![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilxm9ALzEURPMdtbXV_gSS4OKxL_kNmSYx9LD8mQz4sYOoBj27mFH2XI3JC5L63UY1qlx7FYeovG6vaoA_6nm6vXreQARYn_yUVD1xc-9MnhsYDH1vss5PtzHrwGuj86b0RlAxe6zrkH3-hSSs7-cTj0k0m6T8joCxaCowr2BC06zHRYSKB73bX8TPJw/w640-h384/Tarsus%20Kolaj%C4%B1.jpg)
17
Eylül 1960 Cumartesi, Karabucak Tarsus…
Yaklaşık
üç buçuk ay çalıştığımız Karabucak Okaliptüs Orman
Fidanlığı'ndaki mevsimlik işçi dönemimizi dün sonlandırdım.
Bu
dönemde hem para kazandım hem de Antik Kilikya’nın başkenti
Tarsus’u tanımaya çalıştım. Güzel bir yaz sezonu oldu.
Tarsus’la
ilk bağlantım 6 Temmuz Cumartesi günü Tarsus açık hava
sinemasında izlediğim Ben Hur filmi kurmuştum. Sonraki günlerde
fırsat buldukça açık hava sinemalarında ilginç bulduğumuz
filmleri izlemeyi sürdürdük arkadaşımız Salih’le.
Antik
çağda Çukurova ile Mersin’den Alanya’ya kadar uzanan kıyıları
ve yaslandıkları Toros Dağlarının güney yamaçlarını içine
alan Kilikya bölgesi ve başkenti Tarsus ilgi alanım olmuştu.
Roma
İmparatoru Sezar’ın M.Ö 44 yılında ölmesinin ardından onun
yerini alan üç kişiden biri Marcus Antonius ’un Tarsus’a
gelmesiyle, Tarsus’un gelişmesinin önü açılmıştı.
Tarsus
ve gelişimini öğrenmeye çalışırken, İvriz’de Tarih
Öğretmenim olan Hüseyin Seçmen’i örnek almıştım. Tarih
derslerini seviyorduk.
Antik
Kilikya konusu ve işleyiş tarzı heyecanı yaratmıştı. Nitekim
derslerinden sonra kütüphaneye giderek Mısır Firavunlarıyla Roma
yöneticileri arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışmıştım.
Mısır’ın
yönetimi ile Roma arasındaki ilişkilerin çözümlenmesi için
Marcus Antonius tarafından Cleopatra Tarsus’a davet edilmişti.
Karabucak
bataklığının bulunduğu Regma Gölü, küçük tonajlı gemilerin
rahatlıkla geçebileceği bir kanalla Akdeniz’e bağlı olduğundan
Tarsus bir liman kentiydi.
İskenderiye’den
kalkan Firavunluk gemileriyle Akdeniz’i geçen Cleopatra ve maiyeti
bir liman kenti olan Tarsus’a büyük bir törenle girmişti.
Cleopatra’nın
bu ziyaretiyle Tarsus, Dünyanın kalbinin attığı en önemli
merkez durumuna gelmişti.
Cleopatra
Tarsus’u Regma Gölü'ne bağlayan Deniz kapısı, Cleopatra
ziyaretinden sonra, Cleopatra kapısı olarak anılır olmuştu.
Tarihi
anıtlardan Cleopatra Kapısı’nın yanı sıra Aziz Paulus
Kilisesi ve Kuyusu ’nu da öğrenme fırsatını yakalamıştım.
Vaftizci Yahya olarak da bilinen Aziz Paulus Tarsus doğumlu olup,
Hz. İsa’nın ilk havarilerinden ve İncil’in yazarlarından biri
olduğunu öğrenmiştim.
Diğer
taraftan, Yedi Uyurlar ve Ashab-ı Kehf turizm açısından öne
çıkan mekânlardan bir başkasıydı. Tarsus ilçesinin
kuzey-batısında,14 km. uzaklıkta yer alan Ashab-ı Kehf mağarası,
Hristiyan ve Müslümanlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul
edilmekteydi.
Antik
Tarsus’u bir ölçüde tanımanın dışında eski Regma Gölünü
Akdeniz’e bağlayan Berdan Nehri kıyısındaki yerleşimleri de
tanımaya çalıştım.
Yaklaşık
7 km güneyinde Özel-Bahşiş Köyü ile 11 km güneyinde Kulak Köyü
bulunmaktaydı. Kulak Köyünden yaklaşık 600 metre güneydeki
Berdan Nehri’nin kollarından biri üzerinden geçilerek Tarsus
Plajına ulaşılmaktaydı.
Özel-Bahşiş
sakinlerinin büyük bölümünü Balkan Göçmenleri
oluşturmaktaydı. Avlular içine aldıkları evleri en azından
renkli toprak boya ile boyanmışlardı. Bahçelerini
ağaçlandırmışlardı. Evlerini, insanca yaşama uygun hale
getirmişlerdi.
Öyleydi
çünkü Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarımın
bazılarının aileleri buraya yerleşmişlerdi. Evlerine davet
edilmişliğim vardı.
Oysa
yerli halkın oluşturduğu Kulak Köyü, Osmanlının kulluk
döneminde olduğu gibi, hala her şeyi devletten beklemekteydiler.
Genellikle
evleri bakımsız ve çevreleri de kupkuruydu. Yeşillikten
yoksundular. Balık vermişler ama balık tutmasını öğretmemişler,
onlar da öğrenmek istememişlerdi.
Karabucak
Okaliptüs Ormanı’nda çalışan mevsimlik işçiler içinde
kardeşimle benden başka öğrenimine devam eden yoktu. İlkokuldan
sonra eğitim ve öğretim bırakılmış ya da bırakılmak zorunda
kalmıştı.
Parasız
yatılı okullar olan Köy Enstitüleri ve ardılları olan
İlköğretmen Okulları olmasaydı kardeşimle ben de okulları
bırakmak zorunda kalabilirdik belki de…
Okullu
olmamıza rağmen kardeşimle ben diğerleri gibi, bekli de onlardan
daha iyi, üzerimize düşeni yaptık çalıştığımız süre
içinde. Çalışmaları yöneten Derviş Çavuş takdirle
karşılamış, bir bakıma, kardeşimle beni korumaya da almıştı.
İvriz
İlköğretmen Okulu bizleri, birçok becerinin yanı sıra, disiplin
konusunda da iyi yetiştirmişti. Mevsimlik işçiler arasında göz
doldurmuş ve saygınlık kazanmıştık.
Gerek
orman mühendisleri Yaşar ve Muzaffer Bey katında gerekse ulaşımdan
sorumlu Adem usta ve şoför Mahmut abiler katında da itibarımız
artmıştı.
Yaz
boyunca, hem tarım konusunda bilgi dağarcığım büyümüş hem de
okul harçlığımı kazanmıştım. Mutluydum ama yine de İvriz
Öğretmen Okulu'na dönme heyecanı sarmıştı beni. Sanki, asıl
yuvamız İvriz olmuştu...