ince hastalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ince hastalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2022 Çarşamba

BABAM BOR ELMA BAHÇESİNDE MEVSİMLİK İŞÇİ

 


12 Temmuz 1957 Cuma, Bor…

Mersin Göçmen barakalarından, ince hastalık teşhisiyle yattığı hastaneden yeni çıkmış olan anama süt sağlayan, keçimizi otlatmaya götürmüştüm. Bir taraftan da bilim kurgu kitaplarından birini okuyordum.

Bir an için gözüm otlamakta olan keçiye iliştiğinde hayretler içinde kaldım. Keçimiz göz ekranımdan yavaşça silinmekte ve giderek yok olmaktaydı. Yerimden fırlayıp yakalamaya çalıştıysam da yok olmuştu.

Arkamda ‘’Anamı isteriiiim anamı’’ diye ağlamakta olan bir ses duyup, geri döndüğümde ailenin en küçüğü Şaban’ı gördüm.

Neler oluyordu?

Onu Elbistan Hasanköy ’de toprağa vermemiş miydik?

Şaban’ı kucağıma almak için eğildiğimde, Şaban yerine eski bir fotoğraf karesiyle karşılaştım. Fotoğraf karesi içindeki Şaban’ın görüntüsü  uzaklaşıp yok olurken bana el sallıyordu. 

Birkaç dakika içinde önce keçimiz, sonra da kardeşim Şaban’ın fotoğraf kareleri hafızamdan silinip kaybolmuştu.

Karşılaştığım karabasanlar karşısında çaresiz kalmış ve herhangi bir anlam da verememiştim. Hıçkırmaya başlamıştım ki, bu kez de Natilus ’un Kaptanı Nemo karşımda belirdi. Gülümseyerek,

-Halüsinasyonlar mı görüyorsun genç adam? Çok yorulduğumda ve çaresiz kaldığımda bende de olur. Sen de çok yorulmuş ve üzülmüş olmalısın ki böyle bir sonuçla karşılaştın…

Kaptan Nemo da nereden çıktı? Diye düşünürken, İyi ki çıktı. Yardım alabileceğim deneyimli birisi Kaptan Nemo. 

-Ne yapmalıyım Kaptan Nemo? 

-Şu anda denizin 50 metre altındasın. Önce buradan kurtulmalısın. Ellerini yukarı kaldır, çömel ve ayaklarını gemi üstüne sağlam bastıktan sonra zıpla. Gerçek dünyaya ulaştığında esenliğe kavuşursun.

Dedi. Kollarımı yukarı kaldırıp, deniz yüzeyine doğru zıpladığımda,

-Hop Hooop… Yorganımı attın üzerimden?

Diyen bir ses geldi yan tarafımdan.

-Ne yorganı, yorgan da nereden çıktı

Diyerek yan tarafa döndüm. Kardeşim Mustafa gözlerini ovuşturarak,

-Neler oluyor birader. Neredeyse 5 dakikadır hem ağlıyor, hem de debelenip duruyorsun.

Deyince ben de gözlerimi ovuşturarak doğruldum.

-Neredeyiz Mustafa?

Biraz hayret biraz da kızgınlıkla bana bakıp, Cık cık cık yaptıktan sonra

-Bor’daki evdeyiz birader. Hayrola neden soruyorsun?

Dedi. Gerçekten de Bor’daki Cundalı evdeydik. Kendime geldikten sonra kısaca uykumdaki Halüsinasyonları anlattım.

-Kafayı mı yedin birader ?

Deyip yorganı üzerine çekerek yattı. Gecenin bir yarısı olmalıydı, ben de nerede olduğuma iyice kanaat getirdikten sonra yatarak derin bir uykuya daldım kısa sürede…

Anamın sesiyle uyandım…

Mustafa benden önce kalkmıştı. Babam da namazını kılmış, yer sofrasında beni bekliyorlardı. Sofrada akıtma vardı çayla birlikte.

Cumbalı evimizin alt katında su tulumbası vardı. Hayatımızda ilk kez dışarıdan su taşımak zorunda kalmıyorduk…

Aceleyle elimi yüzümü yıkayıp, sofrada yerimi aldım. Sessizce kahvaltımızı yaptık. Yemek esnasında konuşmanın zaman kaybı olduğunu öğrenmiştik Çukurova’daki Mevsimlik İşçilik döneminde pamuk toplarken.

