda oturuyor. Fırsat buldukça yanlarına gidiyorum.

-Buna memnun oldum evladım. Meziyet öğretmenim söylemiştir. Kızım Ortaokul bitirmelere dışarıdan hazırlanıyor. Ben banka memuruyum. Kızımın da banka memuru olmasını istiyorum. Ortaokul diploması gerekiyor.

-Benden istediğniz nedir Naciye Teyze?

-Matematik ve Fen Bilgisi derslerini sen vereceksin. Diğer dersler için de bir başkasından yardım alacağız.

-Olur Naciye Teyze. Hazırlıklı gelmek istiyorum. Yarın başlasak olur mu?

-Olur evladım.

Bir süre daha konuştuktan sonra izin istedim. Kapıdan çıkmadan önce Naciye Teyze bana bir zarfın içinde para verdi. Almak istemediysem de,

-Yarınki dersin parası. Buna ihtiyacın olacak. Öğleden sonra saat 15:00'te bekliyorum.

Diyerek beni uğurladı kızı Ülkü ile.

Evden ayrıldıktan sonra zarftaki paraya baktığımda, yedi buçuk lira olduğunu gördüm. Oldukça cömert davranmıştı Naciye Teyze.

Tarsus Ağaçlama Sahası'ndaki ailemden ayrılırken babam bir dönem harçlığı olarak 100 lira vermişti.

Ayda 4 hafta, cumartesi günleri, gelsem Naciye Teyze'den 30 lira alacaktım. İyi paraydı.

Meziyet Çağlayan Öğretmenimin güvenini boşa çıkarmamalıydım. Öncelikle Orta 1 Matematik ve Fen Bilgisi kitaplarını edinmeliydim...



9 Temmuz 2023 Pazar

HAYATIMIN ÖTEKİ YÜZÜ ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU


 17 Eylül 1962 Pazartesi, İstanbul Çapa...

Akşam, yemek sonrası etüdündeyiz. Bazı arkadaşlar yaz anılarını anlatırken bazı arkadaşlarım da sevgilileriyle hasret gideriyorlar.

Geçen haftaki olayları özetlemek için anı defterimi açıyorum . Ama ne mümkün. Sınıf sanki arı kovanı...

Ünlü çinili kütüphaneye iniyorum. Sessizliğini özlemişim. Geçen yılda olduğu gibi, sessizliğini dinliyorum bir süre. Tekrar defterimi açıyor ve yazmaya başlıyorum.

*****

Bu sabah gerçekleştirdiğimiz bayrak merasimi ile birlikte, 1962-63 Eğitim ve Öğretim yılına başlangıç yaptık.

Bayrak merasiminde platonik aşkım Betül'ü aradı gözlerim, yoktu. Belki ilk derse yetişir diye geçirdim içimden.

Bayrak merasiminden sonra, henüz yeni sınıf başkanı seçilmediğinden, geçen yılki sınıf başkanı olarak idareden sınıf defterini aldım.

İlk derste de yoktu Betül. Öğrenci zili çaldıktan bir süre sonra dert ortağım Gülay Medetgil ''Günaydın arkadaşlar'' diyerek sınıfa girdi ve en arka sıralardan birine oturdu 185 cm boyu engel olmasın diye.

Henüz öğretmen zili çalmadığından, günlük dersleri deftere yazdıktan sonra Gülay'ın yanına gittim.

Hoş beşten sonra Betül'ü sordum. Sınıfta kaldığını ve kaydını Çapa'dan aldığını söyledi. Üzüldüm.

Gülay yaz tatilinin nasıl geçtiğini sordu. Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'nda fidan diktiğimi, özetleyerek, anlattım. Ellerime baktı, nasırlaşmış olduğunu görünce, ''keman öğrencisi olarak kötü olmuş Akıncı''. Dedi.

Matematik öğretmenimiz Tevfik Aras'ın ilk dersinde yine sınıf başkanı seçildim. Benden başka talip te yoktu zaten. Diğer arkadaşlar sınıf başkanlığını angarya olarak görürken, ben avantaj olarak değerlendiriyordum.

Anı defterimden başımı kaldırıp tekrar kütüphanenin sessizliğini bir süre dinledikten sonra tekrar yazmaya başladım.

   *****

14 Eylül Cuma günü Tarsus'tan bindiğimiz trenle, iki aktarmadan sonra Konya'ya ulaştık kardeşim Mustafa ile. Mustafa Konya Maarif Koleji öğrencisi olarak kalırken ben Meram Ekspresi ile İstanbul yolculuğumu sürdürdüm.

Toplam 24 saate yakın bir yolculuktan sonra, bir masal ülkesinde imişim duygusu veren Çapa Öğretmen Okulu'na geldim.

