Kilikya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kilikya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2023 Salı

ANTİK TARSUS REGMA GÖLÜ

11 Haziran 1960 Cumartesi, Karabucak Tarsus…

Bulgaristan’dan gönüllü ve serbest göçmen olarak geldiğimizden, devlet bize bakmak zorunda değildi. Zaten biz de devletten bir şey istemedik, savrulduk durduk.

Geldikten 30 yıl sonra Akıncı Ailesinin Mersin Nusratiye Mahallesi’nde, eski Göçmen Barakalarının bulunduğu yerde, tek katlı bir evi oldu.

Yerleşik düzene geçinceye kadar karnımız nerede doyduysa oralara gittik. Gittiğimiz her yerde de öncelikle kütüphanelere, ardından kütüphanelerdeki kitaplardan bulunduğumuz yörenin tarihi ve coğrafi özelliklerini öğrenerek, yöre ile bütünleşmeye çalıştım.

Tarsus ve bir zamanlar Tarsus’u bürün dünyaya bağlayan limanı, Regma Gölü’nü anlamaya ve bütünleşmeye çalıştım. Karabucak Okaliptüs Ormanı’nda mevsimlik işçi olarak çalıştığım dönem bana bu fırsatı verdi.

Dokuz bin yıllık tarihi olan Tarsus, bir dönem Roma’nın önemli eyaletlerinden biri Kilikya’nın başkentliğini yapmıştı.

Roma İmparatoru Sezar’ın M.Ö 44 yılında ölmesinin ardından onun yerini alan üç kişiden biri olan Marcus Antonius Doğu Roma’nın yöneticisi olmuştu. Tarsus’a gelmesiyle, kentin gelişmesinin önü açılmıştı.

Cleopatra, Sezar’ın ölümünün ardından Romalı General Marcus Antonius’la yönetim konularını görüşmek üzere Tarsus’a gelir.

Cleopatra’nın dillere destan bir eşi daha olmayan muhteşem gemisiyle Tarsus limanına girişi hem Antonius’u hem de kent halkını büyülemişti.

Cleopatra’nın bu ziyaretiyle Tarsus, Dünyanın kalbinin attığı en önemli merkez durumuna gelmişti. Mısır’ın yönetimi ve Roma ile ilişkileri nedeniyle bir araya gelen çift arasında büyük bir aşk doğar.

Cleopatra’nın yaşadığı büyük aşk nedeniyle bir yıldan uzun bir süre Tarsus’ta kaldığı sanılıyor. 

Roma’nın genç imparator adayı Marcus Antonius, Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın onuruna, Tarsus’u  yeniden yaratmıştır.

Tarsus, tarihi konumu, coğrafyası ve limanı ile Antik Kilikya’nın stratejik bölgesinde bulunmaktaydı.

Tarsus ve çevresinde yaşayan antik çağ insanları Regma Gölü’nü doğal bir liman gibi kullanarak, antik çağ uygarlığının tüm nimetlerinden yararlanmıştı.

Ticari ve askeri yönden stratejik öneme sahip Regma Gölü sayesinde Tarsus “En büyük, en güzel, en ileri” vasıflarla tüm Akdeniz kentlerinde anılmaya başlanmıştı.

Toroslardaki sedir ağaçları, günümüzde Berdan olarak bilinen Kydnos Nehri yatağından akıtılarak Regma kıyılarına indirilir ve Regma kıyılarındaki tersanelerde askeri ve ticari gemiler yapılırdı.

Gölün Akdeniz’e kanallarla bağlı olması sayesinde Akdeniz’in şiddetli dalgaları Regma ’ya giremiyor ve tersanelere zarar veremiyordu. Bu nedenle Regma kıyılarında tersanecilik antik çağlarda en üst seviyeye çıkmıştı.

Tarih boyunca Tarsus’un ortasından akan Kydnos/Berdan Nehri taşkınlarla kente zarar vermekteydi.

M.S. 6. yüzyılda meydana gelen çok büyük bir taşkın nedeniyle, Bizans İmparatoru Justiniaus’un talimatıyla, nehrin yatağı değiştirilerek kentin doğusuna alınmıştı.

Kent içinden geçen ve Regma Gölünü besleyen Kydnos ’un yatağına ise yeterli su verilememişti. Gölü besleyen ana su kaynağının kesilmesi ile göl zaman içinde bataklığa dönüşmüştü.

Çevresindeki sazlık ve düzensiz su göletlerinin alüvyonlarla dolduğu bu alanlara Tarsuslular Karabucak ve Aynaz Bataklığı isimlerini vermişti.

