Derinkuyu Yeraltı Şehri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Derinkuyu Yeraltı Şehri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2022 Cumartesi

KAPADOKYA GİRİŞ KAPISI NİĞDE

 


23 Ağustos 1952 Cumartesi, Misli (Konaklı)…

Öyle ya da böyle, konaklamak zorunda kaldığım yeri ve yöreyi tanıyarak bütünleşmek istemişimdir aklım erdiğinden beri.

Bir zamanlar, yerüstünden çok yeraltında yaşandığı Niğde ve merkez köylerini tanımak için her türlü yola başvurdum.

Bazı bilgileri, yıllar sonra, Kapadokya bölgesini birkaç kez gezerek edindim.

Kudüs merkezli olarak ortaya çıkan Hristiyanlığın yayılmasında Anadolu toprakları ve özellikle Kapadokya önemli bir yere sahipti.

Gördüm ve anladım ki Kapadokya yöresini içine alan yerleşim yerlerinin, neredeyse yüzde yüzü, paganist Roma İmparatorluğu’nun zulmünden kaçan Hristiyanların yaşam alanları olmuştu.

Hristiyanlar, özgürce ibadet etmek ve kendilerini herhangi bir saldırıdan korumak için hayatlarını Kapadokya bölgesinde, yeraltı şehirlerinde sürdürmüşlerdi.

Derinkuyu Yeraltı Şehri’nde, 2. yüzyılda Roma zulmünden kaçıp Mezopotamya üzerinden Kayseri’ye, oradan da Kapadokya’ya gelen ilk Hristiyanların yaşadığı biliniyor.

1830’lara kadar Kapadokya Derinkuyu bölgesinde yer üstünde bile yerleşim yokmuş. Bu da bize, Kapadokya bölgesinin önemli yerleşim yerlerinden biri olan Misli’ de neden bir tek ağacın bulunmadığını da açıklamaktadır.

Derinkuyu Yeraltı Şehri adını, 60-70 metre derinindeki 52 içme suyu kuyusundan almış. Ziyaretçilere açık olan tünel ve odalardan oluşan, 8 katlı dev Bizans dönemi yer altı şehridir Derinkuyu.

Ziyarete açılan 8 katın derinliği 50 metreyi bulurken, tüm katlarının temizlenmesi halinde derinliğin 85 metreyi bulacağı ve kat sayısının 12-13’e ulaşacağı tahmin ediliyor.

Girişleri kolay bulunmayan bulunsa da kolay girilemeyen bu gizli dünya, ilk Hristiyanları Romalı askerlerden ve Arap akıncılardan korurken, gizemli mimarisi gezginlerine de ‘acaba uzaylılar mı yaptı’ diye düşündürmüştü.

Mimaride uzaylıları zan altında bırakan da, yaklaşık 50 bin insanın, bu derinliklerde hiç dışarı çıkmadan uzun süre nasıl yaşayabildiğidir.

Dördüncü yüzyılda Hristiyanlığın merkezi haline gelen Kapadokya bölgesi, Hristiyanlığın temel direklerini oluşturan doktrinlerin belirlendiği birçok Konsil’e ev sahipliği yapmıştı.

Kapadokya; coğrafi özelliklerin belirlediği Kayseri, Niğde ve Kırşehir üçgeni olarak algılanmaktaysa da tarihsel süreç olarak günümüzde bahsedilenden daha geniş bir coğrafyadır.

Hristiyanlarla 1000 yıllık bir tarihe sahip olan bölgede Niğde, Kapadokya’nın giriş kapısı olarak da bilinmektedir.

Niğde, birçok medeniyete ev sahipliği yapmanın yanı sıra, Hititler, Romalılar, Selçuklu, Karamanoğlu Beyliği, Osmanlı gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştı.

Kapadokya sınırlarını tanımlayan ilk kişilerden biri Yunan coğrafyacı, tarihçi ve filozof Strabon olmuştur.

