Şumnu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şumnu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2023 Çarşamba

AYÖO OKULU HAZIRLIK LİSESİ MEZUNU OLDUM


13 Haziran 1964 Cumartesi, Ankara...

Sevinç ve mutluluktan adeta kanatlandım, uçuyorum. Uçuyorum çünkü üniversiteli olma hayalime bir adım daha yaklaştım.

Geçen hafta Hazırlık Lisesi Bitirme sınavları tamamlandı ve sonuçlar bugün açıklandı.

Tam da tahmin ettiğim gibi, iyi derece ile AYÖO Hazırlık Lisesi Diploması almaya hak kazandım. Böylece bir hayalim daha, üniversiteli olma hayalim, gerçekleşiyor.

Çok mutluyum. Mutluluğumu ''Anı Defterim'' ile paylaşmalıyım. Sakin ve rahatsız edilmeyeceğim bir yer bularak defterimi açıyorum.

Birden zamanda geriye, 1951 yılına kadar giderek yazmaya başlıyorum.

*****

24 Nisan 1951'de Bulgaristan Karagözler Köyü'nden, karakışın olduğu bir sabah açık bir kamyon kasasında, Şumnu'ya hareketle başlamıştı Türkiye'ye göç hikayemiz.

Aradan geçen 12 yıla ne çok şey sığdırmışız.

Titreyerek ve koyunlar gibi birbirimize sokularak 6 saat bekledikten sonra, Şumnu Garı'nda kara tren vagonlarına binmiş, 26 Nisan 1951'de Karaağaçtan giriş yapmıştık Türkiye'ye.

Muhacirler ayrıntılı bir muayeneden geçirilerek; tüberküloz, soğuk algınlığı, ishal ve kızamık gibi bulaşıcı sağlık sorunlarının olup, olmadığı araştırılıyordu. Anama ince hastalık teşhisi konularak revire gönderilmişti. İki yaşındaki kardeşim Şaban'ı anamdan zor ayırmışlardı.

27 Nisan Cuma günü düzenlenen ve doğum kağıdı adı verilen kimlik bilgilerimizde, başta değişen soyadlarımız olmak üzere, meslek ve yerleştirileceğimiz yerler yer alıyordu. Biz Maraş İl emrine verilmiştik.

Edirne'ye girdiğimizde ''Ahmet Mustafa Durgud'' ailesiydik. Bundan böyle Ahmet Akıncı Ailesi olarak Türkiye'de yer alacaktık.

27 Nisan 1952 tarihine kadar geçerli olmak ve doğum kâğıdı yerine geçmek üzere, bütün Karagözlülere muhacir kâğıdı verilmişti.

Bu arada, doktorlar anama koydukları ince hastalık-verem teşhisi nedeniyle, en az 2 ay, misafirhane polikliniklerinde tedavi görmesi gerektiği, yolculuk yapamayacağı, babamın da refakatçi kalacağını bildirdiler Halil Dedeme.

Biz, 5 yaşındaki kardeşim Mustafa ile 2 yaşındaki kardeşim Şaban Halil Dedmlerle birlikte Maraş'a gidecektik. Bu ayrılık 2 yaşındaki kardeşimiz Şaban için çok zor olacaktı...

Sahi, Maraş nerede, nasıl bir yerdi acaba?

Edirne Karaağaç Garından hareketle, dört gün süreyle, yaklaşık 1300 km yol alarak ulaşmıştık Maraş İline. Maraş'ta 3 gün konakladıktan sonra, birlikte geldiğimiz Karagözlü 10 ailenin herbiri Elbistan Alevi Kürt köylerinden birine yerleştirlmek üzere, Elbistan Kaymakamlığı emrine gönderilmiştik.

Elbistan Kaymakamlığı da,  Dedem Halil Kurtuldu, 7 kişilik ailesi ve 3 torunuyla, Elbistan’ın yaklaşık 50 km doğusundaki Karahasanuşağı köyüne gönderiliyordu.

