Talim Terbiye Kurulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Talim Terbiye Kurulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Temmuz 2023 Cuma

AYÖO HAZIRLIK LİSESİNDE 2.GÜN

 

17 Eylül 1963 Salı, Atatürk Lisesi Ankara

Saat 06.30 kalkıp, tuvaletlerimizi yaptıktan sonra 07.00'deki sabah etütüne yetiştik. Henüz ödev verilmediği için, diğer arkadaşlarımızı rahatsız etmeyecek şekilde, İvrizliler dışındaki arkadaşlarımızı tanımaya, kendimizi tanıtmaya çalıştık.

Sabah etüdünün 07.45'te bitmesiyle kahvaltıya gidildi. Kalem ve not defterlerimizle birlikte 08.30'dabaşlayacak ilk dersimiz için Fen B sınıfında yerimizi aldık.

Dün, son dersten sonra sınıf başkanı Tülay arkadaşımız yoklama ve ders defterini idareye götürdüğünde haftalık ders programını alarak sınıf giriş kapısının arkasına asmıştı.

Bugünkü programda Cebir, Coğrafya, Fizik ve Müzik Dersleri vardı.

Öğrenci ziliyle birlikte sınıfımızda yerimizi alarak Cebir öğretmenimizi beklemeye başladık. Öğretmen ziliyle birlikte sınıfa giren cebir öğretmenimiz hakkında İlk izlenimim çok dakik ve disiplinli biri olduğuydu

Ayakta bekleyen sınıfı bir süre süzdü, ''oturun lütfen'' deyip ders defterini imzaladı.

Cebir Öğretmeni Mehmet Aslantürk...

Tahtaya ''Mehmet Arslantürk'' yazdıktan sonra öğretmen kürsüsünden inip, sıralar arasında dolaştı bir süre. Ardından,

''İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu mezunuyum. İstanbul Üniversitesi'nde Matematik-Astronomi eğitimi aldım. Ankara ve İstanbul'un önemli okullarında öğretmenlik ve yöneticilik yaptım. Halen Milli Eğitim Bakanlığı'nda Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapıyorum.

Sizin anlayacağınız zaman fukarası olan biriyim. Yine de, çok önem verdiğimiz Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi öğrencilerine zaman ayırıp en iyi bir biçimde yetiştirme çabasındayız.

Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde oldukça önemli görevleri olan benim gibi arkadaşlarım özveride bulunarak derslerinize geldiğine göre, sizlerden de aynı özveriyi bekliyoruz. Bu arada, tenefüse çıkmadan iki saat aralıksız ders yapacağız Sorusu olan var mı?''

Mehmet Arslantürk söylenmesi gereken her şeyi söylerken oldıkça disiplinli olduğunu hissettirdiği gibi, zamanı iyi kullanmamız gerektiği, ödevleri eksiksiz yapmamız, çok çalışmamız gerektiğini de hatırlatmıştı. Sorumuz olamazdı.

Kimseden soru gelmeyince derse başladı. Ders anlatışından oldukça deneyimli olduğunu, sonraki derslerimizde de Talim Terbiye Kurulunca kabul edilip, ders kitabı olarak okutulan Cebir kitapları olduğunu öğrenecektik.

Neredeyse nefes almaktan bile çekinerek dinledik ve not aldık. Anlatacağı konu bittikten sonra, konuyla ilgili ilk ödevini verdi.

Haftada 4 saat Cebir Dersi vardı. Sonraki 2 saat Cebir Dersi Perşembe günü 3. ve 4. saatte yapılacaktı. Ödevler Perşembe gününe kadar yapılmalıydı.

İkinci saatin sonunda tenefüs zili çaldığında hep birlikte ayağa kalkarak uğurladık kendisini.

Teneffüste 4 İvrizli bir araya gelip Mehmet Arslantürk hakkında konuştuk biraz. İlgili bakanın yerinde olmadığı zamanlarda bakan yetkisini kullanabilen yetkili kişi müsteşar olduğuna göre yardımcısı olan Mehmet Arslantürk de oldukça yetkili biri olmalıydı. Haliyle işi başından aşkındı. Buna rağmen dersimize gelmiş olmasını şans olarak değerlendirdik.

