Öğretmen Okulları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Öğretmen Okulları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2022 Perşembe

İNCECİKTEN BİR KAR YAĞAR MİSLİ OVASINA

 

23 Şubat 1958 Pazar, Misli Niğde…

Bu sabah tuvalete gitmek için dışarı çıktığımda  Dağ taş beyazlara bürünmüş. Bir de poyraz çıkmış mı yuvasından. Karları söküp söküp yerlerinden savuruyor göklere. 

Tuvalete ulaşıncaya kadar yerden savrulmasam da aklıma Karacaoğlan’ın bir dörtlüğü geldi.

İncecikten bir kar yağar,

Tozar Elif Elif diye,

Deli gönül abdal olmuş,

Gezer Elif Elif diye…

Elif diye bir sevgilim yoktu ama sevgiliye götürecek önemli bir araç vardı.

Sevgilimiz okul, eğitim ve bilgi olmalıydı. 

İncecikten bir kar yağar, tozar okul okul diye…

Dizelerini kafamda oluşturdum. Eğitim ve Öğretim, uygulamalı bilgi ve bilim kurtuluşumuz olacaktı. Çağdaş Medeniyetler seviyesine ulaşmanın yolu bilgi ve bilimden geçiyordu.

Köy Enstitüleri ve ardılları olan Öğretmen Okulları bu amaçla kurulmuş ve varlığını sürdürüyordu. Bu okullardan mezun olmuş öğretmenlerimiz, bizim gibi fukara çocuklarının yanı sıra geri kalmış Anadolu çocuklarına da sahip çıkıyorlardı.

Osmaniye ve Mersin’de kaldığımız üç yıl süresince kar görmemiştik. İncecikten yağmakta ve tozmakta olan kar birden aklıma Bulgaristan Karagözler Köyü
ve karlı kış günlerini getirdi.

Karlı kış günlerini özlemiştim. Karlı kış günleriyle birlikte ailemi de bir bütün olarak özlemiştim. Anam, babam ve iki kardeşimle birlikte beş kişilik bir aileydik Bulgaristan’da.

En küçük kardeşimiz Şaban’ı Elbistan köylerinde toprağa vermiştik göç sırasında. Şimdi de babam yoktu aramızda. İş bulmak için Mersin’e gitmişti.

Ailemiz hep eksik kalmıştı Bulgaristan’dan göçtükten sonra. Hüzünlendim birden. Hüzünlendim ama çabucak kurtarmalıydım kendimi hüznümden. Anam farkına varırsa, kaybettiğimiz en küçük oğlu Şaban için dövünmeye başlardı yine.

Tuvaletten döndüğümde kardeşimle anam uyuyordu. Üstelik bu gün günlerden Pazar’dı. Uyusunlardı…

Dışarıdaki bembeyaz karın aydınlığı pencereden içeri vurmuştu. Omuzlarıma kadar yatağın içine girdikten sonra sol yanımda bulunan ‘’Hatırat Defteri’’ ile kurşun kalemi alarak Bor 29 Ekim İlkokulu’ndan Misli İlkokulu’na gelişimizi yazmaya başladım.

Bor’dan Misli ‘ye geleli 30 günden fazla oldu.  Eve bir çuval un, bir çuval mercimek, yağ, biraz şeker ve bir çuval patatesin yanı sıra yakacak olarak da en az bir ay yetecek kadar tezek ve saman aldıktan sonra Mersin’e gitti babam.

Az daha unutuyordum. Fitilli gece lambamız için de yeterince gaz almıştı. 

Köydeki ilk günlerimiz oldukça zor geçti. Bor, Kayabaşı ve arkadaşlarımızı özlüyorduk. Özlüyorduk çünkü ne zaman hüzünlensek ya da neşelensek kendimizi Kayabaşı’nda bulurduk.

Hafif bulutlu bir akşamüzeri batarken Ufuk çizgisini yarılayan güneş, yepyeni umutların habercisi edasıyla yıldızların parlaklığına bırakırdı geceyi…

Geceler bile umut doluydu Kayabaşı’nda…

Misli’ de umutsuz başlamıştık günlere ve okula…

Yine de çabuk toparlandık. Hatice Teyzenin oğlu hiç yalnız bırakmadı bizi. Aynı yaşta ve aynı sınıfta olmamız büyük avantajdı. Bu kez dördüncü ve beşinci sınıflar aynı sınıfta ders görüyorduk. Dördüncü sınıflar ders yaparken beşinci sınıflar ödev yapmaktaydı.

Bu uygulamanın olumlu bir yönü vardı, evde ödev yapmak zorunda kalmıyorduk. Kalan zamanlarımızı kitap okuyarak ve köyün mağaralarını keşfederek değerlendiriyorduk. Kapadokya yöresi ve Misli Köyü kaynaklı bazı kitaplar da vermişti öğretmenimiz.

Yaklaşık 2 ay sonra da gelmiş olsak, okulumuza uyum sağlamamız kolay oldu. Oldu çünkü Bor’da babamın bahçesine baktığı emekli Türkçe Öğretmeni Necati beyin bize verdiği kitapları okumanın yanı sıra, okul açılmadan aldığı ders kitaplarını da gözden geçirerek okula hazırlıklı olarak başlamış olmak bizi sınıfın en iyileri arasına sokmuştu.  Misli ’ye de hazırlıklı gelmiştik yani…

Üstelik köydeki öğrencilere göre bilgi yönünden de daha iyi olduğumuzu görmüştük. Sosyalleşme yönünden de Osman çok yardımcı olmuştu. Annesi Hatice Teyze de annemin yalnızlığını gidermişti.

Okulumuzun Başöğretmeni Bayezid Tuna dördüncü ve beşinci sınıfların sınıf öğretmeniydi. İlk bir hafta on günde dikkatini ve ilgisini çekmiştik kardeşimle. Dikkatini çekmiştik ki bizimle özel olarak ilgilenmiş, hem okulun hem de kendi kitaplığından bize uygun kitaplar vermeye başlamıştı.

Anılarımı yazmaya çalıştığım ‘’Hatırat Defteri’’ yaprakları bittiği için yazmayı bıraktım. Bu arada anam kalkmış, kahvaltı hazırlamaya başlamıştı. Bir süre sonra kardeşim Mustafa da uyandı.

-Yine bir şeyler yazdın değil mi, ben de okuyabilir miyim?

Dedi. Kardeşim anılarla uğraşmazdı. Yazdıklarımı okuduktan sonra da,

-Bunlara nasıl zaman ayırıyorsun?

Dedi ve tuvalete gitti. Tuvaletten döndükten sonra,

-Güzel kar yağmış birader. Kahvaltıdan sonra  kaymaya gidelim.

-Olur, Mustafa.

Dedikten sonra kahvaltı sofrasına oturduk…


BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...