Karasal iklimin etkisindeki köy, Ceyhan Nehrinin kollarından biri olan Söğütlü Çayı’nın, V şeklindeki, iki yakasına kurulmuştu. Arazi yapısı, hayvancılık için elverişli ancak tarım arazisi yoktu.

Halil Dedem ''biz burada aç kalırız çocuklar'' demişti daha ilk görüşte. Üstelik, konut olarak da, kapı ve penceresi olmayan hayvan ağılı gösterilmişti.

En kısa sürede, Elbistan ve köylerinden kaçmalıydık ama, Edirne'de tedavi görmekte olan anamla refakatçisi babam gelmeliydi.

Bu arada iki yaşını yeni bitirmiş olan kardeşim Şaban yolculuk boyunca iyice üşütmüş olduğundan öksürük nöbetleri de artmıştı. Her geçen gün durumu daha da kötüleşiyordu. ‘’ anamı isteriiiim, ille de anamı isteriiiim’’ diye tutturuyor, debeleniyor ve ağlıyordu…

7 Temmuz 1951 Cumartesi günü anamla babama kavuşmuştuk. Yaklaşık 2 ay sonra da olsa, Edirne’den gelen anamla babama kavuşmak harika bir duyguydu. Özellikle, 2 yaşındaki kardeşim Şaban için daha iyi bir ilaç olamazdı.

Boşuna dememişler di ”analı kuzu, kınalı kuzu” diye…

Akıncı Ailesinin şansına da Hasanalili-Hasanköy düşmüştü. Hasanköy, Karahasanuşağı köyünün yaklaşık 3 km doğusundaydı ama aralarındaki yüksek platolar, derin vadiler ve geçit vermez boğazlardan ötürü 10 km’lik yolculuktan sonra Hasanköy sınırlarına girmiştik.

Köyün arazi yapısı belki hayvancılık için elverişli olabilirdi. Ancak tarım arazisi yok denecek kadar azdı. Halil dedemin dediği gibi, Elbistan köylerinde bize iş, aş, ekmek yoktu…

Ne diye Elbistan köylerine verilmiştik ki?

Hasanköy'e geldikten 21 gün sonra, 2 yaşındaki Şaban'ımızı toprağa verdik. Bardağı taşıran son damla oldu.

Çukurova'dan gelip, pamuk tarlalarında çalışacak ''mevsimlik işçi'' arayan bir ''elçi'' ve sağladığı bir kamyonun kasasında, 25 Ağustos 1951 Cumartesi günü Elbistan köylerinden ayrıldık diğer Karagözlülerle.

26 Ağustos 1951 sabahı, Beyaz Altın olarak tanımlanan pamuk tarlalarında işbaşı yapmıştık.

Elbistan köyleriyle Çukurova arasında olanca heybetiyle duran Amanoslar; yoksulluk ile varlık, kıtlık ile bolluk, yaşam ile ölüm arasında duran bir sınırdı sanki. Aşamayanlar yokluk ve sefalet çekerken, aşabilenler varlık, bolluk ve yaşam kavramlarıyla haşır neşir oluyorlardı.

Öyleydi ama Akçasaz Bataklıkları ve çevresinde oluşan bulut gibi sivrisinekler, çocuklarla yaşlıların canlarını almayı sürdürüyorlardı. Kurbanlardan biri de Halil Dedem olmuştu.

Eylül sonunda pamuk hasadı sona ermiş; yersiz, yurtsuz, işsiz kalmıştık. Bizlere acıyan ''elçi'' bir günlük bir araştırmadan sonra, Adana'nın kazası Osmaniye'de yerfıstığı hasadı ile bağlantılı iş buldu.

Hasadı yapılmış, kurutulmuş yerfıstığının, çerez olarak kullanılabilmesi için, kabuklarından ayrılması gerekiyordu.

Benim güçsüz parmaklarım buna uygun olmadığı için, yer fıstıklarını kabuklarından dişlerimle ayırıyordum. Bu tür bir ayırma işleminin yaşlılık dönemlerinde dişsiz kalacağımı bilemezdim.