Coğrafya Öğretmeni Meliha Beret...

Öğrenci ziliyle birlikte toparlanıp Coğrafya Öğretmeni Meliha Beret'i beklemeye başladık. Öğretmen ziliyle birlikte kapıda göründü, hep birlikte ayağa kalktık. ''Oturun lütfen'' dedikten sonra ders defterini imzaladı.

Bir süre sınıfı alıcı gözüyle süzdükten sonra ''Küresel Isınma'' kavramını duyan var mı içinizde?

Küresel Isınma ve Coğrafya !..

Duymuşluğumuz yoktu. Genelde yeryüzü şekilleri, dağlar, ovalar, tarım, enerji kaynakları gibi kavramlar olarak algılamıştık daha önceki derslerimizde.

Kimseden ses çıkmadığını görünce,

''Yerküre yüzeyimizin ve bağlı olarak atmosferin düzenli olarak sıcaklığının artması olayına ''Küresel Isınma'' denilmektedir çocuklar.

Yürküremizde, ortalama sıcaklığın 2 ya da 3 derece artması çölleşmesine neden olabileceği gibi, tersi durumlarda da buzul devrine girmesi olasıdır.''

Dedikten sonra bizlere baktı. Böylece ''Küresel Isınma'' kavramıyla tanışmış olduk...

İki saat süreyle ''Küresel Isınma'' kavramı üzerinde konuşarak, olası olumsuz etkilerine karşı halkımızı bilinçlendirme görevinin büyük ölçüde öğretmenlere düştüğünü vurguladı.

Tenefüse çıkmadan işlenen ''Küresel Isınma'' kavramına saat 12.15'te çalan ders bitim ziliyle son verildi.

Coğrafya dersi de ilginç olmaya başlamıştı.

Fizik Öğretmeni Necati Geçkinli...

Öğretmen ziliyle birlikte sınıfa giren Fizik Öğretmenimiz Necati Geçkinli'yi de ayakta karşıladık. Güler yüzlü, halim selim bir öğretmen karşımızda duruyordu. ''Oturun lütfen'' dedikten sonra ders defterini imzaladı. Ardından,

''Çocuklar, günlük yaşamda karşılaştığımız olayların en mantıklı açıklamasını, temel bilimlerden biri olan Fizik ve Fizik yasalarıyla açıklayabilmekteyiz.

Araçlarda neden emniyet kemeri kullanmalıyız ya da viraja hızlı giren bir araç neden savrulmaktadır, dönme yoluyla öteleme nasıl gerçekleşmektedir, buz tutmuş bir ortamda yürümekte neden zorlanırız, binlerce km uzaklıktaki bir radyo istasyonundaki yayını nasıl duyarız, Evren nedir, nasıl oluşmuştur? Sorularının yanıtlarını Fizik derslerinde öğreneceğiz.

Temel Bilimlerin bir kolu olan Fizik dersinin Kimya, Biyoloji, Yer bilimleriyle olan bağlantılarını da birlikte keşfetmeye çalışacağız...''

Necati Geçkinli'nin derse başlangıcını sevmiştim. Ezberci bir eğitimden uzak olduğunu algılamıştım.

Diğer öğretmenlerimizde olduğu gibi Fizik Dersinde de tenefüse çıkmamıştık. Öyle ki ikinci saat dolduğu gibi tenefüs zamanı da dolmuş olmalıydı ki sınıf kapısı tıklatılarak açıldığında elindeki mandolinle Müzik Öğretmenimiz duruyordu.

Müzik öğretmeni Mümtaz kaya...

