İvriz öğretmen Okulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İvriz öğretmen Okulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mart 2023 Çarşamba

BABAMIN TURAN EMEKSİZ AĞAÇLAMA SAHASI


 24 Mayıs 1961 Çarşamba, Tarsus …

Sanki karyola demirlerine vuruluyormuş duygusuyla erkenden uyandım. İvriz’deki alışkanlıklar devam ediyordu ve yaşadığım sürece de devam edecekti.

Yer yatağındaydım. Gözlerimle ortamı taradım. Nihayet Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'nda, ailemin yanındaydım.

Dün gece Hacıkırı (Kıralan) Köyü'nde Musa Emminin Tanrı Misafiri konumundaydım.

22 Mayıs Pazartesi günü ayrıldığım İvriz Öğretmen Okulu’ndan, unutulmazlarım arasına girecek olan, maceralı bir yolculuktan sonra dün akşam geç vakitlerde ailemin yanına gelebilmiştim.

Gelebilmiştim ama Torosların eteklerindeki Hacıkırı-Kıralan Köyü ve Alman Köprüsü hala aklımdan çıkmıyordu.

Ne yolculuktu ama dedim kendi kendime…

Bir süre daha Alman Köprüsü maceramı düşündükten sonra, gün ışırken kalktım.

Anamla babam benden önce kalkmışlardı. Dışarı çıktım. Başta sardunyaların yer aldığı bir çiçek bahçesiyle karşılaştım. Dün akşam karanlıkta dikkatimi çekmemişti.

Kumul fırtınalarının olduğu bu yerde, babam nasıl oluşturmuştu çiçek bahçesini derken, sazlardan örülmüş rüzgar önleme duvarları dikkatimi çekti.

Birden anımsadım. Önümüzden geçen Berdan Nehri kıyısındaki sazlıklardan kestikleriyle, yaşadığı ortamı kumullardan koruma duvarlarıyla çevirmişti. Adeta kendi cennetini yaratmıştı babam.

Evin arka tarafına geçtiğimde de gözlerime inanamadım. Karşımda kavun, karpuz tarlası duruyordu. Kavun karpuzun yanı sıra domates, biber, kabak, patlıcan ve salatalık da ekmişlerdi.

İçim gurur ve sevinçle doldu. Babamın becerikli olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum.

Tulumbada elimi yüzümü yıkayıp, giyindikten sonra Berdan Nehri kıyısında yürüdüm. Yaklaşık 100 metre ileride Babam yine saz biçiyordu.

-Kolay gelsin Baba.

-Allah razı olsun oğlum. İyi uyuyabildin mi?

-Uyudum baba, anam nerede? Göremedim.

-İneği sağmaya gitmiştir, gelir biraz sonra.

Birden anımsadım. İki ay önce yazdığı bir mektubunda, doğurmasına az kalan bir inek satın aldığını yazmıştı. Süt sağıldığına göre inek buzağılamıştı. Bir danamız var demekti.

Doğru dürüst okuma yazması olmayan babam süt, yoğurt, peynir ve tereyağı gibi ihtiyaçlarını görmenin yolunu görmüş ve çözmüştü. Geçen yıl ağaçlama sahasına koyduğu arı kovanlarından ilk bal hasadını da yapmıştı.

Evi ve çevresini kumullardan temizlemiş ve hatta çimlenmesini sağlamıştı. Gerekli gördüğü yerlere yaptığı rüzgâr ve kumulları önleme duvarlarının yanı sıra, yazın kardeşimle benim yatacağım bir de çardak yapmıştı.

Kısaca konakladığı bölgeyi insanca yaşanacak bir hale getirmişti.

Geri döndüğümde, elindeki süt bakracıyla anam eve girmek üzereydi.

-Kalktın mı Mehmet?

-Kalktım anacığım. Babam saz biçiyor.

-Ben de kahvalyıyı hazırlayayım öyleyse. Sen de git biraz domates, salatalık ve biber topla.

Dedikten sonra kahvaltı hazırlığına başladı. Ben de isteneni yapmak için evin arkasına dolandım.

Ekmek sorununu babamın aldığı bir çuval un ve yaptığı küçük bir ekmek fırınıyla çözmüşlerdi. Ayrıca anamın bazlama yapabileceği tandır için de uygun bir ocak yeri yapılmıştı.

Bazlama sevdiğimi bilen anam kısa sürede birkaç bazlama pişirdikten sonra sofrayı domates, salatalık ve biberle donatmıştı. Süt pişirmeye başladığında,

-Git babanı çağır da kahvaltımızı yapalım.

Babam kahvaltı ve yemek sırasında pek konuşmayı sevmezdi. Günlük ve mevsimlik işçilik dönemlerimizde yemek esnasında konuşmak zaman kaybı olarak bilinirdi. Oralardan kalma bir alışkanlıktı. Sessizce kahvaltımızı yaptıktan sonra,

-Anlat bakalım oğlum, okul nasıl gidiyor? Geri dönecek misin? Dönmeyeceksen Derviş Çavuşa söyleyelim sana uygun bir iş bulsun.

-Bayramdan sonra okula geri döneceğim baba. İstanbul Çapa Öğretmen Okulu sınavları için bütün yaz okulda kalacağım.

