Mersin Kuvayi Milliye ilkokulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mersin Kuvayi Milliye ilkokulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Aralık 2022 Cumartesi

İÇ ANADOLUDA ANTİK BİR KÖY MİSLİ

 

10 Haziran 1959 Çarşamba, Misli Niğde...

Dün, Mersin'den anamla kardeşimin yanına geldim. İvrizli olarak 3 gün kaldığım Mersin'de, Mersin Kuvayi Milliye ilkokulu 3. ve 4. sınıftan arkadaşlarımın bazılarını görme fırsatım oldu. En iyi arkadaşım İsmail Tunalı bunlardan biriydi.

Göçmen Barakaları Mersin'in ilk gecekondularından biriydi. Barakalarda yaşayanların büyük bölümü Mersin çırçır ve tekstil fabrikalarında vardiyalı çalışıyordu.

Benim gibiler, Köy Enstitüsü kökenli öğretmenlerin rehberliğinde ve vazgeçmediğimiz için, parasız yatılı okullara girerek gecekondulardan kurtulma şansımızı yaratmıştık.

Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarım mezun olduklarında aileleri ne yapacakları konusunda açmazda kalmışlardı. Yaşları 15-16 olan çocuklarının aile ekonomisine katkıda bulunmaları gerektiğine inanan büyük bir bölümü, özellikle kız çocukları için yeterli görmüşlerdi. Böylece ortaokul ve lise yolları kapanmıştı. Öğrendiğimde üzüldüm.

Aklıma ''Osmanımın Pantolon Parası'' geldi. İvriz yazılı sınavlarına Niğde'de katılma çağrısı geldiğinde, Niğde'ye gidecek paramız olmadığı gibi, iki gün sürecek olan sınav süresince kalacak yerimiz de yoktu.

Misli İlkokulu 1. ve 5. sınıfta en iyi arkadaşım Osman'ın anası Hatice Teyze, oğluna pantolonluk kumaş için ayırdığı 10 Lirayı ikiletmeden vermişti de sınavlara katılabilmiştik. Fukaralık böyle bir şeydi.

Sevindirici haberlerim de oldu. Babam bir miktar para biriktirmişti. Misli'de en az iki ay yetecek kadarını bana verdi. Yusuf dayım da tren garına kadar bana eşlik edip harçlık verdi ve beni trene bindirerek yolcu etti.

Mersin-Adana hattında çalışan trenden Yenice istasyonunda aktarma yaparak Adana-Kayseri hattında çalışan Toros Ekspresi ile Hüyük İstasyonu’na kadar 1300 km’lik bir yolculuk yaptım. İstasyondan yaklaşık 6 km uzaklıktaki Misli Köyüne de sağ salim ulaştım.

Köydeki ilk işim Kardeşim Mustafa’nın durumuyla ilgilenmek oldu.

Bayezid Öğretmenim önerisi ve yardımlarıyla değişik okulların yatılılık sınavları için, İlkokul 5. sınıfı tekrarlayarak bilgilerini pekiştirmişti. Bu kez İvriz İlköğretmen Okulu sınavlarının yanı sıra Konya Maarif Koleji parasız yatılılık sınavlarına da katılacaktı.

Birlikte sınav konuları bir kez daha gözden geçiriyor, eksik konu ve bilgi bırakmamaya çalışıyorduk. Bu kez başarmak zorundaydı. 

Mustafa'nın hazırlıkları dışındaki zamanlarımda Misli'yi tekrar kaşfetmeye çalışıyordum.

Misli’ deki Aziz Vlasios Rum Kilisesi, Ayasofya’dan sonra Türkiye’nin en büyük ikinci kilisesiydi. Misli’ deki kilisenin içi çok büyük ve Hasanköy Azize Makrina kilisesine göre daha korunmuş durumdaydı…. Duvar resimleri, aziz ve melek tasvirleri belirgindi…

Andaval’ daki Manastır, Hasanköy’ deki Azize Makrina Kilisesi ve Misli (Konaklı) Rum Kilisesi’ni birbirine bağlayan yer altı şehirleri ve koridorları vardı.

Tarihsel süreçte, bölgenin en büyük kilisesine sahip Misli’ de yaşayan üç bin nüfusun tamamını Ortodokslar oluşturmuştu. Misli’ nin erkekleri, Kapadokya’nın diğer bölgelerinin aksine, çalışmak için Torosların öteki tarafına gitmemişti.

Yorgancılıkla uğraşan küçük bir kesim, yakın bölgelerde çalışmış, Köyde kalan çoğunluk ise geçimini tarımla sağlamıştı.