Sınıfça ayakta karşıladığımız Mümtaz Kaya ''Oturun lütfen'' deyip ders defterini imzaladı.Bir süre bizleri izledikten sonra,

''Çocuklar, buraya fen ve sosyal bilimlerde yetiştirilmek üzere geldiniz. Geldiğiniz öğretmen okullarında zaten müzikle haşır neşir oldunuz. Her biriniz, en azından mandolin çalmasını biliyorsunuz.

Müzik Öğretmeni olarak benim görevim sizleri, müzisyen olarak yetiştirmekten ziyade, bedeniniz ve beyninizde hoş sedalar yaratacak kavramlar oluşturmak olacaktır.

Müzik evrensel olduğu kadar yerel bir dildir de. Öyledir çünkü Müzik hayatın ta kendisidir.

İnsanoğlunun kendini anlatması için bulunmuş olan muhteşem ve en harika bir araçtır. Doğumumuzda var, düğünümüzde var, günlük hayatımızda var, inançlarımızda var, ölümümüzde var… 

Sevinç, mutluluk, acı ve hüzünlerin ifade edilmesine ve bunların yeniden hatırlanmasına eşlik etmekte, toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası ve kültürün aktarılmasında da önemli bir rol üstlenmektedir...

Müzik dersini ve öğretmenini sevmiştim...

17 Temmuz 2023 Pazartesi

ANKARA YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULU DÖNEMİ

 

Yaşamımda ve sosyalleşmemde önemli bir yeri olan Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi ve sonrasında eğitimimi sürdürdüğüm Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nin büyük bir yeri vardır.

Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi'ne başladığımda okulumuzun kendine ait bir yerleşkesi yoktu.Ankara Atatürk Lisesi bünyesinde konuk okul olarak bulunuyorduk.

Beşevler'deki yerleşkemiz kuruluncaya kadar, okulumuz ve öğrencilerini 2 yıl konuk eden Ankara Atatürk Lisesi yöneticilerine, vefa borcum gereği, teşekkürlerimle başlamak istedim.

Ankara'daki bir Taş Mektep'ten, önce Ankara Erkek Lisesi'ne sonra da konuk olduğumuz yere taşınan Ankara Atatürk Lisesinin 77 yıllık bir geçmişi vardı.

Ankara Atatürk Lisesi, Türkiye'nin seçkin okullarından biri olmasının yanı sıra, Türk Milli Eğitim çatısı altındaki liselere öğretmen, üniversitelere akademisyen yetiştiren Ankara Yüksek Öğretmen Okulu'nun kuruluşunda önemli bir yer edinmişti.

1950’li yıllarda sanayileşmenin hız kazanması ve köyden kente hızlı bir göçün başlamasıyla lise ve lisedeki öğrenci sayısında önemli bir artış olmuştu. Bu nedenle Lise öğretmenlerine ihtiyaç vardı.

Temel kaynak olan İlköğretmen okullarından gelecek öğrencilerin liseyi bitirmeleri gerekiyordu. Öyleydi çünkü İlköğretmen Okulu mezunları Lise mezunu sayılmıyordu.

İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunu 1945 yılında bitiren, 1950’li yılların ortalarından itibaren Millî Eğitim Bakanlığı’nda Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi olarak görev alan Nuri Kodamanoğlu adlı genç bir eğitimci soruna çare bulmuştu.

Yüksek Öğretmen Okulu bünyesinde lise bitirme kursları ve sonrasında da hazırlık liseleri açılacak, İlköğretmen okullarından gelen seçme öğrenciler bu liseleri bitirerek üniversitelere girmeye hak kazanacaklardı.

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, kendisine açıklanan bu modelden etkilenmişti. Bakanın çabaları ile hükümet de projeyi benimsemişti.

Nuri Kodamanoğlu ve ekibi 1959 yılında yeni projeyi yürürlüğe koymayı kararlaştırmış, 03.07.1959 tarih ve 209 Sayılı Talim Terbiye Kurulu Kararı ile Ankara Yüksek Öğretmen Okulu fiilen açılmıştı.

Henüz bir mekânı bile bulunmayan okulun kurucu müdürlüğüne de eski yıllarda İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun olan Hasan Erk atanmıştı.

