![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2NB9ISd7o8QUzP99f0t6avtpoDG_8Pv3Jsc-nHji4zyI5Wqpf5wYEb9UvahYPPmMfdWHBelNLn4ffOw9tqsxxv28TDWUq0IwnbURU8yD847cfVREILch64VL6Zw-KFCkr-rkDRvRbwhwbCqBBRvLTP4c-SEfcjWmRGKI4BpustrXSrSlDv58S0hCGYw/w640-h426/InCollage_20221214_110424487%5B1%5D.jpg)
6
Ocak 1959 Cuma, İvriz…
Kendinizden
uzağa, zamanda ileri ya da geriye, uzaklarınıza gitmek
istediğinizde, denk gelir de yükseklerden uçan bir kuş ya
da kuşlar sürüsünü görürseniz, sürüye karışmak ister sonra
da sevdiklerimizin olduğu yere, dersiniz.
Ananız,
babanız, kardeşleriniz, varsa sevgiliniz, bazen de doğduğunuz
yerdir sevdikleriniz ve uzaklarınız.
Böyle
bir havadaydım boşalmış sınıfta. Öyleydim çünkü yarıyıl
tatili başlamıştı…
Sevdiklerimin
yanına gitmek istemiştim…
İvriz
Öğretmen Okulu’nda, 1958-59 Eğitim ve Öğretim yılının
birinci yarıyılı başarıyla sonuçlanmıştı.
Karnelerimiz
dağıtıldığında bütün derslerden on üzerinden on almıştım.
İvriz’deki ilk yılım bu karne ile taçlanmıştı.
Çok
mutluydum…
O
anda Misli Köyündeki Hatice Teyzeyi, Osman’ımın bayramlık
pantolon parası olan 10 lirayı ikiletmeden bize vermesini
düşünmüştüm.
Bize
verdiği 10 lira Niğde’deki sınavlara katılmamızı sağlamıştı.
Kazanmış ve İvrizli olmuştum.
Bunları
düşününce gözlerim buğulandı, sevdiklerim içinde yer alan
Hatice Teyzeyi minnet ve şükranla andım.
Tatile
çıkan arkadaşlarımın neredeyse okulu boşaltmış olmalarının
da duygulanmamda payı olmuştu.
Ereğli’den
kalkacak olan trenime daha 6 saat vardı.
Ulukışla
üzerinden, aktarma yaptıktan sonra, Kayseri yönünde Hüyük
İstasyonuna, sonra da Misli Köyüne gidecektim. Anamla kardeşim
Mustafa köyde, babam Mersin’de iş peşindeydi.
Böyle
duygulu bir anda elime mandolinimi alarak, beni biraz daha
duygulandıracak olan ‘’Uçun kuşlar uçun İzmir’e
doğru. Anadan babadan yardan bir haber yok mu?’’ mısralarını
mırıldanmaya başladım.
Müzik
öğretmenimiz Kemal Çuhalılar’ın tavizsiz uyguladığı program
sonucunda hem mandolin çalmasını öğrenmiş, hem de bazı
türküleri çalıp, söylemeye başlamıştık.
Çalmaya
ara verdiğimde ise bir başka sevdiğim yer, doğduğum yer
olan Bulgaristan’daki Karagözler Köyü ve Sakar Balkan aklıma
geldi.
Mandolinimi
tekrar akort ederek Rıza Tevfik Bölükbaş’ının bir dörtlüğünü
biraz değiştirerek mırıldanmaya başladım.
Uçun
kuşlar uçun doğduğum yere;
Şimdi Sakar Balkanda mor sümbül
vardır.
Ormanlarının koynunda bir serin dere,
Dikenler
içinde sarı gül vardır.
Bu
mısraları hakkıyla söyleyememiştim ama olsun du…
Niyet
önemliydi ve ben mutlu olmuştum…
Derken
okulu dolaşmakta olan nöbetçi öğretmenimiz Hüseyin Seçmen
girdi mandolin çalmakta olduğum sınıfa.
-Hayrola
Mehmet, sen niye gitmedin? Okulda mı kalacaksın?
-Hayır,
Öğretmenim, trenimin kalkmasına zaman vardı. Mandolin çalma
yetkinliğimi geliştirmeye çalışıyorum fırsattan istifade.
-İyi
yolculuklar Mehmet
Deyip,
sınıfları ve yatakhaneleri denetlemeye gitti kalanlar var mı
diye..
İvriz
Öğretmen Okulu’nda yarıyıl tatillerine gidemeyenlerin okulda
kalma olanakları vardı. Nasılsa işleyişin büyük bir bölümünü
öğrenciler üstleniyordu.
Okulda
kalan bu öğrenciler bir bakıma okul idaresinin işleyişine de
katkıda bulunmuş oluyorlardı tatile gitmeyen öğretmenlerle
birlikte.
Nöbetçi
öğretmenimiz Hüseyin Seçmen’in ayrılmasından sonra mandolini
Müzikhanedeki yerine koyup, tahta bavulumu hazırladım.
Neler
koymuştum tahta bavuluma?
İvriz’de
sürekli çalışan terziler ve atölyeleri vardı. Elbiselik
kumaşlar okul yönetimi tarafından ihale ile alınır, terzilerimiz
de bir prova sonrasında takım elbiselerimizi dikerlerdi
Gömleklerimiz
için de aynı yöntem uygulanırdı. Ayakkabılarımız ünlü
‘’Beykoz Kundurası’’ idi.
1810
yılında tabakhane olarak kurulan Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası
İstanbul’un en eski fabrikalarından biriydi. Kunduralarımız
Beykoz’dan temin edilirdi.
Hem
taş gibi sağlam hem de oldukça ekonomikti. Beykoz Deri ve Kundura
Fabrikası Osmanlı ve Türk ordusuna ayakkabı deri ürünlerinin
tedarikini sağlamaktaydı.
Osmanlı
İmparatoru II. Mahmut döneminden Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşuna ve birçok tarihi olaya şahitlik yapan fabrika 1933
yılında Sümerbank’a devredilmişti.
O
zamandan bu yana hafızalarımızda asla eskimeyen sağlam Sümerbank
ayakkabıları olarak yer edinen deri kunduralarının üretimini
gerçekleştirmişti.
Tahta
bavuluma takım elbisemi, gömleklerimi, kravatım ve okul
kütüphanesinden aldığım birkaç kitabı da koydum.
Yaklaşık
12 km uzaklıktaki Ereğli’ye kadar yürümem gerekecekti. Aklıma
‘’Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar.’’
Mısraları geldi. Mırıldanarak Ereğli’nin yolunu tuttum…