Aralık 1951'de yerfıstığı hasadı da sona erince yine yersiz, yurtsuz ve işsiz kalmıştık.

Babamla birlikte diğer aile büyüklerinin yaptıkları araştırmalar sonucunda, Osmaniye’nin yaklaşık 30 km kuzeydoğusunda olan Yeşilova Köyünde, 1936 yılında gelen Karagözlülerden Ömer Dayı bizlere sahip çıkarak, köyde kışlayabileceğimizi söylemişti.

1952 yılının Haziran ayı sonuna kadar Yeşilova'da konakladık.

Her nasılsa, Ömer Dayının yaptığı araştırmalarda, 17.10.1951 tarih ve 3-13828 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığına kabul edilmiş, Niğde merkez köylerinden bir olan Misli (Konaklı) Köyü'nde, mülkiyeti devlette olmak üzere işlenecek toprak verileceği öğrenilmişti.

İlk çiftçilik denememizin hüsranla sonuçlandığı, ilkokul birinci sınıfa başladığımız Misli'de de tutunamayacaktık.

Sırasıyla Osmaniye'de ilkokul ikinci sınıf, Mersin'de üçüncü ve dördüncü sınıflar, Niğde Bor'da beşinci sınıfa başladıktan 3 ay sonra, dönmek zorunda kaldığımız Misli'de ilkokulu bitirecektik.

Bu aşamadan sonra, Misli İlkokulu Başöğretmeni ve sınıf öğretmenimiz Bayezit Tuna'nın yönlendirmesi ve yardımlarıyla İvriz Öğretmen Okulu ''parasız yatılılık sınavlarına'' girmiştim.

İvriz'de 3 yıl eğitim gördükten sonra İstanbul Çapa Müzik Semineri sınavlarına katılmıştım. İki yıl eğitim gördüğüm Çapa Müzik Semineri'nden sonra da Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi'ne gelmiş ve lise mezunu olmuştum...



13 Mart 2022 Pazar

ELVEDA BULGARİSTAN VER ELİNİ TÜRKİYE

 


23 Nisan 1951 Pazartesi, Karagözler Köyü…

Dondurucu bir sabahın erken saatlerinde göç telaşı başlamıştı…Dışarıda şiddetli bir ayaz vardı.

Karagözler’ den, atalarımın 600 yıldan fazla kaldığı bu bölgeden ayrılıyorduk...

Anamın seslenmesine fırsat vermeden erkenden kalkmış, iç avludaki tuvalete gitmiş ve elimi yüzümü yıkamıştım.

Kardeşlerim de tuvaletlerini yapıp sıkıca giyindikten sonra, Karagözler’ deki son kahvaltımızı yaptık.

Babam akşamdan yaptığı denkleri dışarı çıkarmaya başlayınca ben de yardımına koştum. Denklerde yatak, yorgan, kilim, bazı ev eşyaları ve kap kacak  vardı.

Büyük kasalı üstü açık bir kamyon, göç kararı almış ailelerin önünde sırasıyla durarak, denklerin yüklenmesini bekliyordu. Kamyon kasasına denkler yerleştirildikten sonra, ayazdan korunmak için, kilimlerden çadır konut gibi bir düzenleme yapıldı.

Sıra köyde kalanlarla vedalaşmaya gelmişti…

Karagözler ’de kalanlarla göç edenler gözyaşları içinde sarıldılar birbirlerine. Aileler parçalanıyordu. Öyleydi çünkü aynı ataerkil aileden bazıları kalıyor, bazıları gidiyordu. Son derece hüzünlü ve duygusal bir vedalaşma gerçekleşiyordu.

‘’Aman bizi unutmayın, yerleşince bize ulaşmanın bir yolunu bulun.’’ Diyenler. ‘’Belki bir daha görüşemeyiz, hakkınızı helal edin.’’ Diye helallik isteyenler kopamıyorlardı birbirinden.