Lise bitirme sınavları için düzenlenecek kurslar 10 Ağustos 1959 ile 5 Ekim 1959 tarihleri arası düzenlenecekti.

Henüz kendine ait bir binası bile bulunmayan Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nun açılış töreni, 12 Ağustos 1959 günü eğitimin yapılacağı Atatürk Lisesi bahçesinde yapılır.

Törene, Millî Eğitim Bakanlığını vekâleten yürütmekte olan Tevfik İleri, Millî Eğitimin üst kademe yöneticileri ve İlköğretmen okulu müdürleri katılır.

Böylece Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nun doğumu gerçekleşir.

İlklerden biri olan İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunun tarihi, Dârülmuallimîn ya da Öğretmenevi adıyla okulun açılış tarihi 16 Mart 1848’e kadar uzanmaktadır.

1964-65 yılında İzmir Yüksek Öğretmen Okulu’nun açılmasıyla birlikte sayı üçe çıkar.

Model tutmuştur...

Köylerden, kasabalardan seçilen zeki, yetenekli, kavrayışlı, sorgulayan, irdeleyen, eleştiren, birey-toplum çıkarlarında önceliği daima topluma verecek şekilde yetiştirilmiş idealist topluluk bu yeni modelle üniversite ortamına dâhil edilmişlerdir.

İşte bu olgu Yüksek Öğretmen Okulları gerçeğidir.

29 Mart 2023 Çarşamba

TÜRKİYE'DE YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULLARI GERÇEĞİ

 

Yüksek Öğretmen Okulları, lise ve dengi okullara öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarıydı. İlklerden biri olan İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunun tarihi, Darülmuallimin ya da Öğretmenevi adlı okulun açılış tarihi olan 16 Mart 1848’e kadar uzanmaktadır. Demişti okul müdürümüz ve aynı zamanda tarih öğretmenimiz Niyazi Akşit.

Benim çatısı altında okuduğum 1961-1963 dönemlerinde, bu tarihi ve anıtsal binamızda; İlköğretmen Okulu, Eğitim Enstitüsü ve Yüksek Öğretmen okulu barınıyordu.

Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri de bizim gibi yatılı olup, meslek derslerini okul bünyesindeki sınıflarda, dönemin en ünlü öğretmenlerinden alırken, kariyer derslerini İstanbul Üniversitesinin Fen Edebiyat Fakültesinden görmekteydiler.

Eğitim Enstitüsü öğrencileri de yatılı olup, bütün derslerini, okul bünyesindeki sınıflarda ve devlet kitap yazarı olan öğretmenlerden almaktaydılar.

Niyazi Akşit öğretmenimize göre, 1839’da Tanzimat’la başlayan batılılaşma hareketi en çok eğitime ihtiyaç gösteriyordu. Çünkü Osmanlı coğrafyasında ve giderek kurulacak olan Cumhuriyetin çeşitli alanlarında düşünülen köklü değişim ve dönüşümler ancak eğitim yoluyla sağlanabilirdi.

16 Mart 1848’de açılan İstanbul Öğretmen Okulu bu amaçla kurulmuştu. Başlangıçta Erkek Öğretmen Okulu olarak kurulmuş olan yapı zamanla geliştirilerek bünyesinde ilk, orta ve liselere öğretmen yetiştiren kurumları da içine alan Yüksek Öğretmen Okulu adlı kuruma dönüşmüştü.

Türkiye’deki Yüksek Öğretmen Okullarının asıl çekirdeği olan bu kurum, Cumhuriyete kadar sıkça yapı değiştirmiş ve 1915 yılında da yeni kurulan Cumhuriyete devrolunmuştu.

İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu

Henüz Cumhuriyet İlan edilmeden, 15 Temmuz 1923 tarihinde, Birinci Bilim Kurulu toplantısında okulun durumu ele alınarak, “Ecole Normale Superieure” adlı Fransız Yüksek Öğretmen Okulu’nun model olarak seçilmesi kabul edilmişti.

