akinci94 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
akinci94 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2023 Pazartesi

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM


15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul...

Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a gittim. Perili Köşk olarak tanımladığım okulumu, arkadaşlarımı ve öğretmenlerimi özlediğimi hissettim.

Her yarım saatte bir kalkan Kamil Koç otobüslerinden birine bindim saat 09:00'da. Yaklaşık 9 saatlik bir yolculuktan sonra, saat 18:00'de Sirkeci Garı civarında otobüsten inip, çevreyi gözden geçirdim.

Anadolu ve Trakya'dan gelen bütün şehirlerarası otobüslerin son durağı Sirkeci ve Gar çevresindeki ara sokaklardı.

Ara sokaklardan boynuzlu otobüslerin kalktığı Sirkeci Garı Meydanı'na geldim. Bindiğim otobüste içim içime sığmıyordu. Çapa'ya ulaşmak istedim bir an önce.

Otobüsten indiğimde, Millet Caddesi'nin karşısına geçerek, 2 yıl okuma şansımı yarattığım Çapa Öğretmen Okulu anıtsal binasına, Perili Köşkümüze, hasret giderircesine uzunca bir süre baktım.

İlk kez 11 Eylül 1961 Pazartesi günü böyle bakmıştım bu anıtsal yapıya. İvriz Öğretmen Okulu'ndan gelmiştim Müzik Semineri giriş sınavları için.

''Öyle sanıyorum ki, benim gibi birçoğunuz, girmekte olduğunuz bazı binalara hayran hayran bakarken bulursunuz kendinizi.'' Demiştim içimden. İstanbul Çapa Öğretmen Okulu binası da bunlardan biriydi.

*****

Cephesindeki göz alıcı çinileri ve anıtsal giriş kapısıyla hayranlık uyandıran bu anıtsal yapıya bu kez, sevgilisine kavuşan biri edasıyla girdim. Yine kırmızı halılar ve büyük yaldızlı Venedik Aynaları karşıladı beni…

Bir süre muhteşem Venedik Aynalarını ve kendimi seyrettikten sonra Müdür odasına yöneldim. Giriş kapısının sol tarafında ''Müdür: Canip AKIN'' yazıyordu. Niyazi Akşit'in yerini almıştı demek.

Kapısını tıklatarak girdiğimde, okul müdürü Canip Akın ile yardımcılarından Muzaffer Danışman masa üzerine eğilmişler bir konuyu tartışıyorlardı.

Önce algılayamadılar beni. Doğrulup alıcı gözle baktıklarında Muzaffer Danışman tanıdı beni. Çok sevdiği öğrencilerinden biriydim. Eksiklerim olsa da yazılı kağıtlarıma tam not, 10 verirdi.

-Oooo. Gözlerime inanamıyorum. Akıncı sen misin, Hoş geldin.

-Hoşbulduk öğretmenim.

Dedikten sonra Canip Bey'in de ellerini öptüm. Kim bu öğrenci der gibi Muzaffer Hanıma baktığında,

-Müdür Bey, tanıştırmayı unuttum. Mehmet Akıncı çok sevdiğim öğrencilerimden biri olup, iki yıl Müzik Semineri öğrencisi olarak bu çatının altında eğitim gördü. Geçen yıl Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi'ne göndermiştik.

-Hoşgeldin evladım. Anlat Bakalım Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi'ni. Lise Diploması alabildin mi?

-Oldukça zorlanmama rağmen, iyi derece ile Lise Diploması aldım Müdür Bey. Böylece Üniversite sınavlarına girme şansını yakaladım. Ardından da, yaşamımda çok önemli bir yeri olan Çapa Öğretmen Okulu'nu, Peri Köşkümüzü, ziyaret ederek öğretmenlerime ve idareye olan vefa ve minnet duygularımı ifade etmek için geldim.

Bu arada Canip Akın, hizmetli düğmelerinden birine basmıştı. Bir süre sonra gelen okul görevlilerinden Mustafa Beye,

-Mehmet Akıncı eski öğrencilerimizden biridir. Yatakhanede boş yataklarından birini hazırla lütfen.

-Ben de tanıdım kendisini. Hemen hazırlarım Müdür Bey. Yarım saat sonra hazır olur.

