7 Aralık 2022 Çarşamba

İVRİZ'DE CUMARTESİ ETKİNLİKLERİ

 

6 Aralık 1958 Cumartesi, İvriz…

Torosların kuzeybatısındaki yamaca konuşlanmış İvriz’deki yatakhanelerin arasından uğuldayarak geçen deli poyrazın sesiyle uyandım ranzanın üst katındaki yatağımda.

İçeriden buz tutmuş pencere camını kazıyarak dışarı baktım. Tanyeri ağarmakta ve deli poyraz karları yerlerinden söküp savuruyordu pencerelerimize.

Ağaçların üstünde ışıldayan tomurcuklar halindeki karlar yerlere dökülüyor, yerdeki karlar poyrazın önünde tozarak havalara savruluyordu. Dağ taş beyaza bürünmüştü.

Oysa Cumartesi günlerinin ayrıcalıklı bir yeri vardı İvriz’de. En aktif geçen günler arasındaydı Cumartesi günleri.

Deli poyraz vız gelirdi bizlere. Zaten, İvriz yerleşkesindeki kara kış ile deli poyrazın olumsuz etkilerine biyolojik yapımız da uyum sağlamıştı. Sürekli hareket halinde oluşumuz ve etkinlikler terlememizi bile sağlıyordu.

Nöbetçi öğretmenin ranzalara vuracağı anahtar sesini duymadan kalktım.

Elimi yüzümü yıkarken, nöbetçi öğretmen Hüseyin Seçmen ‘’Günaydın Mehmet’’ dedikten sonra anahtarını ranzaların demirlerine vurarak girmişti yatakhaneye.

Saat 6,30’da hepimiz nöbetçi öğrencilerin sobasını yaktığı sınıflarımızda yerimizi almıştık. Haftanın son etüt saatindeydik.

Kahvaltıdan sonraki sportif etkinliklerin  ardından yapılan 4 saat ders ve öğlen yemeğinden sonra Bayrak merasimi başladı.

Okul müdürü Kamil Açan’ın yıllar boyunca hafızamızdan silinmeyen eğitim ve öğretimle ilgili konuşmaları yapıldı.

O dönemin yönetici ve öğretmenleri, başta İvriz olmak üzere, İlköğretmen okullarını salt bir okul ya da bir eğitim sistemi olarak görmüyordu.

Okul Müdürümüz Kamil Açan’ın sürekli vurguladığı gibi ‘’adam etme ve öğretme’’ kurumları olarak görüyorlardı İvriz’i…

İnsanı insan olarak sevmek, insan olduğunu hissettirmek bilincini geliştiren kurumlar olarak görüyorlardı okulumuzu. Kemalizm’in temel ilkeleri uygulanıyordu.

Bayrak merasiminden sonra öncelikle sınıflarda, yatakhanelerde ve diğer birimlerde genel temizlik için, her hafta olduğu gibi, bu hafta da temizlik ve diğer nöbetçi öğrenciler seçildi.

Nöbetçileri özendirmek için yarışmalar düzenlenir, nöbetçi öğretmenler ve başkanlar tarafından gezilerek puanlama yapılırdı. Pazartesi günleri bayrak töreninden sonra da en iyi temizlik puanlarını alanlar ödüllendirilirdi.

Başta yatakhanelerimiz olmak üzere İvriz yerleşkesinde bulunan bütün birimlerde temizlik ve düzen birincil önceliklerimizdendi.

Diğer taraftan bütün birimlerde nöbet ve görev aldığımız, üretim yaptığımız için, üretimden gelen gücümüzün de farkına varmıştık.

Üretmek harika bir duyguydu. Eleştirel bilince sahip, akıl ve bilime inanan bireylerin yetiştirildikleri demokratik, laik ve çağdaş bir eğitim kurumuydu İvriz. Üretim Gücümüzü destekliyordu.

Başta özgüvenimiz olmak üzere, bizlere kazandırdığı pek çok yeteneklerimizin yanı sıra, gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta da, İvriz’de verilen sanat eğitimiydi.

Başta müzik ve resim olmak üzere, yazarlığa hazırlık, senaristlik, küçük hikâye yazarlığı, tiyatro ve folklor çalışmaları üzerinde önemle durulurdu.

İvriz’deki öğrencilerin yüzde doksanı uzak köylerden geldikleri ve yatılı olduklarından hafta sonu tatillerinde evlerine gitmezler, gidemezlerdi.

Bu nedenle de Cumartesi günleri akşam yemeğinden sonra yemekhanemiz bir tiyatro ve konser salonuna dönüştürülürdü.

Düzenlenen hafta sonu eğlenceleri önemliydi. Bu eğlencelerde çeşitli yazarların tiyatro eserleri ya da İvrizli öğrencilerin yazdıkları oyunlar sergilenirdi.

Bazen şiir ve şarkı yarışmaları düzenlenir, arkasından folklor gösterileri olurdu. Bazı hafta sonlarında seçme Türk filmleri de getirildiğini anımsıyorum.

Düzenlenen hafta sonu etkinlikleri ve eğlenceler önemliydi. Önemliydi çünkü hem o haftanın yorgunluğunu atmaya yardımcı oluyor, hem de sistemli bir şekilde, grup olarak öğrencilerin bir program düzenleme yeteneklerini geliştiriyordu.