Bu tarih okulun, Cumhuriyet dönemindeki kuruluşu kabul edilerek, 16 Ağustos 1934 tarihinde, Yüksek Öğretmen Okulu’nun onuncu kuruluş yıl dönümü kutlanmış ve adındaki Arapça kökenli sözcüklerden arındırılmıştı.

İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu 1930’lu yılların ortalarında, okulun hedefi olan Fransız Yüksek Öğretmen Okulu niteliğindeki yapıya çok yaklaşmıştı.

1930 ve 40’lı yıllarda, tıp fakülteleri dâhil, üniversitelerin pek çok bölümüne sınavsız öğrenci alınırken, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu, sınavla öğrenci alan bir-kaç okuldan biri durumundaydı.

Yüksek Öğretmen Okulu’nun altın dönemini yaşadığı bu yıllarda, sonraki yılarda Türk Millî Eğitimine yön verecek mezunlar vermişti.

Arif Akçabay, Mesut Talaslıoğlu, Kamil Günel, Selman Erdem, Hasan Erk, Behçet Necatigil, Orhan Dengiz, Nuri Kodamanoğlu ve Turan Birinci bunlar arasında yer almaktaydı.

Ne var ki, 12 Haziran 1946 tarihinde çıkarılan üniversiteler yasası, öğretim üyelerinin dışarıda görev almasını yasaklamıştı. Okulda eğitimin niteliğinin artmasında önemli rolü bulunan müzakereci akademik kadronun bu yasa ile okulla ilişkisi kesilmişti.

Bu gelişmenin ardından okul bir öğrenci yurduna dönüşme sürecine girmişti. Gelişen olumsuzluklar, 1949-1950 yılı başında okulun kapatılmasına kadar uzanmıştı.

Kapalı kaldığı iki yıl içinde önemli ölçüde saygınlık kaybetmiş olan okul, 2 yıl sonra, 1 Mart 1951’de, tarihi ve görkemli bir mekân olan Çapa’daki binada eğitime yeniden eğitime başlamıştı.

Lise Öğretmeni yetiştiren tek kaynak durumundaki Yüksek Öğretmen Okulu’nun verdiği mezun sayısındaki gerilemenin tersine, 1950’li yıllarda, sanayileşmenin hız kazanması ve köyden kente göçün başlaması nedeniyle lise ve lise öğrenci sayısında önemli bir artış başlamıştı.

Bu gelişme, dönemin eğitimcilerini, lise öğretmeni yetiştirmede yeni bir öğrenci kaynağı aramaya yöneltmişti.

Köy Enstitüleri’nin devamı niteliğindeki 52 öğretmen okulunda eğitim gören üstün meslek motivasyonu kazandırılmış, yetenekli, daha da önemlisi öğretmenlik mesleğinin erdemleri küçük yaşlarda kavratılmış büyük, heyecanlı bu gür kaynaklar vardı.

Yüksek Öğretmen Okullarına yeni bir öğrenci kaynağı olabilirler miydi?

Olabilecekleri düşünüldü. Ne var ki İlköğretmen Okulu öğrencilerinin Yüksek Öğretmen Okuluna gönderilebilmeleri, dolayısıyla üniversiteye girebilmeleri için önemli bir engel bulunmaktaydı. O dönemde İlköğretmen Okulu öğrencileri lise mezunu sayılmadıkları için üniversite sınavlarına girememekteydi.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, lise öğretmeni yetiştirmede bu dinamik kaynak göz ardı edilemezdi, edilmedi de. 1950’li yılların ortalarında, Millî Eğitim Bakanlığının üst kademelerinde İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun olmuş ve bu kaynağı çok iyi bilen eğitimciler bulunmaktaydı.

Ankara Yüksek Öğretmen Okulu

İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunu 1945 yılında bitiren, 1950’li yılların ortalarından itibaren Millî Eğitim Bakanlığı’nda Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi olarak görev alan Nuri Kodamanoğlu adlı genç bir eğitimci soruna çare bulmuştu.

