Eski Türk Evleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eski Türk Evleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mart 2022 Pazartesi

AHMET MUSTAFA DURGUD AİLESİ

 

1944 yılında anam mısır çapalarken doğurmuştu beni. Sorduğumda öyle söylemişti.  

Babam askerdeymiş… Havaların kanal açmaya uygun olduğu yaz aylarında olmak üzere üç yıl askerlik yapmış.

Bulgar yönetimi Türklere silahlı eğitim yaptırmak yerine, yaz aylarında kanal açma işçisi olarak çalıştırmanın daha iyi olacağını düşünmüş. 

1945 yılının ikinci yarısında kardeşim Mustafa, 1949 yılında da diğer kardeşim Şaban doğdu. Böylece, 1949 yılı sonlarında 5 kişilik bir aile olduk.

Babam Ahmet, soyadı olarak babası Mustafa Durgud adını kullanınca, Ahmet Mustafa Durgut olarak nüfus kütüğüne geçmişti. Soyadı kanunu olmadığından, erkekler soyadı olarak babalarının isimlerini kullanıyorlardı.

Böylece Ahmet Mustafa Durgud Ailesi olmuştuk.

Baba tarafından, nine dediğim babaannem ile dedemi hiç tanımadım. İkisi de bizler doğmadan vefat etmişlerdi.

Babamın babası Mustafa Durgud dedem köyde varlıklı biriymiş. Soyağacımız ‘’Durgut” sülalesi olarak bilinirmiş.

Rahmetli anamın deyimiyle dedem, ”Deli Durgud” olarak anılırmış köylüler tarafından.

Mustafa Durgud dedem, ölünceye kadar anam ve babamla yaşadığı için, evi bize vasiyet etmiş.

Durgud dedemden kalma evimiz, köydeki diğerleri gibi, kerpiç duvarlıydı.  Çamurla sıvanmış ve değişik renklerdeki toprakla boyanmıştı. 

Odaların zeminindeki tahta üzerine hasır, üstüne de kilim serilmişti. Duvarlara dayanmış kerevetler üzerinde, 5 yastık ve 3 minderden oluşan berde takımları kullanılmıştı.

Odaların kapı arkalarında, genellikle perde ile kapatılmış üçgen raflar bulunurdu.

Duvarlardan biri boydan boya ahşaptan yüklük dolabı olarak düzenlenmişti. Kalktıktan sonra yataklar buraya konulurdu.

Duvarlarından birinde uzun bardak rafı, peçe ve soba borusu bacası olurdu. Bir başka duvarda ise gösterişli, nitelikli eşyanın konulacağı özel raflar ve çiçeklik olarak da kullanılan, evin salonuna bakan küçük bir penceresi vardı. 

Köyümüzdeki Türk evleri iç ve dış avlu olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı.

İç avlu harem olarak adlandırılabilecek, asıl hane halkının zaman geçirdikleri bölümdü. İç havluda mor menekşeler, sardunyalar ve diğer çiçekler bulunmaktaydı.

Kerpiç, taş ve ağaçtan çevrili duvarla sokaktan ayrılan dış avluda elma, armut, erik ve kiraz ağaçları vardı.

Ayrıca, tarımla uğraşıldığı için tarım araçları ve ahırlar da dış avluda bulunmaktaydı.

Dövenle harman hasadı yapılacak kadar büyük boş bir alan da bırakılmıştı. İlk yıllarda dış avlu, komşu olduğumuz Mustafa amcamla ortak kullanılmaktaydı.

Babamın dertlenirken anlattıklarına göre, amcam biraz sorumsuz biriydi. Her fırsatta evden ayrılıp aylarca amaçsızca gezdiği ve haytalık yaptığı olurmuş.  Kendi işlerini de babama yıkarmış.

Bu nedenle, bir süre sonra dış avlu ikiye bölünmüş. Evlerimiz arasına sınır çekilmişti. Bu sınırdan sonra Mustafa amcamla babamın hiç yıldızı barışmamıştı.


BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...