Uzunca bir süre Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi ve uygulamalarından söz ettim. Yatak hazırlayan görevlinin gelmesi üzerine, izin isteyerek en üst kattaki yatakhaneye çıktım.

Bavulumu yerleştirip, elimi yüzümü yıkadıktan sonra, pencereden Millet Caddesi'ne baktım bir süre. Millet Caddesi'nden gözümü ayırıp saate baktığımda ''yemek saati olmalı'' diyerek aşağı indim.

Yemekhanede sınıf arkadaşlarımı aradı gözlerim. İbrahim Kazan, Erol Güven, Ergül Yıldırım, Muammer Tomris, Kadir Karkın, İvriz'den arkadaşım Akif İken, Nezahat vardı. Önce İbrahim Kazan gördü beni. Ayağa kalkarak,

-Arkadaşlaaar...Gözlerime inanamıyorum. Mehmet Akıncı burada.

Deyince hepsi ayaklandı. Sarmaş dolaş ve hasret giderdikten sonra, her kafadan bir ses çıkarken yemeklerimizi yedik. Ardından ders yaptığımız eski sınıfımıza giderek, eski anılardan söz ettik uzunca bir süre.

Şekip Oğuz ile Lütfiye evlenmişlerdi. Lütfiye İstanbullu olduğundan, varlıklı sayılabilecek ailesi, çifte kumrulara ayrı bir ev açmışlardı.

Zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmamıştık. Gece yarısını geçerek yataklarımıza girebildik.

Rüyamda yine keman çalıyordum...

14 Temmuz 2023 Cuma

ANKARA YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULU'NA SEÇİLDİM


31 Mayıs 1963 Cuma, Çapa İstanbul...

Sevincimden yere göğe sığamıyorum. Sığamıyorum çünkü Ankara Yüksek Öğretmen Okulu vizesi onaylandı.

Ankara Yüksek Öğretmen Okulu hayalimin gerçekleşmesi için, başlangıçta karşı çıkan Ekrem Zeki Ün, her dersinden önce konuyu açtığımdan ve sonraki yıl içinde de başının etini yiyeceğim anlaşıldığından vize vermek zorunda kaldı.

Bugün saat 10:00'da Öğretmenler Kurulu Toplandı. Ben de heyecanla kuruldan çıkacak kararı bekliyorum kurul odasının önlerinde. Zaman bir türlü geçmek bilmiyor.

*****

Nihayet saat 12:00'de Matematik Öğretmenim Tevfik Aras kapıda göründü. Adeta uçarak yanına ulaştım.

-Kutlarım Akıncı. Ankara Yüksek Öğretmen Okulu'na gönderilme kararın oybirliği ile gerçekleşti.

-Teşekkür ederim öğretmenim. Sayenizde gerçekleşti.

-Ekrem Zeki Üngör'ü nasıl razı ettin ki bugün gitmen konusunda olumlu oy kullandı.

-Bıktı benim ısrarlarımdan. Önümüzdeki yıl başına bela olacağımın farkına vardığı için olumlu oy kullanmıştır. Başlangıçta karşı çıkan resim öğretmenim Selahattin Taran ile piyano öğretmenim Halil Bedii Yönetken'i de ikna etmek hiç kolay olmadı biliyorsunuz.

-Her neyse...Tekrar kutlarım Akıncı. Hayırlı olsun. Başta Matematik olmak üzere, Fen bilimlerinde çok başarılı olacağına inanıyorum.

Dedi ve tekrar Öğretmenler Kurul odasına geri dödü.

Böylelikle ülkemizin başkenti Ankara'da 5 yıl okuma şansımı yarattım.

Vazgeçerseniz kaybedersiniz...

Demişlerdi hayallerine ulaşanlar. Vazgeçmedim ve kazandım...

Hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak ''şans'' denilen olgudur. Deyimini hiç unutmadım.

Tüm yaşamım boyunca, hayallerimin gerçekleşmesi için, karşıma çıkan fırsatlara hep hazırlıklıydım. Bu nedenle, kendi şansımı kendim yarattım her zaman.

