Marmara Denizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marmara Denizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Haziran 2023 Salı

ROMA'NIN İKİZİ 7 TEPELİ İSTANBUL

 


25 Mart 1962 Pazar, Çapa İstanbul...

Üç İmparatorluğa başkentlik yapmış kadim kent İstanbul'u, öğrencilik yıllarımdan sonra da, onlarca kez gezme fırsatı bulacaktım.

Meydanlarında, caddelerinde, sokaklarında, kasır ve köşklerinde ve saraylarında dolaşacaktım.

Aşığı olduğum Yedi tepeli İstanbul'u tanımanın Suriçi kavramından geçtiğinin farkına varacaktım zamanla.

Zamanla 16 milyon ve üzerindeki bir nüfusu ile bir Mega kent olan İstanbul’un içinde; Öteki Yaka Pera, Üsküdar, Beykoz, Kadıköy, Eyüp ve diğerleri var ama asıl İstanbul, sadece Sur içinde yer alan bir yarımada, yani Fatih İlçesi’dir.

Fatih İlçesi’nin içinde bulunduğu Tarihi Yarımada İstanbul’dur…

Kuzeyinde Haliç, doğusunda İstanbul Boğazı ve güneyinde Marmara Denizi ile çevrili bölge, günümüzde “Tarihi Yarımada” olarak anılmaktadır.

Bizans döneminden kalma şehir surları yarımadanın batı sınırını oluşturmaktadır.

Osmanlı döneminden bu yana Tarihi Yarımada, Suriçi olarak da adlandırılmaktadır.  Suriçi, İstanbul kentinin ilk kurulduğu ve geliştiği bölgeye verilen addır.

Mega kent olan İstanbul'da binlerce tepe bulunmaktadır. Ancak İstanbul adını duyan herkes, ''Yedi Tepeli İstanbul'' kavramını da duymuştur.

Nerede dir? Bu yedi tepe sorusunun yanıtı ise ''Suriçi'' dir. Suriçi, Bizans İmparatoru Konstantin’in inşa ettirdiği asıl İstanbul’dur.

M.S.395 yılında kurulan Doğu Roma İmparatorluğu, Bizans’ın 1 000 yıl süre ile başkentliğini yapan İstanbul’un, Hipodrom olarak düzenlenen Sultanahmet Meydanı da Suriçi kavramını destekler.

1453 yılındaki Fetihten sonra devletin merkezi Edirne'den Suriçi'ne getirilmiştir.  Böylece bir imparatorluk merkezi olarak kurulan bu kent, yani Konstantinopolis, 20. yüzyılın ikinci çeyreğine dek Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olarak varlığını sürdürmüştür.

1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilinceye kadar, yaklaşık 1 000 yıl süreyle, önce Bizans sonra da Doğu Roma İmparatorluğu'na başkentlik yapmış olduğu için Antik Roma'nın ikizidir diye düşünüyorum Suriçi’ndeki İstanbul'u...

İstanbul’da olduğu gibi, Antik Roma’da da yaşam yedi tepe üzerine kurulmuş. Neden tepeler tercih edilmiş sorusu akla geliyor elbette...

Bütün Antik Yunan kentlerinin, Akropolis olarak adlandırılan, yüksek tepelere kurulduğunu görüyoruz.

Korunaklı, kartal yuvası gibi, çevresine hâkim bir konumda olan Akropolisler sağlam surlarla çevrili olurdu.

Korunaklı ve surlarla çevrili olan bu yerlerde, öncelikle, kentin koruyucusu durumunda olan tanrıların tapınakları ve onların gölgesi durumunda olan kralların konutları olurdu.

Bir bakıma Akropolisler tanrılaşma, tanrının gölgesi olma, tanrıyı temsil etme özellikleri katmaktaydı krallara, yöneticilere ve muktedirlere.

