Jules Verne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jules Verne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2022 Cuma

İVRİZ'DE BİR PAZAR GÜNLÜĞÜ

 

14 Aralık 1958 Pazar, İvriz…

Bugün Pazar,   Sabah mütalaası ve ders yok, ancak biyolojik saatimiz bedenimizi erken kaldırmaya programlanmış. Yine saat 06,00’da uyanmıştım ama biraz yatak keyfi yapmak istedim. Sabah kahvaltısı 07,30’dan önce başlamazdı.

Ranzanın üst katında yatıyordum. Üzerindeki buzların bir kısmı erimiş olan camdan dışarı baktım.

Tanyeri göğünün altında her yer bembeyaz bir yorganla örtünmüştü İvriz yerleşkesinde.

Cama biraz daha yaklaşarak dikkatlice baktım dışarı, kar fırtınası görünmüyordu. Kar fırtınasının olmaması iyiydi. 

Bir süre her yeri örten bembeyaz kardan yorganı seyredip, ortamın sessizliğini dinledim. Sonra da yatağımın sıcaklığına gömüldüm.

Bazı arkadaşlarım da benim gibiydi, uyanmışlar ama yataktan çıkmıyorlardı.

Sıcak yatağımda zamanı verimli geçirmeliydim.

Bu kez okul kütüphanesinden aldığım Jules Verne’inin ‘’Bir Piyango Bileti’’ adlı kitabı vardı yanımda. Geçtiğimiz Çarşamba günü Türkçe dersinde ‘’Aya Seyahat’’ adlı kitabın özetini sunmuştum sınıfa.

Mehmet Ali Aladağ öğretmenimiz çok beğenmiş ve not defterini çıkarıp ödev notu olarak da 10 vermişti. Sanıyorum bu davranışıyla diğer arkadaşlarımı da kitap okuma ve özet çıkarma konusunda özendirmek istemişti.

Gece tuvalete gidecek olanlarla rahatsızlıkları olanlar dikkate alınarak elektrik ampullerinin bazıları söndürülmezdi. Bu ampullerden çıkan zayıf sarı ışık, zor da olsa kitap okumamıza olanak sağlardı. Akşamları uyku tutmayan arkadaşlarımın da yararlandığı bir durumdu bu. 

Ampuldeki titreşen sarı ışığın altında saat 07,00’ye kadar ‘’Bir Piyango Bileti’’ adlı kitabı okumaya başladım, bitmesine yaklaşık 20 sayfa kalmıştı. İkinci kez gözden geçiriyordum. Özet çıkaracaktım. 

Bir Piyango Bileti adlı kitaptan kafamı kaldırdığımda saat 7,15 olmuştu. Hızla kalkıp tuvalete gittim. Elimi yüzümü yıkayıp, temizlendikten sonra sıra yatağımın düzeltilmesine gelmişti.

Her öğrenci yatağını düzeltmeden yatakhaneden ayrılmazdı, ayrılamazdı.  Temizlik ve düzen birinci önceliklerimizdendi. Özenle düzelttiğim yatağıma bir kez daha baktım, içime sinmişti. Kahvaltıya gidebilirdim.

Kahvaltıya giderken akşamdan yaptığım günlük programımı bir kez daha beynimde evirip, çevirdim.

Kahvaltıdan sonra, öncelikli olarak mandolin çalışmalıydım. Müzik öğretmenimiz Kemal Bey önümüzdeki hafta çalışmalarımızın hangi aşamada olduğunu denetleyecekti. Şakası yoktu, en az iki saat çalışmalıydım.

Sonraki iki saatte kütüphaneye giderek kitap değişimi yapmalıydım. Bir Milli Piyango Bileti bitmiş, Dünya klasiklerinden birini almalıydım.

Kahvaltıda zeytin vardı. Çeyrek ekmek ve kazandan kepçe ile aldığım okkalı bir bardak çayla kahvaltımı yaptıktan sonra Müzik evine gittim.

Mandolin çalışmalarım verimli oldu. Kütüphaneden de Robinson Crusoe adlı kitabı aldım.

Öğle yemeğinden sonra iki saat kapalı ortamda resim çalıştıktan sonra tekrar Müzik evine giderek iki saat daha çalışarak Kemal Bey’in verdiği parçayı iyice pekiştirdim.

Günlük programı gerçekleştirdiğim için kantine doğru yürüyüşe çıkabilirdim. Akşam etütlerine kadar İvriz yerleşkesi içinde dolaştım.