Strabon, Kapadokya şehirlerini; Malatya, Tufanbeyli, Niğde, Aksaray, Koçhisar, Ereğli, Bafra, Samsun, Merzifon, Niksar olarak göstermekteydi.

Bu tanım sonraki dönemlerde oldukça daralmıştı.

Bizans İmparatorluğu döneminde “Kapadokya theması” adı altında teşkilatlanan bölge Adana, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Konya ile sınırlandırılmıştı.

Roma İmparatorluğu 300 yıl boyunca Hristiyanların yayılmasını engellemeye çalışmış, Paganist olmayanları kazığa geçirip yakmış, Hz. İsa da olduğu gibi kollarından ve bacaklarından çivileyerek çarmıha germişti.

Ancak, 313 yılında, bu dine uygulanan baskının, ülkeyi huzursuzluğa götürmesi ve parçalanma aşamasına gelmesi üzerine Milano Fermanını ilan etmişti.

Bu fermanla herkese din özgürlüğü tanınmıştı. Fermanın ardından çok tanrılı pagan inancı terk edilerek Hristiyanlığa geçiş süreci başlamıştı.

Doğu Roma İmparatorluğu’nu kurarak başkentini Konstantinopolis olarak kabul eden Konstantin, parçalanmanın önüne geçebilmek ve Batı Roma'nın Hristiyanlık üzerindeki tekelini kırmak için, Hristiyanlığı Doğu Roma’nın resmi dini olarak ilan etmişti.

Dini özgürlükler ilan edilmeden önce Kapadokya’nın giriş kapısı Niğde genelinde; 80 civarında tarihi cami, ayakta kalabilmiş 30’a yakın kilise, kervansaraylar, çeşmeler, tarihi yer altı şehirleriyle Niğde bir açık hava müzesidir. 

Niğde’nin 10 km kuzeydoğusunda bulunan Gümüşler Manastırı, Gümüşler kasabasında büyük bir tüf kaya kitlesinin içine oyulmuştur.

Orta çağdan kalma ve Kapadokya’nın en iyi korunmuş, en büyük manastırlardan birisidir. Bünyesindeki Gümüşler Kilisesi, Gülen Meryem Ana freskiyle de ön plana çıkmıştır.

1928 yılındaki kaynaklarda Andaval olarak geçen yerleşim yeri Aktaş, Niğde’nin 12 km kuzeydoğusunda bulunan merkez beldelerinden biri olup, barındırdığı Andaval Kilisesi de Roma İmparatoru Konstantin’in annesi Helena adına yaptırılmıştı. İstanbul’daki Ayasofya ile yaşıt olan kilise, inanç turizmi açısında son derece önemliydi.

Niğde’nin 30 km kuzeyinde bulunan Hasanköy ile 35 km kuzeydoğusunda bulunan Konaklı (Misli) merkez köylerdi…

Misli’ deki Aziz Vlasios Rum Kilisesi, Ayasofya’dan sonra Türkiye’nin en büyük ikinci kilisesiydi. Misli’ deki kilisenin içi çok büyük ve Hasanköy Azize Makrina kilisesine göre daha korunmuş durumdaydı…. Duvar resimleri, aziz ve melek tasvirleri belirgindi…

Andaval’ daki Manastır, Hasanköy’ deki Azize Makrina Kilisesi ve Misli (Konaklı) Rum Kilisesi’ni birbirine bağlayan yer altı şehirleri ve koridorları vardı.

Tarihsel süreçte, bölgenin en büyük kilisesine sahip Misli’ de yaşayan üç bin nüfusun tamamını Ortodokslar oluşturmuştu. Misli’ nin erkekleri, Kapadokya’nın diğer bölgelerinin aksine, çalışmak için Torosların öteki tarafına gitmemişti.

Yorgancılıkla uğraşan küçük bir kesim, yakın bölgelerde çalışmış, Köyde kalan çoğunluk ise geçimini tarımla sağlamıştı.

İçine kapalı bir köy olan Misti’ nin sakinleri, kılık-kıyafet ve yaşam tarzı açısından yüzyıllar öncesindeki hallerini muhafaza etmişlerdi. Anadilleri Rumca olmakla birlikte, zamanla, Türkçeyi değişik bir lehçe ile kullanmışlardı.

