Hüseyin Peyda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Peyda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2022 Çarşamba

MERSİN YAZLIK SİNEMALARI

 


12 Ağustos 1956 Pazar, Mersin…

Gerek bedenimizle fiziksel beynimiz arasında, gerekse içinde yaşadığımız toplumun bireyleri arasında kurulacak iletişim mutlu yaşamlar için her şeydir.

Öyledir çünkü, bedenimiz davranışlarıyla fiziksel beynimize ortamın bahar olduğunu hissettirirse, beynimiz sular seller gibi mutluluk hormonları salgılar.

Yaşadığımız toplumda; öncelikle aile bireyleri ve yakın akrabalar arasında, giderek içinde yaşadığımız mahalle, köy, ilçe ve İl’deki bireyler ve sosyal kurumlar arasındaki iyi ilişkiler bir başka baharın kapısını aralar.

1950-60’lı yıllarda toplumu oluşturan bireyler arasındaki iletişimin en iyi sağlandığı ortamlar ‘’Yazlık Sinemalar’ ’dı.

İletişimin duygu, düşünce ve bilginin bir bireyden diğerine aktarılarak paylaşılmasını sağlayan bir eylem olduğunu, bireyin toplumsallaşmasını sağlayan bir süreç olduğunu öğrenecektik yazlık sinemalarla.

1950’li yıllarda hemen her mahallede bir yazlık sinema vardı. Yazlık sinemalar en önemli eğlence ve sosyalleşme araçlarıydı.

Yazlık sinemalar çoluk çocuk, sere serpe gidilen, bir takım kısıtlamaları olmayan mekânlardı. Zengin, fakir herkesin tek eğlencesiydi yaz gecelerinde.

Hatırlarım, Hüseyin Peyda’nın “Mezarımı Taştan Oyun” , Öztürk Serengil’in ‘’Temem Bilakis’’, Danyal Topatan’ın ‘’Çete’’ ve Özcan Tekgül’ün ‘’Vur Patlasın Çal Oynasın’’, ‘’Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar’’ türü filmleri…

Günün olumsuzluklarını, yorgunluklarını gideren ve hayata tutunmamızı sağlayan araçlardı yazlık sinemalar…

1955’lerde, özellikle yazlık sinemalar, toplumun içinde gelişen ve gelişmekte olan toplumsal olaylara ayna tutmaktaydı.

Toplumda yaşanılanları gösterebilme, izleyicileri harekete geçirebilme özelliğine sahipti. Özellikle toplumsal olayların görünmeyen yanını gösterebilme, fark edilmeyenleri fark ettirebilme becerisine sahipti.

Hüseyin Peyda’nın ‘’Mezarım Taştan Oyun’’, Öztürk Serengil ve Dansöz ve oyuncu Özcan Tekgül’ün filmleri gişe rekorları kırmaktaydı.

Dansözlü hamam sefalarıyla, Ertem Eğilmez’in yönettiği ve Öztürk Serengil’in başrollerinde oynadığı ‘’Helel Ananalı Celal’’ filmindeki Özcan Tekgül’ün cüretkar dans sahneleriyle, fark edilmeyen ve görmezden gelinen ‘’Anadolu’daki cinsel açlık’’ işlenmekteydi aslında.

Film izlemek için evden çıkmak gerekiyordu ki bu sosyalleşmenin, arkadaş edinmenin ilk adımıydı. Göçmen barakalarından 8-10 arkadaş birlikte giderdik yazlık sinemalara.

Sinemanın önü seyyar satıcılar tarafından, tam bir panayıra dönerdi. Turşu, dondurma, macun, balon, kavrulmuş çekirdek, patlamış mısır, tatlı, koz helva, soyulmuş salatalık bağıra çağıra satılırdı. Film aralarında da efsane gazoz Uludağ satılmaktaydı.

Hafta sonlarında sattığımız simitlerden kazandığımız paranın bir bölümünü sinema biletinin yanı sıra patlamış mısır ve gazoz almak için ayırırdık. 

Ne Coca Cola, ne Pepsi Cola…

Çocukluğumuzun içeceği Uludağ Gazozuydu.

Patlamış mısır, gazoz ve yazlık sinema… Mükemmel Üçlü…

Açık hava sinemaları, kapalı sinema salonlarından farklı etkilere sahip mekânlardı. Çünkü her şeyden önce açık hava sinemalarında insanları kuşatan duvarlar yoktu.