İçine kapalı bir köy olan Misti’ nin sakinleri, kılık-kıyafet ve yaşam tarzı açısından yüzyıllar öncesindeki hallerini muhafaza etmişlerdi. Anadilleri Rumca olmakla birlikte, zamanla, Türkçeyi değişik bir lehçe ile kullanmışlardı.



8 Ekim 2022 Cumartesi

İLKOKUL ÜÇÜNCÜ SINIF BİTTİ

 


30 Haziran 1956 Cumartesi, Mersin…

1955-1956 Eğitim ve Öğretim yılı, 9 Haziran Cumartesi günü karnelerimizi almamızla birlikte tamamlandı. Bütün derslerimiz ‘’Pekiyi’’ olarak karnemize geçmişti.

Kuvayi Milliye İlkokulu'nda dördüncü sınıfta okumaya hak kazanmıştık.

Anam hastanede ve babam da sürekli bir iş bulamamıştı. Çukurova’daki Pamuk tarlalarında mevsimlik işçilik dönemini yaşamıştık 1951 yılının yaz aylarında. 

Bu kez, sürekli bir işi olmayan babamın ‘’günübirlik işçilik’’ dönemi başlamıştı.

Başta Gümrük Meydanı olmak üzere, Mersin’in birkaç meydanında her sabah ‘’amele pazarları’’ kuruluyordu.   Günlük işlerde çalışmak isteyen babam gibi işçiler/ameleler sabahın erken saatlerinde bu pazarlarda yerini alıyordu.

Günlük işçiye ihtiyaçları olanlar da, yaptıracakları işe göre, ameleler arasından seçim yapıyorlardı.

Ortadoğu ve uzak doğudan kaçak gelenlerin çokça rağbet ettiği amele pazarlarında, sabah 06.00’da kaldırımlara dizilen yaklaşık 100-150 yabancı ve 10-15 Türk işçi kendilerini alacak ‘’elçi ‘’arabalarını bekliyordu. 

Saat 10.00’a kadar iş çıkmazsa tekrar evin yolunu tutuyorlardı. Babam da bunlardan biriydi.

Çiftçilik dışında bir becerisi olmadığı gibi doğru dürüst okuma yazmasının da olmaması genelde işsiz kalmasını sağlıyordu.

Sonraki yıllarda en azından adını soyadını yazıp, okuyacak ve imzasını atacak kadarı öğrendi. Giderek, genelde bizim okuyup anlayabileceğimiz mektuplar da yazmaya başladı.

Anamın hastanede olduğu bu dönemde, babamın da sürekli bir işinin olmaması, kardeşimle beni para kazanacak yeni arayışlara götürdü.

Sabahları simit satmaya devam ediyorduk. Ancak yeterli değildi. 

Babamın yaptığı derme çatma bir ayakkabı boya sandığı ile ayakkabı boyamaya başladık. 

Ne var ki yılın 300 günü güneşli geçen Mersin’de ayakkabı boyacılığı pek para getirmiyordu.

Sonunda Halka tatlısı yapıp satmaya karar verdik kardeşimle… 

Halka tatlısı yapımı için önce tatlı hamuru hazırlamasını öğrendik. 2 çay bardağı ılık süt içinde 3 adet yumurtayı iyice çırptıktan sonra içine kabartma tozu ve irmik ilave ediyorduk.

Bu üç malzeme iyice karıştırıldıktan sonra üzerine 3 su bardağı unu da ilave edip, hafif cıvık bir kıvam alan tatlı hamurunu oluşturup sıkma torbasına koyuyorduk.

Sıkma torbasının küçük bir deliğinden, önceden hazırlanmış kızartma tenceresine, halkalar halinde hamur bırakılıyordu. İyice kızaran halkalar da şerbet içinde bir süre bekletiliyor ve satışa hazır hale getiriliyordu.

Simit satışlarımızın dışında Halka tatlısı satışı da rağbet görmüş ve para kazanmaya başlamıştık.

Başarılı olmak ve kazanmak yaşama sevincimizi arttırıyordu.

2 Ekim 2022 Pazar

BİRİNCİ YARIYIL TATİLİ 1956

 




22 Ocak 1956 Pazar, Mersin…

Dün karnelerimiz dağıtıldı.

Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu 1955-56 Eğitim ve Öğretim yılının birinci yarıyılını başarıyla tamamladık.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da notlarımız mükemmeldi. Bütün derslerden iki kardeş de Pekiyi almıştık. Düzenli çalışmamızın meyveleri ortaya çıkmıştı.

Okul aile birliği yardımlarını aldığımızda verdiğimiz sözler yerine getirilmişti. Mutluyduk, kendimize olan güvenimiz bir kez daha kanıtlanmıştı.

