göçmen barakaları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
göçmen barakaları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2022 Çarşamba

DERS ANLATTIĞIM SÜT KEÇİMİZ

 


11 Mart 1956 Pazar, Mersin…

1955-1956 Eğitim ve Öğretim Yılının ikinci yarıyılı başlayalı bir aydan fazla oldu.

Birinci yarıyıl tatilinde asıl uğraşlarımızdan biri simit satmak olmuştu. Tatil olması nedeniyle fırınlardan aldığımız simitlerin tamamını satarak eve dönüyorduk. Ayrıca hangi bölgelerde daha kolay satacağımızı da öğrenmiştik.

Bundan 15 gün öncesine kadar anamızı evde bulabilmek büyük mutluluktu. Hastaneden çıkalı bir aydan fazla olmuştu. Ne var ki hastanede uygulanan beslenme evimizde pek geçerli değildi.

Her ne kadar sokaklarda kesilen büyükbaş hayvanların sakatatlarını ücretsiz alıyorsak da, her zaman denk gelmiyordu. Günübirlik işçi olarak çalışmakta olan babam ise haftanın ancak birkaç günü iş bulabiliyordu. Bulduğu işlerden alınan ücret ise oldukça düşüktü.

Yine de mutluyduk başımızı sokacak bir barakanın yanı sıra anamızın de evde oluşundan. Kardeşimle birlikte eve dönünceye kadar keçiyi otlatıyordu barakaların kuzeyinde kalan yeşillik alanlarda.

İkinci yarıyıl başladıktan 15 gün sonra anam tekrar hastaneye yatmak zorunda kaldı. Halk arasında ince hastalık olarak tanımlanan verem tedavisi için yaşamakta olduğumuz Göçmen barakalarının ortamı pek uygun değildi. Hem temizlik yönünden hem de beslenme yönünden yeterli değildi. Yine anasız kalmıştık evde…

Anam tekrar hastaneye yatınca, keçinin beslenme görevinin yanı sıra sütünü sağmayı da öğrenmek zorunda kaldım. Barakaların kuzeyi alabildiğine boş ve hayvan beslemeye uygundu.

Boynuna geçirdiğim oldukça uzun bir iple, geniş bir alanda otlanmasını sağlarken, kitap okuma ve ders çalışma olanağı da buluyordum. Tarih coğrafya derslerini keçiye anlatıyordum. Bazen kulaklarını kabartarak bana bakardı.

Keçiye ders anlatırken önemli bir şeyin farkına varmıştım. Çalıştığım konuları pekiştirmenin yolu birilerine anlatmaktı. Önemli olan anlatmaktı, kimin dinlediği pek önemli değildi. Sonraki yıllarda, anlatmanın yanı sıra Matematik, Fizik ve Kimya derslerinden, arkadaşlarıma yardım bahanesiyle, konulara hakimiyetim artacaktı.

Edindiğimiz arkadaşlar, okuldaki başarılarımız ve simit satmaktaki becerilerimiz anamın yokluğunu unutturuyordu. Bir süre sonra da evdeki yokluğuna alışmıştık zaten. Her şeye rağmen hayat güzeldi.

Gelecekteki hayallerime ulaşabilmek için bilgi dağarcığımı doldurmalıydım. Öğleden sonraları Mersin Halk Kütüphanesine gidiyordum. Kardeşim bazen bana katılmaz, arkadaşlarıyla sahilde gezintiye çıkardı.

Evin bir numarası olarak kendimi daha çok sorumlu hisseder, daha çok okur ve çalışırdım. Kardeşim Mustafa’nın arkasını topladığım da olurdu. Mustafa’yı çok sever, kendimden daha zeki bulurdum.

İkinci yarıyılda okula daha kolay uyum sağlamış ve öğretmenlerimizin de dikkatini çekmiştik. Bize biraz daha özenli davranmaya başlamışlar ve bilgimizi arttıracak kitaplar da vermişlerdi.  Mutlaka hazırlıklı gidiyordum okula. Hazırlıklı olduğumdan, bütün sorular için parmak kaldırıyordum.

Başarılı olmanın yolunun hazırlıklı olmaktan geçmenin yanı sıra anlatmaktan da geçtiğinin farkına varmıştım. Ders aralarında da bazı arkadaşlarıma o günkü konularla ilgili bilgilerimi aktarıyordum.

Geçtiğimiz günlerde İl Halk Kütüphanesinden ödünç aldığım Jules Verne’inin ‘’Denizler altında yirmi bin fersah’’ adlı kitabını, sanki ben de denizlerin altına gidebilir mişim gibi, sahildeki bir iskelede ayaklarımı denize sarkıtarak okumaya başladım.

Kitap ve denizle özdeşleşmeye çalıştım. Bu kitapla birlikte engin denizlerin altında bambaşka bir yaşam biçimi bulacaktım. Okuduğum her kitap dünyaya yeni pencereler açmamı sağlıyordu.

Okumak, öğrenmek, bilgilenmek, geleceğe yönelik pozitif hayaller kurmak güzeldi…

                                         

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...