Okula bahçesine giriş yapmadan, Millet Caddesi üzerinden bir süre baktım anıtsal okulumuza. Okul bahçesine giriş yapınca da, bir yıl önceki duygularımı yeniden yaşadım.

Göz alıcı Çinileri ve anıtsal görünüşü ile, önündeki Millet Caddesi’nden geçen herkesin “bu heybetli bina hangi kuruluşun köşkü acaba?” diye mırıldanmalarına neden olan bu anıtsal yapıya tekrar gelmek harika bir duyguydu.

Çam ağaçlarının, güllerin, okulun kurucusu ile Atatürk büstünün bulunduğu bir bahçeden sonra mermer merdivenler, kocaman bir giriş kapısı ve sizi karşılayan kırmızı halılar ve büyük yaldızlı aynalar…

Anıtsal binanın kapısından girince kendimi Osmanlı dönemlerinden birindeki bir sarayda yaşıyormuş gibi hissettim tekrar.

İlkokuldan bu yana,son 4 yıldır, hayatımın iki yüzünü de gördüm.

Okul dönemi sanki dağın beriki yüzü. Hem İvriz'de hem de Çapa Öğretmen Okulu'nda; Bolluk, bereket, parlak bir gelecek.

Dağın öteki yüzüne gelince, tatillere girdiğimiz yaz ayları da sanki yokluk, yoksulluk, çaresizlikti. Bu nedenle yaz tatillerini sevmiyordum, sevemedim hiç.

''Kendi şansını kendin yarattın Akıncı. Yaratmaya da devam edeceksin''

Diye yazdıktan sonra anı defterimi kapatıyorum.

ELVEDA TARSUS VER ELİNİ İSTANBUL


13 Eylül 1962 Perşembe, Tarsus...

Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'ndaki mevsimlik işçilik dönemimizi, ağaç diplerini son bir kez daha çapalandıktan sonra, bugün sonlandırdık.

Çapayı Tarsuslu Derviş Çavuş'a teslim ettikten sonra ellerime baktım...

Nasırlaşan ellerimin yanında parmaklarım da kütleşmişti. İstanbul Çapa Müzik Semineri'ne döndüğümde kemana uyum sağlamak oldukça zor ve zaman alacaktı.

Ekrem Zeki Ün'ün azarlarına hedef olacağım kesindi. Parmaklarımı korumam konusunda mazeret kabul etmezdi. Etmezdi çünkü benim koşullarımda yetişmemişti. Her neyse, bir çözüm üreteceğim okula ulaşınca.

Yaklaşık 3 aydan biraz fazla amirim durumundaki ilkokul mezunu Derviş Çavuş alnımızdan öperek uğurladı beni ve kardeşimi.

Daha önce de yazdığım gibi, bizim gibi hem okuyup hem de mevsimlik işçilik yapanlara, hayranlığa varan bir saygısı vardı Tarsuslu Derviş Çavuş'un. Filozof gibi bir adamdı. Öğle tatillerindeki sohbetlerini severdim.

Babam dün mobileti ile Tarsus'a inerek tren biletlerimizi aldı. Mustafa Konya, ben İstanbul yolcusuyum. Konya'ya kadar beraber gideceğiz.

Yarın, hem son 13 günlük ücretlerimizi alacak hem de Tarsus'tan ayrılacağız.

Geçtiğimiz üç ayda, toplamda yaklaşık 500'er lira ücret aldık kardeşimle.

Babam 13'er günlük ücretlerimize ek olarak 100'er lira koydu ceplerimize. Ayrıca, her ay 40'ar lira harçlık göndereceğini söyledi.

Geçen 3 aylık sürede Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası kumulları yeşermeye başladı. Yaklaşık 60 mevsimlik işçinin diktiğ fidanların yüzde 80'i de tuttu.

Sanıyorum önümüzdeki yıl geldiğimizde daha yeşil bir kumul sahası bulacağız.

Atom karınca olarak gördüğüm babam, her zaman olduğu gibi, ''sizler yeterki okuyun. Ben gece gündüz çalışır, sizi desteklerim.'' Dedi. ''Sıkça mektup yazın.'' Demeyi de unutmadı.

Mustafa ile ben tahta bavullarımızı hazırlarken anam da yolluk hazırlıyordu.

İlkokul döneminde sürekli hastanelerde olan anama Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası ve deniz havası iyi gelmişti. Sağlık yönünden oldukça iyi görünüyordu.

Babamla birlikte oluşturdukları kavun, karpuz, domates, salatalık, biber ve patlıcan tarlasından kışlık da hazırlamaya başlamıştı.