M.S. 6. yüzyılda taşkınlardan korunmak amacıyla, doğaya yapılan müdahale, acı sonuçlarını 19. yüzyılda göstermişti. 1825, 1865 ve 1895 yıllarında Kydnos/Berdan’ın şehir içinde kalan eski yatağının kirliliği ve Regma bataklığı nedeniyle Tarsus ve çevresinde sıtma ve kolera salgını olmuş ve bu salgınlarda binlerce kişi hayatını kaybetmişti.

Berdan Nehri ise önce yolu üzerindeki Regma Gölüyle Tarsus’u bir liman şehri yapmış, sonrasında da taşıdığı alüvyonlarla bir bataklığa dönüştürmüştü.

Karabucak Okaliptüs ormanı Regma Gölü bataklığı üzerine kurulmuştu.

Karabucak Ormanını oluşturan Avustralya kökenli okaliptüs ağaçları Osmanlı devletine 19. yüzyılın son yarısında girmişti.

Okaliptüs ağaçları bölgeyi ormanlaştırma, yol kenarlarında süs bitkisi, bataklıkları kurutmak, toplum sağlığıyla ilgili olarak sıtmayla mücadele gibi nedenlerle dikilmişti dünya genelinde.

Egzotik bir ağaç olan okaliptüs 19. yüzyıldan sonra Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar dünyanın sulak ve ılıman bölgelerinde, başta endüstriyel amaçlı olmak üzere, bataklıkların ıslahında kullanılmaya başlamıştı.

1883 yılında Çukurova’nın ortasında bulunan Tarsus- Karabucak bataklığının kurutulması gereği, “çevre temizliği” bakımından devleti ilgilendiren önemli bir sorun olarak belirmişti.

Bataklığı kurutmak ve ziraat arazisi haline getirmek şartıyla Karabucak ve etrafındaki 89.000 dekar saha, 56.000 kuruş bedelle İngiliz Dara Kumpanyası ’na ihale edilmişti.

Ancak şirket bataklığın korkunç manzarası karşısında işe başlamaya cesaret edememiş, bu öldürücü bataklığı yalnız başına yenemeyeceğini düşünerek işi bırakmıştı.

Okaliptüs ağaçları tohum, fidan ve klonlama sistemiyle yetiştirilmekteydi. Taban suyu yüksek yerlerde diğer ağaç türlerine göre çok daha iyi ve hızlı gelişme göstermekteydi.

Bataklık Cumhuriyet döneminde, 1939 yılında ilk kez okaliptüs fidanı dikilerek ağaçlandırılmaya başlanmış ve günümüzde Karabucak okaliptüs ormanı adını almıştı.


2 Ekim 2022 Pazar

MERSİN'İN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULUŞ YILDÖNÜMÜ

 


3 Ocak 1956 Salı, Mersin…

Bugün, Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 33. yıldönümü.  

Dün Sosyal Bilgiler Öğretmenimiz Mondros Mütarekesi sonrasında Kilikya olarak adlandırılan Adana ve çevresindeki yerleşimlerin İngiliz ve Fransızlarca işgalini ve sonuçlarını anlattı.

Kuvayi Milliye İlkokulu olarak, eski Halkevi önündeki Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen etkinliklere katılacağız.

Bütün öğrenciler en temiz önlükleri ve Türk Bayraklarıyla harekete geçmemizi bekliyor heyecanla.

Birinci Dünya Savaşı  sonunda Osmanlı İmparatorluğu  ile İtilaf Devletleri arasında ateşkes ya da bırakışma, Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf Bey  tarafından,  Limni adasının Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 akşamı imzalandı.

Bu antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu fiilen sona ermişti.

Ateşkes Anlaşması hükümleri uyarınca Osmanlılar, Hicaz, Yemen, Suriye, Mezopotamya, Trablusgarp ve Sirenayka’da kalan garnizonlarını teslim ettiler.

Müttefikler Çanakkale ve İstanbul Boğazı’nın yanı sıra Batum’u ve Toros tünel sistemini işgal edeceklerdi.

Osmanlı ordusu terhis edildi ve Türk limanları, demiryolları ve diğer stratejik noktalar Müttefiklerin kullanımına açıldı.

Mustafa Kemal Paşa, antlaşmanın imzalanmasından bir gün sonra Liman Von Sanders’ten ordunun komutasını Adana’da devralarak VII. Ordu Komutanlığını üstlendi.

Adana’ya bağlı sancaklardan gelen temsilcilerle görüşüp, alınması gereken tedbirler konusunda bilgi verdi.

Bu görüşmelerden sonra da, 5 Kasım 1918’de Mersin’e gelerek burada mutasarrıfla, jandarma bölük yüzbaşısı ile görüşmüş ve depodaki silahların bol cephane ile dağ köylerine dağıtılmasını tavsiye etmişti.

Asker ve silah bakımından Milli kuvvetlerimizden kat be kat üstün olan Fransızlar, Mersin, Adana, Urfa, Aritep ve Maraş gibi geniş bir cephede tutunarak Ermenilerle ortak bir devlet hayali içindeydiler.