Akşam etütlerinde pazartesi günkü derslerin konularını gözden geçirdim. Konularla ilgili soru sorulduğunda parmak kaldırmalıydım.

Yatmaya giderken, oldukça verimli bir gün geçirdiğimi düşünerek mutlu oldum.

13 Ekim 2022 Perşembe

1956-57 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

 


30 Eylül 1956 Pazar, Mersin…

12 yaşında bir çocuktum ama 20-25 yaşındaki birinin deneyimlerine sahip olmuştum. Kendi başımın çaresine bakmayı ve en kötü koşullardan en iyi sonuçlar çıkarmasını da öğrenmiştim. Bu durumdan da kıvanç duyuyordum.

Simit ve halkalı tatlı satışları, kitap değiş tokuşları, arkadaşlarla bisiklet kiralamalar ve geceleri yazlık sinemalar derken yaz tatili bitmişti.

17 Eylül Pazartesi günü okul açılmıştı. İlk kez üst üste iki yıl aynı okulda,  Kuvayi Milliye İlkokulu’nda okuyacaktık.

Bizim gibi göçer olanlar için ayrıcalıklı bir durumdu aynı okulda üst üste iki yıl okumak. Öyleydi çünkü ilk kez okula başlarken sınıf arkadaşlarımızla öğretmenlerimizi tanıyorduk. Uyum sorunumuz yoktu. Üstelik anam hastanede değildi ve babamın da sürekli bir işi vardı. Daha ne olsundu…

1956-57 Eğitim ve Öğretim Yılına başlarken geriye dönüp baktığımda, bu yılın en iyi başlangıç yılı olduğunu gördüm. Bu kez okul aile birliği yardımlarına ihtiyacımız olmamıştı.

Babamın sürekli bir işinin olmasının yanı sıra kardeşimle ben de ailemizin bütçesine katkıda bulunmuştuk.

Üçüncü sınıftaki başarılarımız öğretmenlerimiz üzerinde olumlu etki yapmıştı. Ufak tefek hatalarımız olsa da görmezden geliyorlardı.

İlk haftalardaki performansınız çok önemliydi. Okulun açıldığı ilk haftalarda ödevlerimi eksiksiz yapmış olarak ve işlenecek konulara hazırlıklı olarak derse gidiyordum. Öğretmenlerimiz her soru sorduklarında elim havada oluyor ve sorulara doğru yanıt veriyordum.

İlk haftalarda, Öğretmenler üzerinde bir kez olumlu izlenim bıraktıktan sonra gerisi geliyordu. Geliyordu çünkü öğretmenlerimize mahcup olmamak için sürekli çalışmak zorunda kalıyordunuz ve öğretmenleriniz de bazı eksik bilgilerinizi görmezden geliyorlardı.

Böylelikle karnenizde bütün dersleriniz ‘’pekiyi’’ olarak yazılıyordu. Güzel bir ödül oluyordu yarıyıl ve yılsonunda…

Havaların elverişli olduğu günlerde simit satmaya devam ediyorduk. Saat 07,30’a kadar simit sattıktan sonra eve gelip, kahvaltımızı ediyorduk kardeşimle.

Anam babamı işe göndermiş oluyordu. Kahvaltıdan sonra önlüklerimizi giyip, kitap ve defterlerimizle okula gidiyorduk.

Okul dönüşü karnımızı doyurduktan sonra, ödevlerimiz okuma kaynaklı ise evdeki keçimizi otlatmaya götürüyordum beni dinlesin ve otlasın diye. Süt ihtiyacımızı karşılayan keçi otlanırken ben de tarih, coğrafya ve okuma ödevlerimi, keçimize anlatarak yapardım. Böylece zamanı verimli kullanmanın yolunu öğrenmiştim.

Bugün, 30 Eylül 1956 Pazar…

Okuldaki ilk iki haftanın verimli geçmesinin yanı sıra anamın hastane yerine evde ve babamın da sürekli bir işinin olması, kardeşimle benim için mutluluk kaynağıydı. Simitlerimi de satmıştım. Dün öğleden sonra okul ödevlerimi de bitirmiştim.

İl Halk Kütüphanesi’ne gidip Jules Verne’in kitaplarından birini daha okumaya başlayabilirdim. Aya yolculuk adlı kitabını okumak istiyordum. Jules Verne’in kitapları hayal gücümü geliştiriyordu.

Başarılı olmak için hayal gücünü geliştirmek gerekiyordu…

Yıllar sonra, üniversite öğrencisi olduğum yıllarda, Einstein’ nın ünlü sözü ”hayal gücü bilgiden daha önemlidir.” beni haklı çıkaracaktı.