Bayrak merasiminde İstiklal Marşı okunduktan sonra okulumuzun Başöğretmeni Mustafa Kirazcı kısa ve öz konuşmasında, tatillerin biraz da eksiklerin tamamlanma fırsatı yarattığını vurgulayarak,

-Dinlenmeyi ve kendinize zaman ayırmayı, arkadaşlarınızla oynamayı hak ettiniz. Ancak gelecekteki hayallerinizi gerçekleştirebilmek için üretime ve çözüme yönelik bilgilere ihtiyacınız var. Hayallerinizin ufkunu geliştirecek kitaplar okumalısınız. İyi tatiller.

Dedi. Böylece birinci yarıyıl tatili başladı. 6 Şubat 1956 Pazartesi günü başlayacak olan ikinci yarıyıla kadar 15 gün tatil yapacaktık.  

Karnelerimiz ellerimizde büyük bir coşkuyla Göçmen barakalarına, evlerimize geldik.

Anam akıtma yapmıştı yine. Az daha unutuyordum, yaklaşık bir ay önce anam hastaneden çıkmış, babam da sütünden yararlanalım diye bir keçi almıştı daha önce.

Çevremizde yeşillik ve ot boldu. Bir taraftan keçiyi otlatırken bir taraftan da okumaya dayalı derslerimizle ilgili ödevlerimizi yapmıştık.

Anamın yaptığı akıtmalara-kreplere keçi sütü de eşlik edince bir ziyafete dönüşmüştü tatilin ilk anlarında kardeşimle yediklerimiz.

Akşam geç vakitlerde gelen babamın da günü verimli geçmişti. Bir haftadır çalıştığı iş yerinden ücretlerini almış ve elleri dolu gelmişti. Karnelerimizi de görünce gülümsedikten sonra,

-Başardığınız her şey kendiniz için çocuklar, bizim sizlerden beklediğimiz başarılı ve ülkemize faydalı kişiler olmanızdır.

Dedi, sonra her ikimizi de alnımızdan öptü.

Akşam yemeğinden sonra, babamın da izniyle, Göçmen barakalarındaki arkadaşlarla buluşarak sinemaya gittik. Sinemayı hak etmiştik.

Günümüzdeki Belediye binasının karşısında Güneş Sineması vardı. Üstü yazlık sinema olarak kullanılırdı.

Güneş Sinemasında, senaryosu Hüseyin Peyda’ya ait olan ‘’Mezarımı Taştan Oyun’’ adlı film oynuyordu. Yapımcılığını da üstlenen Hüseyin Peyda ile birlikte Atıf Yılmaz, Tekin Akmansoy, Sabiha İzer ve Nurhan Nur diğer oyunculardı.

Hüseyin Peyda 1952 yılında Urfa’da çevirdiği bu filmle bir efsane olmuş ve Hintli Raj Kapoor’ un ulaştığı şöhreti yakalamıştı. Tam da birinci yarıyıl tatiline girdiğimiz günlerde Güneş Sinemasında gösterime girmesi bizim için bir şans olmuştu.

Film Urfa’nın daracık taş sokaklarında eşeğe ters binmiş, ağasını arayan biriyle başladı. İçkili dansözlü bir hamam sefasında filmin başkahramanı Abdo Ağa ile devam etti.

Abdo Ağayı canlandıran Hüseyin Peyda başında örtüsü, sırmalı giysileri ve çizmeleriyle hamamda gerçek bir ağa görünümündeydi. Yardımcısının babası tarafından istendiğini belirtmesi üzerine hamamdan ayrıldı.

Abdo, eşraftan Bekir Efendinin sefahat düşkünü oğluydu. Ailesinin evlendirmek istemesine rağmen aklı fikri içki, kadın ve dansözlü hamam sefalarındaydı.

Bir düğünde tanıştığı kız kardeşinin arkadaşı Mircan, genç adamın bütün dünyasını değiştirmişti.

Birbirlerine âşık olan gençler evlilik planları yapmaya başlar. Ancak, Abdo’nun amcasının oğlu Zülfikar da genç kadını sevmektedir.

Amcasının oğlu Zülfikar ve babası sevgililerin peşini bırakmaz. Abdo’yu aradan çıkarmak isterler. Abdo ’ya kurulan tuzağın tetiklediği olaylar gençlerin felaketine neden olur.

Filmin son sahnesini asla unutmadım. Kıskançlık uğruna öldürülen Abdo Ağa’nın tabutu omuzlarda mezarlığa götürülürken, fon müziğini oluşturan keman acıyla inliyordu.

Sinemada gözyaşları sel olmuştu. Ben de ağlarken bulmuştum kendimi. Sadece ben mi, birlikte geldiğimiz arkadaşlarımın hepsi ağlıyordu.