-İstanbul da nereden çıktı oğlum?

Dediyse de sen bilirsin oğlum diyerek sohbeti sonlandırıp, ağaçlama sahasını biraz dolaşayım diyerek dışarı çıktı.

Bugün Arefe. Yarın Kurban Bayramı başlıyor. Konya Maarif Kolejinde parasız yatılı okumakta olan kardeşim Mustafa’nın da gelmesi gerekiyordu.

Nitekim akşamüzeri Şoför Mahmut abi dönemeçte görününce Mustafa’yı getiriyor diye düşünmüştüm. Gerçek de Mustafa’yı getirmişti.

Mustafa ile sarmaş dolaş olduktan sonra Mahmut Abiye sarılarak teşekkür ettim. Dere kenarında saz biçmekte olan babam da gelip, Mahmut Abiye teşekkür ettikten sonra,

-Hoş geldin Mustafa.

-Hoşbulduk baba.

Deyip babamın elini öpen kardeşim elindeki tahta bavulla, kapı eşiğinde bekleyen anamın yanına giderek elini öptü.

Babamın kestiği soğuk karpuzu yerken nefeslenen Mahmut Abi izin isteyerek Karabucak fidanlığına geri döndü. Babam,

-Akşam namazını birlikte kılalım çocuklar. Mehmet, sen müezzin olarak ezan oku.

Babam dini bütün ve samimi inananlardan biri olarak kul hakkı yemekten korkardı. Çalışmanın ibadet olduğuna inananlardan biriydi. Bu dünyanın geçici olduğunu, asıl öbür dünyaya hazırlanılması gerektiğine inanırdı.

Ahrete, cennet ve cehenneme samimi olarak inandığı içindir ki haram yemekten korkan biriydi. Allah nezdinde iyi bir kul olduğuna inandığı içindir ki karşılaştığı her zorlukta Allah’ın takdiri böyleymiş der, tevekkül gösterirdi.

İnançlarının hayatına anlam kazandırdığını düşünenlerden biriydi. Hayata böyle tutunduğunu görmüştüm. Babam ve babam gibilerin inançlarına saygı duyuyordum.

Akşam namazından sonra yemeğimizi yedik. Anam çay demlemişti. Çaylarımızı içerken okullarımızdaki başarılarımızı anlattık babama.

Bizi dinledikten sonra,

-Okullarınızın ve eğitimin size kazandıracaklarını sakın aklınızdan çıkarmayın. İkiniz de parasız ve yatılı olarak okuyorsunuz. Sizlere sağlanan bu imkanları hayatınız boyunca aklınızdan çıkarmayın. Fakir fukara çocuklarını koruyun.

Dedikten sonra Bulgaristan, Karagözler Köyü, Sakar Balkan, askerlik anıları ve göç yolculukları üzerinde uzunca bir süre destansı bir konuşma yaptı. Kardeşimle ben de sabır ve sessizce dinledik.

Dinledik çünkü, bize bir kez daha ‘’kurtuluşunuz eğitimde’’ demek istemişti uzun hikâyesinde.

12 Şubat 2023 Pazar

1960-61 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI SONU


21 Mayıs 1961 Pazar, İvriz…

Mayıs ayı bayramların ayıydı 1961 yılında.

Öyleydi çünkü 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı (ki ülkemizde genellikle bahar bayramı olarak kutlanır), 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nı cuma günü kutlamıştık.

25 Mayıs Perşembe günü Kurban Bayramı ve 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı olmak üzere 2 bayram daha bayram kutlanacaktı.

Kurban Bayramı ile 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı'nı ailemin yanında kutlamak istiyordum.

1961 Mayıs Ayı Bayramlar ayı olmasının yanı sıra bizim için ayrı bir önemi vardı.

İvriz Öğretmen Okulu’nda üç yılımızı tamamlamış ve Ortaokul diploması almaya hak kazanmıştık.

Bütün yazılı ve sözlü sınavlar 19 Mayıs’tan önce bitmiş, 18 Mayıs Perşembe günü karnelerimiz bile dağıtılmıştı.

Bu dönemde de, tam olarak hak etmesem de, bütün derslerim 10 üzerinden 10 olarak karneme geçmiş, üstelik takdirname de almıştım.

Dersler, sınavlar bitmiş ve karneler de alınmış olduğundan yapılacak tek şey yaz tatilinde nerede ve neler yapılacağı konusunda muhabbet etmekti.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu müzik ve resim semineri sınavları için hazırlananlar dışındaki bütün arkadaşlar 19 Mayıs gösterilerinden sonra ailelerinin yanlarına gideceklerdi.

Belki de bazıları İvriz Ziraatında görev alıp, bir süre daha İvriz yerleşkesinde kalacaktı.

Cumartesi günü okulla ilişik kesme ve izin belgelerini düzenleyebilenler hemen, bazılarımız da pazartesi günü okuldan ayrılabilecektik.

Ben Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasındaki ailemin yanında Kurban Bayramı’nı geçirdikten sonra okula geri dönecektim.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri sınavlarını kazandığım takdirde, önümüzdeki yıl İvriz’de olmayacaktım.