Ana merkezleri Karaman olmak üzere; Mersin’in Tarsus ve Anamur İlçeleri, Konya’nın Sille, Ermenek, Maden Şehri, Ereğli, Aksaray’ın Güzelyurt İlçesi, Niğde merkez ve köyleri, Bor, Kemerhisar, Ihlara, Derinkuyu, Ürgüp, Yozgat ve ilçeleri, Kırıkkale, Keskin ve Kayseri’de yaşayan Ortodoks Türklere Karamanlılar adı verilmekteydi.

Karamanlıların Ortodoks mezhebine bağlılıkları ve cemaat başının Rum Patriği olması sebebiyle Rum olarak nitelendirilmektedirler.

Diğer taraftan Karamanlılar, Osmanlı İmparatorluğu içinde Ortodoks Türkler olmalarıyla Müslümanlardan ve diğer Hristiyanlardan ayrıca Anadolulu oldukları için de Yunanlılardan farklıdırlar.

Karamanlılar farklılıklarından dolayı kendilerini Rum olarak değil, Anadolu Ortodoks Hristiyan’ı olarak adlandırarak farklılıklarını ortaya koymuşlardır.

Anadolu’nun diğer yörelerinde yaşayan Ortodokslara Rum denmesine rağmen literatürde Türkçe konuşan Ortodokslara diğer Rumlardan ayrı olarak Karamanlı adının verilmesi onları diğerlerinden farklılaştırmaktadır.

1923 tarihli Lozan Antlaşması hükümlerince Türkiye’de yaşayan yaklaşık 193.000 Karamanlı Türk Ortodoks, Rum sayılarak zorunlu nüfus değişimine tabi tutuldular ve 1924 yılında göç yoluna koyuldular.

Atlarla, arabalarla ve genelde yürüyerek Ereğli’ye, oradan da trenlerle Mersin Limanına götürüldüler.

Mersin limanından vapurlarla gönderildikleri Yunan dillerini bilmiyorlardı. Dil bakımından sağır ve dilsiz duruma düşmüşlerdi.

Yunanistan Hükümeti bu insanların Türkçe konuşmalarını yasakladığı gibi saz çalmalarını, türkü söylemelerini, zeybek oynamalarını da yasakladı.

Karamanlılar Türkiye’de Rum olarak adlandırılıp mübadeleye tabi tutulurken, Yunanistan’da da “Türk tohumu” “Yunan adına lâyık olmayan … yarım Hristiyan … Kara dinli …Karamanlılar” Diye aşağılanarak Yunanlı olarak kabul edilmemişlerdi.

Gittikleri Batı Trakya’da, biraz da Anadolu’yu hatırlamak için olsa gerek, “Karaman” adını verdikleri bir yerleşim birimi kurmuşlardı.

Oluşturdukları yerleşim yerlerini Türkiye’deki yaşam alanlarına benzetmişlerdi hasret gidermek için.

Yunanistan’da hangi şehrin önünde ”Nea” sözcüğü varsa, bilinmelidir ki Türkiye’de yaşadıkları köy ve kasabanın bir benzerinin kurulduğu anlamındaydı.

Nea Smirna, yeni İzmir anlamındaydı.

Yunanistan’daki Yeni Kayaköy, Nea Makri olarak kurulmuştu.

Nea Makri demek, aynı zamanda deniz ve dağ demekti. Fethiye Ölüdeniz’e komşu Kayaköy’den 1922 mübadelesinde gelenler kurmuşlardı.

Büyük bir bölümü hiç Rumca bilmeyen Karamanlılar, Yunanistan’daki yaşama kültürel uyum sağlamakta ciddi zorluklarla karşılaştılar.

Gittikleri yerde yıllarca gözyaşı döken Semendireli, Mislili, Kurdunuslu, Çarıklılı, Andavanlı Ortodoks Türkler hep Niğde özlemi ile yaşamışlardı.

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...