Mezun olduktan sonra gideceğimiz köylerde bu tür etkinliklerin düzenlenebilmesi için bu tecrübeyi önceden kazanmış olmamız açısından bir avantaj olarak görülüyordu.

Konferans salonuna dönüştürülen yemekhanemizin bir başka işlevi de geniş katılımlı hafta sonu toplantılarıydı.

Geniş söz hürriyetinin olduğu bu toplantılarda işçi, öğrenci, öğretmen, idareci ve müdür ayırımı yapılmazdı.

Bazı Cumartesi toplantılarında İvriz’deki değişik birimlerin işleyişi üzerinde tartışmalar açılırdı. Öğrenci nöbetleri bunlardan biriydi.

Yemekhane ve idarede görev alan öğrencilerin nöbet sürelerinin uzunluğu, giremedikleri derslerin notlarını arkadaşlarından alıp, yazmaların zorlaştırıyordu.

Öğrenci nöbetleri dışında, erzak, ders, inşaat, ziraat, revir ve hastalık, giyecek, spor gibi her konu üzerinde görüşülür ve sorunlar tespit edilerek çözüm yolları aranırdı.

Harika günlerdi İvriz’deki Cumartesi günleri…

6 Aralık 2022 Salı

İVRİZ'DE SINIF NÖBETÇİSİ OLMAK

1 Aralık 1958 Pazartesi, İvriz…

Alaca karanlıkta gözlerimi açtığımda sanki rüzgâr esiyordu yatakhanede, kollarımı dışarı çıkardığımda havanın çok soğuk olduğunu hissettim.

Saat 05.00 olmalıydı…

Etrafa bakındım. Yatakhanemizin camları buz tutmuş, dışarısı görünmüyordu. Görünmüyordu ama pencere aralıklarından, kapı altlarından, görünmez çatlaklardan rüzgârın sesi doluyordu yatakhanemize.

Kış bütün şiddetiyle gelmişti İvriz’e. Ne kadar soğuk ve ne kadar yakıcıydı. Soğuk yakar mıydı? Yakıyordu işte…

Sanki İvriz’le birlikte Dünya buz tutmuştu.  

Gerçi Bulgaristan Karagözler Köyü ile Niğde Misli Köyünde de kar yakar, bazen bir metreyi aşardı ama böyle kar fırtınaları olmazdı. Böylesine alışık değildim.

Beyaz çarşafların sardığı battaniyeye sıkıca sarılayım, biraz daha uyuyayım dedim ama bir hafta süreyle, en iyi arkadaşım Emin Özkan (Ozgan) ile sınıf nöbetçisiydik. Kalkmalıydım, kalkmalıydık.

Bütün Köy Enstitülerinde olduğu gibi İvriz’de de kalorifer sistemi yoktu. Isınma aracı olarak sobalar vardı. Sobalar da sadece okul idaresiyle sınıflarda bulunurdu. Yatakhaneler ve yemekhanede soba da yoktu.

Diğer taraftan İvriz’deki işleyişin yüzde sekseni öğrenciler tarafından gerçekleştirilirdi. Diğer birimlerde olduğu gibi, sınıflardaki ve idaredeki sobaların yakılması nöbetçi öğrencilerin görevlerindendi.

Sınıf nöbetçileri haftanın son günü, akşamüzeri, bir önceki nöbetçilerden görevi devralır ve odun kömür deposuna giderlerdi.

Emin’le ben de dün akşam depoya gitmiş, odun ve kömürün yanı sıra sobayı tutuşturmak için çıra da almıştık. Haftanın ilk günü etüt başlamadan önce sınıfımıza gidip, sobayı yakmalıydık.

İstemeyerek çıktığımız yataklarımızdan alel acele giyindik. Öncelikle yataklarımızı düzelttik, düzeltmek zorundaydık. İki yatakhane arasındaki tuvaletlerde ihtiyaçlarımızı giderdik, neredeyse donmuş olan musluklardan damlayarak akan sularla elimizi yıkayıp, sınıfımıza gitmek üzere dışarı çıktık. 

Gece göğünün altında her yer bembeyaz uzanıyordu İvriz yerleşkesinde. Kara kışla birlikte karın hükümranlığı başlamıştı İvriz’de.

“Beyaz ipek gibi yağdı kar/ bir kız kardan hafif yüreğiyle/ geçip gitti güvercinleri anımsatarak,” der Ataol Behramoğlu.

Kimine göre bir kuşkanadı gibi hafiftir kar, kimine göreyse yüreğe oturmuş bir demir yük kadar ağır. Beyaz,  kalın ve sıkıntılı…

Maharet ise onu dinlemekten geçiyordu. Sessizliğiyle konuşuyordu kar. Ona baktıkça, dinledikçe bize ayna olurdu yaşamlarımız konusunda. Suskunluğuyla asıl bizi konuşmaya, içimizi dökmeye kışkırtır ve çoğu zaman da bir arınma sunardı. 

Torosların eteklerindeki İvriz yerleşkesinde bazı kış günleri unutulmazlarım arasına girmişti. Girmişti çünkü Aralık ayının bazı günlerinde ortaya çıkan kar fırtınalarında el ele tutunmadan bir binadan diğerine geçemezdik. Çatıların üzerindeki karların üzerimize düştüğü zamanlar olmuştu. Çatıların uçtuğu zamanlar da olurdu.