7 Ekim 2022 Cuma

NATİLUS VE KAPTAN NEMO

 



18 Mart 1956 Pazar, Mersin sahili…

Okul ödevlerim bitmiş, sabahın erken saatlerinde aldığım 50 simidin tamamını da satmıştım. İnce hastalıktan sürekli hastanelerde kalan anamın beslenmesine katkısı olur diye almış olduğumuz keçiyi otlatmaya çıkarmadım, yanına dün topladığım otlarla suyunu koydum.

Babam erkenden iş bulmaya gitmişti. Evi derleyip toparladıktan sonra İl Halk Kütüphanesine geldim. Bir hafta önce ödünç aldığım Jules Verne’inin Denizler altında Yirmi Bin Fersah adlı kitabını geri verip, yeni bir kitap alacaktım.

Bana uygun yeni bir kitap bulamayınca elimdeki kitabı bir kez daha gözden geçirmeye karar verdim sahildeki bir iskelede. Yürüyerek ulaştığım iskelelerin birinden ayaklarımı suya daldırıp, ileri geri sallarken okumaya başladım hayal kurmamı sağlayan kitabı.

1800’lü yıllarda, bazı ticaret ve savaş gemilerinin denizlerde batmasına neden olan garip bir nesnenin varlığı denizcileri ve doğa tarihçilerini heyecanlandırmıştı.

Canavar olduğunu düşündükleri yaratığın peşine düşen Paris Doğa Tarihi Müzesi öğretim üyesi Prof. Aronnax ve ekibi, kaza sonucu kendilerini Kaptan Nemo’nun yönettiği Natilus adlı gemide buluyordu. Bir canavarla değil, denizaltı ile karşılaşmışlardı.

Böylece, denizler altında 20 bin fersahlık maceraları başlamış oluyordu. Bu macerada, derin denizlerde zengin bir yaşamın varlığını da kanıtlayan bir araştırma başlıyordu.

Okumaya ara verip, sahildeki iskelede ayaklarımı denize daldırmış Akdeniz’in derin maviliklerine bakarken, kendimi Kaptan Nemo’nun denizaltısı Natilus’ta hayal ediyordum. 

Birden bire denizde bir kabarmanın ardından, ortaya çıkan dev bir ahtapotun kollarından biri iskeleden beni kavrayıp denizin derinliklerine götürdü. Kurtulmak için debelenirken, hayalimdeki Kaptan Nemo’nun Natilus adlı gemisinin hızla bize yaklaşmaya başladı.

Tam ahtapot tarafından yutulmak üzereyken Kaptan Nemo’nun tayfaları ahtapotun beni kavrayan kolunu bir balta ile keserek kurtulmamı sağladılar. Ardından, Natilus’a, Kaptanın güvertesine götürüldüm.

-Hoş geldin genç adam. Adın nedir? Nasıl oldu da gemimle buluşmayı sağladın?

Dedi Kaptan Nemo. Bir süre şaşkınlıkla kendisine bakıp, toparlandıktan sonra,

-Ben ilkokul üçüncü sınıf öğrencisi Mehmet Akıncı. Jules Verne’in ”denizler altında yirmi bin fersah” adlı kitabını okurken kendimi geminizde hayal etmiştim efendim.

-Denizler sürprizlerle doludur Akıncı.  Hiç beklemediğin bir anda bir ahtapotla karşılaşma olanağı milyonda bir olsa da, bu gün gerçekleşti. Öyle sanıyorum ki doğanın sürprizlerinden biriydi ahtapota rastlaman.  Böylelikle gemim ve hâkimi olduğum denizler konusundaki sorularının yanıtlarını öğrenme fırsatı yakaladın.

-Teşekkür Ederim Kaptan Nemo. Çok merak ediyorum. Jules Verne sizin arkadaşınız mıydı? Sizi, geminizi ve sahip olduğunuz ormanları bu kadar yakından tanıdığına göre öyle olmalı.

-Jules Verne’inin hayal gücünde olsam da şu anda karşında bir gerçek olarak duruyorum. Anladığım kadarıyla kitap okumayı ve hayal kurmayı seviyorsun. Denizler altında Yirmi Bin Fersah adlı kitabı birçok kez okuduğun anlaşılıyor. Okuman yetmemiş, daha fazlası için Natilus’ta olmanın halini kuruyordun. Benden yanıtını isteyeceğin bir hayli soru olmalı.