Bu duruma hem üzülen hem de benim adıma sevinen can dostum Emin Özkan (Özgan) ve Hüseyin Kaya ile koyu bir sohbete dalmıştık.

Sohbet sonrasında Emin, duygularını tutmakta olduğum ‘’HATIRAT Defteri III’’ sayfalarına yazarak dile getirdi.

‘’Canım Eeeaahh’’ Diye başlamasının nedenini, soyadım ‘’Akıncı’’nın ‘’Akıncıııaaahh’’ biçiminde uzatmamdan kaynaklandığını söyledi. İyi ki söyledi çünkü beni sürekli kızdırırdı.

Ben Kemal Çuhalılar ile çalışma programı yapmak için gidişimi Pazartesi gününe bıraktım öğleden önce Kemal Bey ile görüşebilirim umuduyla...

31 Ocak 2023 Salı

VİVALDİ KEMAN KONÇERTOSU OLGUNLAŞIYOR


 5 Mart 1961 Pazar, İvriz...

Sabah kahvaltısından sonra Müzikhaneye geldim. Antoni Vivaldi'nin Dört Mevsim Konçertosu'nun İlkbahar bölümü notalarını, keman olmaksızın, sesli çalıştım.

Birkaç kez sesli çalıştıktan bir süre sonra kemanımda yay çekerek notaları çalışmaya başladım. Yaklaşık iki saat yay çektikten sonra piyano başına geçip tuşlara basmaya başladım.

Notaları ezberlemeliydim yapacağım tekrarlarla...

Öğle yemeği için ara verdim. Yemekten sonra bir süre açık havada dolaştım. Saat 14:00 sularında müzikhaneye geldim. Bir süre sonra Kemal Bey de geldi.

-Hadi bakalım Akıncı. Dünden beri neler yaptığını görelim.

-Oldukça iyi çalıştım öğretmenim.

-Göster bakalım Akıncı. Seni dinliyorum...

Kemanımın akordunu kontrol ettikten sonra yay çekmeye başladım. Kemal Bey hiç sesini çıkarmadan dinledi beni. Parçayı bitirip, kemanı indirdiğimde,

-Fena değil ama yeterli de değil. Yay çekmede pürüzlerin var. Çıkardığı sesler çok net olmalı. Daha çok çalışman gerekiyor.

Dedi. Kısa boylu, minyon yapılı, sarışın, açık kumral saçlı, sert mizaçlı, hemen hemen hiç gülmeyen bir insandı Kemal öğretmenim.

En ufak bir hatayı affetmez, hiç gözümüzün yaşına bakmazdı.

Solo keman parçamı dinledikten sonra ‘’Fena değil.’’ Demişti. Daha ne olsundu…

Daha çok çalışmaya karar vermiştim… 



27 Ocak 2023 Cuma

HAYALİMDE İSTANBUL ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU

3 Kasım 1960 Perşembe, İvriz…

İçim içime sığmıyordu… Nasıl sığsın ki?

Hayallerimin şehri, İmparatorluklar Başkenti İstanbul’da okuma fırsatını yakalamıştım.

Son iki saatimiz müzik dersiydi. Müzik öğretmenimiz Kemal Çuhalılar ‘’İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu Müzik Seminerine gitmek isteyen var mı?’’ Sorusunu sorduğu anda ilk kalkan parmaklardan biri benimdi.

Benimle birkaç parmak daha kalkmıştı. Kemal Bey kalkan parmakları gözden geçirdikten sonra ‘’ Çapa Müzik Semineri için iyi derecede Keman ve Piyano çalmak, birer parça hazırlayarak sınavına katılmak zorundasınız. Yaz tatilinde de okulda kalıp çalışmalısınız.’’

Deyince parmakların bazıları inmişti. Ben indirmemiştim. İndirmeyenlerden biri de Akif İken idi. İkimize ayrı ayrı bakıp ‘’yarından itibaren hazırlanmaya başlayabilirsiniz.’ Demişti. Seçilmiştim…

İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu Müdürlüğü, Türkiye’deki İlköğretmen Okulları müdürlüklerine yazı yazarak; normal derslerin yanı sıra müzik ve resim konusunda uzmanlaştırmak üzere öğrenci alınacağını duyurmuştu.

Gerekli koşuları sağlayan, çalışkan, yetenekli öğrenciler; yetenekleriyle ilgili hazırlıkları yaptıktan sonra Eylül ayı ortalarında Çapa İlköğretmen Okulu’nda seçtikleri bölümle ilgili sınava gireceklerdi.

Ben Müzik Semineri bölümünü seçmiştim. Sınavlarda başarılı olursam liseyi İstanbul’da okuyacaktım. Bu sınav, üç yıl İstanbul’da okuma fırsatı kazandıracaktı. Bu kazanç benim için çok önemliydi. 

Okul bandosunda akordeon çalıyordum. Enstrümanlardan mandolin çalmak zaten zorunluydu. Keman ve Piyano ile ilgilenmeye başlamıştım bu ders yılı başında.

Diğer bütün derslerimde olduğu gibi resim, müzik ve diğer sanat dallarında da disiplinli biriydim. Başarılı olmak için sadece yeteneğin yeterli olmadığını yaşayarak öğrenmiştim.