Göç en çok da benimle yaşıt olan çocukları etkilemişti. Mahalle arkadaşlarımızdan ayrılıyorduk. Gideceğimiz yerde yeni arkadaşlar edinebilecek miydik?

Sarıldıklarımızdan bir türlü ayrılamadığımız gören Halil dedem ‘’Ayrılın artık birbirinizden, yolcu yolunda gerek. Üstelik ayaz var.’’ Dedikten sonra yaklaşık 10 aile Şumnu tren istasyonuna götürmek üzere bizi bekleyen kamyonun bindi.

Kamyon kasasının  en korunaklı yerine yaşlılar ve çocuklar yerleştirildi. Sonra kadınlarımız, en arkaya da ailelerin büyükleri yerleşti.

Kamyonun hareket edince koyunlar sokulduk birbirimize, ısınmaya çalıştık yolculuk boyunca…

Oldukça korunaklı giyinmemize rağmen, köyümüzle Şumnu arasındaki 55 km’lik yol boyunca, yüzümüze vuran rüzgâr ve her tarafımıza işleyen ayazdaki rüzgârla donmamak için biraz daha sokuluyorduk birbirimize.

Yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra, saat 16’da Şumnu tren garına ulaştık. Gar ana baba günüydü. Karagözler dışında, diğer köylerden gelenlerle birlikte 700-750 kişilik bir göçmen grubu vardı.

Ayazın iliklerimize işlediği yolculuk boyunca, Şumnu’da trenlere bindiğimizde ısınırız diye avutmuştuk kendimizi. Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymamıştı.

İlk göçmen kafilesini götüren tren kalkmıştı. Yeni bir kara tren tahsis edilinceye kadar bekleyecektik…

Göç yolculuğunun daha ilk aşamasında karamsar bir ruh haline girmiştik, girmiştim

7 Mart 2022 Pazartesi

BULGARİSTAN'DA DOĞDUĞUM KÖY KARAGÖZLER

1944 yılında, anamın mısır çapalarken beni doğurduğu Karagözler Köyü göç hikayemizin başlangıç konumudur.

Atalarımın doğup, büyüdüğü ve bu dünyadan göçtüğü Karagözler Köyü Bulgaristan’ın kuzeydoğusunda, bir bakıma Karadeniz Bölgesinde, Şumnu İlinin Preslav İlçesine bağlı en gelişmiş köylerden biri olarak bilinmektedir. 

Birbirine karıştırmamak gerekir. Bulgaristan'ın güneyinde Kırcaali İlinin merkezi köylerinden biri de diğer Karagözler Köyüdür.

Çandarlı Ali Paşa tarafından fethedilen Şumnu bölgesi, ki doğduğum köy Karagözler bu bölgededir, Bulgaristan’ın Deliorman Bölgesinde bulunmaktadır. 

Deliorman Bölgesi, adını eskiçağlardan beri sahip olduğu sık ve gizemli ormanlardan almaktadır. En eski sakinleri Traklar olan bölgenin önemli ve Türklerin yoğun olarak yaşadığı şehirleri Varna, Rusçuk, Şumnu, Razgrad ve Filibe’dir.

Deliorman bölgesi, coğrafi konum olarak, Balkan Dağları ve Tuna nehri arasında kalan geniş, düz ve verimli bir ovadır. Bölgede yaşayan Türkler çoğunlukla kırsal kesimlerde yaşamakta ve tarımla geçimlerini sağlamaktadır.

Bölgenin en gelişmiş köylerinden biri olan Karagözler, Karadeniz’e kıyısı olan Varna'ya 90 km, Şumnu'ya 50 km uzaklıktadır.

Bağlı bulunduğu ilçe Varbitsa yaklaşık 10 km doğusunda olup, Ekonomisi çoğunlukla tarım ve hayvancılığa dayanır. Sonbahar aylarında gerçekleştirilen Vırbitsa Panayırı az da olsa ekonomiye katkı yapar. Bulgar nüfusla birlikte Türkler çoğunluktadır.