En olumsuz koşullardan en ölumlu sonuçları çıkarmayı öğrenmiştim İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'na gelinceye kadar.

Ankara Yüksek Öğretmen Okulu vizesi alınca, haliyle, Çapa Öğretmen Okulu Dönemi sona erdi.

Ermesine erdi ama, öyle sanıyorum ki, Sırça Saray olarak adlandırdığım Çapa Öğretmen Okulu, geçmiş iki yılıma damgasını vurmanın yanı sıra gelecek yıllara da damgasını vuracaktı.

Adeta kanatlanarak sınıfımıza döndüğümde, sınıftaki arkadaşlarım başarılarımdan ve Ankara Yüksek Öğretmen Okulu'na seçilmiş olmamdan ötürü tebrik ettiler.

Bu sonuca en çok sevinenlerden biri de dert ortağım Gülay Medetgil oldu.

-Tebrikler Akıncı. Annem de çok sevinecektir. Lütfen, okuldan ayrılmadan bize uğra...

-Olur Gülay...Sana ve ailene, bana desteklerinizden ötürü, vefa borcum var zaten. Yarın uğrasam olur mu?

-Olur Akıncı...

31 Mayıs 1963 Cuma öğleden sonra...

Saat 13:00'de Öğretmenler Kurul Toplantısı bitti. Başta, bana Ankara Vizesi müjdesini beren Matematik Öğretmenim Tevfik Aras olmak üzere, bütün öğretmenler Öğretmenler Odasına geçtiler.

Kapıyı tıklatarak, ''gelebilir miyim?'' Dedim.

Tam karşımda bulunan Meziyet Çağlayan,

-Gel bakalım Akıncı...Öncelikle kutluyorum seni Ankara Yüksek Öğretmen Okulu'na oybirliği ile seçildiğin için.

-Teşekkür ederim öğretmenim. Tevfik Aras Öğretmenim aklıma sokmuştu Ankara olayını.

Araya giren Tevfik Aras,

-Akıncı, okulumuzun en iyi öğrencilerinden biri olmanın yanı sıra, Meziyet Öğretmenimizin de anlattığı gibi, şimdiden iyi bir öğretmen olduğunu görüyoruz.

-Teşekkür ederim Öğretmenim. Sizleri örnek alıyor ve başarmaya çalışıyorum. Özel ders verdiğim öğrencim Ülkü, dışarıdan girdiği Ortaokul birinci sınıf derslerinin hepsinden başarılı oldu.

Dedikten sonra,

-Pazartesi günü ailemin yanına, Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'na gidiyorum. İzniniz olursa, hepinize emekleriniz için ellerinizi öperek teşekkür etmek istiyorum.

Öğretmenlerimin alkışları eşliğinde ellerini öperek vedalaştım.

İyi ki, ellerini öperek, teşekkür ettiğim öğretmenlerimin öğrencisi olma ayrıcalığına erişmiştim.

Davranışları, nezaketlerı, rol model oluşlarıyla geleceğimin rotasını çizmemde etkili oldular.

Öğretmenler odasından ayrıldıktan sonra okul müdürü Niyazi Akşit'e uğradım. Her zamanki centilmen ve örnek davranışıyla koltuğundan kalkarak karşıladı. Beni alnımdan öptükten sonra kutladı ve başarılar diledi...

Niyazi Akşit'e teşekkür ettikten sonra, okuldan ayrılma hazırlıklarına başlamak üzere yatakhaneye giderken, ''yarın Zeytinburnu gecekondularına, Mustafa dayımlara gitmeliyim...''dedim kendi kendime.



1 Mayıs 2023 Pazartesi

TARİH ÖĞRETMENİM NİYAZİ AKŞİT


14 Ekim 1963 Cumartesi, Çapa İstanbul...

Bugün son iki saatimizde, hem okul müdürümüz hem de Tarih Öğretmenimiz Niyazi Akşit'in dersi vardı. Derslerini seviyorduk.

Sınıf ders defterini imzaladıktan sonra bizlere dönerek ''Eğitim biraz da yaşadığımız şehir ya da yöre ile bütünleşmektir.'' diye söze başladı.

