fitilli gaz lambası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fitilli gaz lambası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2022 Pazartesi

MİSLİ'DE YAŞAM ARKADAŞLARLA GÜZEL


          17 Ocak 1959 Cumartesi, Misli Niğde…

Güne derinden gelen anamın sesiyle uyandım.

-Mehmeeet, Mustafaaa...Hadi kalkın artık, kahvaltı hazır...

Demekteydi. Bir an için nerede olduğumu anımsayamamıştım yine. Bu durum sıkça başıma geliyordu.

Bazen Elbistan köylerinden birinde, bazen Osmaniye’de, bazen de Mersin ya da Niğde Bor’da bulurdum kendimi. Bulgaristan Karagözler Köyünde bulunduğum da olurdu.

Neyse ki çabuk kendime geldim. Niğde Misli Köyündeydim. Öğleye kadar uyumuştum.

Dün sabah İvriz Öğretmen Okulu’nda, bu sabah ise Misli Köyü’nde, anamla kardeşimin yanındaydım.

Anam sıcak tarhana çorbası yapmış, yanına da hepimize yetecek kadar karabuğday ekmeği koymuştu.

Bilmeden ve doğal olarak sağlıklı beslenmiştik karabuğday ekmeğiyle. İvriz Öğretmen Okulunda tarım öğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy’dan öğrenmiştik böyle olduğunu.

İnsanlık 17 bin yıldan beri tahıl ürünleri yetiştirerek yaşamını sağlıyordu. Tahıl ürünlerinde baş köşeyi Karabuğday almıştı bu süre içinde. Bedenimiz için Karabuğday bir besin deposuydu adeta.

Oysa, çoğumuzun özlem duyduğu beyaz undan yapılan ekmek, sağlığımıza katkıda bulunmaktan çok zarar sağlıyordu. Bu yönü bilinmediği için de, ilk çıktığı yıllarda kara ekmek içine katık niyetine beyaz ekmek konulduğunu görmüşlüğüm vardı.

Fırından alınan beyaz ekmeklerin yeterli kalorisi olmadığı gibi mineralce de zayıftı. Oysa karabuğday ekmeği, vitaminler başta olmak üzere, temin ettikleri ile eczanelerden uzak kalmanızı da garanti ediyordu.

Tarhana çorbası ve karabuğday ekmeği ile güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra kardeşim Mustafa ile dışarı çıktık. 

Fırtına durmuştu. Çevremizde adeta beyaz dünya vardı. Sessiz ve dingin...

Köyde, karakış yerine beyaz dünya diyebileceğim bir durum hakimdi. Evlerin çatıları dahil her taraf adeta bembeyaz pamuk yığını. Üstelik kavurucu rüzgar da yok.

Tam da kızakla kayılacak bir gün...

İlkokul arkadaşlarımın büyük bir bölümü çamaşır leğenleriyle bir bölümü de tahtadan uyduruk kızaklarla kaymaya başlamışlardı yukarı mahalleden aşağı doğru.

Aralarında Osman da vardı. Mustafa’nın yanında beni görünce, hem bize doğru koşuyor hem de gür sesiyle

-Arkadaşlar…İvriz’den Mehmet Akıncı gelmiş.

Diye adeta tellallık yapıyordu.

Benim aralarında bulunmam onlar için olağanüstü bir durumdu. Bana gelinceye kadar hiçbir öğrenci, ilkokuldan sonra, köyden ayrılarak ortaokula gitmemiş, gidememişti.

Kısa sürede etrafımızda bir halka oluştu. Başta Osman olmak üzere, arkadaşlarla kucaklaştık. Ardından İvriz’le ilgili sorular ve sorgulamalar başladı.

Köy Enstitüleri ve ardılları olan Öğretmen Okullarını ve işlevlerini özetledim. En çok ilgilerini çeken anahtarlarla ranzaların demirlerine vurarak uyandırılmamızın yanı sıra haftalık nöbetlerimiz oldu.

Yatakhanelerden sınıflarına giderken, bazı günler ortaya çıkan ”uçuran fırtınalar” anılarım da oldukça ilgi çekti. İlk sınıf nöbetimde Emin ile kömürlü sobayı nasıl yaktığımız anıma da kahkahalarla güldüler.

Yaklaşık yarım saatlik muhabbetten sonra Osman,

-Kayalım mı…Ne dersiniz?

-Elbette kayalım Osman. Şenliğe biz de katılalım.

Kahkahalar atanlar, kayarken yuvarlananlar, birbirine çarpanlar... Adeta bir şölene dönüştürmüşlerdi kızak kaymayı.

Kardeşim Mustafa’nın iki kişilik kızağı ile biz de katıldık bu şölene.

Sonuçta onlar benim, kesintili de olsa, ilkokul  arkadaşlarımdı. Hayat onlarla beraber güzeldi. Tekrar onlardan biri olmuştum. Kaydıktan sonra da  kemik aşık oyunu oynadık.

İlkokul beşinci sınıf arkadaşlarımla birlikte olmaktan büyük keyif aldım. Yaklaşık iki saatlik birliktelikten sonra Osman,

-Hadi bize gidelim. Anam sizi görmekten mutlu olacaktır.

Dedi. Benim niyetim de oydu zaten. Diğer arkadaşlarımıza el sallayarak ayrıldık. Karlara bata çıka Hatice Teyzelere ulaştık.

Hatice Teyze bizi oğullarıymışız gibi karşıladı. Ellerini öptüm. Osmanımın pantolon parası hayatımı dğiştirmişti. Anımsatarak tekrar teşekkür ettim.

Beni görmekten ve ziyaret etmiş olmamdan mutlu olmuştu Hatice Teyze. Tam bir Anadolu kadınıydı. Sevecen, güler yüzlü, konuksever ve yoktan vareden bir kadındı.

Bir süre sohbet ettikten sonra izin isteyip, evimizin yolunu tuttuk.

Anamın yanında da zaman geçirmeliydim. Bulgaristan’dan ayrılalı beri gün yüzü görmemişti anam.

Babam Mersin’de günlük işçi statüsündeydi. Mektuplarından edindiğim izlenimlere göre, bazı günler iş bulamadan Mersin Göçmen Barakalarında sığındığı odasına dönmüş oluyordu.

Hatice Teyzeden eve dönerken bunları düşündüm hüzünle… 



BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...