İnsanlara daha fazla özgürlük vaadi sunan mekânlar olarak açık hava sinemalarında, kapalı salonların aksine bağırmak, ağlamak, haykırmak, gülmek, eğlenmek, kendinden geçmek, yemek, içmek daha kolaydı. İnsanlar eylemlerinde daha “özgür “dü.

Sinemaya girer, numarasız olan mavi tahta sandalyelerden en beğendiğimize oturur, filmin başlamasını beklerdik. Ama bu arada yazlık sinemamızda hizmette sınır olmadığı için, kırkbeşlik plaklardan günün en popüler şarkıları çalardı.

Film başlamadan önce yüksek sesle sahneden türküler, şarklılar çalınırdı.

Film gösterileceği vakti bir gonk sesi belli ederdi. Bu gong sesiyle beraber seyircilerde bir telaş başlardı. Herkes tahta sandalyedeki yerini çoktan almış olurdu. Bir iki dakika sonra ikinci gonk duyulurdu ve üçüncü gonk vurduğunda film başlardı. 

Gösterimdeki film başlamadan önce perdede ‘pek yakında’ yazısı görünür, on beş gün sonra gelecek olan filmin tanıtım parçası gösterilirdi. Bu tanıtımlardan sonra biz de o filmlere mutlaka ama mutlaka gelmemiz gerektiğine karar verir ve gelirdik.

Sınamada film seyredilirken tam bir sessizlik hâkim olurdu.

Yazlık sinemada filmler her zaman mutlaka kopar, sesleri kesilir ve bu durumu protesto eden seyirciler tarafından ‘’makinist’’ çığlıkları ile ıslıklar arasında, ışıklar tekrar yanar, makinist de filmi bir an önce tekrar başlatmak için elinden geleni yapmaya çalışırdı.

Bu durum kötü kopyaların Anadolu kasabalarına gelmesi ile ilgiliydi.

Filmin en heyecanlı yerinde, beyaz perde yerine geçen, beyaz badana ile boyanmış duvarda beş dakika ara yazardı. Beş dakika arada tuvaleti gelen acele ile tuvaletine gider, yine gazozlar alınırdı.

Sevgililer ailelerine fark ettirmeden, kaçamak bakışlarla birbirlerine bakarlardı. Beş dakika dense de on onbeş dakika sonra arka arkaya gong sesleri duyulur ve film tekrar başlardı.

Filmin sonlarına doğru ıslıklar bu kez kopan film için değil, filmin esas kızını kurtarmayı başaran esas oğlan için çalınırdı.

Mutlu sonla biten filmlerde de alkış tutardı bütün sinema. Sinema sonrası o gece seyredilen filmi konuşurduk arkadaşlarımızla.

Kendimizi izlediğimiz filmlerin büyüsüne kaptırır, yıldızlarla bütünleşir, hayatın gerçeklerinden uzaklaşır ve rahatlardık.

Özellikle yazlık hava sinemaları çok özel sinema deneyimlerinin yaşandığı mekânlardı. Kapalı sinema mekânlarının olmadığı küçük yerleşim yerlerinde bireylerin sosyalleşmesinin en önemli alanlardan biri açık hava sinemalarıydı.

2 Ekim 2022 Pazar

BİRİNCİ YARIYIL TATİLİ 1956

 




22 Ocak 1956 Pazar, Mersin…

Dün karnelerimiz dağıtıldı.

Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu 1955-56 Eğitim ve Öğretim yılının birinci yarıyılını başarıyla tamamladık.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da notlarımız mükemmeldi. Bütün derslerden iki kardeş de Pekiyi almıştık. Düzenli çalışmamızın meyveleri ortaya çıkmıştı.

Okul aile birliği yardımlarını aldığımızda verdiğimiz sözler yerine getirilmişti. Mutluyduk, kendimize olan güvenimiz bir kez daha kanıtlanmıştı.

Bayrak merasiminde İstiklal Marşı okunduktan sonra okulumuzun Başöğretmeni Mustafa Kirazcı kısa ve öz konuşmasında, tatillerin biraz da eksiklerin tamamlanma fırsatı yarattığını vurgulayarak,

-Dinlenmeyi ve kendinize zaman ayırmayı, arkadaşlarınızla oynamayı hak ettiniz. Ancak gelecekteki hayallerinizi gerçekleştirebilmek için üretime ve çözüme yönelik bilgilere ihtiyacınız var. Hayallerinizin ufkunu geliştirecek kitaplar okumalısınız. İyi tatiller.