Bugün o günlerden biriydi.

Korkunç, kar tipili bir fırtına Torosların dibinden ziraata doğru hücum ediyor ve yatakhanelerin arasından, tozu dumana katarak ve ıslık çalarak gidiyordu.

Binaların, yolların, direklerin, uzaklarda görünen her şeyin her tarafı karla örtülüyor ve bu örtü giderek büyüyordu. Bir an fırtına durdu. Emin’le sınıfımıza doğru bir hamle yaptık…

Fakat daha sonra karşı konulamaz gibi görünen dalgalar halinde tekrar esmeye başladı. Emin ile ele le tutunarak, bazen de savrularak güç bela sınıfımıza ulaştık…

Pazartesi… Haftanın ve Emin ile benim sınıf nöbetimizin başlangıç günü…

Bir hafta süreyle, en sevdiğim arkadaşım Emin’le birlikte, her sabah sınıftaki sobayı yakacaktık arkadaşlarımız gelmeden önce. Gerçi İvriz’e gelmeden evlerimizde soba yakmıştık ama bizim evimize hiçbir zaman kömür sobası girmemişti. Kömür sobası konusunda Emin de benim gibi acemiydi.

Fen Bilgisi öğretmenimiz Mehmet Baş, ‘’Yanma Olayı’’ en basit şekilde, havadaki oksijen ve yakıtın kimyasal tepkimesi olarak tanımlanabilir. Demişti.

Kömürün yanmasını ise 3 aşamalı olarak anlatmıştı. Sırasıyla kömürün nemini bırakarak kuruması, tutuşması ve yanması aşamasından geçmesi gerekiyordu. Tutuşma aşamasında oksijenin eksik verilmesi nedeniyle eksik yanma meydana gelir ve ortamı karbondioksit gazı doldurur. Demişti.

İyi yanma için en uygun “hava(oksijen)/yakıt” oranının sobada sağlanmış olması gerekmekteydi. Başlangıçta biz bunu sağlayamadığımız için sınıfımız Tilki inine dönmüştü.

Sobamızdaki yakıt yeterli oksijeni alamamıştı. Hemen sınıfın pencerelerini açmıştık temiz hava girsin diye. Hava çok soğuk olmasına rağmen biz kan ter içinde kalmıştık sobayı yakma uğraşında.

Emin bana seslenerek… ‘’Hey Akıncı sobadaki kömür yeterli oksijeni alamadı, hatırlasana, yanma için gerekli oksijen iki şekilde temin edilmektedir. Demişti Fen Bilgisi öğretmenimiz Mehmet Baş.’’  

Hatırladım biraz geç de olsa. Birincil ve önemli olan oksijen ızgara altından kontrollü olarak verilmeliydi. İkincil olarak da tutuşan kömürden çıkan uçucu gazların sürekli bir şekilde yanmasını temin etmek için sobaya üstten hava/oksijen verilmeliydi. Kömürün üzerinde yeterince hava boşluğu bırakılmalıydı.

Emin’in uyarısı üzerine sobaya doldurulan kömürün üzerinde yeterli hava boşluğu bıraktıktan sonra, tutuşma sıcaklığı düşük olan odun ve çırayı koyduk. Soba dışında kibritle yaktığımız bir çıra yeterli kıvama gelince odun ve çıraların üzerine koyduk. Bunlar ateşlenerek, üst katmandan başlayarak, kömürün aşağıya doğru yanmasını sağladı.

Yanma için gerekli hava(oksijen) sobanın hem üst deliğinden hem de ızgara altından sağlanmıştı.

Sonunda başarmıştık, arkadaşlarımızın gelmesine daha 10 dakika vardı. Bu arada sınıfımız da havalanmış, tam olmasa da duman atılmıştı.

Arkadaşlarımız sabah etüdü için sınıfa geldiklerinde, tam olmasa da, sınıfımız biraz ısınmış ve sıralara oturulacak hale gelmişti.

Emin’le birbirimizi tebrik ettik. Sonraki günlerde soba yakma problemimiz olmadı, haftayı başarıyla bitirerek sonraki nöbeti diğer iki arkadaşlara devrettik…


5 Aralık 2022 Pazartesi

İVRİZ'DE BİR GÜNLÜK YAŞAM ÖZETİ

 


27 Ekim Pazartesi 1958, İvriz…

Oldukça yüksek bir sesle ‘’Kalkın, oyalanmayın, geri geldiğimde kimseyi yatakta görmeyeceğim.’’ Diyerek yatakhanemize giren nöbetçi öğretmen bir taraftan da elindeki anahtarlarla ranza demirlerine vurarak ilerliyordu.

Saat 06,00 olmalıydı.

Uykunun o en tatlı yerinde istemeyerek yataktan doğruldum. Gözlerimi ovuşturarak kendime gelmeye çalışırken, nöbetçi öğretmen de bizden  çıkmış, başka koğuşlara gitmişti.

Bunu fırsat bilerek tekrar battaniyemi başıma çekip birkaç dakika daha kestirmek büyük bir zevk olacaktı. Olacaktı ama olamazdı.

Kalkıp, önce tuvalete gittim. Elimi yüzümü yıkayıp, ihtiyaçlarımı giderdikten sonra hızla giyinip, yatağımı düzeltim. Deyim yerindeyse, yatağım jilet gibi olmuştu.