Roma’nın yedi tepesi, Tiber nehrinin Doğusunda ve şehrin merkezinde yer alan tepeler topluluğudur.

Şimdilerde oldukça meşhur olan Vatikan tepesi, Tiber Nehri’nin kuzeybatısındadır ve Roma’nın yedi tepesinden birisi değildir.

Şu anda Roma’nın yedi tepesinden beşi, anıtlar, binalar ve parklar ile kaplıdır. Capitol’de Roma belediyesi bulunur, Palatine tepesi ise arkeolojik alandır.

Oldukça meşhur olan ve Öteki Yaka-Pera olarak bilinen Galata da İstanbul'un yedi tepesinden biri değildir.

O halde hangileridir? Suriçi’ndeki tepeler topluluğu...

Bir bakalım hele...

*Topkapı Sarayı ve Ayasofya birinci tepede,

*Çemberlitaş ve Nur-u Osmaniye Camisi ikinci tepede,

*Bayezid Camisi, Üniversite ve Süleymaniye Camisi üçüncü tepede,

*Fatih Camisi ve külliyesi dördüncü tepede,

*Yavuz Sultan Selim Camisi'nin bulunduğu çevre beşinci tepede,

*Edirnekapı, Mihrişah Sultan Camisi altıncı tepede,

*Kocamustafapaşa semtinin bulunduğu bölge de yedinci tepedir.

Byzantion Akropolü de, kentin dinsel işlevli bir bölgesiydi. Bu Akropol ya da sitede tapınaklar yükselmekteydi.

Bundan 1 500 yıl öncesine bir bakış atabilsek ilk göze çarpan, anıtsal yapıların Zeus, Athena, Apollon, Posedion, Afrodit ve Artemis adına yapıldıklarını görecektik.

Dünyanın en etkileyici ve ilginç Saray Müzesi Topkapı ile Dünya mirası listesinin en önemli anıtlarından biri olan Ayasofya yedi tepeden birincisi üzerindedir.

23 Mart 2023 Perşembe

ASYA KITASINDAN ÇIKIŞ KAPISI HAYDARPAŞA


11 Eylül 1961 Pazartesi, Haydarpaşa…

İlk kez 1951 yılın Nisan ayının 26’sında, Bulgaristan'dan göç sırasında, Edirne’den Maraş Elbistan köylerine giderken görmüştüm Haydarpaşa Garını. 10 yıl sonra Üç imparatorluğa başkentlik yapmış bu tarihi ve gizemli kentle buluşmamı sağlayacaktı Haydarpaşa Garı.

Köyden kente göçün sembolü haline gelen Haydarpaşa Garı, henüz otobanların tam anlamıyla hayatımıza girmediği günlerde gurbetçilerin İstanbul’a varış noktasıydı.

Sıralanmış peronlar onlarca yıldır coşkulu kavuşmalara sahne olduğu gibi, sessiz ayrılıklara ve hayallerin yıkılmasına da tanıklık etmişti.

On yıl önce hüzünlü ayrılıklara sahne olan Haydarpaşa Garı bu kez benim için, İstanbul ile, coşkulu bir kavuşma sağlamıştı.

Kara trenden inip, elimdeki tahta bavulla Haydarpaşa Garı’na girdim. Bu anıtsal binanın içinde bir süre dolaştım. Garı’nın tavanlarındaki sanat eserlerini hayranlıkla gözden geçirdikten sonra dışarı çıkarak merdivenlerin üstünden Marmara Denizi ve Tarihi Yarımada’ya baktım.

Yıllar sonra farkına varacaktım. Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları şiirindeki ‘’Bir adam’’ gibi ‘’ben de, merdivenlerde duruyordum, bir şeyler düşünerek…’’

Haydarpaşa Garında

 1941 baharı saat on beş

 merdivenlerin üstünde güneş

yorgunluk ve telaş 

Bir adam

       merdivenlerde duruyor

                                  bir şeyler düşünerek   

                                                          (Nazım Hikmet)

Düşündüğüm şey, Çapa semtine ve Çapa Öğretmen Okuluna nasıl gideceğim konusuydu.

