istiklal Marşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
istiklal Marşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2022 Cumartesi

MÜZİK ÖĞRETMENİM KEMAL ÇUHALILAR

 

25 Eylül 1958 Perşembe, İvriz…

Saat 10;40, Müzikhanedeyiz…

Müzik öğretmenimiz Kemal Çuhalılar’ı bekliyoruz. Kısa boylu, minyon yapılı, sarışın, açık kumral saçlı, sert mizaçlı, hemen hemen hiç gülmeyen bir insan olarak tanıtıldı İvrizli ağabeylerimiz tarafından. Biraz tedirginiz…

Sert mizaçlıydı. Hataları kolay affetmezdi. Bunda Müzik dersinde mutlaka bir enstrüman çalma zorunluluğunun da payı vardı. Mezuniyet sonrası bir köyde görev alacak olan İvrizlilerin, en azından İstiklal Marşı’nı söyleyecek, söyletecek ve idare edecek bilgi ve yeteneği edinmesi gerekiyordu.

Bu nedenle Kemal Bey hiç taviz vermez demişlerdi üst sınıflardaki ağabeylerimiz.

Öğrenci Ders zili çaldıktan bir iki dakika sonra girdi Müzik salonuna Kemal Çuhalılar. Hep birlikte ayağa kalkıp, bekledik. Sınıfı alıcı gözle süzdükten sonra,

-Oturun çocuklar.

Dedi ve piyanonun başına geçti. Bizler de oturarak bütün dikkatimizi Kemal Bey’e odaklandık. Piyanonun tuşlarına bir iki kez bastıktan sonra, ‘’Sordum Sarı Çiçeğe’’ ilahisini çalmaya başladı. ‘’ Sordum sarıçiçeğe, Annen baban var mıdır? Çiçek, eydür derviş baba Annem babam topraktır.’’ Dörtlüsünden sonra bize dönerek anlatmaya başladı.

-İnsanlar yaşadıkları çeşitli toplumsal olayları, acıları, sevinçleri, duygu ve düşüncelerini birbiriyle uyumlu ses ve söz kalıplarıyla ifade etme yolunu tercih etmiş ve bu yolla da olayları anlatmada en etkili ifade yöntemini, müziği bulabilmiştir.

İnsanlık tarihi ne kadar eskiyse, müzik tarihi de o kadar eskidir. İnsanlık geliştikçe, müzik de gelişmiştir. İnsan varoluşuyla birlikte, toplu olarak yaşamayı tercih etmiş, hayatın tüm zorluklarında birbirine destek olmuştur. Bu toplu yaşama içgüdüsünün sonucunda, müziksel faaliyetler de gruplar halinde yapılmış, korolar ve fasıl grupları oluşturulmuştur. 

Müzik evrensel olduğu kadar yerel bir dildir de. Öyledir çünkü Müzik hayatın ta kendisidir.

İnsanoğlunun kendini anlatması için bulunmuş olan muhteşem ve en harika bir araçtır. Doğumumuzda var, düğünümüzde var, günlük hayatımızda var, inançlarımızda var, ölümümüzde var… 

Sevinç, mutluluk, acı ve hüzünlerin ifade edilmesine ve bunların yeniden hatırlanmasına eşlik etmekte, toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası ve kültürün aktarılmasında da önemli bir rol üstlenmektedir.Mezuniyetten sonra görev alacağınız köylerde, köylülere ulaşmanın en iyi yöntemlerinden biridir Müzik. İlahiler ve ezgilerle onların acılarına ortak olduğunuzu göreceklerdir.

Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen okullarında çağdaş eğitim sistemi uygulanırken, bu alanda vazgeçilmez temel alanlardan birisi de güzel sanatlardır. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ‘’ Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.’’ özdeyişinden sonra ‘’ Bir milletin yenileşmesinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.’’ Demişti.

Bu nedenle Devletin en üst kademesinden, okul müdürlerine varıncaya dek tüm yöneticiler bu okullarda sanatsal uygulamalara destek olmuşlardır. Müzik, resim, tiyatro ve folklor etkinlikleri özenle desteklenmiş ve uygulanmıştır. Her sabah kahvaltıdan önce yapılan spor etkinlikleriyle ilk adımları atmış bulunuyorsunuz. 

Tarım ve dülgerlikle bilgi ve uygulamalarınız daha da yakınlaştıracaktır sizleri onlara. Bir milleti millet yapan özelliklerin tamamına ortak değerler denir.

Milli marşlar da her toplumun kendine ait olan ortak değerlerinden biridir. Bayrak ve vatan sevgisinin bir tezahürü olan milli marşlar, milli duyguların en güzel ifade edildiği mısralardır.

Ülkemizin en önemli ortak değerlerinden biri İstiklal Marşı’dır.