Çarlar Şehri Preslav köyümüzün 40 km kuzey-doğusundadır. Preslav ya da Veliki Preslav Bulgar Krallığının ikinci başkentiydi. 893 yılında ana şehir olarak ilan edildikten sonra Bulgaristan’ın önemli önemli kültür ve edebiyat ocağı olarak gelişmişti.

Haliyle Karagözler de bu gelişmeye bağlı olarak Bulgaristan’ın en gelişmiş köylerinden biri olacaktı.

Vırbitsa kasabası ile bağlı 21 köyün bulunduğu Gerlova, alçak düzlükleri ve tarıma elverişli toprakları kapsıyordu. Dağların ortasında, nispeten küçük bir yüksek ovaydı.

Gerlova alçağından geçen Kamçı Suyu, kuzeydeki Preslav Pass olarak bilinen Derbent Boğazını aşıp, eski Başkent Preslav harabeleri yanından geçtikten ve 191 km doğuya aktıktan sonra Karadeniz’e dökülürdü.

Günümüzde kasaba statüsünde olan Vırbitsa, dağ sırtının “geri” tarafındaki, kuzey yamacında yer aldığı için ovaya hâkim konumda olunca, bu düzlüğe “Geri-ova, Geril-ova” denmiş, sonradan Gerlova olmuştur. Geniş anlamda “Gerlova bölgesi” ise, Vırbitsa’dan 60 km kadar kuzeye devam eden ovaları kapsar ve Deliorman sınırlarıyla bütünleşir.

Verimli topraklar üzerindeydi Karagözler Köyü. Evimizin penceresinden görülen, sık ormanlarla kaplı ve heybetli dağın Sakar Balkan olduğunu öğrenmiştim Kerim dayımdan.

Sakar Balkanın içinde görülmeye değer mağaralar olduğu gibi, çıplak tepe denen zirvesine çıkıldığında, Gerlova Alçağı denen bütün ovayı rahatlıkla görebileceğimizi anlatmıştı.

Dağ florası olarak bilinen bitki çeşitliliği Sakar Balkanın bilim adamları ve çevreciler tarafından ilgi odağı olduğunu öğrenmiştim sonraki yıllarda. Sakar Balkanı benimsemiş, bize ait duygusuyla yaşamıştım.

Tipik Balkan ikliminin özelliklerini taşımakta olan köyümüzde kış ayları sert ve yoğun kar yağışlı, yazları ise sıcaktı. Köyün geçim kaynağı hayvancılık ve tarımın yanında odun işçiliğiydi. Sakar Balkan’dan elde edilen odunlar geçim kaynaklarından biriydi.  Tarım olarak buğday ve arpanın yanında daha çok tütün ve çilek üretimi yapılmaktaydı.

Bölge kurşun, çinko, krom, manganez ve altın gibi madenler bakımından zengindi. Ülkeyi neredeyse baştanbaşa gezen sorumsuz ve haylaz amcamın anlattıklarına göre, Tuna ve Meriç nehirleri Bulgaristan’ın en önemli iki akarsuyuydu. Meriç nehri havzası Bulgaristan’ın neredeyse üçte birini kaplamaktaydı. 

*****

Evimizin yanından geçen bir dere ve dereden sonra yaklaşık 600 metre uzakta da ‘’Aşağı Mahalle’’ bulunuyordu. Karagözler Köyü iki mahalleden oluşmuştu.

Köydeki derenin bizden ayırdığı ”Aşağı Mahalle” olarak bilinen yerleşim biriminde anneannem Fatma, dedem Halil, dayılarım Hüseyin, Kerim, Yusuf ve Mustafa ile teyzem Cemile kalabalık bir aile oluşturuyordu.

