kuzine sobası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kuzine sobası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2022 Pazartesi

ÇİMLENEN BUĞDAYLARIMIZ

 



4 Nisan 1953 Cumartesi, Misli (Konaklı)…

Mart ayının ortasından itibaren Babam, hemen hemen her gün buğday ektiğimiz tarlaları görmeye gitti. Neredeyse tarlada yatıp, kalkacaktı havalar elverişli olsa.

Bugün de, çimlenmiş olan buğday filizlerini görmek için gitmişti. Döndüğünde yüzü gülüyordu.

Çimlenme beklendiği gibi, olması gerektiği gibi olmuştu. Önemli olan bundan sonraki hava koşulları ve yağacak yağmurun miktarına bağlıydı.

Sadece buğday filizleri için değil Akıncı Ailesi için de önemliydi hava koşulları ve yağacak yağmur miktarı. Yeterli yağmur yağmaz ise ekonomik yönden çıkmaza girecektik.

Geriye dönüp baktığımızda, Misli’ de zorlu bir kış geçirmiştik. Bazı bölgelerde bir bir buçuk metreyi bulan karlar Hüyük ve Niğde ulaşımını aksatmıştı. Gaz tuz gibi zorunlu ihtiyaçları bulmakta zorlanmıştık.

Mart kapıdan baktırır, çapa kürek sapı yaktırır. Deyimi burada da geçerli olmuştu. Bereket Mart ayının 15’inden sonra erimeye başladı. Eriyeli de 15-20 gün oldu.

Her ne kadar Misli’ deki zorlu koşullara uyum sağlamaya çalıştıysak da Çukurova hava koşullarından sonra, Misli Ovasındaki hava koşullarına uyum sağlamak pek kolay olmamıştı.

Babam, ısınmanın yanı sıra ekmek pişirmek, yemek yapmak ve çamaşırları kurutmak için en ideal ısınma aracı olan bir kuzine almıştı evimize.

Yörede odun olmadığından, yakıt olarak yaz aylarında hazırladığımız tezekleri kullandık.

Köydeki diğer komşularda olduğu gibi, hayvan dışkısından elde ettiğimiz tezekleri ısınmanın yanı sıra tozu ve külünden de yararlanacak şekilde kullandık.

Külünü buzlanmayı önlemek için kullanırken, tozunu da samana karıştırarak hayvan yemi olarak kullandık.

Hemen hemen her evin yanında ya da altındaki mağarada bulunan ahırda beslenen hayvanların dışkılarından elde etmiştik tezekleri.

Büyükbaş hayvan dışkılarının samanla karıştırılmasından oluşturulan tezekleri kış aylarında sobalarda tezek olarak kullanılırken ilkbahar aylarında tarlalarda gübre olarak kullanma yolunu seçtik.

Karakışın alabildiğine sürdüğü günlerde ısınmanın bir başka yolu da dışarıda kartopu ve aşık oyunu oynamak, kızak kaymak ve mağaralarda zaman geçirmekti.

Kar korkusu kışı zehir etmezdi. Karların mikrobu kırdığı bilinirdi. Karlı geçen yılın baharında kırlar bereketlenirdi. Kış gecelerinde soba kenarında, koyu çay sohbetleri yapılırdı.

Hamurunu yoğurur,  tandır ekmek sacını kurarlardı. Ekmek yaparlar, yer sofrası kurarlar, kuru yavan acı soğan demezlerdi. Halil İbrahim bereketine inanılır, sofradan şükür ile kalkılırdı.

Çocuklar “Ananın ekmeğine kuru, ayranına duru” demezdi.

Anam, kilerimizde bolca bulunan mercimek yemeklerinin yanı sıra karabuğday ekmekleri yaparak, evimizin olabildiğince temiz ve düzenli olmasını sağlarken babam da sıkça hayvanlarımızı kollardı.

Ekmek Teknesi olarak gördüğümüz iki öküzümüzün sağlığı ve bakımı her şeyden önemliydi.



