hayal gücü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayal gücü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mart 2023 Perşembe

ELVEDA İVRİZ VER ELİNİ ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU


 

10 Eylül 1961 Pazar…

İçim içime sığmıyor…

Hayallerimin şehri İstanbul yolundayım.

Bu sabah ailemle vedalaşıp, Tarsus Yenice İstasyonu’ndan bindiğim Toros Ekspresi ile Ulukışla’ya ulaştıktan sonra aktarma yaparak Konya Garına girdim. Gar yabancı değildi. Bitişiğindeki Konya Maarif Koleji’ne iki yıl önce kardeşim Mustafa’nın kaydını yaptırmak için gelmiştim.

Gar gişesinden Konya ile İstanbul Haydarpaşa arasında hizmet veren Meram Ekspresi için en ekonomik kompartımanlardan birine bilet aldım. Gişedeki memur 13-14 saat sonra Haydarpaşa’da olabileceğimizi söylemişti. 

Alışmıştım tren yolculuklarına. Çok zaman alıyordu. Ara istasyonlarda gecikmesiz kalktığı görülmemişti, ancak ucuzdu. Öğrenci milleti için ‘’ucuz’’ kelimesi bir tercih meselesi değil hava gibi, su gibi bir zorunluluktu.

Yediyi yirmi geçe kalkacaktı Meram Ekspresi. Tren çuf çuf sesleriyle dumanını savurarak garda yerini aldığında ilk binenlerden biri oldum.

Kompartımanlar dörder, altışar ve sekizer kişilik olurdu. Altı kişilik kompartımandaydı yerim. Bavulumu üstümdeki rafa yerleştirdikten sonra pencere kenarına oturdum. Anılarımı yazdığım defterime ‘’Elveda İvriz Ver Elini İstanbul’’ diye yazdıktan sonra pencereden gar peronlarına baktım.

Bir elinde sapı az evvel kopmuş valizi, diğer elinde annesinin yolda yesin diye yaptığı yolluk torbasıyla, uçuk pembe sütunların arasından, işlemeli kemerlerin altından ilerledi kendime benzettiğim bir öğrenci. Peronlara çıkarken etrafına bakındı şöyle bir, sonra bineceği vagonu aramaya başladı.

Öğrenciler ve batı kentlerinin yoksulları bu trenlerin ağırlıklı yolcularıydı, onlar da vagonlarını arıyorlardı.

Ana babalarıyla vedalaştıktan sonra vagonların kapılarına koşanlar, inenlerle binenlerin çarpışmaları... Nefes nefese kompartımana girenlerin bavulları aceleyle raflara konuluyor, nedense treni kaçırma korkusu yaşanıyordu. Sanki tren kendi kendine hareket ediyor, inenleri binenleri kimse görmüyor gibi...

Ucuz olmalarının yanı sıra trenlerin memlekete has bir havası vardı. Geçtiği yerlerin rengine ve kokusuna bürünürdü. Gideceği yerlere de bu koku ve rengini götürdü. Halk edebiyatında kara tren imgesi bu yüzdendi. Anadolu da tren istasyonlarının da edebiyatımızda ayrı bir yeri vardı.

Tren yolculukları, kendine has bir yalnızlık duygusu ve hüzün taşırlardı. Bir yolcu bilmediği bir yere giderken bir diğeri özlemle andığı evine gidiyordu… Her ne şekilde olursa olsun, yollarda geçen zaman yabancıların arasında geçen zamandı... Gurbet zamanıydı... Özlem zamanıydı...

Beklenen düdük sesiyle hareket ediyoruz. Pencerelerden başını çıkarıp el sallayanlar, aşağıda trenin yanında koşanlar... Hiçbir şeyle ilgilenmeyenler, banklarda başka yerlere gitmeyi bekleyen yorgun bakışlı insanlar...

Kompartıman henüz dolmadı derken, son gelen birkaç kişiden biri selam vererek yanıma oturdu. Toparlandım. Gülümsedi hafifçe, oturdu ve çantasından bir dergi çıkararak okumaya başladı. Sevindim.

O günlerde pek konuşkan biri değildim. Daha doğrusu yolculuk boyunca çenesi düşen ve ahret soruları soran birisini istemiyordum yanımda.