-Gerçekten de kafamı karıştıran, bir türlü çözemediğim sorularım var. Bunlardan ilki, geminiz hangi enerjiyle, günlerce deniz altında kalabiliyor?

Kaptan Nemo gülümsedikten sonra,

-Deniz suyu bitmez tükenmez bir enerji kaynağıdır. Fen Bilgisi derslerinde tuzlu suyun içine daldırdığınız bakır ve çinko elektrotlarla yaptığınız deneylerde az miktarda elektrik enerjisi üretmiş olmalısınız. Biz bu uygulamayı çok büyük boyutlardaki elektrotlarla gerçekleştirdik. Yüzlerce elektrik pili oluşturduk.

Deniz suyunda yüzde doksan üç buçuk su, yüzde iki ile üç arası sodyum klorür, yani deniz tuzu vardır. Geri kalan yüzde beşlik bölümünde ise daha birçok madensel tuzlar, asitler vardır. Fakat en bol olan Sodyum Klorür’ dür. Deniz suyundan sodyumu ayırarak elektrik gücü elde etmekte kullanıyorum.”

-Sodyum mu? Diye şaşkınlıkla sordum.

-Evet, genç adam, sodyum cıva ile karıştırıldığında Bunsen pilindeki çinkonun yerini tutan bir alaşım meydana getirir. Böyle bir pilde cıva hiçbir zaman bitmez. Harcanan hep sodyumdur. Bunu da denizden bol bol elde edebilirim.

Haklıydı Kaptan Nemo. Geçtiğimiz hafta Fen Bilgisi öğretmenimiz böyle bir deney yapmıştı. Bakır (+), Çinko (-) kutup olarak düzenlenmişti. Öğretmenimiz ‘’ Metalik özellik gösteren elementlerin aktifliği elektron verme ve alma isteği ile doğru orantılıdır. ‘’ Demişti. Farklı aktif metaller arasında potansiyel farkı oluşuyordu.

Bu arada oldukça büyük daire şeklindeki camdan ormanı andıran deniz dibine bakma fırsatım oldu. Natilus mürettebatından bazılarının çok özel kıyafetlerle uzaklaşmakta olduklarını gördüm. Ellerinde zıpkınlar ve ağlar vardı. Tekrar Kaptan Nemo ’ya dönerek,

-Kaptan! Önümüzde muhteşem bir orman görüyorum. Bir an için Bulgaristan’daki köyümüzün kuzeyinde yer alan Sakar Balkanı anımsadım. Mürettebatından bazılarını tuhaf kıyafetler içinde gördüm, ormanda bir şeyler mi arıyorlar?

Kaptan Nemo, kendi malıymış gibi camdan ormana baktı. Gerçekten de şu anda denizlerin altında bulunan bu orman üzerinde ondan başka hak iddia edecek tek bir insan yoktu.

Bir insanın asla kucaklayıp saramayacağı kadar kalın gövdeli, olağanüstü uzunlukta dalları olan ağaçlardan oluşan bu orman, denizaltı bitkilerinin büyüyüp gelişmesiyle meydana gelmişti. Gururla ormanına bakan Kaptan Nemo,

-Sahibi olduğum ormanlar güneşten ne ısı; ne de ışık alırlar. Orada aslanlar, kaplanlar yoktur. Hiçbir dört ayaklı orada barınamaz. Bu ormanları bilen tek kişi benim. Şimdilik yalnızca benim için yeşerirler. Size kara ormanlarından değil; deniz ormanlarından bahsediyorum. Natilus ve mürettebatının bütün ihtiyaçlarını bu ormandan karşılarız.

Denizden elektrik üretebilme özelliği ve suda nefes alabilen kıyafetleri olan mürettebatı ile eşsiz bir denizaltıydı Natilus…

Kaptana tam başka sorular soracaktım ki şiddetli bir çarpışma ile sarsıldım. Gözlerimi açtığımda Mersin İl Kütüphanesinin önündeki iskeleden suya düşmüştüm. İskeleye çarpan bir kayık denize düşürmüştü beni…



5 Ekim 2022 Çarşamba

DERS ANLATTIĞIM SÜT KEÇİMİZ

 


11 Mart 1956 Pazar, Mersin…

1955-1956 Eğitim ve Öğretim Yılının ikinci yarıyılı başlayalı bir aydan fazla oldu.

Birinci yarıyıl tatilinde asıl uğraşlarımızdan biri simit satmak olmuştu. Tatil olması nedeniyle fırınlardan aldığımız simitlerin tamamını satarak eve dönüyorduk. Ayrıca hangi bölgelerde daha kolay satacağımızı da öğrenmiştik.