Ağaçlama sahasına birkaç arı kovanı da yerleştirmiş olan babam tatlı sorununu çözdüğü gibi biraz bal da satarak ekonomik gücünü arttırmaya çalışıyordu bizlere yardımcı olabilmek için. Anam da ineğin sütünden peynir yapmayı da ihmal etmemişti.

Ağaçlama sahasından gönlüm rahat olarak ayrılacaktım...


1 Temmuz 2023 Cumartesi

BOŞUNA DEMEMİŞLER AŞKIN GÖZÜ KÖRDÜR DİYE

 

5 Mayıs 1962 Cumartesi, Çapa İstanbul…

Bugün yine gelmemişti Betül…

Bahar ve İşçi Bayramı olan 1 Mayıs okul zaten tatildeydi. Pazartesi günü olmadığı gibi Çarşamba günü de yoktu Betül.

Perşembe günü tam yoklamayı bitirmiştim ki sınıfa girdi Betül. Bana bakmadan yerine oturdu, defter ve kitabını çıkarmaya başladı.

Kalbim gümbürdeyerek çarpıyordu. Çarpıntısının dışarıdan duyulacağı korkusuyla yoklama defterine sınıftaki öğrenciler tam yazarak sırama geçtim. Bu arada Gülay da beni gözlüyordu.

Yerime oturduğumda, ben ne salak bir çocuktum. Dedim içimden.

Betül’ün cinsel ayırımsız arkadaşlık davranışlarını yanlış algılamış, üstelik kendisine olan platonik aşkımı söyleme cesaretini bulamamıştım.

Farkına varmıştı ama, varmamış gibi davranmıştı.

Arkadaşıyla kendisini takip etmeden önce duygularımı açığa vurmuş olsaydım üzücü ve aşağılayıcı olayla karşılaşmayacaktım.

Gülay’a söylemiş olduğu gibi, Betül de üzgün görünüyordu. Devamsızlık yapmasından da anlamıştım üzgün olduğunu.

Gülay’ın uyarılarına rağmen yanlış yapmıştım. Boşuna dememişler ”aşkın gözü kördür” diye.

Benim hem gözüm hem de insani duygularım körleşmişti.

Gözlerimizin içini güldüren, enerjime enerji katan, sürekli görme isteğiyle kalbimde tatlı bir çarpıntıya yol açan duyguydu Betül’ün kalbini çalma isteği…

Betül’ün kalbini çalma isteği, yaptığım bir yanlıştan ötürü, arkadaşlığını kaybetmeme neden olmuştu.

Bu düşüncelerle uzun süre derslerime odaklanamadım…

28 Mayıs 2023 Pazar

BİRİNCİ YARIYIL TATİLİNDE ZAMANDA GERİYE GİTMEK


20 Ocak 1962 Cumartesi, Çapa…

Öğleden önce birinci dönem karnelerimiz dağıtıldı, bayrak merasiminden sonra da yarıyıl tatiline girdik.

Müzik ve Resim derslerinden 8, diğer bütün derslerden tam not 10 almıştım. Çok mutluydum.

Aileleri İstanbul’a yakın olan yatılı öğrenciler pazar günü okuldan ayrılacaklar. Ailem Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama sahasında olduğundan, hem ulaşım oldukça zor hem de ekonomik yönden bütçemizi zorlayacaktı. Okulda kalmaya karar verdim.

Derslerimi gözden geçirebilir, Zeytinburnu gecekondularında yaşayan Mustafa dayıma uğrayabilir hem de İstanbul’u biraz gezebilirim diye düşündüm.

Çinileriyle göz kamaştıran okul kütüphanesine indim. Son derece sessiz olan bu mekânda kafanızı ve gönlünüzü dinlendirmenin yanı sıra, tarihin derinliklerinde yolculuk yapmanızı sağlayan bir havası da vardı.

Anı defterimi açıp tarih attıktan sonra giriş bölümüne,

‘’Harikasın Akıncı. Hayallerinin peşinde koştun ve Bulgaristan’ın Karagözler Köyü’nden İstanbul Çapa Öğretmen Okulu’na gelebildin. İstanbul’da 3 yıl okuma şansını yarattın.’’

Diye yazdım...

1951 yılı nisan ayının son haftasında Bulgaristan’dan başlayan göç hareketinden neredeyse 10 yıl geçmişti.

Bir filim şeridi gibi, hızla gözlerimin önünden geçti.

Gönüllü ve serbest göçmen olarak geldiğimiz için bütün mal varlığımız bedelsiz olarak Bulgaristan yönetimine kalmış, Türk Hükümeti’nden de bir talebimiz olmamıştı.

Anama ince hastalık teşhisi konulması nedeniyle babamla birlikte 2 ay Edirne göçmen misafirhanesi sağlık birimlerinde kalmış, Halil dedemlerle Maraş Elbistan Karahasanuşağı Köyüne gitmiştik kardeşim 5 yaşındaki Mustafa ve 2 yaşındaki Şaban ile.