17.12.1918 günü sabahı İngilizler Mersin’i işgale başladılar.

Saat 09’da Mersin iskelesine bir filikadan çıkan İngiliz Subayı, iskele komiser muavinine bir zarf vererek, “Ateşkesin 7. maddesi uyarınca ve son anlaşmaya göre, güvenliği sağlamak amacı ile, Kilikya’nın-Adana işgaline Mersin’den    başlanacağını” bildirmişti.

Saat 10 civarında Müslüman bir Hint bölüğü Alman iskelesinden çıkarak İngiliz fabrikasına yerleşmişti. Ardından “iskele civarı, İngiliz fabrikaları, istasyon binası ve Amerikan Kolejinin işgal edildi.

Olaysız geçen 16 günden sonra 2.Ocak.1918 günü Fransız işgal askerleri ve Ermeni Lejyon alayı, Gümrük iskelesinden çıkarak Taşhan’a yerleşmiştiler.

Mersin ve civarında işgal kuvvetlerinin içinde yer alan Ermeniler2 , Fransız ordusunun önemli bir bölümünü oluşturuyordu

Fransız işgal kuvvetlerinin Ermeni gönüllüleri Taşhan, Araplar köyü, Hristiyan köyü ile Zeytinlibahçe’ de çadırlara, yerleşirken Tunuslu ve Cezayirli askerler de askeri kışlaya ve Müftü Medresesi’ne yerleşmişlerdi.

12.11.1919 tarihinde İngiliz kuvvetleri çekilmiş ve işgalci olarak Fransızlar kalmıştı.

Amaçlarına ulaşmak için Birleşik Ermeni Cemiyeti’nin öncelikli hedefi Mersin’de kaos ortamı yaratıp, terör eylemlerini organize etmekti.

Başkanı Manolyan, İkinci Başkanı Mıgırdıç Zelveyan’dı.

Toplantı yeri olarak Ermeni Kilisesi’ni seçen bu cemiyetin nihai amacı, merkezi Adana-Saimbeyli olmak üzere, Fransa himayesinde bir Ermeni Krallığı kurmaktı.

Bu amaçla Mağara bucağı, Silifke’nin merkez ve ilçelerinde şubeler açmıştı. Buralardan toplanan istihbaratı Paris’teki Ermeni cemiyetleri genel merkezine ulaştırıyordu.

Sünni Araplar tarafından kurulan İslam Arapların Hayır Cemiyeti’nin Başkanı Abdullah Dehlevi, İkinci Başkanı Hamit Hayfavi idi. Rum ve Ermenilerle işbirliği yapan bu cemiyetin üyeleri ev ve işyerlerine Fransız ve Ermeni bayrakları asarak taraflarını belli ediyorlardı.

Rum Cemiyeti de Türkler aleyhine çalışıyordu. Başkanı Yusufaki Tiryakidis, İkinci Başkanı Haralem Gedikoğlu, Guvernörlük Mümessili Aslanoğlu Corci’ydi. Kurulduğu günden itibaren Fransız yönetimini destekleyen bu cemiyet, King-Crane Komisyonu’na Fransız Mandasını lehinde oy verdi.

Türklere saldırmak için her fırsatı değerlendiren Rumların bir de gizli cemiyeti vardı. Bu cemiyetin başkanlığını, sonraki yıllarda bütün dünyanın yakından tanıyacağı meşhur silah tüccarı Prodromos Bodosakis-Athanasiadis yürütüyordu. Cemiyetin amacı İzmir’i işgal eden Yunan ordusuna yardım ve Rum gönüllü toplamaktı.

Milli kuvvetlerimizin verdikleri çetin bir gerilla savaşı karşısında tutunamayacaklarını anladılar. Ankara’da kurulan yeni Türkiye devletini tanıdılar. 20 Aralık 1921 tarihinde Ankara’da, Fransa ile Ankara Antlaşması imzalandı.

Ankara Antlaşması, özerk bir yönetime sahip olmasını öngördüğü İskenderun Sancağı dışında, bütün Kilikya’nın, bu arada Mersin ve içel’in Türkiye’ye bırakılmasını öngörüyordu.

Ankara antlaşmasının taraflarca onaylanmasından sonra, Fransızlar işgal altında tuttukları Kilikya kentlerim kısa süre içinde boşalttılar.

Fransızların Tarsus’u boşalttıkları gün 27 Aralık 1921 “de, Adana’daki Türk alayının bir taburu ve bir süvari bölüğü Tarsus’a, 3 Ocak 1922’de de Mersin’e girdi.

Böylece Mersin ve Tarsus’un kurtuluşu sağlanmış oldu


BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...