Gülhane Fermanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gülhane Fermanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mayıs 2023 Çarşamba

İSTANBUL GÜLHANE PARKI


3 Aralık 1961 Pazar, İstanbul…

Dün Gülhane Parkına gitmiş, gitme gereğini duymuştum.

Duymuştum çünkü geçtiğimiz hafta içinde Tarih Öğretmenimiz Niyazi Akşit ‘’Gülhane Hattı-ı Hümayunu’’ olarak bilinen Tanzimat Fermanı’nı anlatırken Topkapı Sarayı eklentilerinden biri olan Gülhane Parkını öyle bir anlatmıştı ki mutlaka görmeliyim. Demiştim.

Osmanlı İmparatorluğunun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca devletin idare merkezi ve padişahların aileleriyle yaşadığı bir mekân olan Topkapı sarayını tanımak, biraz da imparatorluğu tanımak anlamına geliyor. Demişti tarih öğretmenimiz.

Değişik dönemlerdeki sultanların ilgi ve çabalarıyla yaptırılan eklentiler ve eskilerin yenilenmeleriyle Topkapı Sarayı görkemli bir boyut ve işlev çeşitliliği kazanmıştı. Sarayın eklentilerinden biri de Gülhane Bahçesi/Parkı olmuştu.  

3 Kasım 1839 da Saray eklentileri içerisinde yer alan Gülhane Bahçesinde okunan bir Hatt-ı Şerif ile Tanzimat-ı Hayriye “hayırlı düzenlemeler” ilan edilmişti. 

Osmanlı tarihinin en önemli belgelerinden biri olan bu metin, okunduğu yerden ötürü Gülhane Fermanı  ve içeriğinden ötürü Tanzimat Fermanı adıyla da anılıyordu.

Bu ferman sayesinde padişahın yetkilerinin bir bölümü Meclise ve yürütme organına devredilmişti.

Tanzimat Fermanı’nın okunmasından I. Meşrutiyet’in ilanına kadar geçen dönem, Osmanlı tarihinde Tanzimat Dönemi olarak anılmaktaydı. Bu nedenlerden ötürü Gülhane Parkı’nın tarihi bir önemi vardı.

Sabah kahvaltısından sonra okulumuzun önünden geçen boynuzlu otobüslerden biriyle Alemdar Caddesi üzerindeki Gülhane durağına kadar gittim.  

Caddenin batısında Hamidiye Çeşmesi ile az güneyinde Alemdar Mustafa Paşa Türbesi bulunmaktaydı.  Cadde de ismini Alemdar Mustafa Paşa’dan almıştı.

Sultan II. Mahmud’u tahta geçiren en gizemli sadrazamlardan biriydi Alemdar Mustafa Paşa. Üç ay 18 gün sadrazamlık yapmıştı.

Hamidiye Çeşmesinin tam karşısındaki Gülhane kapısından giriş yaptım Gülhane Parkına. Girişin hemen solunda, surların dibinde Topkapı Sarayı Alay Köşkü bulunmaktaydı.

Önünde fıskiyeli havuz bulunan Alay Köşkü, Osmanlı Padişahlarının geçit törenlerini izlediği bir köşk olarak anlatılmıştı Niyazi Akşit tarafından. Osmanlının geçit törenlerine Alay dendiğini de söylemişti.

Kapalı olan Alay Köşkünü gezme olanağı bulamamıştım.

Sağ tarafta Osman Hamdi Bey yokuşu bulunmaktaydı. Bu yokuş ziyaretçilerini İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yanı sıra Topkapı Sarayı Alay Meydanı’na da ulaştırıyordu.

Ben ortadaki yolu izleyerek Sarayburnu’na çıkmak istedim.

Gülhane Parkı Sarayın eklentilerinden biri olması nedeniyle, İstanbul’un en eski parklarından biriydi Gülhane.

İçinde Topkapı Sarayı’nın gül bahçeleri de bulunduğundan, Gül evi anlamına gelen Gülhane adını almıştı. 