İki ay sonra anamla babam geldiğinde Şaban hastaydı. Ailemize Hasanköy-Hasanalili Köyü görünmüştü.

Bulgar asimilasyonu nedeniyle Karagözlerden koparıldığımız gibi burada da aileler birbirinden koparılmış, her ne hikmetse her köye bir aile verilmişti.

Yerleşmemizi istedikleri bu köylerde Alevi Kürtleri yaşamaktaydı. Bizler Sünni Müslümanlardık.

Gelenek ve göreneklerimiz farklı olduğu gibi bu dağ köylerinde iş de yoktu. Bu arada kardeşim Şaban’ın vefat etmesi acılarımızın üstüne tuz biber ekmişti.

Elbistan köylerinde kalamazdık. Pamuk tarlalarında çalışmak üzere mevsimlik işçi arayan bir işçöi temsilcisi (elçi) ile anlaşarak bütün Karagözlüler Çukurova’ya mevsimlik işçi olarak gitmiştik.

Kasım ayı sonlarına kadar pamuk toplama ve yer fıstığı üretiminde çalıştıktan sonra kışı Adana Düziçi Yeşilova köyünde geçirmiş, 1952 haziran ayında Niğde Misli Köyüne göçmüştük.

Devlet 5 yıl aralıksız kullanmak koşuluyla mülkiyetsiz tarla vermiş, ilk buğday ekim sonrası hüsranla sonuçlanmış ve babam tekrar Çukurova’ya günlük işçi olarak çalışmaya gitmişti. Mustafa ile ben de Misli İlkokulu’na kaydımızı yaptırmıştık.

İkinci sınıfa geçtiğimiz yaz ayında Adana Osmaniye kazasına göç etmek zorunda kalmış, ikinci sınıfı okuduğumuz Osmaniye’de anamın nükseden hastalığının tedavisinin Mersin’de süreceğinin anlaşılması üzerine oraya göçmüştük.

İlkokul üçüncü ve dördüncü sınıfı okuduktan sonra, mülkiyetsiz tarlalarımızı kurtarmak için Niğde’ye geri dönmek zorunda kalmıştık.

Köyde ot, ocak olmadığından Bor Kazasına yerleşmiş, babam bir meyve bahçesinde mevsimlik işçi olarak çalışırken kardeşimle ben de yaz aylarında simit satmış ve 29 Ekim İlkokulu’nda beşinci sınıfa başlamıştık,

Ne var ki yetkililerin direnmesi üzerine Misli Köyü’ne geri dönmek ve ilkokul beşinci sınıfı köyde bitirmek zorunda kalmıştık.

Babam da bizi köye bıraktıktan sonra nafakamız için Mersin’e geri dönmüştü.

İlkokulun bitmesi sonrasında gönlümün bir tarafına taht kurmuş olan Bayezid öğretmenimin yardımı ve Osman’ımın Pantolon parası ile İvriz Öğretmen Okulu sınavlarına girmiş, üç yıl sonra da kendimi İstanbul’da bulmuştum.

Oldukça zorlu geçen bu 10 yıllık sürede kendi şansımı kendim yaratmış ve yaratmaya devam edecektim.

Biliyordum ki,

‘’Şans, hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmaktı.’’

Ben de hayallerime ulaşmak için sürekli hazırlanıyordum.

Geçmiş 10 yılın özetini yapıp yazdıktan sonra müzik odasına inerek bir süre keman çaldım.

Keman çalmak beni mutluluğumun zirvesine çıkardı...


24 Mart 2023 Cuma

İSTANBUL ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU SINAVI İÇİN ÖN KAYIT

 

11 Eylül 1961 Pazartesi, Çapa İstanbul…

Öyle sanıyorum ki, benim gibi birçoğunuz girmekte olduğunuz bazı binalara hayran hayran bakarken bulursunuz kendinizi.

1848 yılından bu yana dimdik ayakta duran İstanbul Çapa Öğretmen Okulu binası da bunlardan biriydi. Hayranlıkla seyrettim bir süre.

Cephesindeki göz alıcı Çinileri ise, okulun önündeki Millet Caddesi’nden geçen herkesin “bu heybetli bina hangi kuruluşun köşkü acaba?” diye meraklanmalarına neden olmaktaydı.

Okul olabileceği kimsenin aklından geçmiyordu sanırım.

Hayranlıkla bir süre baktığım 170 yıllık bu anıtsal binanın bahçesine girer girmez kendimi tarihe bir yolculuk yaparken bulmuş ya da öyle hissetmiştim.