Başarının birinci koşulu disiplin ve süreklilikti. Bunların hepsi bende vardı, olmak zorundaydı. Aksi takdirde Çukurova’nın pamuk tarlaları ve Karabucak Okaliptüs ormanının dikim sahalarında mevsimlik işçi olarak çalışacaktım.

Müzik öğretmenimiz olan Kemal Çuhalılar’ın ayrı bir yeri ve ağırlığı vardı İvriz’de.   Çuhalılar öğrencileri arasında kulakları hassas olanlarla benim gibi disiplinli olanlara dersleri dışında da mandolin ve keman dersleri vermekteydi. 

Geçen yıl Salih Ziya Büyükaksoy öğretmenimizin oğlu Feridun Büyükaksoy’u Çapa İlköğretmen Okulu’na hazırlamıştı. Feridun ağabeyimiz İstanbul’daki sınavları kazanmış, müzik dalında ilerlemişti.

Kemal Çuhalılar dersten sonra bana ‘’Akıncı sen kal, seninle Müzik Semineri hazırlıkları üzerine biraz konuşalım. Akif, seninle sonra konuşacağım’’ Dedi.

Arkadaşlarımız müzikhaneden ayrıldıktan sonra da ‘’Piyano ve keman çalışmalarımın yanı sıra; Kulak eğitimi, Ritmik ve melodik dikte; ritmik boğumlanma ve solfej çalışmaları, nota aralıkları, akorları, dereceleri duyarak tanıma; Temel müzik teorisi, armonik ve melodik analiz, akor yürüyüşleri, akor-gam ilişkileri konularında çalışmalar yapmamız gerekiyor. Ancak, enstrüman olarak keman ya da piyanodan birini seçim kuvvetlendirmen gerekiyor.’’ Dedi.

Ben kemanı seçmiştim. Kemana olan hâkimiyetimi arttırmalıydım.

Kemal Çuhalılar’ın beni de seçerek, İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu Müzik Seminerine hazırlamaya başlaması yaşamımda yepyeni bir sayfanın açılmasını sağlamıştı.

25 Ocak 2023 Çarşamba

İVRİZ'DE 1960-61 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI

 

19 Eylül 1960 Pazartesi, İvriz…

Madeni anahtar sesleriyle uyandım. Neler oluyor diye gözlerimi açıp, kafamı kaldırdığımda cibinlik ve okaliptüs ağaçlarını göremedim.

Neredeydim acaba?

Karabucak Okaliptüs Fidanlığı'nda olamazdım, ağaçları yoktu. Mersin Göçmen barakalarında da olamazdım. Olamazdım çünkü, ''geri döndüğümde hiç kimseyi yatağında görmeyeceğim'' sesi beynimde yankılandı. Ses Hüseyin Seçmen'e aitti.

Bir ranzanın üst katında İvriz yatakhanelerinden birindeydim.  Hüseyin Seçmen de nöbetçi öğretmendi. Demek ki İvriz'de, sıcak yuvamızdaydım. Sınıf arkadaşlarım yataklarından inip, hızla giyinmeye başlamışlardı bile.

Zamanda geriye, Cumartesi gününe gittim. Tarsus’tan bindiğim trende gecelemiş, Pazar günü de öğleden sonra İvriz’e gelmiştim.

Yaklaşık üç ay bir buçuk metre yükseklikte bir çardakta, cibinlikle çevrelenmiş bir yatakta gecelemiştim kardeşimle. Ranzanın üst katındaki yatağımı çardaktaki yatak olarak algılamış, okaliptüs ağaçlarını ve yaprakları arasından dans ederek geçen güneş ışınlarını aramıştım.

Zil ve anahtar sesleri denetimi ele almışlardı yine.

Kalktım… Elimi yüzümü yıkadım ve hızla giyindim. Yatağımı düzelttikten sonra etüte yetişmek üzere 3/A sınıfının yolunu tuttum. Henüz dersler başlamadığı için, dün göremediğim arkadaşlarımızla sarmaş dolaş olup yaz anılarımızı paylaştık.

Sabah kahvaltısından sonra tören alanında toplanmış, Okul Müdürü Kâmil Açan, yardımcıları ve öğretmenler yerini aldıktan sonra okul bandosu eşliğinde İstiklal Marşı söylenmişti. Andımız da okunduktan sonra Müdürümüz Kâmil Açan ‘’Günaydın Arkadaşlar, 1960-61 Eğitim ve Öğretim Yılı hepimize hayırlı olsun.’’ 

Dedikten sonra   ”Aramıza yeni katılan kardeşleriniz var. Öyle sanıyorum ki çok büyük bir bölümü ailelerinden ilk kez ayrılmıştır. Tanımadığı, tanımaya çalıştığı yepyeni bir çevredir okulumuz yeni gelen kardeşleriniz için. Kendilerini biraz garip, biraz yalnız ve biraz da üzgün hissediyor olabilirler. Onlara sahip çıkalım ve burasını sevdirelim.” 

Demiş ve okulun oldukça sıkı ve katı kurallarından uzunca bir süre söz etmişti. 