Tren hareket ettikten yaklaşık bir saat sonra herkes trendeki yerini bulmuştu.  Herkes yerini bulup yerleştikten sonra koridorlarda dolaşmaya çıkılırdı. Trenlerin en güzel yanı buydu. Efkar dağıtmak için koridorda dolaşıyorsunuz, tuvalete gidebiliyorsunuz.

Otobüslerden farklı olarak trenlerin içinde apayrı bir dünya vardır. Kondüktör, makinist, temizlik görevlileri, ateşçiler, yemekhane bölümünde hizmet verenler yolcuları ile bir bütündür.

Sağımızdaki kompartımanda kız öğrenciler, solumuzda erkek öğrenciler bulunuyor. Öğrenciler hemen hemen aynı vagonlara toplamışlar. Böyle olunca yolculuk eğlenceli geçiyor. Başka vagonlardan sohbete katılmaya gelenler oluyor. Yeni dostlar, arkadaşlar ediniliyor. Hiç bilmediğimiz memleketler öğreniliyor, yeni yerler görülüyor bu yolculuklarda. Karşılıklı adresler alınıyor, evlere davet ediliyordu yeni edinilen arkadaşlar. Hikâyeler uçuşuyor havada, insanlar gönülden ve korkusuzca paylaşıyor keder ve sevinçlerini. Sohbetler, Muhabbetler daha bir tatlı, içten, sıcak ve duygusaldı.

Meram Ekspresi, özel bir durum olmazsa, küçük istasyonlarda durmazdı. Hızını keser, şehre yavaş yavaş girer ve yavaş yavaş çıkar. Hızlanıp yavaşlama hâlleri çok hoştur. Nasıl naz yapar, nasıl homurdanır, bacasından nasıl dumanlar çıkarır bir bilseniz. Dedi yanımdaki Beyefendi okumakta olduğu dergiden başını kaldırarak. Hızına ulaşınca da bir türkü tutturur ve hep nakaratını söyler. Tekerlekler bir raydan diğerine geçerken çıkardığı tiki tak tiki tak sesleri bazı yolculara ninni gibi gelir.

Köylerden, kasabalardan geçerken çocukları, çobanları görüyoruz. Gazete, kitap istiyorlar, soğan kabuklarıyla kaynatılarak renklendirilmiş yumurta satıyorlardı. Yörenin meyvelerini satanlara da rastladık bazı istasyonlarda.

Mersin’deki ilkokul dönemindeki simitçilik günlerimi anımsadım. İvriz Öğretmen Okulu’ndaki üç yıllık öğrencilik dönemim bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı.

Tekerleklerin raylardan geçerken çıkardığı sesler bana da ninni gibi geldi, uykuya dalmıştım ki çok uzaklardan geldiğini sandığım bir sesle irkildim.

Oysa ses yanım oturmakta olan 50’li yaşlardaki kompartıman arkadaştan geliyordu. Çeyrek ekmek içinde köfte uzatarak, yemez misin? Diyordu. Tereddüt ettiğimi görünce ısrar etti. Teşekkür ederek aldım.

Ekmeği bitirdiğimde, tekrar teşekkür edip, sormasına fırsat bırakmadın adımı ve İstanbul’a sınavlar için gittiğimi anlattım. Biraz da İvriz ve Köy Enstitülerinden söz ettim.

Başarılar dileyip, adının Sabri olduğunu söyledikten sonra çantasından çıkardığı bir kitabı okumaya başladı. Ben de Charles Dickens’in Oliver Twist adlı kitabını okumaya başladım. Bir süre sonra gözlerim kapanmış, oturduğum yerde uykuya dalmıştım.

Derken şiddetli bir sarsıntı ile kendime geldim. Pencereden dışarı baktım, güneş batmak üzereydi. Yerimden kalkarak tuvalete gittim. Tren koridorunda yaklaşık 10 dakika dolaştıktan sonra yerime döndüm ve kaldığım yerden kitabımı okumayı sürdürdüm.

Kitap Charles Dickens’in eserleri içinde ilk akla gelen romanı Oliver Twist. Romanda yoksul insanların hayatının derinliklerine iniliyor kaygı, korku ve mücadele gücü ortaya konuluyordu. Roman kahramanı Oliver’i biraz kendimle özleştirmiştim. Hayallere dalmış, pencereden giren rüzgarlarının etkisiyle gözlerim kapanmış ve derin bir uykuya dalmıştım.