Güllerle sarılı kapıcı kulübesindeki görevliye kendimi tanıttıktan sonra bahçeye girip, anıtsal okulun giriş kapısına doğru yürüdüm.

Çam ağaçlarının, güllerin, okulun kurucusu ile Atatürk büstünün bulunduğu önündeki bahçeden sonra mermer merdivenler, kocaman bir giriş kapısı ve sizi karşılayan kırmızı halılar ve büyük yaldızlı aynalar…

Millet Caddesi’nden geçenlerin de hayranlıkla baktığı anıtsal binanın kapısından girince kendimi Osmanlı dönemlerinden birindeki bir sarayda yaşıyormuş gibi hissettim.

Çok şanslıydım ya da kendi şansımı kendim yaratmıştım Müzik Seminerinin sınavlarına katılmayı istemekle.

Burada okuyacak olmanın bir ayrıcalık olacağını düşündüm. Nitekim öyle de olmuştu.

Oldukça ilginç olan mimari yapısıyla geçmişten günümüze izler taşımakta olan bu anıtsal yapının kocaman kapısından girdiğimde uğradığım şaşkınlık görülmeye değerdi. Oldukça yüksek tavanları, kırmızı halıları ve büyük yaldızlı aynalarıyla bir sarayı andırıyordu.

Şaşkınlığım geçince sağ tarafta müdür odası, karşımda Atatürk Köşesi, iki yanında kırmızı halılarla bizi üst katlara çıkaracak olan merdivenlerle her iki tarafında sınıflar ve atölyelerin yer aldığı koridorlar olduğunu gördüm. 

Şaşkınlığım geçtikten sonra sağ taraftaki müdür odasına, kapıyı tıklatarak biraz da çekinerek girdim.

Okulun tarihi ve görkemli yapısına uygun bir masanın arkasındaki okul müdürü ki sonraki günlerde Niyazi Akşit olduğunu öğrenmiştim, hafifçe koltuğundan kalkarak beni karşıladı. Okul müdürünün bu nazik davranışı sonrasında çekingenliğim ortadan kalktı, kendime olan güvenim yerine geldi.

İvriz Öğretmen Okulu’ndan Müzik Semineri sınavları için geldiğimi söyledim. ‘’Hoş geldiniz’’ Deyip beni dinledikten sonra görevlilerden birini çağırarak kaydımın yapılmasını ve yatacak yer gösterilmesini istedi.

Kaydımla ilgili gerekli işlemler yapıldıktan sonra, elimdeki tahta bavulumla okuldaki görevlilerden birinin arkasında, kırmızı halılar döşenmiş merdivenlerle yatakhaneye çıkmaya başladık.

Yatakhaneler okulun en üst katındaydı. Son derece konforlu bir yatakhane karşıma çıktı. Ranzaların olmadığı yatakhanede, başında giysi dolabının bulunduğu bembeyaz çarşaflarıyla tek yataklar vardı.

Görevliye teşekkür ettikten sonra tahta bavulumdaki eşyalarımı karyolamın ucundaki dolaba yerleştirip, elimi yüzümü yıkadıktan sonra da aşağı inerek yeni okulumu tanımaya çalıştım.

Mimar Kemalettin imzasını taşıyan anıtsal bina 1900 yılında yapılmış. Bir koridor üzerinde tek taraflı dizilmiş sınıfların yer aldığı, doğal aydınlanması çok iyi çözümlenmiş olan yüksek tavanlı betonarme yapı ülkemizde türünün ilk örneklerinden biridir. Diyecekti sonraki günlerde Niyazi Akşit. 

Dediğim gibi, normal bir yapıya göre oldukça yüksek tavanlara, biraz abartıyla da olsa, öğrencilerin bir uçtan bir uca teneffüste yürüyemeyeceği uzun koridorlara sahip olduğunu görecektim sonraki günlerde. 

Yemekhane bodrum katındaydı. Okul normal eğitim döneminde olmadığından, yemekhanedeki öğrenciler benim gibi sınavlara gelenlerdi.

Tertemiz örtülü masalara yemek servisi okuldaki görevliler tarafından, karşılıklı üçer kişinin oturduğu masalara servis yapılmaktaydı. Masalardan biri dolmadan diğer masaya geçilmiyordu.

Masadakilerle selamlaştıktan sonra ellerimiz ekmek sepetine uzandı. İvriz’de asker tayını gibi verilen çeyrek ekmek yemeye alışmıştık. Oysa burada dilimlenmiş ekmeklerin bulunduğu ekmek sepetlerinden dilediğiniz kadar ekmek alabiliyorduk.

Gözümüz aç olmalı ki ilk akşam yemeğinde sürekli ekmek alma gereğini duymuştum masadaki diğer arkadaşlarımla. Önce gözümüzü, sonra da karnımızı doyurmuştuk.