Okul Müdürümüzün konuşmasından sonra Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar yönetimindeki bandonun eşliğinde, efsane öğretmenimiz Mehmet Karaman’ın başını çektiği zeybek oyunlarıyla ortamı bir şölen havasına dönüştürmüştü. Yarım saat süren oyunlardan sonra sınıflarımıza gitmiş ve ilk dersimize başlamıştık.

Okul Müdürümüz Kâmil Açan’ın iki yıl önceki bayrak töreninde söylediği gibi ‘’Eğitimin bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şey olduğunu, bir zamanı mekânı olmadığını, İnsanoğlu ölene kadar eğitimin sürdüğünü…’’ yaşayarak öğrenmiştik.

Aileden başlayan Eğitim İnsanoğluna kişiliğini, insanı insan olarak sevmeyi, paylaşmayı, yardımlaşmayı, sergilediği davranışları, ahlakı kazandırıyordu.

Öğretim ise okullarda gerçekleştiriliyordu. Müfredat programları çerçevesinde, bir amaca yönelik olarak yapılan sistemli bir uygulamaydı.

Daha yalın bir tanımla eğitim adam etmeyi, bir başka deyişle insan olmayı, öğretim ise bilgi kazandırmayı amaçlayan süreçlerdi.

Bulgaristan’dan Türkiye sınırlarına girdiğimiz andan itibaren hayatımızı devam ettirmek için çok şey öğrenmiştim. İvriz bunu birkaç adım daha ileriye taşımıştı.

İyi ki İvriz İlköğretmen Okulu öğrencisi olmuştum. Kazandırdığı beceriler ve öğretim yöntemleriyle hayata hazırlamış, önce kendimizi sonra da çevremizi sevecek şekilde donatmıştı bizleri…

1960-1961 Eğitim ve Öğretim Yılı bizlere neler kazandıracak ve hangi sürprizleri önümüze çıkaracaktı.

Bekleyip, görecektik…

2 Ocak 2023 Pazartesi

1959-60 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

21 Eylül 1959 Pazartesi, İvriz…

Saat 06’da kalk zilinin çalmasıyla birlikte elindeki anahtarlarla demir ranzalara vurarak nöbetçi öğretmen girdi yatakhanemize. Bu kez yadırgamadık kalk zilini ve anahtar seslerini.

İstemeyerek yataktan doğrulup, gözlerimizi ovuşturarak kalktık. Yaz tatili anılarımızı konuşurken farkına varmamış, dün akşam oldukça geç yatmıştık. 

Çabucak giyinip, elimizi yüzümüzü yıkadık. Yataklarımızı düzeltip etüt için sınıflarımızda yerimizi aldık. 

Sınıfımıza yeni bir katılım olmuştu. Akif İken…

Okula yeni atanan ve Türkçe derslerimize girecek olan Şerif İken’in kardeşiydi. Uzun boylu, sarışın, yakışıklı bir çocuktu Akif.

Henüz dersler başlamadığı için ödev ve gözden geçireceğimiz konular yoktu.

Bütün arkadaşlar yaz anılarında başlarından geçen ilginç olayları anlattılar. Ben de en yakın arkadaşım, ki her şeyimi paylaştığım dostum olmuştu, Emin Özkan'a anlattım Konya maceramı.

Kardeşim Mustafa Konya Maarif Koleji’nin açtığı sınavı kazanarak leyli meccani öğrencisi olmuştu. Babam Mersin’de çalışmakta olduğundan kardeşimin kaydını yaptırmak bana düşmüştü. Cumartesi günü kardeşimin kaydını yaptırdıktan sonra trenle Ereğli’ye, oradan da okuluma gelmiştim.

Can dostum Emin, kardeşimin Konya Maarif Kolejine parasız yatılı öğrenci olarak gitmesine çok sevinmişti.

Etüt bitiş zilinin çalmasıyla birlikte sabah kahvaltısı için yemekhaneye girdiğimizde tam bir bayram havası ile karşılaştık. Bütün arkadaşlar tekrar İvriz’de buluşmanın mutluluğunu yaşıyor ve bunu şölen havasında kutluyordu.

Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okulları bize okul ve eğitimin kurtuluş olduğunu öğretmişti. Tatiller yerine okullarımızda bulunmak ve üretmek mutluluktu…

Sabah kahvaltımızdan sonra Bayrak Töreni alanında toplandık. Başta nöbetçi öğretmenlerimiz ve nöbetçi öğrenciler olmak üzere, bütün okul öğretmenleri yerini aldıktan sonra Okul Müdürümüz Kamil Açan ve yardımcıları da yerlerini aldılar.

Kamil Açan tören alanını alıcı gözle süzdükten sonra, işaretiyle birlikte, okul bandosunu eşliğinde İstiklal Marşı, ardından Andımız okundu.

‘’Günaydın Arkadaşlar.’’ Diyen okul müdürümüz aramıza yeni katılan birinci sınıf arkadaşlarımıza ‘’Hoş Geldiniz.’’ Dedi. Okulun kurallarını, eğitim ve öğretimin temel amacın anlattıktan sonra, eski öğrencilere, bizlere dönerek ‘’Kardeşlerinize sahip çıkın ve her konuda onlara yardımcı olacağınız gibi örnek de olun.’’ Uyarısında bulundu. 