Dedi. Böylece birinci yarıyıl tatili başladı. 6 Şubat 1956 Pazartesi günü başlayacak olan ikinci yarıyıla kadar 15 gün tatil yapacaktık.  

Karnelerimiz ellerimizde büyük bir coşkuyla Göçmen barakalarına, evlerimize geldik.

Anam akıtma yapmıştı yine. Az daha unutuyordum, yaklaşık bir ay önce anam hastaneden çıkmış, babam da sütünden yararlanalım diye bir keçi almıştı daha önce.

Çevremizde yeşillik ve ot boldu. Bir taraftan keçiyi otlatırken bir taraftan da okumaya dayalı derslerimizle ilgili ödevlerimizi yapmıştık.

Anamın yaptığı akıtmalara-kreplere keçi sütü de eşlik edince bir ziyafete dönüşmüştü tatilin ilk anlarında kardeşimle yediklerimiz.

Akşam geç vakitlerde gelen babamın da günü verimli geçmişti. Bir haftadır çalıştığı iş yerinden ücretlerini almış ve elleri dolu gelmişti. Karnelerimizi de görünce gülümsedikten sonra,

-Başardığınız her şey kendiniz için çocuklar, bizim sizlerden beklediğimiz başarılı ve ülkemize faydalı kişiler olmanızdır.

Dedi, sonra her ikimizi de alnımızdan öptü.

Akşam yemeğinden sonra, babamın da izniyle, Göçmen barakalarındaki arkadaşlarla buluşarak sinemaya gittik. Sinemayı hak etmiştik.

Günümüzdeki Belediye binasının karşısında Güneş Sineması vardı. Üstü yazlık sinema olarak kullanılırdı.

Güneş Sinemasında, senaryosu Hüseyin Peyda’ya ait olan ‘’Mezarımı Taştan Oyun’’ adlı film oynuyordu. Yapımcılığını da üstlenen Hüseyin Peyda ile birlikte Atıf Yılmaz, Tekin Akmansoy, Sabiha İzer ve Nurhan Nur diğer oyunculardı.

Hüseyin Peyda 1952 yılında Urfa’da çevirdiği bu filmle bir efsane olmuş ve Hintli Raj Kapoor’ un ulaştığı şöhreti yakalamıştı. Tam da birinci yarıyıl tatiline girdiğimiz günlerde Güneş Sinemasında gösterime girmesi bizim için bir şans olmuştu.

Film Urfa’nın daracık taş sokaklarında eşeğe ters binmiş, ağasını arayan biriyle başladı. İçkili dansözlü bir hamam sefasında filmin başkahramanı Abdo Ağa ile devam etti.

Abdo Ağayı canlandıran Hüseyin Peyda başında örtüsü, sırmalı giysileri ve çizmeleriyle hamamda gerçek bir ağa görünümündeydi. Yardımcısının babası tarafından istendiğini belirtmesi üzerine hamamdan ayrıldı.

Abdo, eşraftan Bekir Efendinin sefahat düşkünü oğluydu. Ailesinin evlendirmek istemesine rağmen aklı fikri içki, kadın ve dansözlü hamam sefalarındaydı.

Bir düğünde tanıştığı kız kardeşinin arkadaşı Mircan, genç adamın bütün dünyasını değiştirmişti.

Birbirlerine âşık olan gençler evlilik planları yapmaya başlar. Ancak, Abdo’nun amcasının oğlu Zülfikar da genç kadını sevmektedir.

Amcasının oğlu Zülfikar ve babası sevgililerin peşini bırakmaz. Abdo’yu aradan çıkarmak isterler. Abdo ’ya kurulan tuzağın tetiklediği olaylar gençlerin felaketine neden olur.

Filmin son sahnesini asla unutmadım. Kıskançlık uğruna öldürülen Abdo Ağa’nın tabutu omuzlarda mezarlığa götürülürken, fon müziğini oluşturan keman acıyla inliyordu.

Sinemada gözyaşları sel olmuştu. Ben de ağlarken bulmuştum kendimi. Sadece ben mi, birlikte geldiğimiz arkadaşlarımın hepsi ağlıyordu.

Sinemadan çıkıp evlerimize giderken gözlerimizi silmiş ve birbirimize ”amma da yufka yüreklisin” diye takılmaya başlamıştık. Bu film sonrasında, ağlamanın da güzel bir yanının farkına varmıştık. Vicdanlı olmanın bir göstergesiydi  ağlayabilmek…          



BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...