Akşam yemeğinden sonra yeni gelen diğer arkadaşlarla tanışma faslımız başladı.

Tanışma faslı bitip, giriş katındaki koridorları ve sınıfları gezdikten sonra, Çapa Öğretmen Okulu’nda bulunmanın mutluluğu ile yatakhaneye çıkıp derin bir uykuya dalmış, uykumda keman çalıyordum…

16 Mart 2023 Perşembe

ELVEDA İVRİZ VER ELİNİ ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU


 

10 Eylül 1961 Pazar…

İçim içime sığmıyor…

Hayallerimin şehri İstanbul yolundayım.

Bu sabah ailemle vedalaşıp, Tarsus Yenice İstasyonu’ndan bindiğim Toros Ekspresi ile Ulukışla’ya ulaştıktan sonra aktarma yaparak Konya Garına girdim. Gar yabancı değildi. Bitişiğindeki Konya Maarif Koleji’ne iki yıl önce kardeşim Mustafa’nın kaydını yaptırmak için gelmiştim.

Gar gişesinden Konya ile İstanbul Haydarpaşa arasında hizmet veren Meram Ekspresi için en ekonomik kompartımanlardan birine bilet aldım. Gişedeki memur 13-14 saat sonra Haydarpaşa’da olabileceğimizi söylemişti. 

Alışmıştım tren yolculuklarına. Çok zaman alıyordu. Ara istasyonlarda gecikmesiz kalktığı görülmemişti, ancak ucuzdu. Öğrenci milleti için ‘’ucuz’’ kelimesi bir tercih meselesi değil hava gibi, su gibi bir zorunluluktu.

Yediyi yirmi geçe kalkacaktı Meram Ekspresi. Tren çuf çuf sesleriyle dumanını savurarak garda yerini aldığında ilk binenlerden biri oldum.

Kompartımanlar dörder, altışar ve sekizer kişilik olurdu. Altı kişilik kompartımandaydı yerim. Bavulumu üstümdeki rafa yerleştirdikten sonra pencere kenarına oturdum. Anılarımı yazdığım defterime ‘’Elveda İvriz Ver Elini İstanbul’’ diye yazdıktan sonra pencereden gar peronlarına baktım.

Bir elinde sapı az evvel kopmuş valizi, diğer elinde annesinin yolda yesin diye yaptığı yolluk torbasıyla, uçuk pembe sütunların arasından, işlemeli kemerlerin altından ilerledi kendime benzettiğim bir öğrenci. Peronlara çıkarken etrafına bakındı şöyle bir, sonra bineceği vagonu aramaya başladı.

Öğrenciler ve batı kentlerinin yoksulları bu trenlerin ağırlıklı yolcularıydı, onlar da vagonlarını arıyorlardı.

Ana babalarıyla vedalaştıktan sonra vagonların kapılarına koşanlar, inenlerle binenlerin çarpışmaları... Nefes nefese kompartımana girenlerin bavulları aceleyle raflara konuluyor, nedense treni kaçırma korkusu yaşanıyordu. Sanki tren kendi kendine hareket ediyor, inenleri binenleri kimse görmüyor gibi...

Ucuz olmalarının yanı sıra trenlerin memlekete has bir havası vardı. Geçtiği yerlerin rengine ve kokusuna bürünürdü. Gideceği yerlere de bu koku ve rengini götürdü. Halk edebiyatında kara tren imgesi bu yüzdendi. Anadolu da tren istasyonlarının da edebiyatımızda ayrı bir yeri vardı.

Tren yolculukları, kendine has bir yalnızlık duygusu ve hüzün taşırlardı. Bir yolcu bilmediği bir yere giderken bir diğeri özlemle andığı evine gidiyordu… Her ne şekilde olursa olsun, yollarda geçen zaman yabancıların arasında geçen zamandı... Gurbet zamanıydı... Özlem zamanıydı...

Beklenen düdük sesiyle hareket ediyoruz. Pencerelerden başını çıkarıp el sallayanlar, aşağıda trenin yanında koşanlar... Hiçbir şeyle ilgilenmeyenler, banklarda başka yerlere gitmeyi bekleyen yorgun bakışlı insanlar...

Kompartıman henüz dolmadı derken, son gelen birkaç kişiden biri selam vererek yanıma oturdu. Toparlandım. Gülümsedi hafifçe, oturdu ve çantasından bir dergi çıkararak okumaya başladı. Sevindim.

O günlerde pek konuşkan biri değildim. Daha doğrusu yolculuk boyunca çenesi düşen ve ahret soruları soran birisini istemiyordum yanımda.