Rahmetli babamın askere alındığı yaz aylarında kardeşlerim ve benimle Yusuf dayımla rahmetli Kerim dayım ilgilendiğini anımsıyorum. Rahmetli Kerim dayım çok şakacı biriydi, beni ve kardeşlerimi eğlendirir, oyalardı. Böylelikle anamın yükü azalır, tarlada çalışma fırsatı bulurmuş.

Babam askerdeyken ben üç, kardeşim Mustafa bir buçuk yaşındaymış. Kardeşimle beni bir heybenin gözlerine koyar öyle tarlaya gidermiş anam.

Köyümüzde Türkçe eğitim yapan okullar kapatılmış olduğundan, okuma yazma bilen yok denecek kadar azdı. Amcam dışında Bulgarca bilen de yoktu. Babamın ”Hayta” dediği Mustafa Amcam da, bütün yükü babamın üzerine bırakıp,  çok gezdiği için öğrenmişti biraz Bulgarcayı. 

Bir süre sonra, yüzyıllarca anavatan olarak bellediğimiz buraların anavatan olmadığını öğrenmek hayal kırıklığı yaratmıştı Karagözler Köyünde. Anavatanın Türkiye olduğu ve göçülmesi gerektiği konuşuluyordu.

5 Mart 2022 Cumartesi

BALKANLARA GÖNÜLLÜ VE ZORUNLU GÖÇLER

 

Osmanlı Balkanlarda büyüdü

Bazı tarihçilere göre Bal ve Kan anlamına da gelen Balkanlar, aslında Dağlık ve Ormanlık yer anlamına gelmektedir. Karadeniz ile Adriyatik Denizi arasındaki dağlık ve engebeli sahalar oluştururlar.

Günümüzde çoğunlukla Makedonya, Kosova, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna-Hersek ve Romanya’da yaşayanlara Balkan Türkleri denilmektedir.

Türkler, yaklaşık 1000 yıl Balkanlar’da yaşadılar.

Osmanlı Beyliği 1300’lü yıllarda Bizans’a yakın sınır bir bölgede ortaya çıktı. Rumeli’ye geçiş, Osmanlı Devleti’nin büyümesinde en etkili rolü oynadı.

Gelişme Rumeli’de gerçekleşmiş, Edirne Osmanlının İkinci Başkenti olmuştu. Bu nedenle Osmanlı Devleti, Rumeli güdümlü bir Türk- İslam Devletiydi.

Bugün Anadolu ve Anavatan olarak kabul ettiğimiz pek çok şehrimizin fethi, Rumeli’de fethedilen pek çok şehirden sonra olmuştur.

Osmanlı, Rumeli’deki varlığını güçlendirmek ve sürdürebilmek için, Anadolu’daki pek çok Türkmen grubunu sürgünler ve iskânlar neticesinde Rumeli’ye yerleştirdi

Rumeli’ye yerleşecek olan Türk ailelerinin öncelikle gönüllü olması istenmiş, gönüllü olmadıkları takdir de zorla sürgün edilerek fetih edilen bölgeye iskân ettirilmişti.

14. yüzyıl ortalarında Türklerin Rumeli’ye geçişi, Balkanlar’ın tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuş, Osmanlı Devleti büyümüş ve 600 yıl sürecek bir imparatorluğa dönüşmüştü.

Balkanlar’ın dağlık ülkelerinden biri olan Bulgaristan’da kurulmuş olan İkinci Bulgar İmparatorluğu 14. yüzyılın sonlarında dağılmış, ortaya çok sayıda küçük krallıklar çıkmıştı.

Osmanlı bu durumu fırsat bilip, Bulgar İmparatorluğu’nun topraklarını fethe başlamıştı.

1389’da Çandarlı Ali Paşa tarafından fethedilen Şumnu bölgesi, ki doğduğum Karagözler Köyü de bu bölgede yer alıyordu.

Osmanlı döneminde stratejik önem taşıyan askeri üslerden biriydi.

Şumnu bölgesine yerleştirilen Türkler ve Türkmenler Osmanlının ileri karakolu olmuş, Viyana’ya doğru büyümesini sağlamıştı.


BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...