Yüksek Öğretmen Okulu bünyesinde lise bitirme kursları ve sonrasında da hazırlık liseleri açılacak, İlköğretmen okullarından gelen seçme öğrenciler bu liseleri bitirerek üniversitelere girmeye hak kazanacaklardı.

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, kendisine açıklanan bu modelden etkilenmişti. Bakanın çabaları ile hükümet de projeyi benimsemişti.

Nuri Kodamanoğlu ve ekibi 1959 yılında yeni projeyi yürürlüğe koymayı kararlaştırmış, 03.07.1959 tarih ve 209 Sayılı Talim Terbiye Kurulu Kararı ile Ankara Yüksek Öğretmen Okulu fiilen açılmıştı.

Henüz bir mekânı bile bulunmayan okulun kurucu müdürlüğüne de eski yıllarda İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun olan Hasan Erk atanmıştı.

Lise bitirme sınavları için düzenlenecek kurslar 10 Ağustos 1959 ile 5 Ekim 1959 tarihleri arası düzenlenecekti.

Henüz kendine ait bir binası bile bulunmayan Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nun açılış töreni, 12 Ağustos 1959 günü eğitimin yapılacağı Atatürk Lisesi bahçesinde yapılmıştı.

Törene, Millî Eğitim Bakanlığını vekâleten yürütmekte olan Tevfik İleri, Millî Eğitimin üst kademe yöneticileri ve İlköğretmen okulu müdürleri katılmıştı. Böylece Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nun doğumu gerçekleşmişti.

1964-65 yılında İzmir Yüksek Öğretmen Okulu’nun açılmasıyla birlikte sayı üçe çıkmıştı.

Model tutmuştu. Köylerden, kasabalardan seçilen zeki, yetenekli, kavrayışlı, sorgulayan, irdeleyen, eleştiren, birey-toplum çıkarlarında önceliği daima topluma verecek şekilde yetiştirilmiş idealist topluluk bu yeni modelle üniversite ortamına dâhil edilmişlerdi.

Yeni model ile ilgili bunca olumlu gelişmeye rağmen durumdan hoşnut olmayan birileri de bulunmaktadır. Bunlar, Amerikalı eğitim danışmanlarıdır. Danışmanlar, yeni modelle başarılı köy çocuklarının Yüksek Öğretmen Okulları kanalı ile lise öğretmeni yapılmasından her nedense pek mutlu olmazlar.

Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na bina yapılması için 1960 yılında 28 milyon lira yardım yapmayı kararlaştıran Amerika’nın Eğitim Müşavirleri tarafından Bakanlığa muhtıra gibi bir yazı verilir.

Bu yazıda özetle şu can alıcı cümleler yer alır: “Ankara’da açılmış bulunan Yüksek Öğretmen Okulu, şimdiye kadar öğretmen yetiştirmede yetersiz kalmış bulunan İstanbul’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun tamamen bir benzerini açmaktan ibaret kalmıştır. Yüksek Öğretmen Okulu bu statüde devam ettiği takdirde, biz Amerikalılar olarak bütün yardımları keseceğimizi üzülerek bildiririz. Ancak bu yoldan dönüldüğü takdirde, yardımların kesilmesi sözkonusu değildir.”

Dönemin Millî Eğitim Bakanı Hilmi İncesulu, bu yazıya şu yanıtı verir: “Ben bağımsız bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Bakanıyım. Görevlerimin ne olduğu, neyi yapmam gerektiği hakkında başkalarından emir alacak değilim. Bu memleket, bir Yüksek Öğretmen Okulu binası yapmaktan aciz değildir. Biz İstiklâl Savaşlarından çıktıktan sonra bile neler yaptırdık. Bunu da yaptırırız. Amerikalılar yardımlarını kessin”

Bu kararlı tutum, danışmanları susturmaya yeter ve model gelişmesini sürdürür.

İşte bu Yüksek Öğretmen Okulları gerçeğidir.

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...