Tren hareket ettikten yaklaşık bir saat sonra herkes trendeki yerini bulmuştu.  Herkes yerini bulup yerleştikten sonra koridorlarda dolaşmaya çıkılırdı. Trenlerin en güzel yanı buydu. Efkar dağıtmak için koridorda dolaşıyorsunuz, tuvalete gidebiliyorsunuz.

Otobüslerden farklı olarak trenlerin içinde apayrı bir dünya vardır. Kondüktör, makinist, temizlik görevlileri, ateşçiler, yemekhane bölümünde hizmet verenler yolcuları ile bir bütündür.

Sağımızdaki kompartımanda kız öğrenciler, solumuzda erkek öğrenciler bulunuyor. Öğrenciler hemen hemen aynı vagonlara toplamışlar. Böyle olunca yolculuk eğlenceli geçiyor. Başka vagonlardan sohbete katılmaya gelenler oluyor. Yeni dostlar, arkadaşlar ediniliyor. Hiç bilmediğimiz memleketler öğreniliyor, yeni yerler görülüyor bu yolculuklarda. Karşılıklı adresler alınıyor, evlere davet ediliyordu yeni edinilen arkadaşlar. Hikâyeler uçuşuyor havada, insanlar gönülden ve korkusuzca paylaşıyor keder ve sevinçlerini. Sohbetler, Muhabbetler daha bir tatlı, içten, sıcak ve duygusaldı.

Meram Ekspresi, özel bir durum olmazsa, küçük istasyonlarda durmazdı. Hızını keser, şehre yavaş yavaş girer ve yavaş yavaş çıkar. Hızlanıp yavaşlama hâlleri çok hoştur. Nasıl naz yapar, nasıl homurdanır, bacasından nasıl dumanlar çıkarır bir bilseniz. Dedi yanımdaki Beyefendi okumakta olduğu dergiden başını kaldırarak. Hızına ulaşınca da bir türkü tutturur ve hep nakaratını söyler. Tekerlekler bir raydan diğerine geçerken çıkardığı tiki tak tiki tak sesleri bazı yolculara ninni gibi gelir.

Köylerden, kasabalardan geçerken çocukları, çobanları görüyoruz. Gazete, kitap istiyorlar, soğan kabuklarıyla kaynatılarak renklendirilmiş yumurta satıyorlardı. Yörenin meyvelerini satanlara da rastladık bazı istasyonlarda.

Mersin’deki ilkokul dönemindeki simitçilik günlerimi anımsadım. İvriz Öğretmen Okulu’ndaki üç yıllık öğrencilik dönemim bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı.

Tekerleklerin raylardan geçerken çıkardığı sesler bana da ninni gibi geldi, uykuya dalmıştım ki çok uzaklardan geldiğini sandığım bir sesle irkildim.

Oysa ses yanım oturmakta olan 50’li yaşlardaki kompartıman arkadaştan geliyordu. Çeyrek ekmek içinde köfte uzatarak, yemez misin? Diyordu. Tereddüt ettiğimi görünce ısrar etti. Teşekkür ederek aldım.

Ekmeği bitirdiğimde, tekrar teşekkür edip, sormasına fırsat bırakmadın adımı ve İstanbul’a sınavlar için gittiğimi anlattım. Biraz da İvriz ve Köy Enstitülerinden söz ettim.

Başarılar dileyip, adının Sabri olduğunu söyledikten sonra çantasından çıkardığı bir kitabı okumaya başladı. Ben de Charles Dickens’in Oliver Twist adlı kitabını okumaya başladım. Bir süre sonra gözlerim kapanmış, oturduğum yerde uykuya dalmıştım.

Derken şiddetli bir sarsıntı ile kendime geldim. Pencereden dışarı baktım, güneş batmak üzereydi. Yerimden kalkarak tuvalete gittim. Tren koridorunda yaklaşık 10 dakika dolaştıktan sonra yerime döndüm ve kaldığım yerden kitabımı okumayı sürdürdüm.

Kitap Charles Dickens’in eserleri içinde ilk akla gelen romanı Oliver Twist. Romanda yoksul insanların hayatının derinliklerine iniliyor kaygı, korku ve mücadele gücü ortaya konuluyordu. Roman kahramanı Oliver’i biraz kendimle özleştirmiştim. Hayallere dalmış, pencereden giren rüzgarlarının etkisiyle gözlerim kapanmış ve derin bir uykuya dalmıştım.

Derinden gelen ‘’Hoşça kalın delikanlı, başarılar dilerim. Ben burada iniyorum.’’ Sesleriyle uyandığımda ‘’Neredeyim acaba?’’ Diye etrafıma bakınırken İstanbul’a gitmekte olan kara trende olduğumu fark ettim.