Derinden gelen ‘’Hoşça kalın delikanlı, başarılar dilerim. Ben burada iniyorum.’’ Sesleriyle uyandığımda ‘’Neredeyim acaba?’’ Diye etrafıma bakınırken İstanbul’a gitmekte olan kara trende olduğumu fark ettim.

İzmit’e gelmiş, gün ağarmaya başlamıştı. Bir buçuk iki saat sonra Haydarpaşa Garında olacağımı düşünerek, mutlulukla gülümsedim.



17 Temmuz 2022 Pazar

MİSLİ'DEN OSMANİYE KAZASINA GÖÇ KARARI

 


31 Temmuz 1954 Cuma, Misli…

Okul tatile gireli bir buçuk aydan fazla olmuştu.

Hepimizi bir baba gibi kucaklayan öğretmenimizin önerilerinden ilkini, okul kütüphanesindeki çocuk kitaplarından en az 5 tanesini okuma önerisini yerine getirme telaşındaydım.

İlk kitabım ‘’Kaplumbağa ile Tavşan’’ olmuştu.

Kitabı bitirdiğimde ‘’kararlılık ve azmin’’ önemini kavramış, önümüze çıkabilecek bütün engelleri ‘’kararlılık ve azimle’’ yenebileceğimi anlamıştım.

Tavşandaki aşırı güvenin kendisine engel koyduğunun farkına varmıştım.

Aşırı güven zararlıydı. Kaplumbağa gibi karalılık ve azimle, yılmadan yolumuza devam etmeliydik.

Okudukça okuma hızım arttığı gibi hayal gücüm gelişiyor ve öğreniyordum.

Öğrendikçe, hayal gücüm geliştikçe de önüme çıkacak olan fırsatlara hazırlıklı hissediyordum kendimi.

Hazırlıklı olarak fırsatlarla karşılaşmak istiyordum.

Bir yerden duymuş ya da okumuş olmalıydım.

Şans denilen bir şey yoktu.

Hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak şansı yaratıyordu. Bir başka deyişle, şansınızı kendiniz yaratıyordunuz.

Bu olguyu hiç unutmamış, kendi şansımı kendim yaratmış ve yaratmayı da sürdürecektim.

Öyleydi çünkü katılacağınız sınavlara dört dörtlük hazırlanır ve zamanında sınav salonunda bulunursanız sınavı kazanıyordunuz. Şansınızı kendiniz yaratmış oluyordunuz.

Bir taraftan okulda bulabildiğimiz çocuk kitaplarıyla okuma hızımı, öğrenme ve hayal gücümü, kararlılık ve azmimi arttırmaya çalışırken, diğer taraftan da köydeki mağaraların ve kilisenin gizemlerini çözmeye çalışıyordum diğer arkadaşlarımla.

Derken…

Temmuz ayının sonlarına doğru, bir yıldır Osmaniye’de çalışmakta olan babam gelip, ‘’Toplanın Osmaniye’ye gidiyoruz.’’ Dedi.

Yeni bir göç olayı daha mı? Demiştik kardeşimle…

Göç çilemiz ne zaman sona erecekti? Ne zaman yerleşik düzene geçecektik?

Sorularımızın büyük bölümü yanıtsız kalmıştı.

Babam ‘’Nerede geçinebilecek iş bulduysak oraya gideceğiz.’’ Demişti.

Çaresiz toparlanmaya başlamıştık. Başlamıştık çünkü Misli Köyünde evimizden başka hiç bir şeyimiz yoktu. Evimizi de yemek ve yiyecek yapamayacağımıza göre Osmaniye’ye gitmek zorundaydık.

Kısa sürede toparlanıp 8 km doğudaki Hüyük İstasyonu aracılığıyla, bir kez daha 350 km tren yolculuğu yaparak Osmaniye’ye geri dönecektik…

İlk kez Elbistan Hasanköy ’den, 1951 yılının Temmuz ayında Gâvur Dağlarını aşarak, mevsimlik işçi olarak Ceyhan pamuk tarlalarına, sonra da Osmaniye yerfıstığı tarlalarına gitmiştik.

Bakalım bu kez nasıl bir ortamla karşılaşacaktık…

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...