İstiklal Marşı bu nedenle çok önemlidir. Bilmelisiniz ki İstiklal Marşı’nı mandolinle çalamayan ve okuyamayan hiçbir öğrenci benden not alamayacağı gibi bu okuldan da mezun olamaz.

Gerçekten de bitirme sınavlarının değişmez sorusu İstiklal Marşı olacaktı. İstiklal Marşını tek başına hatasız söyleyebilmek de yeterli değildi mezun olmak için. Aynı anda hem söylemek, hem mandolinle çalmak ve hem de ayakla vuruşları hatasız yapmak gerekiyordu.

Müzik öğretmenimiz olan Kemal Çuhalılar’ın ayrı bir yeri ve ağırlığı olduğunu zamanla öğrenecektik.  

O titiz ve yüzü gülmez denilen Kemal Çuhalılar son derece duyarlı ve sevecen biriydi aslında. Öğrencileri arasında kulakları hassas olanlara ders dışında mandolin ve keman dersleri verir, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineriyle Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik bölümlerine gitmelerini sağlardı.  

İvriz’deki öğrenciliğinden sonra kariyer yapan Prof. Dr. Feridun Büyükaksoy, Dedeköy’lü Emin Dedeköy gibileri bunlardan bazılarıydı. İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu Müzik seminerine gönderdiklerinden biri de bendim.

20 Kasım 2022 Pazar

İVRİZ'DE 1958-59 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI



22 Eylül 1958 Pazartesi, İvriz…

Hava aydınlanmak üzereydi. Uykum bitmiş yatağımda dönüp duruyor, nerede bulunduğumu anlamaya çalışıyordum.

Neredeyse bütün gece rüyalarımda, hayaletler gibi, kalın duvarlardan geçtim, denizlerin maviliklerine daldım, şehirler ve ülkeler arası yolculuklar yaptım.

Nasıl olduysa, Misli Köyünden Mersin’e uçtum. Mersin sahilinde dolaşırken denizin maviliklerine daldığım bir anda kendimi Bulgaristan Karagözler Köyünde, Sakar Balkana çıkarken buldum.

Sakar Balkan eteklerinden geri döndüğümde ise Bor Kayabaşı’nda oturmuş batmakta olan güneşin kırmızı, turuncu ve sarı renklerini huşu içinde seyrediyordum.

Ufuk çizgisini yarılayan güneş, yepyeni umutların habercisi edasıyla Bor’un ufkunda batarken arkamdaki evin demirden giriş kapısından gelen tak taka, tak taka  biçimindeki madeni çubuk sesleri sinirlerimi bozdu.

Kimdi bu görsel şölen ortamını bozan diye hızla doğrulup, geri döndüğümde az daha düşüyordum. Kayalıklardan düşüyorum derken bir ranzadan düşmek üzereydim. Reflekslerim düşmemi engelledi de çevreme bakındım.

Bor Kayabaşı’nda değil, 50-60 kişilik bir koğuştaydım.

-Kalkın, oyalanmayın, geri geldiğimde kimseyi yatakta görmeyeceğim.

Diye yüksek sesle konuşan nöbetçi öğretmen bir taraftan da elindeki anahtarlarla ranza demirlerine vurarak ilerliyordu. Benim gibi koğuştaki diğer arkadaşlarım da gözlerini ovuşturarak, nerede olduklarını anlamaya çalışıyorlardı.

Nöbetçi öğretmen gittikten bir süre sonra ayırdına vardık. İvriz İlköğretmen Okulu yatakhanesindeydik.

Günlerden Pazartesi olup, 1958-59 Eğitim ve Öğretim Yılının ilk günüydü.

İvriz’e gelinceye kadar beş değişik yerde ilkokulu bitirmiş biri olarak, diğer arkadaşlarımdan daha çabuk toparlandım.

-Dersler başlıyor arkadaşlar. Davranın, bir an önce kahvaltıya gidelim. Arkasından Bayrak Merasimi olacak.

Dedim. Hızla ranzadan indim. Tuvalet ihtiyacımı giderip, elimi yüzümü yıkadım ve giyindim. Öncelikle yatağımı düzeltmem gerekiyordu, bu konuda da uyarılmıştık.

Yatak örtüleri düzeltip, gergin hale getirdim. Yorganı kenarlarından katlayarak, ranzanın dışına taşmayacak şekilde yatağın üzerine serdim. Üzerine de aynı şekilde battaniyeyi koydum. Anam uzun aylar hastanelerde yatmış olduğundan, yatak düzeltme konusunda oldukça deneyimliydim.

Yemekhaneye doğru hızla yürümeye başlamıştım ki soluk soluğa bana yetişen bir arkadaş,

-Biraz yavaş, beraber gidelim…Ben Emin Özkan.

Dedi. Yavaşlayıp, geri döndüm,

-Memnun oldum Emin. Ben de Mehmet Akıncı.

Birlikte yürüdük. Emin Özkan (Ozgan) ile onlarca yıl sürecek arkadaşlığımız böylece başladı.