Saat 06.45’de mütalaa (etüt) zili çalmadan sınıflarımızda olmak zorundaydık.

Ödevlerin yapılması ve bir sonraki derse hazırlık çalışmasının yapıldığı zorunlu etütler 06,45-07,45 arasında yapılırdı.

Sınıf başkanı olarak, diğer arkadaşlarımdan önce sınıfa gitmeliydim. Adeta koşarcasına sınıfımıza gittim. Sınıf nöbetçisi olan arkadaşlarımızın yaptıkları sınıf temizliği ve masaların düzenini kontrol edip, sınıfı havalandırdım.  Derken diğer arkadaşlarım da geldi.

Bazıları hala gözlerini ovuşturuyordu. Uykularını tam alamamış olmalıydılar. Gece  rahat uyuyamadığını gürültülü olarak anlatan bir arkadaşımı uyarmak zorunda kaldım. Sessizlik hakim oldu.

Nöbetçi öğretmen ve üst sınıflardaki öğrencilerin gözetim ve denetiminde gerçekleştirilen sabah ve akşam etütlerinde bütün ödevlerimiz bittiği gibi ertesi gün derslerinin ön hazırlığı da yapılmış olurdu.

Muhteşem ve mükemmel bir uygulamaydı zorunlu etütler. Öyleydi çünkü yapamadığınız soruları sınıf arkadaşlarınıza sorabildiğimiz gibi nöbetçi öğrenci ve öğretmenden de yardım alıyorduk.

İlkokuldan beri çok disiplinli bir öğrenciydim. Öğrenmenin ve pekiştirmenin en iyi yolu tekrarın yanı sıra birilerine anlatmaktı. Yardım isteyen bazı sınıf arkadaşlarıma anlatıyordum.

Olabildiğince sessiz olarak bir arkadaşıma yardımcı olurken, yanındaki nöbetçi öğrenciyle birlikte nöbetçi öğretmen Mehmet Ali Aladağ sınıfımıza girdi. Türkçe öğretmenimizdi. Kalkıp yanına gittim. Her şeyin yolunda olduğunu söyledim. Çıktılar.

Etüdün  bittiğini bildiren zil sesiyle birlikte sınıftan çıktık. Kahvaltıdan önce bütün sınıflar tören alanında bir araya geldi. Güne daha dinamik ve mutlu girebilmek için her sabah yarım saat süreyle spor etkinliği vardı. 

Bu gün de sabah sporları zeybek havalarıyla devam etti. Okul bando takımı tarafından çalınan müziklerin eşliğinde oynanan milli oyunlar spor olmaktan çıkıp, tam bir şölen havasına dönerdi.

Bugün de öyle oldu. Hayatı ve okulu sevdiriyordu sabah etkinlikleri.

Ritmik hareketler beynimizin mutluluk hormonu  adı verilen endorfin ve serotonin salgılamasını sağlar. Her ikisi de bedenimizin kendini ödüllendirme sistemidir. Düzenli yapılan spor etkinlikleri zorluklarla baş edebilmeyi sağlamasının yanı sıra kişinin kendine olan özgüvenini de arttırıyordu.

Mutluluktan kendimizden geçmiş olarak yemekhaneye, sabah kahvaltısına gittik. Çeyrek ekmek ve bir bardak çay eşliğinde zeytin ve pişmiş katı bir yumurta ile tamamlanan kahvaltı ziyafet gibi gelmişti. 

Kültür dersleri müfredatın yarısını dolduracak şekilde düzenlenmişti. Öğleye kadar Kültür derslerimizden Türkçe ve Tarih  vardı. 

Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okullarında çalışma zamanının yarısı kültür derslerine, dörtte biri ziraat ders ve uygulamalarına, geriye kalan dörtte biri ise teknik dersler ve uygulamalarına ayrılmıştı.

Kültür derslerinin büyük bölümü öğleden önce sınıflarda, Fen Bilgisi laboratuvarda, müzik dersleri de müzikhanede yapılırdı.

Kültür dersleri içinde Türkçe, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık bilgisi, Matematik, Fen Bilgisi,   Resim-iş, Beden eğitimi ve ulusal oyunlar, Müzik, askerlik, ev idaresi ve çocuk bakımı, öğretmenlik bilgisi, zirai işletme ekonomisi, kooperatifçilik yer alırdı.

Öğle sonra, gününe göre ya Tarım dersi ve uygulamaları ya da Teknik dersler ve uygulamaları programda olurdu.

Tarım dersi uygulamalarında tarla ziraatı, bahçe ziraatı, sanayi bitkileri ziraatı, zootekni, kümes hayvancılığı, arıcılık, ziraat sanatları yer alırdı.

Atölyelerde gerçekleştirilen Teknik derslerin kapsamında Köy demirciliği, Dülgerlik ve yapımcılığı gibi uygulamalar yer alıyordu.

Bugün öğleden sonra Tarla ve Bahçe Ziraatı dersleri vardı. Özellikle bahçe ziraati önemliydi. Okulun meyve ve sebze ihtiyacı bu uygulama yöntemiyle sağlanıyordu.

Döner sermayeli olan okulumuzda kahvaltı ve yemek için gerekli olan malzeme okulun tarla ve bahçelerinden sağlanıyordu.

Uygulanan programın özü, öğrencileri bireysel çalışmalara yönlendirerek, onlara bilgiyi iş içinde ve üreterek öğretmekti.