Gülhane Parkı 1913 yılında Sultan V. Mehmet tarafından halka açılması için İstanbul Belediye Başkanlığı’na verilmişti. Topkapı Sarayı’nın dış bahçesi olan bu mekân Belediye Başkanı Cemil Paşa döneminde parka dönüştürülmüştü. 

Gülhane Parkı, 1950’li yıllarda ‘Bahar ve Çiçek Şenlikleri’ ile İstanbulluların en önemli eğlenme ve dinlenme mekânı olmuştu.

Şenlik günlerinde Gülhane Parkı’na, Avrupa ülkelerinden getirtilerek kurulan lunapark, kentin her semtinden gelen, her yaştan İstanbullunun ilgisini çekerdi. Her nedense,  “Bahar ve Çiçek Senliklerinden bir süre sonra vazgeçilmişti.

O yıllarda parkın ortasından geçen ağaçlı yolun sağında ve solunda çeşitli gazinolar bulunmaktaydı.

Ayrıca dinlenme yerleri, yazın kukla-karagöz temsilleri veren bir tiyatro, çocuk bahçesi, küçük bir hayvanat bahçesi, kahvehaneler, Tanzimat Müzesi, botanik bahçesi, Âşık Veysel’in heykeli ve akvaryum olan sarnıç yer almaktaydı.

Gülhane Parkı’nı baştanbaşa geçerek Sarayburnu’na çıktım.

Atatürk Anıtının bulunduğu Sarayburnu öyle bir konumdaydı ki İstanbul Boğazı, Öteki Yaka olarak bilinen Galata ve çevresi, Haliç, Üsküdar ve Kadı köy rahatlıkla görülebiliyordu.

Sarayburnu’ndaki Atatürk Heykeli de 1926 yılından bu yana İstanbul’u gözleyip, durmaktaydı.3 Aralık 1961 Pazar, İstanbul…

Dün Gülhane Parkına gitmiş, gitme gereğini duymuştum.

Duymuştum çünkü geçtiğimiz hafta içinde Tarih Öğretmenimiz Niyazi Akşit ‘’Gülhane Hattı-ı Hümayunu’’ olarak bilinen Tanzimat Fermanı’nı anlatırken Topkapı Sarayı eklentilerinden biri olan Gülhane Parkını öyle bir anlatmıştı ki mutlaka görmeliyim. Demiştim.

Osmanlı İmparatorluğunun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca devletin idare merkezi ve padişahların aileleriyle yaşadığı bir mekân olan Topkapı sarayını tanımak, biraz da imparatorluğu tanımak anlamına geliyor. Demişti tarih öğretmenimiz.

Değişik dönemlerdeki sultanların ilgi ve çabalarıyla yaptırılan eklentiler ve eskilerin yenilenmeleriyle Topkapı Sarayı görkemli bir boyut ve işlev çeşitliliği kazanmıştı. Sarayın eklentilerinden biri de Gülhane Bahçesi/Parkı olmuştu.  

3 Kasım 1839 da Saray eklentileri içerisinde yer alan Gülhane Bahçesinde okunan bir Hatt-ı Şerif ile Tanzimat-ı Hayriye “hayırlı düzenlemeler” ilan edilmişti. 

Osmanlı tarihinin en önemli belgelerinden biri olan bu metin, okunduğu yerden ötürü Gülhane Fermanı  ve içeriğinden ötürü Tanzimat Fermanı adıyla da anılıyordu.

Bu ferman sayesinde padişahın yetkilerinin bir bölümü Meclise ve yürütme organına devredilmişti.

Tanzimat Fermanı’nın okunmasından I. Meşrutiyet’in ilanına kadar geçen dönem, Osmanlı tarihinde Tanzimat Dönemi olarak anılmaktaydı. Bu nedenlerden ötürü Gülhane Parkı’nın tarihi bir önemi vardı.

Sabah kahvaltısından sonra okulumuzun önünden geçen boynuzlu otobüslerden biriyle Alemdar Caddesi üzerindeki Gülhane durağına kadar gittim.  

Caddenin batısında Hamidiye Çeşmesi ile az güneyinde Alemdar Mustafa Paşa Türbesi bulunmaktaydı.  Cadde de ismini Alemdar Mustafa Paşa’dan almıştı.