Sabah kahvaltısından sonra idarede görevli nöbetçi öğrencilerin rehberliğinde tören alanında yenilere ayrılan bölümde yerlerimizi aldık. Eski öğrenciler kendiliklerinden yerlerini almışlardı. Bir süre sonra öğretmen kadrosu ve idareciler de yerlerini aldı. Okul Müdürü Kamil Açan’ ın da yerini almasıyla tören başladı.

Andımız ve İstiklal Marşımız okunduktan sonra Okul Müdürümüz Kamil Açan açılış konuşmasına, eski öğrencilerin dikkatini çekerek başladı.

-Aramıza yeni katılan kardeşleriniz var. Öyle sanıyorum ki çok büyük bir bölümü ailelerinden ilk kez ayrılmıştır. Tanımadığı, tanımaya çalıştığı yepyeni bir çevredir okulumuz yeni gelen kardeşleriniz için. Kendilerini biraz garip, biraz yalnız ve biraz da üzgün hissediyor olabilirler. Onlara sahip çıkalım ve burasını sevdirelim

-Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okullarını salt bir okul ya da bir eğitim sistemi olarak algılamak yanılgıdır. Bunu ilk bir hafta içinde hissedeceksiniz.

-Eğitim ve Öğretim kavramları üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Birbirinden farklı kavramlar olmasına rağmen, birbirini tamamlayan kavramlardır. Önümüzdeki bir haftalık dönemde, ailemize yeni katılan öğrencilerimiz de bunu hissetmeye başlayacaktır sanıyorum. Eski öğrencilerimiz de iyice içselleştireceklerdir.

Üzerine basa basa ” Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydir. Sizlere burada öncelikle hayatınızı devam ettirecek her şeyi öğreteceğiz.” 

Kamil Açan bir süre susup tüm öğrencilerini göz ucuyla kontrol ettikten sonra,

-Öğretim ise Ülkenin Milli Eğitim bakanlığınca düzenlenmiş Müfredat programları çerçevesinde, bir amaca yönelik olarak yapılan sistemli bir bilgi edinme uygulamasıdır.

-Daha yalın bir tanımla eğitim insan olmayı, öğretim ise bilgi kazandırmayı amaçlayan süreçlerdir.

Köy Enstitülerinin başarılarından biri de ilkel tarımdan – modern tarıma, geleneksel toplumdan- çağdaş topluma ve çağdaş demokrasiye geçebilmek için verilen çabalar ve en önemlisi de Türk devrimini ve aydınlanmasını köylerde sürdüren kurumlar olmasıdır.

Öğrencilerin yönetime katıldığı, üretimden gelen gücünün farkında olduğu, eleştirel bilince sahip, akıl ve bilime inanan gençlerin yetiştirildikleri demokratik, laik, çağdaş eğitim kurumlarıdır.

Bu eğitim kurumlarında İnsan hakları ve özgürlükler, demokrasinin odak noktasında yer almaktadır.

İnsan hak ve özgürlüklerinden yoksun bir demokrasi; vatandaşın katılımcılıktan uzak, pasif bir obje haline getirildiği ve siyasi seçimlerle kamufle edilmiş bir yönetimdir.

Hak ve özgürlüklerin tanınması, korunması ve kullanılması demokratik kültürün yaşaması açısından son derece önemlidir. Okullar hak, özgürlük ve sorumlulukların ezberlendiği yerler değil bizzat yaşandığı yerler olmalıdır. Bu nedenle okulumuzda yetki ve sorumluluklar öğrencilerle paylaşılmaktadır.

Öğrenciler, kendilerine verilen görev ve sorumlulukları sorgulamadan yerine getiren kişiler değildir, olmamalıdır.

Hak ve özgürlüklerini bilen, bunları kullanan ve çevresindekileri de kullanmaları için teşvik eden bireyler olarak yetişmelidirler.

Okul, bir bütün olarak fiziksel koşullarından üyeleri arasındaki iletişime, karar alma süreçlerinden öğretim etkinliklerine kadar hak ve özgürlüklerin yaşandığı bir alan olmalıdır.  Her alanda görev ve sorumluluk alan öğrencilerimiz bu anlayışla yetiştirilmektedir.

Dedikten sonra okulun tarihçesinden, İvriz Köy Enstitüsü’nden oldukça uzun bir süre söz etti.

-Kurallar ve disiplin başarının birinci koşuludur, bunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. hepinize başarılar dilerim.

Törenin sona ermesiyle birlikte, başta son sınıflar olmak üzere, sırasıyla düzeni bozmadan sınıflarımıza gittik.

Benim kaydım 1A sınıfına yapılmıştı. Emin Özkan da benim sınıfımdaydı.

Mutlu bir başlangıç yaptık 1958-59 Eğitim ve Öğretim yılına…

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...