İsmail Hakkı Tonguç tarafından Köy Enstitüleri için planlanan “İş Okulu” eğitim sistemi, tamamen öğrencilerin kişiliğini geliştirmeye yarayan, yaratıcılığı geliştiren uygulamaları içeriyordu.

Günlük ders programımız saat 17,00’de sona erdi. Saat 18,30’a kadar olan serbest zamanımızda kütüphane, spor salonu, müzik salonu ve diğer yerlerdeki etkinlikler yer alıyordu.

Ayrıca İvriz yerleşkesi içinde gezilir, arkadaşlıklar pekiştirilir ve günün değerlendirmesi yapılırdı.

Ben kütüphaneye giderek yeni bir kitap almayı seçtim serbest zamanımızda.

Saat 18,30’da ilk akşam etüdü başladı. Sınıftaki düzen ve disiplinin sağlandığını gördükten sonra, öğleden önceki Türkçe ve Tarih derslerinde gördüklerimizi gözden geçirdim. Edindiğimiz bilgileri pekiştirdim.

Saat 19,30-20,00 arasındaki akşam yemeğinden sonra tekrar başlayan akşam etüdüyle birlikte, ödevler bitmişse ertesi günün dersleri gözden geçirilirdi.

Benim ödevlerim bittiği gibi kütüphaneden aldığım kitaptan da yaklaşık 30 sayfa okumuştum.

Etüdün bittiğini bildiren zille birlikte yatakhanelere gitmek üzere sınıftan ayrıldık.

Öncelikle tuvalet ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra, ayaklarımızı yıkamış ve pijamalarımızı giymiş olarak yataklarımızın üzerindeydik.

En geç saat 21,30’da da yatağa girmemiz gerekiyordu.

Nöbetçi öğretmen yatakhaneleri dolaşarak durumu denetler, sarı ışıklı gece lambası dışında, bütün lambalar söndürülürdü.

Bugün de öyle oldu, İvriz yerleşkesinde mutlu bir gün daha tamamlanmıştı.

4 Aralık 2022 Pazar

YÖNETİMİN PAYLAŞILDIĞI İVRİZ ÖĞRETMEN OKULU

 

26 Ekim 1958 Pazar, İvriz…

İvriz’de beşinci hafta sonu...

Dün bir hafta süreyle nöbete çıkacak yaklaşık 60 öğrenci seçildi ve göreve başladılar.

Görevli öğrencilere verilen sorumlulukla birlikte yetki de veriliyordu. Bir başka deyişle okulun yönetim ve işleyişi öğrencilerle paylaşılıyordu.

 Eğitim ilkelerinin ustaca düzenlendiği ve buna göre uygulamanın yapıldığı Köy Enstitüleri ve ardılları olan Öğretmen Okullarında demokratik eğitim yaratılmıştı.

Demokrasi kavramını sindirebilmiş eğiticiler yönetiminde Demokrasi, Köy Enstitülerinde önce eşitlik ilkesiyle ortaya konulmuştu. 

Öğrenciler yapı işlerinde, tarlada çalışırken Enstitü yöneticileri sırtüstü yatamazlardı. 

Öğretmenlerle öğrenciler aynı karavanadan, aynı yemekleri yerlerdi.

Büyükler küçükleri ezmezler, ezemezlerdi. Herkesin gücüne göre iş yaptırılırdı.

Ast-üst ilişkisinden çok, işlevsel bir örgütlenme sağlanmıştı. Bilene saygı gösterilir; çeşitli yönetsel görevlere getirilecek öğrenciler yeteneklerine göre seçilirlerdi.

Herkes birbirine açık seçik hesap vereceğini bilirdi. Küme çalışmaları, birlikte iş başarma anlayışı yerleşmişti. Öğrenci öneride bulunabilir, eleştirebilir. Kısaca, Köy Enstitülerinde yönetenle yönetilen aynı potada olurdu. 

İvriz’de temizlik birinci öncelikti. Temizlik nöbetçileri başta yemekhane, yatakhaneler ve sınıflar olmak üzere, tüm okulu tertemiz yaptılar. Yatakhane nöbetçileri çok çalıştılar. 

İvriz’de kurallar tam anlamıyla işlemeye başlamış ve olumlu sonuçları da görülmeye başlamıştı.

Yabancılığımızı ve ürkekliğimizi henüz üstümüzden tam olarak atamadığımız ilk haftalarda, her konuda bize yardımcı olan öğretmenlerimiz ve büyük sınıflardaki ağabeylerimiz oldukça hoşgörülü davrandılar. 

Ama herkesin yeri yurdu, sınıfı yatakhanesi belli olup dersler de iyiden iyiye başladıktan sonra, hayli katı bir disiplin kendini hissettirmeye başladı. Öyle ki bu disiplin ağabeylerimiz, öğretmenlerimiz ve yöneticilerimizden ziyade ziller tarafından uygulanıyordu.

Sanki idare ve idare ile yönetimi paylaşan nöbetçilerden çok bizi yöneten uzunca çalan sert tınılı zillerdi. 

Yatma kalkma, kahvaltı yemek, mütalaa ve ders saatlerimizi hep bu ziller haber verirdi. Okulumuz çok geniş bir alana yayılmış olmasına rağmen ziller en uç noktalardan bile duyuluyordu. Düzen böyle kurulmuştu.