Bir süre Marmara denizi ve Tarihi Yarımada’yı seyrettikten sonra, Marmara kıyısına giderek geri döndüm ve beni İstanbul’la buluşturan tarihi ve anıtsal binaya baktım.

Benim gibi yolculuk etmiş çoğu insanın, İstanbul’un o muhteşem manzarası ile ilk tanıştığı yer olan gar binasının aslında klasik bir Alman mimari örneği olduğunu öğrenecektim sonraki günlerde. 

Haydarpaşa Garı’na kuş bakışı bakıldığında, bir bacağı uzun, diğer bacağı kısa bir “U” harfi şeklinde olduğu görülür.  Demişti sonraki günlerde Çapa İlköğretmen Okulu’ndaki tarih öğretmenimiz.

Haydarpaşa Garının içinde, kısa ve uzun bacakların arasında, geniş ve yüksek tavanlı odalar yer alıyordu. Zamanında bu odaların tavanları da ayrı bir sanat eseriydi.

Her bir odanın tavanında el işi göz nuru nakışlar vardı. Ama daha sonra üstleri sıvanmış ve bugün bu kalem işi nakışlardan bazılarını gardaki odaların sadece birinde görmek mümkünmüş. Mümkünmüş diyorum, herkes gibi ben de göremedim.

Odanın tavanının dört köşesine, TCDD’nin amblemi olan kanatlı tren tekerlekleri orijinal hâli ile resmedilmişti.

Haydarpaşa Garı 1906 yılında, İstanbul-Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak düşünülmüş ve yapımına başlanmıştı.

İki Alman mimar ve 1 500 İtalyan taş ustasının iki yıllık çalışması sonucu, 1908 yılında tamamlanan ve aynı yıl 19 Mayıs’ta hizmete açılan binada Hereke’ den getirilen açık pembe renkli granit taşlar kullanılmıştı. 

Padişah III. Selim, kendi adını taşıyan Selimiye Kışlası’nın yapımında çok emeği geçen Haydar Paşa’ya jest olarak, bu binanın bulunduğu semte ve civarına Haydarpaşa denmesine karar vermişti. 

Zemin kat ve asma katlarda Lefke-Osmaneli taşından cephe kaplaması kullanılmış. Bu kaplama yeni yapıldığında açık sarı renkteymiş. Binanın Selimiye tarafına bakan yanının bazı kısımları taş kaplama, bazı kısımları da sıvalı.

Saçak kornişiyle, ikinci ve üçüncü kat kornişleri içinde kalan bölümde ahşap dikdörtgen pencereler bulunduğunu öğrenmiştim sonraki yıllarda.

Pencereler arasında dikdörtgen süs kolonları yer alıyordu. Ayrıca dış cephe çeşitli geometrik desenler ve çiçek desenleriyle süslenmişti.

Binanın denize bakan tarafında ise binanın her iki ucuna denk gelen yerlerde dairesel kuleler var ve bu kuleler tabandan çatıya doğru daralıyordu.

Çok sağlam inşa edilmiş olan gar binasının şiddetli bir depremde bile zarar görme ihtimali yok denecek kadar az olduğu söylenmişti.

Binanın çatısı ahşap ve klasik Alman mimarisinde çok sık kullanılan bir tarz olan ‘dik çatı’ şeklinde yapılmıştı.

İstanbul’la ikinci kez buluşmamı sağlayan tarihi ve Anıtsal Haydarpaşa Garı’nı içselleştirdikten sonra Haydarpaşa Vapur İskelesi’nde, beni Eminönü’ne götürecek olan şehir hatları vapurlarından birini beklemeye başladım.

Yarım saat sonra gelen vapura binerek, Asya Kıtasından Avrupa Kıtasına geçtim...

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...