Bundan 15 gün öncesine kadar anamızı evde bulabilmek büyük mutluluktu. Hastaneden çıkalı bir aydan fazla olmuştu. Ne var ki hastanede uygulanan beslenme evimizde pek geçerli değildi.

Her ne kadar sokaklarda kesilen büyükbaş hayvanların sakatatlarını ücretsiz alıyorsak da, her zaman denk gelmiyordu. Günübirlik işçi olarak çalışmakta olan babam ise haftanın ancak birkaç günü iş bulabiliyordu. Bulduğu işlerden alınan ücret ise oldukça düşüktü.

Yine de mutluyduk başımızı sokacak bir barakanın yanı sıra anamızın de evde oluşundan. Kardeşimle birlikte eve dönünceye kadar keçiyi otlatıyordu barakaların kuzeyinde kalan yeşillik alanlarda.

İkinci yarıyıl başladıktan 15 gün sonra anam tekrar hastaneye yatmak zorunda kaldı. Halk arasında ince hastalık olarak tanımlanan verem tedavisi için yaşamakta olduğumuz Göçmen barakalarının ortamı pek uygun değildi. Hem temizlik yönünden hem de beslenme yönünden yeterli değildi. Yine anasız kalmıştık evde…

Anam tekrar hastaneye yatınca, keçinin beslenme görevinin yanı sıra sütünü sağmayı da öğrenmek zorunda kaldım. Barakaların kuzeyi alabildiğine boş ve hayvan beslemeye uygundu.

Boynuna geçirdiğim oldukça uzun bir iple, geniş bir alanda otlanmasını sağlarken, kitap okuma ve ders çalışma olanağı da buluyordum. Tarih coğrafya derslerini keçiye anlatıyordum. Bazen kulaklarını kabartarak bana bakardı.

Keçiye ders anlatırken önemli bir şeyin farkına varmıştım. Çalıştığım konuları pekiştirmenin yolu birilerine anlatmaktı. Önemli olan anlatmaktı, kimin dinlediği pek önemli değildi. Sonraki yıllarda, anlatmanın yanı sıra Matematik, Fizik ve Kimya derslerinden, arkadaşlarıma yardım bahanesiyle, konulara hakimiyetim artacaktı.

Edindiğimiz arkadaşlar, okuldaki başarılarımız ve simit satmaktaki becerilerimiz anamın yokluğunu unutturuyordu. Bir süre sonra da evdeki yokluğuna alışmıştık zaten. Her şeye rağmen hayat güzeldi.

Gelecekteki hayallerime ulaşabilmek için bilgi dağarcığımı doldurmalıydım. Öğleden sonraları Mersin Halk Kütüphanesine gidiyordum. Kardeşim bazen bana katılmaz, arkadaşlarıyla sahilde gezintiye çıkardı.

Evin bir numarası olarak kendimi daha çok sorumlu hisseder, daha çok okur ve çalışırdım. Kardeşim Mustafa’nın arkasını topladığım da olurdu. Mustafa’yı çok sever, kendimden daha zeki bulurdum.

İkinci yarıyılda okula daha kolay uyum sağlamış ve öğretmenlerimizin de dikkatini çekmiştik. Bize biraz daha özenli davranmaya başlamışlar ve bilgimizi arttıracak kitaplar da vermişlerdi.  Mutlaka hazırlıklı gidiyordum okula. Hazırlıklı olduğumdan, bütün sorular için parmak kaldırıyordum.

Başarılı olmanın yolunun hazırlıklı olmaktan geçmenin yanı sıra anlatmaktan da geçtiğinin farkına varmıştım. Ders aralarında da bazı arkadaşlarıma o günkü konularla ilgili bilgilerimi aktarıyordum.

Geçtiğimiz günlerde İl Halk Kütüphanesinden ödünç aldığım Jules Verne’inin ‘’Denizler altında yirmi bin fersah’’ adlı kitabını, sanki ben de denizlerin altına gidebilir mişim gibi, sahildeki bir iskelede ayaklarımı denize sarkıtarak okumaya başladım.

Kitap ve denizle özdeşleşmeye çalıştım. Bu kitapla birlikte engin denizlerin altında bambaşka bir yaşam biçimi bulacaktım. Okuduğum her kitap dünyaya yeni pencereler açmamı sağlıyordu.

Okumak, öğrenmek, bilgilenmek, geleceğe yönelik pozitif hayaller kurmak güzeldi…

                                         

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...