İvriz’deki Tarih Öğretmenim Hüseyin Seçmen aklımdan geçti bir an. Hüseyin Seçmen de aynı cümleleri yinelemekteydi.

İstanbul ile bütünleşebilmek, tarihini ve havasını soluyabilmek için 1500 yıl geriye giderek Konstantinopolis’i tanımamız gerekiyordu.

Üç imparatorluğa başkentlik yapmış bu gizemli şehirde, her türlü ticari faaliyetlerin kolaylıkla yürümesini sağlayan, coşkulu törenlere olanak sağlayan yollar ve meydanlardı.

Ana yollar ki İmparatorluk yoluydu, ticari faaliyetleri İtalya’daki Roma Forumu’na kadar ulaştırıyordu. Egnatya yolu olarak tanımlanan bu 1120 km’lik yol İstanbul’un can damarıydı.

Geleceğimizi bilimsel verilere oturtmak için geçmişimizi bilmemiz gerekiyordu. Bizans ve Doğu Roma İmparatorluklarından sonra Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olan İstanbul'u tanımak, ülkemizi tanımak anlamına geliyordu Niyazi Akşit'e göre.

Dünyanın en güçlü imparatorluklarından biri olan Osmanlı, ''neden 20. yüzyılın başlarında yıkılmak zorunda kalmıştı.''

Sorusunu kim yanıtlamak ister?

Deyince Erol Güven arkadaşımız parmak kaldırdı. Tarih derslerinde sürekli parmakları havada olan Erol Güven arkadaşımız, biraz da olayları senaryolaştırarak soruları yanıtlardı.

Niyazi Akşit ''anlat bakalım Erol'' deyince,

''Öncelikle Rönesansı kaçırmış bir imparatorluk olan Osmanlı, gelirlerini fethettiği ülkeleri talan ederek ve vergiye bağlayarak sağlıyordu.'' Diyerek anlatmaya başlayan Erol arkadaşımız, bir süre soluklandıktan sonra...

''1683 yılındaki İkinci Viyana Bozgunundan sonra sürekli toprak kaybetmeye başladı.

Üstüne üstlük, 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında yaşanan askeri başarısızlıklar, azınlık ayaklanmaları, toprak kayıpları ve ekonomik şartların ağırlaşması gibi gelişmeler; toplumsal barışın bozulmasına ve yönetime duyulan güvenin azalmasına yol açtı.

Kaybedilen topraklardan gelen göçler ülke içerisindeki Müslüman nüfusunda artış yaşanmasına neden oldu.

Osmanlı topraklarında sosyal dengeler bozuldu. İstanbul, Edirne ve İzmir gibi şehirlerde göçlerle birlikte yaşanan nüfus artışı; konut, beslenme, sağlık, işsizlik ve güvenlik gibi sorunları da beraberinde getirdi.

İlk kez Rus Çarı I. Nikola tarafından ''Avrupa'nın Hasta adamı Osmanlı'' sözcükleri kullanılmış, ölüm döşeğindeki Osmanlının mirasının paylaşılması aaşamasına geçikmişti.

Nitekim, borçlarının faizlerini bile ödeyemez haline gelen Osmanlı, II. Abdülhamit'in yayınladığı ''Muharrem Karanamesi'' ile iflasını ilan etmişti. Ardından Duyunu Umimiye ile gelirleri 7 devletin temsilcilerinden oluşan ''Gelirler İdaresi'' tarafından toplanmaya başlamıştı.

Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya'nın yanında yer alan Osmanlı yenilince İtilaf Devletleri tarafından Sevr Anlaşması ile Anadolu işgal edilince, Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından Kurtuluş Savaşı'nı başlatmışlardı...

Erol Güven arkadaşımız kendini kaptırmış, anlatmaya devam ederken tenefüs zili çaldı. Niyazi Akşit, Erol arkadaşımıza teşekkür ederek dersi bitirdi.

Hafta sonu Bayrak Merasimi ve öğle yemeğinden sonra, Niyazi Akşit öğretmenimizin ''Eğitim biraz da yaşadığımız şehir ya da yöre ile bütünleşmektir.'' sözlerini rehber yaparak, İstanbul'u tanımak üzere yola koyuldum.


BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...