Okulda tam bir kışla havası vardı. İyi ki vardı çünkü 600 civarında öğrencinin olduğu İvriz’de kadrolu çalışan 10-12 görevli bulunurdu. Söz gelimi yemekhanemizde bir aşçıbaşı ile yardımcısı olurdu. Onlar yemekleri hazırlardı.  

600 öğrenci ile birlikte okul müdürü ve öğretmenlerin de yemek yediği yemekhanede yemek masalarının hazırlanması, yemekten sonra masadakilerin toplanması ve bulaşıkların yıkanması gibi işler yemekhanedeki nöbetçi olan öğrenciler tarafından yerine getiriliyordu.

Yemekhane ve idarede olduğu gibi diğer birimlerde de öğrenciler görevliydi birer hafta süreyle. 

Görevli nöbetçi öğrenciler hafta süreyle derslere girmezdi. Ders notlarını derse katılan arkadaşlarından alır, kendi defterine çeker ve çalışırdı. 

Fırında, çamaşırhanede, yemekhanede, müzikhanede, laboratuvarda, idarede, ziraatta ve diğer birimlerde birer hafta süreyle aldığımız sorumlulukların bizi hayata hazırladığını yıllar sonra yaşayarak öğrenecektik. Öğrenecektik çünkü Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydi.

Okul yönetim binası ile yemekhane bitişikti. Yöneticiler ve öğretmenler bir ara kapı ile yemekhaneye geçerlerdi. 

Arazi eğiminden ötürü, yönetim binası ile aynı zeminde olan yemekhanemizin bir de bodrum katı vardı. Yemekhane binamız iki katlıydı yani. Ziraattan gelenler için bodrum, zemin kat oluyordu. Zemin katta mutfak ve gerekli erzakla eşyalar bulunurdu. Zemin üstü bölüm yemekhaneydi.

1958’li yıllarda okullar henüz kalorifer sistemleriyle tanışmamışlardı. Odun ve kömür sobasının da bulunmadığı yemekhanemizde fazla yer kapladığı için sandalye yerine tabureler kullanılmıştı. Yemek sonrası yeterince temizlenemedikleri için üzerine oturduğumuzda bazen pantolonumuza yapışırdı. 

Tam bir kışla havasının olduğu okulumuzdaki sabah kahvaltılarında herkese çeyrek ekmek verilirdi. Çaylarımızı kazanlardan kepçe ile alır, su bardaklarına koyardık. İkinci bir çeyrek ekmek alma olanağımız olmadığı gibi, ikinci bardak çay alabilmek de pek mümkün değildi.



29 Kasım 2022 Salı

KÖY ENSTİTÜLERİ ÇİFTLİKLERİ

 

8 Ekim 1958 Çarşamba, İvriz…

Tarım Başöğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy’un anlattıklarına göre; her Köy Enstitüsü’nün, devlet tarafından verilen ve döner sermaye ile kurulup işletilen birer çiftliği vardı. 

İvriz’deki çiftliğimiz ‘’Ziraat’’ olarak biliniyordu. Öğrenciler bu çiftliğin varlığı ile bulundukları çevrede uygulanan her türlü tarım uygulamasını hayata geçirirken öğrenme olanağına da kavuşuyordu. 

İş eğitimi vermek amacıyla kurulmuş olan Enstitü çiftlikleri, öğretmen ve öğrenci emeğiyle işletilerek kurumun gereksinimi olan maddelerin çoğunu da sağlamaktaydı.

Köy Enstitülerinin haftalık, aylık ya da mevsimlik çalışma programı; her enstitünün özelliğine, işlerine, öğrencilerin düzeyi ve sayısına, öğretmenlerine, iş araçlarına, iş alanlarının genişliğine, hayvanların cinsine ve sayısına göre düzenlenirdi.

Düzenlenen programların uygulamadaki en önemli özelliklerinden biri süreklilik ilkesiydi. Programın yarısı tarım ve teknik ders ve çalışmalarına ayrılan, büyük araziler üzerine kurulup, çeşitli iş yerleri olan Köy Enstitülerinde zaman kendine özgü olarak planlanıp, oldukça büyük esnekliğe sahipti.

Anadolu köylüsünün atadan dededen kalma işi mesleği, can damarıydı tarım. Öğrencilere uygulamalı tarımsal eğitim vermek, köylerde çalışacak Enstitü kökenli öğretmenlerle, tarımda iyileşme sağladığı gibi verimi de arttıracaktı. Tarım, babadan oğula aktarılan bir meslek olmaktan çıkacak ve tarım eğitiminin alanına girecekti.

Tarım Marşı’nı öğretmenleriyle birlikte söyleyerek çiftliklerine giden öğrenciler verimsiz toprakları bile kısa sürede verimli hale getirdiler. Bağlar, bahçeler yaptılar. Gerektiğinde kovalarla su taşıyarak bozkıra can verdiler. 

Günümüzde Malatya’da yapılan ”Kayısı Şenliği” ilk kez Akçadağ Köy Enstitüsü’nün bahçelerinde boy vermişti. 

Oysa Enstitü kurulurken tek bir ağaç bile yoktu yörede. Tarım öğretmenlerinin rehberliğinde yaklaşık 10 000 adedi kayısı olmak üzere 17 000 meyve ağacı yetiştiren Akçadağ Köy Enstitüsü köylülerin yanı sıra devlet fidanlığına bile fidan vermişti.