İkinci sınıfa geçmiş olan bizler de ağabey sınıfına yükselmiştik.

Bayrak töreninden sonra efsane öğretmenimiz Mehmet Karaman  ‘’Milli oyunlarımızla açılışı taçlandıralım arkadaşlar.’’ Dedi. Benim de akordeon çaldığım okul bandosunu yöneten Kemal Çuhalılar’ın işareti ve Davulcu Rahmi Ayaz’ın tokmağını davula vurmasıyla birlikte oyunlar başladı.

19 Mayıs 1959 yılı Gençlik ve Spor bayramında Ereğli stadyumunda görsel bir şölen sunan arkadaşlarımız bu kez bizlere aynı duyguyu tattırdılar.

Oyunlardan sonra büyük bir mutluluk ve coşku ile sınıflarımıza giderek ders yılına başlangıç yaptık. İlk derste yine sınıf başkanı seçildim.

Dersimize yeni gelen öğretmenlerimizle tanıştık. 1959-1960 Eğitim ve Öğretim yılına başlarken İvrizli olmanın mutluluğunu yaşadık kısaca…


20 Aralık 2022 Salı

İVRİZ'DE İKİNCİ YARIYIL 1959


2 Şubat 1959 Pazartesi, İvriz…

1958-59 Eğitim ve Öğretim Yılının ikinci yarıyılı bayrak merasimi için toplanmış bulunuyoruz.

Nasıl da özlemiş, benimsemiş ve gerçek evimiz sanmışız İvriz Öğretmen Okulu’nu. Sevgililerine kavuşmuş gibiydi bütün arkadaşlarım. Mutlulukları yüzlerinden okunuyordu.

Okul müdürümüz ve diğer yetkilileri beklerken zamanda geriye, 3 gün öncesine, Misli'ye gittim.

31 Ocak Cumartesi günü anamın ellerini öpüp, hayır duasını aldıktan sonra arkadaşlarımla vedalaşmış, kardeşim Mustafa da Hüyük İstasyonuna kadar bana eşlik etmişti.

Hüyük'te bindiğim Toros Ekspresinden Ulukışla’da inip beni Ereğli’ye götürecek olan trene bindiğimde içim içime sığmıyordu.

Yuvama, beni eğitip adam edecek, bilgilerle donatacak okuluma gidiyordum.

Yolculuk boyunca Okul Müdürümüz Kamil Açan’ın bayrak merasimlerinde yaptığı konuşmalar kulağımda çınlıyordu.

Üzerine basa basa ” Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydir. Sizlere burada öncelikle hayatınızı devam ettirecek her şeyi öğreteceğiz.” 

Dedikten sonra kısa bir süre susup devam etmişti.  

Öğretim ise Ülkenin Milli Eğitim bakanlığınca düzenlenmiş Müfredat programları çerçevesinde, bir amaca yönelik olarak yapılan sistemli bir bilgi edinme uygulamasıdır.” 

Zamanla daha iyi anlamıştım söylediklerini...

Daha yalın bir tanımla; eğitim adam etmeyi,  bir başka deyişle insan olmayı, öğretim ise bilgi kazandırmayı amaçlayan süreçlerdi İvriz’deki Eğitim ve Öğretim anlayışı.

Yaklaşık 15 gün kaldığım Misli Köyü’nde arkadaşlarla oldukça eğlenceli vakitler geçirmenin yanı sıra okul kütüphanesinden aldığım kitaplardan Tolstoy’un Diriliş adlı kitabı bana biraz ağır gelmişti.

Victor Hugo’nun Notre Dame ‘In Kamburu adlı kitabını okumayı tercih etmiştim. Charles Dickens’in İki Şehrin Hikâyesi’ni okumuş ve özetini çıkarmıştım.

Babam hala Mersin’deydi...

Misli’de ekili tarlamız olmadığı gibi, para kazanacak iş de yoktu. Bu nedenle Mersin’e günlük işçi olarak gitmişti. Kardeşim Mustafa ilkokul beşinci sınıfı tekrar ediyordu önümüzdeki yılın yatılılık sınavları için.

Anacığım da kaderine razı olmuş, kardeşime bakmaya çalışıyordu. Ereğli’ye yaklaştığım sıralarda anamla kardeşim için hüzünlenmiştim.

Ereğli’de trenden indiğimde yollar açıktı. Elimdeki tahta bavulumla İvriz’in yolunu tutmuştum ki okulun servis arabası arkadan geldi, beni de aldı.

Servis arabasından indiğimde İvriz’e dönen arkadaşlarımızla sarmaş dolaş olduk. Köylerimizde geçirdiğimiz yarıyıl tatilini, ailelerimizi ve köylerimizdeki arkadaşlarımızı anlattık birbirimize. Bütün arkadaşlarımda sıcak bir yuva olarak gördüğümüz İvriz’e dönmenin coşkusu vardı.

Ambara giderek battaniye, yatak çarşafı, yastık ve yastık kılıflarımızı aldık zimmetli olarak. Yataklarımızı yaptık. Akşam yemeğinden sonra da sınıf arkadaşlarımızla sohbeti koyulaştırdık. İlkokul anılarımız ağırlıklı olarak sohbetimizin konusu olmuştu.