Sinemadan çıkıp evlerimize giderken gözlerimizi silmiş ve birbirimize ”amma da yufka yüreklisin” diye takılmaya başlamıştık. Bu film sonrasında, ağlamanın da güzel bir yanının farkına varmıştık. Vicdanlı olmanın bir göstergesiydi  ağlayabilmek…          



5 Eylül 2022 Pazartesi

MERSİN KUVAYİ MİLLİYE İLKOKULU

 

24 Eylül 1955 Cumartesi, Mersin…

19 eylül pazartesi günü Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu üçüncü sınıfa, biraz tedirgin başlayıp, ilk haftayı tamamladık.

Göçmen barakalarından bir hayli arkadaşımız var okulda.

Birinci sınıfa yeni kayıt yaptırmış olanların dışında, hepsi okulun eski öğrencileri. Kardeşim Mustafa ile ben okulun yeni öğrencileriyiz.

Okulun genel işleyişini ve öğretmenlerini tanımıyoruz. Öyleyiz çünkü anamın hastalığı ve ekonomik nedenlerle sürekli okul değiştiriyoruz.

Birinci sınıfı Niğde Misli Köyünde, ikinci sınıfı Osmaniye’de okuduk. Kuvayi Milliye üçüncü okulumuz oldu.

Anam hala hastanede ve babam da sürekli bir iş bulamadı hala.

Her ne kadar simit satarak biraz harçlık biriktirmiş isek de ayakkabı, önlük, kitap ve defter için yeterli paramız yoktu.

Bu kez de okul aile birliğinin yardımlarıyla eksiklerimiz tamamlandı.

Bu tür yardımları unutmuyordum, unutmamalıydım.

Misli ve Osmaniye’deki başarılarımızı burada da sürdürmeliydik.

Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu Göçmen barakalarının yaklaşık 1200 metre kuzey-batısında, Mersin Şehir Mezarlığı yolu üzerinde bulunuyor.

Barakalardan da rahatlıkla görülebilen bir okul. Hızlı ve tempolu bir yürüyüşle 10 dakikada ulaşıyoruz.

1952 yılının Ekim ayında temelleri atılmış okulumuzun. 1953 yılının Ekim ayında eğitim ve öğretime başlamış.

Bizim kaydımızın yapıldığı 1955 yılında üç yıllık okuldu, bu yüzden sadece birinci, ikinci ve üçüncü sınıfları vardı. Şanslıydık diyesim geliyor.

Neden Kuvayi Milliye adını almış sorusunun yanıtı, ülkemizin Kurtuluş Savaşı ile ilgili. Sosyal Bilgiler dersi öğretmenimiz anlatacaktı sonraki haftalarda…

30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında, 17 Aralık 1918’de Müslüman Hintli askerlerin çoğunluğu oluşturduğu İngilizler tarafından işgal edilen Mersin, daha sonra gönüllü Ermeni birliklerden oluşan Fransızlara terk edilmişti.

1918 yılında başlayan işgalin, 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile sona ermesi sağlanmıştı.

Fransa 21 Aralık 1921 tarihine kadar Çukurova’yı boşaltmayı kabul etmiş, Mersin’in Türk askerine devir-teslimi ise 3 Ocak 1922’de gerçekleşmişti.

Bu nedenle 3 Ocak Mersin’in kurtuluş günü olarak kutlanmaktadır.

Bölgenin düşmanlardan temizlenmesi için canlarını seve seve veren Kuvayi Milliyecilerin anısına ithafen, Mersin İl Genel Meclisi’nin almış olduğu bir kararla, okulumuzun adı “Kuvayi Milliye İlkokulu” olarak belirlemişti.

Kuvayi Milliye İlkokulu başlangıçta İhsaniye, sonra Osmaniye ve nihayetinde Sağlık Mahallesi sınırlarına dâhil edilecekti.

Okulumuzun ilk Başöğretmeni Mustafa Kirazcı idi. Öğretmenler kadrosundaki Kadriye Özmen, Türkan Mutluay, Naciye İkizoğlu, Fatma Yılmaz, Hilmi Yılmaz ve İbrahim Allahtan bulunmaktaydı.

İbrahim Allahtan hala belleklerimdedir.

Göçmen Barakaları ile Tren garı arasındaki evine gider gelirdi bizim oralardan.

İsmini anımsayamadığım ”Napolyon” olarak adlandırdığımız bir öğretmenimiz daha vardı.

Öğretmenlerimizin hemen hepsi Köy Enstitüleri ya da ardılları olan Öğretmen Okullarından mezun olmuşlardı. Bütün öğrencilerine, kendi çocukları gibi, özen gösteriyorlardı.

İlk haftamızı tamamladığımızda tedirginliğimiz kaybolmuştu. Saat 13:30’daki bayrak merasiminden sonra eve dönerken mutluluktan içim içime sığmıyordu..


BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...