Bu öngörü, Enstitüler kapatılmasaydı, ülkemizi dünyanın tarım ambarı yapacaktı. 

Konya İl’inin büyüklüğü kadar toprağı olan Hollanda yılda 100 milyar Euro’ lük tarım ürünü satıyor dünyaya. Enstitülerin kapatılmasının çok pahalıya mal olduğunu görüyoruz 2020’li yıllara yaklaşırken. 

Tarımın yok olmasının bir başka boyutu da hayvancılığı yok olmaya doğru götürmekte ki süt ve süt ürünleri de ülkemizde üretilemez hale gelecek.

28 Kasım 2022 Pazartesi

TARİH ÖĞRETMENİM HÜSEYİN SEÇMEN

7 Ekim 1958 Salı, İvriz...

İvriz Öğretmen Okulu'nda üzerimde iz bırakanlardan biri de Tarih Öğretmenim Hüseyin Seçmen'di.

Her zaman gülümseyen, esprili, anlattığı fıkralarla ortalığı kahkahaya boğan ve attığı kahkahalarıyla da meşhurdu. Öğretmenler lokalinde attığı kahkahalar bazen sınıflarımızdan bile duyulurdu.

Yaşama sevincini öğrencilerine aşıladığı gibi öğretmen arkadaşlarına da aşılardı.

Çok çalışkandı. Her yere yetişmeye, her olayı anlamaya ve yorumlamaya yatkın, hayal gücü olağanüstü bir öğretmenimizdi. Nöbetçi olduğu akşamlarda bile, sınıfları denetledikten sonra, idaredeki nöbetçi odasında ders hazırlarken bulurdum kendisini, sınıf başkanı olarak her uğrayışımda.

Olaylara yerel olmaktan çok küresel temelde bakmayı sever ve öyle anlatırdı. 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu der demez Avrupa, İngiltere ve sömürgeleri, Amerika ve diğer ilgili devletleri de aynı potaya koyarak anlatırdı.

Senaryolarla başladığı tarih derslerinde hepimizi olayın içine çeker, adeta olayı yaşatırdı. Birinci Viyana kuşatmasında kaleyi almak için saldıranlar arasında bizler de olurduk.

Osmanlı tarihini öğrencilerine kavratabilmek için Osmanlıca öğrenen, her konuda yetkin, el attığı eylemleri başarıyla sonuçlandıran bir öğretmenimizdi.

Sorularında aldığı her yanıta ”neden-niçin-nasıl-acaba” sorularını da ekleyip ”neden-sonuç” ilişkilerini de çıkarmamızı sağlardı.

Aslında Sosyal Bilgiler Öğretmeni olarak mezun olmuş olan Hüseyin Seçmen bizim Tarih öğretmenimizdi ama, yeri geldi Coğrafya, yeri geldi Türkçe derslerine de girdi bazı sınıfların.

İyi bir örgütçü, örgütleyici olduğu gibi öğrenci liderlerinin de lideriydi. Takım oyunlarında (basketbol, voleybol, gibi) çok başarılı, takımını mutlaka galibiyete taşıyan tek kişilik bir takımdı sanki.

İvriz Kaya Anıtının yanı sıra çevresindeki, konunun geçtiği coğrafyanın doğal yapısıyla ilgilendiğini bilirdik. Tarih derslerini anlatırken coğrafi yapılar ve bu yapılardaki bitki ve hayvan bilimi konularında da bilgilendirirdi bizi.

Üzerinde araştırma yaptığı İvriz Kaya Anıtı’nın yanı sıra Toros eteklerinde kokusuyla bizleri sarhoş eden Nergis çiçeği ve hikayesini de anlatmıştı.

Efsaneye göre dünyanın en yakışıklı erkeği Narkissos, İzmir Karaburun’da yaşamaktaydı. Bu güzel ve yakışıklı erkeğe civarda yaşayan tüm kızlar, hatta periler bile âşıktı ama hiç kimsenin aşkına karşılık vermiyordu 

Narkissos’ tan yüz bulamayan perilerden biri Tanrı Zeus’a yalvararak Narkissos ’un cezalandırılmasını istemişti. Zeus perinin bu isteğini kabul etmiş ve “Başkalarını sevmeyen kendisini sevsin.” Demişti.

Erkek güzeli Narkissos bir gün su içmek için göle eğildiğinde suda kendini görmüş ve kendine âşık olmuştu. Sıkça sudaki görüntüsüne bakar olmuştu. Sudaki görüntüsüne, aşkına karşı koyamamış, kendisine bakarken düştüğü gölde boğulup ölmüştü.

Narkissos’a âşık periler sevdikleri yakışıklı adamı sudan çıkarıp gömmeyi düşünürlerken, sudan hiç bilmedikleri, görmedikleri bir çiçek çıkmaya başlamıştı.

Periler rengiyle, kokusuyla çok beğendikleri çiçeğe Narkissos adını vermişlerdi. Nergis adı da buradan gelmişti. Fulya olarak bildiğimiz çiçekti Nergis…

Efsane ile Âşık Veysel’i bir potada eritmeye çalışalım bu arada.

Nergis der ki ben nazlıyım

Sarp kayalarda gizliyim

Mavi donlu gök yüzlüyüm

Benden ala çiçek var mı?