Kahvaltıdan sonra babam mevsimlik işçi olarak girdiği elma bahçesine giderken,

-Mehmet, bugün evin yerleşimi ve eksikliklerin giderilmesi için ananıza yardımcı olun. Yarın sizi bahçe sahibi Necati Beyle tanıştıracağım.

Dedi ve gitti.

Babam Necati Bey adındaki bir Türkçe öğretmenin elma bahçesinde mevsimlik işçi olarak 250 Liraya anlaşmıştı. Bahçedeki hasat bitinceye kadar Necati Beye çalışacaktı.

Bahçede tek gözlü bir bekçi kulübesi olduğunu söylemişti. Çevresindeki boş alanlara sebze ekmişti önceki gelişinde. Böylelikle meyve ihtiyacımızın yanı sıra sebze ihtiyacımızın da bir bölümü bahçeden karşılanacaktı. Necati Bey izin vermişti.

Bahçede ağırlıklı ürün elma olmakla birlikte kiraz, vişne, armut, dut ve ekili sebzeler de vardı.

Bahçe Misket elması ağırlıklıydı. Bir yüzü kırmızı, diğer yüzü ise sarı ile yeşilimsi bir renk taşıyan ince kabuklu, hoş kokulu bir meyve olan Misket elması en çok Niğde ve çevresinde yetişiyordu. Niğde Misket elması ülke çapında ünlüydü.

Ülkemizdeki elma üretiminde Niğde üçüncü sırayı almaktaydı.

Babam gittikten sonra, gece rüyamda karşılaştıklarımı düşündüm bir süre.

Süt keçimizi genellikle ben otlatmıştım. Tarih, Coğrafya ve Türkçe derslerini çalışırken otlamakta olan keçimize anlatmıştım. Adeta ders çalışma arkadaşım olmuştu.

Daha önceleri de vurguladığım gibi, öğrenmenin en iyi yolu anlatmaktan geçiyordu. Ben de Mersin Göçmen barakalarına komşu alanda otlatmakta olduğum süt keçimize anlatıyordum. Satılmış olması beni çok etkilemiş olmalıydı.

Elbistan Hasanköy ‘de toprağa verdiğimiz kardeşim Şaban’ı da çok severdim. Rüyamda bilinçaltımdan çıkmış olmalıydı. Kaptan Nemo da etkisi altında kaldıklarımdan biriydi.

Gece gördüklerimi yorumladıktan sonra rahatlamış olarak anama yardım ettim kardeşim Mustafa ile…

Niğde Bor kazasında bizim için yeni bir yaşam kapısı açılmıştı…

31 Temmuz 2022 Pazar

ANAMIN İNCE HASTALIĞI NÜKSEDİYOR

 


14 Nisan 1955 Perşembe, Osmaniye…

Anam bu sabah da kan tükürdü ve zor kalktı…

Kahvaltıyı babamla birlikte hazırladık. Anamı kaldırdık, oldukça halsizdi, zorlukla kahvaltı yaptı.

Anamın kuru öksürükleri Şubat ayının ilk haftasından beri aralıksız sürmekteydi. Üstüne üstlük sabahları  ateşi çıkmaya başlıyor, öğleden sonra yükseliyor ve gittikçe artıyordu.  İştahı azalmış, yemek yiyemez olmuş ve iyice zayıflamıştı.

Nisan ayının son haftasında kan tükürdüğünü görmüştük. Bunun üzerine babam Osmaniye devlet Hastanesi’ne götürmüş, doktorlara geçmişte iki ay ince hastalık tedavi gördüğünü de anlatmıştı.

Kahvaltıdan sonra kardeşimle ben okul hazırlıklarını yaparken babam,

-Mehmet, Mustafa… Ben ananızı hastaneye götüreceğim. Okul dönüşü evde olmazsak merak etmeyin.

Dedi. Okula giderken oldukça üzgündüm. Yine mi anasız kalacağız derken, birden zamanda geriye, 1951 yılı nisan ayının karlı ve oldukça soğuk  bir gününde buldum kendimi.

Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç başlamış, açık bir kamyon kasasında Karagözler’ den Şumnu’ya giderken kan tükürmüştü anam.