İzmit’e gelmiş, gün ağarmaya başlamıştı. Bir buçuk iki saat sonra Haydarpaşa Garında olacağımı düşünerek, mutlulukla gülümsedim.



27 Ocak 2023 Cuma

HAYALİMDE İSTANBUL ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU

3 Kasım 1960 Perşembe, İvriz…

İçim içime sığmıyordu… Nasıl sığsın ki?

Hayallerimin şehri, İmparatorluklar Başkenti İstanbul’da okuma fırsatını yakalamıştım.

Son iki saatimiz müzik dersiydi. Müzik öğretmenimiz Kemal Çuhalılar ‘’İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu Müzik Seminerine gitmek isteyen var mı?’’ Sorusunu sorduğu anda ilk kalkan parmaklardan biri benimdi.

Benimle birkaç parmak daha kalkmıştı. Kemal Bey kalkan parmakları gözden geçirdikten sonra ‘’ Çapa Müzik Semineri için iyi derecede Keman ve Piyano çalmak, birer parça hazırlayarak sınavına katılmak zorundasınız. Yaz tatilinde de okulda kalıp çalışmalısınız.’’

Deyince parmakların bazıları inmişti. Ben indirmemiştim. İndirmeyenlerden biri de Akif İken idi. İkimize ayrı ayrı bakıp ‘’yarından itibaren hazırlanmaya başlayabilirsiniz.’ Demişti. Seçilmiştim…

İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu Müdürlüğü, Türkiye’deki İlköğretmen Okulları müdürlüklerine yazı yazarak; normal derslerin yanı sıra müzik ve resim konusunda uzmanlaştırmak üzere öğrenci alınacağını duyurmuştu.

Gerekli koşuları sağlayan, çalışkan, yetenekli öğrenciler; yetenekleriyle ilgili hazırlıkları yaptıktan sonra Eylül ayı ortalarında Çapa İlköğretmen Okulu’nda seçtikleri bölümle ilgili sınava gireceklerdi.

Ben Müzik Semineri bölümünü seçmiştim. Sınavlarda başarılı olursam liseyi İstanbul’da okuyacaktım. Bu sınav, üç yıl İstanbul’da okuma fırsatı kazandıracaktı. Bu kazanç benim için çok önemliydi. 

Okul bandosunda akordeon çalıyordum. Enstrümanlardan mandolin çalmak zaten zorunluydu. Keman ve Piyano ile ilgilenmeye başlamıştım bu ders yılı başında.

Diğer bütün derslerimde olduğu gibi resim, müzik ve diğer sanat dallarında da disiplinli biriydim. Başarılı olmak için sadece yeteneğin yeterli olmadığını yaşayarak öğrenmiştim.

Başarının birinci koşulu disiplin ve süreklilikti. Bunların hepsi bende vardı, olmak zorundaydı. Aksi takdirde Çukurova’nın pamuk tarlaları ve Karabucak Okaliptüs ormanının dikim sahalarında mevsimlik işçi olarak çalışacaktım.

Müzik öğretmenimiz olan Kemal Çuhalılar’ın ayrı bir yeri ve ağırlığı vardı İvriz’de.   Çuhalılar öğrencileri arasında kulakları hassas olanlarla benim gibi disiplinli olanlara dersleri dışında da mandolin ve keman dersleri vermekteydi. 

Geçen yıl Salih Ziya Büyükaksoy öğretmenimizin oğlu Feridun Büyükaksoy’u Çapa İlköğretmen Okulu’na hazırlamıştı. Feridun ağabeyimiz İstanbul’daki sınavları kazanmış, müzik dalında ilerlemişti.

Kemal Çuhalılar dersten sonra bana ‘’Akıncı sen kal, seninle Müzik Semineri hazırlıkları üzerine biraz konuşalım. Akif, seninle sonra konuşacağım’’ Dedi.

Arkadaşlarımız müzikhaneden ayrıldıktan sonra da ‘’Piyano ve keman çalışmalarımın yanı sıra; Kulak eğitimi, Ritmik ve melodik dikte; ritmik boğumlanma ve solfej çalışmaları, nota aralıkları, akorları, dereceleri duyarak tanıma; Temel müzik teorisi, armonik ve melodik analiz, akor yürüyüşleri, akor-gam ilişkileri konularında çalışmalar yapmamız gerekiyor. Ancak, enstrüman olarak keman ya da piyanodan birini seçim kuvvetlendirmen gerekiyor.’’ Dedi.

Ben kemanı seçmiştim. Kemana olan hâkimiyetimi arttırmalıydım.

Kemal Çuhalılar’ın beni de seçerek, İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu Müzik Seminerine hazırlamaya başlaması yaşamımda yepyeni bir sayfanın açılmasını sağlamıştı.

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...