Dizelerini söyledikten sonra, sadece ozan olarak bildiğimiz âşık Veysel’in köklerinin aslında ne kadar derinlerde olduğunu gösterir bu türkü demişti Hüseyin Seçmen.

Hayatının çoğunu karanlıkta geçirmiş bir insanın, bir çoğumuzdan daha aydınlık bir yolda yürüdüğünü anlatmıştı.

Tek kişilik bir eğitim ordusuydu Hüseyin Seçmen...


27 Kasım 2022 Pazar

OKUL MÜDÜRÜMÜZ KAMİL AÇAN

 


27 Eylül 1958 Cumartesi, İvriz…

Sınıf başkanı olarak ilk kez odasına girdiğimde hafifçe koltuğundan kalkarak karşılamıştı okul müdürümüz Kâmil Açan beni.

-Nasıl yardımcı olabilirim evladım.

Diyebilen biri olarak tanımıştım Kâmil Açan’ı.

Adam yerine konulduğumu anlamış, okul müdürümüze karşı olan saygımın yanı sıra sıcacık bir sevgi de duymuştum.

Yakın hissetmiştim kendime. Her konuda danışabileceğim bir büyüğüm, biraz da babam olarak algılamıştım kendisini.

22 Eylül Pazartesi günü başlayan 1958-1959 Eğitim ve Öğretim yılının bir haftası sona ermişti. Öğleye kadar olan dersler tamamlanmış, öğle yemeği yenmişti. Merasim alanında toplanmıştık.

Öğrencilerin yanı sıra Öğretmenler ve idareciler de yerini aldıktan sonra Okul Müdürümüz Kâmil Açan da yerini aldı. Tören alanını gözden geçirdi. İşaretiyle birlikte, Kemal Çuhalılar yönetiminde İstiklal Marşı okundu.

Tekrar tören alanını gözden geçiren Kâmil Açan gür sesiyle ‘’pazartesi sabahı yaptığım konuşmada söylediğim gibi, bir haftalık süreden sonra Eğitim ve Öğretim kavramları üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Eğitim ve Öğretim birbirinden farklı kavramlar olmasına rağmen, birbirini tamamlayan kavramlardır.

Geçtiğimiz bir haftalık dönemde, ailemize yeni katılan öğrencilerimiz de bunu hissetmeye başladı sanıyorum. Eski öğrencilerimiz de iyice içselleştirmiş olmalılar.’’

Sessizce kendisini dinleyen öğrencileri bir kez daha süzdükten sonra, üzerine basa basa ” Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydir. Sizlere burada, hayatınızı sağlıklı ve faydalı bir biçimde devam ettirmenizi sağlayacak her şeyi öğreteceğiz.” Dedi. Örnekler vererek anlattı uzunca bir süre.

Köy Enstitülerinin başarılarından biri de ilkel tarımdan- modern tarıma, geleneksel toplumdan- çağdaş topluma ve çağdaş demokrasiye geçebilmek için verilen çabalar ve en önemlisi de Türk devrimini ve aydınlanmasını köylerde sürdüren kurumlar olmasıdır.

Öğrencilerin yönetime katıldığı, üretimden gelen gücünün farkında olduğu, eleştirel bilince sahip, akıl ve bilime inanan gençlerin yetiştirildikleri demokratik, laik, çağdaş eğitim kurumlarıdır.

Bizler de okullarımızı bitirip; ilk, orta ve lise dengi okullarda öğretmen ve idareci olarak göreve başladığımızda eğitim ve öğretimin ne denli önemli olduğunun farkına varmıştık.

Gerçekten de ”Eğitimin bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şey olduğunu, bir zamanı mekânın olmadığını, İnsanoğlu ölene kadar eğitimin sürdüğünü yaşayarak öğrenmiştik.

Aileden başlayan Eğitim İnsanoğluna kişiliğini, insanı insan olarak sevmeyi, paylaşmayı, yardımlaşmayı, sergilediği davranışları, ahlakı kazandırıyordu. Öğretim ise okullarda gerçekleştiriliyordu.

Yazımın girişinde belirttiğim gibi, ne zaman Okul Müdürümüz Kamil Açan’ın odasına gitsem koltuğundan kalkarak karşılardı.

Neden kalktığını, bu davranışın beni utandırdığını söylediğimde ”Seni ve odama gelen herkesi adam yerine koyduğumun göstergesidir.” Demiş ve eklemişti.

İdareci ve öğretmen olarak görev aldığınız yerlerde odanıza gelen öğrenci velisi ya da bir başkasını kalkarak karşılarsanız adam yerine konulduğunu anlayacak ve size ona göre davranacaktır.

Kâmil Açan’ın bu sözlerini hiç unutmadım. Gerek meslek hayatımda gerekse günlük yaşamda, yaşı ne olursa olsun, ayağa kalkarak karşıladım beni görmeye gelenleri, karşılamaya da devam ediyorum.

Eğitimden amaç insan odaklı, eşitlik ve özgürlük olmalıydı… Bu tür davranışları İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu idareci ve öğretmenleriyle Ankara Yüksek Öğretmen Okulu idareci ve öğretmenlerinde de görmüştüm.

Köy Enstitüleri ve ardılları olan öğretmen okulları öğrencilerine, her şeyden önce ”İnsan Olmayı” öğretiyordu.           

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...