Edirne Göçmen misafirhanesi doktorları ince hastalık teşhisi koymuşlar, bizimle Maraş Elbistan’a gelmesine izin vermemişlerdi. Babam da yanında kalmıştı. 

İki ay anasız babasız olarak, Halil dedemlerle Maraş Elbistan Alevi-Kürt köylerinden birine gitmiştik. İki ay tedavi gördükten sonra bizimle buluşmuşlardı.

Okul kapısına gelmiş olmalıydık ki kardeşim beni uyardı.

Dersler bitinceye kadar aklım anamdaydı. Sınıf öğretmenimin de dikkatini çekmiş olmalı ki beni uyardı. Özür dileyerek anamın durumunu anlattım kısaca. Anlayışla dinledi ve zor anlarda bize yardımcı olabileceğini söyledi.

Okul sonrası anamı evde yatarken bulduk. Babama, anamın kuvvetli beslenmesi gerektiğini söyleyen doktorlar, güçlü bir tedavi için Mersin Devlet Hastanesi’ne götürülmesini öğütlemişlerdi.

Doktorların birinci önerisini dikkate alan babam, bir süre dinlenmesi ve beslenmesi için gerekli tedarikte bulundu.

Kardeşimle ben de anamın yapacağı bir çok işi üstlendik ki yorulmasın...

18 Mart 2022 Cuma

MARAŞ İL EMRİNE GÖNDERİLİYORUZ

 


29 Nisan 1951 Pazar sabahı, Edirne…

Birden acı bir çığlık kopmuştu. 

‘’Anamı isteriiiim… Onsuz bir yere gitmeeem… Anamı isterim anamııı.’’ 

Diye. Çığlık çığlığa ortalığı birbirine katan iki yaşındaki üç numara olan kardeşim Şaban’dı…

Maraş yolculuğu başlamadan önce ‘’ince hastalık’’ teşhisi konularak revire yatırılmış olan anamı ziyarete gitmiştik. Birkaç ay tedavi görmesi gerektiğini söylemişti doktorlar. Babam da anamla Edirne Muhacir Misafirhanesi hastanesinde kalacaktı.

Ne olur ne olmaz diye anam Şaban’ı kucağına almadığı gibi öpmek de istememişti. Kucağa alınmayan ve öpülmeyen Şaban huysuzlanmış, ayrılma saati geldiğinde anasının yatakta kalmasını kabullenememiş ve basmıştı çığlığı.

İki yaşındaki kardeşim Şaban’ın tepkisi anasız yollara çıkacak olmasınaydı…

Çığlık çığlığa tepinmekte ve ağlamakta olan kardeşimizi Cemile teyzemle anneannem güçlükle yatıştırdılar. Çocuklarla arası oldukça iyi olan Kerim dayım da ilgisini dağıtmakta teyzeme yardımcı oldu.

Bu arada anam ağlamaya başlamış, babam da gözyaşlarını göstermemek için bize arkasını dönmüştü.

Gözlerim yaşarmış, haykırarak ağlamak üzereydim ki kendi kendime ‘’Metin ol Mehmet, babam anamla kalacağına göre aile reisliğini sen üstleneceksin. Ağlamamalısın.’’ Dedim ve gözyaşlarımı sildim.

Bir hafta içinde hayatımız nasıl da değişmişti…

Yaklaşık bir hafta önce Karagözler‘ deki komşularımız ve çocukluk arkadaşlarımızla hüzünlü vedalaşmalardan sonra şimdi de anam ve babamla vedalaşmak zorunda kalıyorduk.

Üstelik Halil dedemlerle hiç bilmediğimiz bir yere, Maraş Elbistan’a gitmek üzere ayrılacaktık Edirne’den.

Halil dedem, dayılarım ve kardeşlerim ve bazı köylülerimizle birlikte Maraş İli Elbistan kazası köylerinden birine yerleştirilmek üzere yola çıkarılacaktık.

Amcamla ailesinin Antalya taraflarında bir yere, halamların da Tokat taraflarında bir yere gönderildiğini öğrenecektim sonraki yıllarda.

Yolculuğumuz bilinmeyen yerlere ve bilinmeyen bir geleceğe doğru başlıyordu…



BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...