Pazar günü genel temizlik, nöbetçi öğrencilerin belirlenmesi ilk derslerimiz için hazırlıklar tamamlanmıştı. Bu sabah da İvriz'in ünlü zillerinin sesinin yanı sıra nöbetçi öğretmenin de ranza demirlerine vurarak ''geri geldiğimde yataklarda kimseyi görmeyeceğim'' kalkmış, saat 06,30'daki dönemin ilk etütüne yetişmiştik.

Kemal Çuhalılar'ın ''dikkat, hazırol'' komutuyla birlikte İstiklal Marşı başladı. İkinci yaryıl öğretimi de başlamış oldu...



26 Kasım 2022 Cumartesi

RESİM ÖĞRETMENİMİZ MEHMET KARAMAN

24 Eylül Çarşamba 1958, İvriz…

Bugün İlk iki saatimiz Resim dersi olup, ders Öğretmenimiz Mehmet Karaman…

İvriz Köy Enstitüsünün direklerden biri olduğunu öğrenmistik ağabeylerimizden.

Yaşamını köy enstitüsü davasına adamış, ömrünü köy enstitüsü aşkıyla taçlandırmış, yediği ekmeği, içtiği suyu soluduğu havayı İvriz’e taşımıştı. 

Sınıfça ayakta karşıladığımız Mehmet Karaman 

-Günaydın çocuklar, oturun lütfen.

Dedikten sonra, sınıf tamam mı der gibi bana baktı, onaylamam üzerine, ders defterini imzalayıp kapattıktan sonra hepimizi süzdü sevecen bir bakışla. Anlaşılır ve gür bir sesle,

-Güzel sanatların önemli kollarından biri olan resimle haşır neşir olmaya hazır mısınız? Hazır değilseniz bile bir süre sonra hazır olacaksınız. Çünkü yaşamın ta kendisidir resim ve resmetmek.

”Yaşama gülümseyebilmektir sanat. Ya da Sanat, yaşama gülümseyebilmektir.

Öyledir çünkü gülümseyen birine “ne kadar güzel, ne kadar çekici, tıpkı bir sanat eseri gibi…’’ Denmesinin nedeni budur.

Sabahları karşılaştığınız herkese gülümseyerek Günaydın demekle Sanat yaşamınızı başlatmış olursunuz.’’

Mehmet Karaman’ın söyledikleri çok ilginç geldi hepimize. Pür dikkat ve can kulağıyla dinlemeye başladık.

Dinledikçe de hayranlığımız arttı kendisine.

İvriz Köy Enstitüsünün ilk mezunlarındandı Mehmet Karaman. Anlatırken İvriz’i resmetmişti adeta.

İvriz’in taşında toprağında, havasında, suyunda, her şeyinde vardı. Aşıktı İvriz’e…

Bunu öğrencilerine de aşılamıştı.

Başta Atatürk olmak üzere, genç cumhuriyetimizin yöneticileri kalkınma hamlelerinde ”Güzel sanatlar” ve kapsadıklarının önemini kavramışlardı.

1933 yılında başlayan kültürel ve sanatsal atılımlar doğrultusunda Türk ressamları, ülke gerçeklerini tanımak için Anadolu’ya ilk adımlarını atmışlardı.

Anadolu’nun doğası, kültürü ve yaşamını yakından tanımak gerekiyordu.

“Yerellik teması” işlenmeye başlanmıştı.

Yerellik temasıyla birlikte Türk folkloru resme yansıdığı gibi Köy Enstitüleri’nde sabah sporlarının da vazgeçilmezlerinden olmuştu.

Ustaca zeybek oynayabilen Mehmet Karaman bu yeteneğini bütün İvrizlilere aktarmıştı. 

İvriz sevgisini yerel ve ulusal milli oyunlarla pekiştirmişti.

-Ülkemizin kurucusu Atatürk’ün ‘’Köylü milletin efendisidir.’’ Dediği yıllardı.

Diyerek devam etti Mehmet Karaman.

-Öyleydi çünkü halkımızın neredeyse yüzde yetmişi köylerde yaşamaktaydı. Köylerin ve köylünün kalkınması ülkenin kalkınmasına eşdeğerdi. Kalkınma köyden başlamalıydı.

Halk Evleri, Eğitmen Kursları, Köy Bölge Okulları kırsal kesimi kapsayacak boyutta geliştirildi ve hizmete sokuldu. Okuma yazma seferberlikleri başlatıldı.

1940’lı yıllara gelindiğinde bir adım daha ileriye gidildi. Zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İlk Öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un aydınlanma ve atılım projesi olan Köy Enstitüleri’nin kuruluşu bu döneme rastlar.

Köy Enstitüleri projesi, uygulanması ve denetimiyle İsmail Hakkı Tonguç’a aitti. Tonguç giyimi kuşamı, dili, söylemi ve tarzı ile halkı kucaklayan biriydi. 

Köylünün de bizden biri diyebileceği bir lider tipiydi. Köy Enstitüleri Projesini kişiliğine, derin Anadolu halkı bilgisine ve Anadolu Kırsalının gerçekliğine yaslandırmıştı. Projenin özü ülke tabanını kapsayan titiz bir örgütlenmeydi.