Sultan II. Mahmud’u tahta geçiren en gizemli sadrazamlardan biriydi Alemdar Mustafa Paşa. Üç ay 18 gün sadrazamlık yapmıştı.

Hamidiye Çeşmesinin tam karşısındaki Gülhane kapısından giriş yaptım Gülhane Parkına. Girişin hemen solunda, surların dibinde Topkapı Sarayı Alay Köşkü bulunmaktaydı.

Önünde fıskiyeli havuz bulunan Alay Köşkü, Osmanlı Padişahlarının geçit törenlerini izlediği bir köşk olarak anlatılmıştı Niyazi Akşit tarafından. Osmanlının geçit törenlerine Alay dendiğini de söylemişti.

Kapalı olan Alay Köşkünü gezme olanağı bulamamıştım.

Sağ tarafta Osman Hamdi Bey yokuşu bulunmaktaydı. Bu yokuş ziyaretçilerini İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yanı sıra Topkapı Sarayı Alay Meydanı’na da ulaştırıyordu.

Ben ortadaki yolu izleyerek Sarayburnu’na çıkmak istedim.

Gülhane Parkı Sarayın eklentilerinden biri olması nedeniyle, İstanbul’un en eski parklarından biriydi Gülhane.

İçinde Topkapı Sarayı’nın gül bahçeleri de bulunduğundan, Gül evi anlamına gelen Gülhane adını almıştı. 

Gülhane Parkı 1913 yılında Sultan V. Mehmet tarafından halka açılması için İstanbul Belediye Başkanlığı’na verilmişti. Topkapı Sarayı’nın dış bahçesi olan bu mekân Belediye Başkanı Cemil Paşa döneminde parka dönüştürülmüştü. 

Gülhane Parkı, 1950’li yıllarda ‘Bahar ve Çiçek Şenlikleri’ ile İstanbulluların en önemli eğlenme ve dinlenme mekânı olmuştu.

Şenlik günlerinde Gülhane Parkı’na, Avrupa ülkelerinden getirtilerek kurulan lunapark, kentin her semtinden gelen, her yaştan İstanbullunun ilgisini çekerdi. Her nedense,  “Bahar ve Çiçek Senliklerinden bir süre sonra vazgeçilmişti.

O yıllarda parkın ortasından geçen ağaçlı yolun sağında ve solunda çeşitli gazinolar bulunmaktaydı.

Ayrıca dinlenme yerleri, yazın kukla-karagöz temsilleri veren bir tiyatro, çocuk bahçesi, küçük bir hayvanat bahçesi, kahvehaneler, Tanzimat Müzesi, botanik bahçesi, Âşık Veysel’in heykeli ve akvaryum olan sarnıç yer almaktaydı.

Gülhane Parkı’nı baştanbaşa geçerek Sarayburnu’na çıktım.

Atatürk Anıtının bulunduğu Sarayburnu öyle bir konumdaydı ki İstanbul Boğazı, Öteki Yaka olarak bilinen Galata ve çevresi, Haliç, Üsküdar ve Kadı köy rahatlıkla görülebiliyordu.

Sarayburnu’ndaki Atatürk Heykeli de 1926 yılından bu yana İstanbul’u gözleyip, durmaktaydı.

Bir süre Sarayburnu’ndaki kafelerden birine oturarak, muhteşem üçlü olarak tanımladığım ''simit-peynir-çay'' ile, Boğaziçi'nin muhteşem manzarasını doyasıya seyrettim.

Muhteşem üçlü deyince aklıma, Mersin'de yalınayak simit sattığım, ilkokul 3. sınıfa başladığım günler geldi.

Başarmıştım.

Yalınayak ilkokla başladığım yıllardan üç imparatorluğa başkentlik yapmış İstanbul'daki Sırça Saray dediğim Yüksek Öğretmen Okulu'nun anıtsal binasında okuma şansımı yaratmıştım.

Bir süre Sarayburnu’nda oyalandıktan sonra, yürüyerek Sirkeci’ye gelip, boynuzlu otobüslerden biriyle okuluma dönmdüm.

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...