7 Mart 2022 Pazartesi

DÖNDURUCU BİR MART SABAHI

 

5 Mart 1951 Pazartesi, Karagözler…

Alaca karanlıkta gözümü araladığımda, anam evdeki sobayı çoktan yakmış, bir köşede babam sabah namazını kılıyordu. 

Odun sobasının önündeki hava deliğinden  çıkan ateşin alevi beyaz badanalı duvara, duvardan da tavana yansıyarak odayı aydınlatıyordu. Kuzine sobasıydı yanan…

Üzerine en az iki tencere sığan kuzine sobaların fırınları da vardı. Ekmek, börek, yemek pişirmenin yanı sıra mükemmel ısınma araçlarıydı kuzineler…

Gerinerek yan döndüm. Biraz daha uyumak istiyordum. İstiyordum ama uykum bitmişti…Hiç tanıma fırsatı bulamadığım, vefat eden Durgud Dedemden kalma evimizdeki kuzineli odada yatıyorduk.

Üç odalı bir evdi dedemden kalan. Sadece yattığımız  odada soba yanıyordu. Kışın hem oturma hem de yatak odası olarak kullandığımız kuzineli odaya   serilmiş  olan yataklarda üç kardeş yan yana yatıyorduk.

Kardeşlerimden Mustafa 5 yaşında, Şaban  ise 2  yaşındaydı.

Babam Ahmet ve anam Emine ile birlikte 5 kişilik bir aileydik…

*****

Babaannem ile dedemi hiç tanımadım. İkisi de bizler doğmadan vefat etmişlerdi.

Babamın babası Mustafa Durgud dedem köyde varlıklı birisiymiş, soyağacı ”Durgud” sülalesi olarak bilinirmiş.

Rahmetli anamın deyimiyle dedem ”Deli Durgud” olarak anılırmış köylüler tarafından.

Durgud dedemizden kalma Evimiz kerpiç duvarlıydı. Çamurla sıvanmış ve değişik renklerdeki toprakla boyanmıştı. 

Odaların zeminindeki tahta üzerine hasır, üstünde de kilim serilmişti. Odaların duvar diplerinde, 5 yastık ve 3 minderden oluşan berde takımları kullanılmıştı.

Genellikle odaların kapı arkalarında perde ile kapatılmış üçgen raflar bulunurdu. Duvarlardan biri boydan boya  ahşaptan yüklük dolabı olarak düzenlenirdi. Kalktıktan sonra yataklar buraya konulurdu.

Kışın bizim yattığımız odanın duvarlarından birinde uzun bardak rafı,  peçe ve soba borusu bacası olurdu.

Bir başka duvarda ise gösterişli  nitelikli eşyanın konulacağı özel raflar ve  çiçeklik olarak da kullanılan, evin salonuna bakan küçük bir pencere bulunurdu.

*****

Babamın namazı bitirdiğini gören anam, “kalkın artık, kahvaltı edilecek, ev süpürülecek ve hazırlıklar yapılacak” dediyse de  ancak soba iyice harlayınca kalkıp giyindik.

Kara şalvar, evde örülmüş yün kazak ve  yün çorap…

İlkbahar başlangıcı Mart ayı olmasına rağmen, sanki Kara kışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Pek görülmeyen bir durumdu…Kar ve tipi yüzünden evden pek çıkamadığımız zamanlardı.

Böyle bir havada neyin hazırlığı yapılacaktı? Anlatmamışlardı yapmakta oldukları hazırlıkları. Sabah kahvaltısından sonra babam ”arkadaşlarla göç hazırlıklarını görüşeceğiz.” Diyerek evden ayrıldı.

-Neyin hazırlığı yapılacak ana ?

-Göç var yavrularım göç...

 Dedi anam.

Göç nedir bilmiyordum ki, anamın söylediklerinden bir anlam  çıkaramadım. Mahalle arkadaşlarımla kartopu oynamak için  dışarı çıktım…



BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...