Halkçı kadroların yönetiminde köy çocuklarına çok yönlü bilgi ve becerileri iş içinde yaparak yaşayarak öğretme, tam donanımlı öğretmen olarak köylerde görevlendirilmelerini içeriyordu.

Amaç, tez elden köylünün aydınlanmasını ve kalkınması yaşama geçirmekti.

Diyen Mehmet Karaman, Ailesine katıldığım İvriz İlköğretmen Okulu da bu proje kapsamında olmak üzere 1941 yılında Köy Enstitüsü olarak kurulan ilk eğitim kurumlarından biriydi.

Neredeyse nefes almadan dinlediğimiz Mehmet Karaman ile güzel sanatların yaşamsal önemini kavramış ve yeteneklerim ölçüsünde sanatçı olmaya, olamasam da sanatı sevmeye ve sevdirmeye karar verdim.

19 Kasım 2022 Cumartesi

İVRİZ AİLESİNE KATILIYORUM


19 Eylül 1958 Cuma, İvriz…

Çarşamba günü saat 10,00’da başlayan sözlü sınavlar perşembe günü saat 16,00’da bitmiş, 16,30’da sonuçlar açıklanmıştı.

Kazanmış ve İvriz Ailesine katılmıştım…

Daha doğrusu, Bayezid Öğretmenimin dediği gibi, bu yıl gelenlerin yüzde sekseni kazanmış ve İvriz Ailesine katılmışlardı.

Böylelikle parasız yatılı olarak okuma, eğitim görme ve geleceğimizi belirleme şansını yakaladım, bütün fukara çocukları yakalamıştı.

Olumlu sonuçları alan ana babalarımızla duygulu ve coşkulu vedalaşmalar oldu.

1951 Mart ayında Bulgaristan’dan başlayan göç hareketimizin en mutlu anlarından biriydi İvrizli olmak.

Gözleri nemlenmiş olan babam çok mutluydu. Alnımdan öptü, vedalaştık. Önce köye, sonra da tekrar Mersin’e gidecekti çalışmak için. Kardeşimle anam Misli ’de kalacaklar, kardeşim bir yıl daha beşinci sınıfı tekrar edecekti.

Bugün, İvriz Öğretmen Okulu 1/A sınıfına kaydım yapılarak İvriz Ailesinin bireylerinden biri oldum. 

Böylece ‘’İlkokul Dönemi’’ sona erdi...

Sınıflarımız belli olduktan sonra ilk işim okul kütüphanesine gitmek oldu. 

Kütüphaneye giderken zamanda geriye, 1951 yılı ağustos-eylül aylarına, Ceyhan pamuk tarlalarına gittim. Pamuk tarlasındaki kantarda çalışan mevsimlik işçi statüsündeki üniversiteli Muzaffer Abi belirdi zihnimdeki ekranda.

Muzaffer Abi, ”üniversiteli olmak istiyorsan, kitapların dünyasına girmelisin” demişti. 

İvriz Öğretmen Okulu kitaplar dünyası için bir cennetti. Kütüphanesinde, Milli Eğitim Bakanı  Hasan Ali Yücel döneminde Türkçe’ye çevrilen bütün dünya klasikleri vardı.

Raflardaki kitapları gözden geçirirken İngiliz Çocuk Edebiyatı yazarı Lewis Carroll’un ”Alis Harikalar Diyarında” adlı kitabı dikkatimi çekti.

Kitabı bir süre gözden geçirince, ”Bir tavşan deliğinden harikalar diyarına açılan kapı, küçük bir kız çocuğu ve sadece masallarda olabilecek konuşan hayvanlar… ”

Kitapla birlikte ”denizler altında yirmi bin fersah” adlı kitapla birlikte Natilüs’ün Kaptanı Nemo canlandı birden. Bilim kurgu türündeki kitapları seviyordum. Hayal dünyamı geliştiriyordu.

Tekrar elimdeki ”Alis Harikalar Diyarında” adlı kitaba odaklandım. Arka sayfasındaki özet açıklamada,

Yediği mantarlar ve içtiği iksirler ile bir büyüyüp bir küçülen, hayvanların konuştuğunu, iskambil kartlarının canlı olduğunu gören Alice…

Vardı kitapta.

Adını bir sendroma dahi vermişti bu kitap. 

Alice Harikalar Diyarında Sendromu...

Algısal bir bozukluğa neden olan bu hastalığa sahip kişiler, cisimleri olduklarından büyük ya da küçük görebilir, ses ve zaman algısı bozulabilirdi.

Kütüphanede görevli öğrenci, adıma bir kart açarak, kitabın adını ve geri vereceğim tarihi yazdıktan sonra ”Alis Harikalar Diyarında” adlı kitapla ayrıldım kütüphaneden.

Mutluydum, dünyalar benim olmuştu. Kitapların dünyasına da ilk adımı atmıştım.

22 Eylül 1958 Pazartesi günü başlayacak olan Eğitim ve Öğretim yılıyla, geleceğime yön verecek olan ‘’İvriz Dönemi’’ başlayacaktı.

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...