çalışkanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çalışkanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Nisan 2022 Salı

RUMELİ TÜRKÜLERİ EŞLİĞİNDE BEYAZ ALTIN


27 Ağustos 1951 Pazartesi, Ceyhan…

Rumeli Türkülerinden biriyle uyandım. Torosları aşarken güneşin bulutlardan yansıyan kırmızı, turuncu ve sarı renklerini göndermişti pamuk tarlaları ve çadırlarımızın üzerine. Sıcaklığını hissetmiştim.

Rumeli Türkülerini gözüm kapalı dinledim bir süre uyuyor taklidi yaparak. Burnuma mis gibi tandır ekmeği kokusu gelince kalkmak istedim ama gözlerimi açamıyordum bir türlü. 

Çapaklanmıştı yine, acıyordu ve etrafımı görmekte zorlanıyordum. Anlaşılan, pamuk tarlasındaki ikinci günümüze tatsız başlayacaktım. 

Gözyaşı kanallarının tıkanıklığı nedeniyle ortaya çıkan gözdeki çapaklanma, sarımtırak ve yapışkan olan rahatsız edici bir iltihaplanmaydı. 

Çapaklanmadan kurtulmalıydım. Anam silerdi gözümdeki çapaklanmayı. Yarı kör çıktım çadırdan.

Anam yine bizi kaldırmaya kıyamamış, gün doğmadan pamuk toplamaya gitmişti babamla. Güneş Torosları aşıp, ortalığı kavurmaya başlayınca kahvaltı hazırlamak için çadıra dönmüş, çay demlemişti.

Yer sofrasını hazırlarken çadırdan çıkan beni gördü. ‘’Gel bakalım Mehmet, ne olmuş gözlerine?’’ Dedikten sonra ılık çay suyuna batırdığı pamukla gözlerimi silmeye başladı.

Gözlerimizin açılmasını beklerken bir taraftan da kaşınıp duruyordum. Gece boyunca yine sivrisineklerden kurtulamamıştım. Bütün gece kanımızı emmişlerdi.

Pamuk tarlalarına komşu dere kenarlarında konaklayan mevsimlik diğer işçilerde olduğu gibi bizim de derme çatma olan çadırlarımız pek korunaklı değildi. Kum ya da toprak üzerine kurulduğu için böcek, yılan, yağmur, soğuk, toz gibi zeminden gelen birçok risk altındaydı.

Anamın gözlerimi silmesi bitmişti ki Mustafa da kalktı. Onun gözleri etkilenmemişti. Anamın uyarısı üzerine dere kenarına giderek, zorunlu ihtiyaçlarımızı giderdik, elimizi yüzümüzü yıkadık ve kovaya su doldurarak geri döndük.

Bu arada babam da gelmiş, yer sofrasında bizi bekliyordu. Tandır ekmeği, çay ve peynirden oluşan kahvaltımızı yaptıktan sonra daldık Beyaz Altın tarlasının içine. 

Bir taraftan pamuk toplarken, diğer taraftan söylenen Rumeli Türküleriyle hasret gideriyorduk 4 ay önce ayrıldığımız Karagözler Köyüne…

Ergenlik çağındaki gençlerin, özellikle genç kızlarımızın söylediği Rumeli Türküleri hepimizi rahatlatıyordu.

Rahatlamamızda Elbistan Köylerinden ayrılmış olmamızın da payı vardı bunda.

Balkanlardaki bölge insanının karakterinde var olan yiğitlik, çalışkanlık, nezâket, espri, saygı, neşe gibi özelliklerin yanı sıra aşk, hasretlik, sevdiğine kavuşamama gibi konular da türkü güftelerinde kendini göstermekteydi.

İşlenen olaylar ya da duygular olayın geçmiş olduğu yerlerin adı anılarak besteye bağlanmıştı. “Estergon Kalesi”, “Kırımdan Gelirim Adım da Sinan’dır”, “Buna Er Meydanı Derler”, “Mert Dayanır Namert Kaçar” gibi türküler bunlara örnekti. 

Gazi Osman Paşa türküsü olarak bilinen Kürdî makamındaki türkü de kazanılan bir zafere istinaden bestelenmişti.

Tuna Nehri’nin, Rumeli’ndeki Türk toplumunun ve Türk askerinin hayatında unutulmayan hatıraları vardı. Bunun için bu grup Rumeli türküleri “Tuna Türküleri” adı ile de anılmaktaydı.

Bu türkülerde, elden çıkan kaleler, Tuna boylarına serpilmiş ve sık sık el değiştiren şehirler, buralarda yaşanan mutluluklar ve pişmanlıklar, aşklar, hasret ve umutsuzluklar gibi türlü beşerî duygular ifade edilmişti.

Hep birlikte söylenen Balkan Türküleri hayatımızı kolaylaştırıyordu…


BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...