5 Aralık 2022 Pazartesi

İVRİZ'DE BİR GÜNLÜK YAŞAM ÖZETİ

 


27 Ekim Pazartesi 1958, İvriz…

Oldukça yüksek bir sesle ‘’Kalkın, oyalanmayın, geri geldiğimde kimseyi yatakta görmeyeceğim.’’ Diyerek yatakhanemize giren nöbetçi öğretmen bir taraftan da elindeki anahtarlarla ranza demirlerine vurarak ilerliyordu.

Saat 06,00 olmalıydı.

Uykunun o en tatlı yerinde istemeyerek yataktan doğruldum. Gözlerimi ovuşturarak kendime gelmeye çalışırken, nöbetçi öğretmen de bizden  çıkmış, başka koğuşlara gitmişti.

Bunu fırsat bilerek tekrar battaniyemi başıma çekip birkaç dakika daha kestirmek büyük bir zevk olacaktı. Olacaktı ama olamazdı.

Kalkıp, önce tuvalete gittim. Elimi yüzümü yıkayıp, ihtiyaçlarımı giderdikten sonra hızla giyinip, yatağımı düzeltim. Deyim yerindeyse, yatağım jilet gibi olmuştu.

Saat 06.45’de mütalaa (etüt) zili çalmadan sınıflarımızda olmak zorundaydık.

Ödevlerin yapılması ve bir sonraki derse hazırlık çalışmasının yapıldığı zorunlu etütler 06,45-07,45 arasında yapılırdı.

Sınıf başkanı olarak, diğer arkadaşlarımdan önce sınıfa gitmeliydim. Adeta koşarcasına sınıfımıza gittim. Sınıf nöbetçisi olan arkadaşlarımızın yaptıkları sınıf temizliği ve masaların düzenini kontrol edip, sınıfı havalandırdım.  Derken diğer arkadaşlarım da geldi.

Bazıları hala gözlerini ovuşturuyordu. Uykularını tam alamamış olmalıydılar. Gece  rahat uyuyamadığını gürültülü olarak anlatan bir arkadaşımı uyarmak zorunda kaldım. Sessizlik hakim oldu.

Nöbetçi öğretmen ve üst sınıflardaki öğrencilerin gözetim ve denetiminde gerçekleştirilen sabah ve akşam etütlerinde bütün ödevlerimiz bittiği gibi ertesi gün derslerinin ön hazırlığı da yapılmış olurdu.

Muhteşem ve mükemmel bir uygulamaydı zorunlu etütler. Öyleydi çünkü yapamadığınız soruları sınıf arkadaşlarınıza sorabildiğimiz gibi nöbetçi öğrenci ve öğretmenden de yardım alıyorduk.

İlkokuldan beri çok disiplinli bir öğrenciydim. Öğrenmenin ve pekiştirmenin en iyi yolu tekrarın yanı sıra birilerine anlatmaktı. Yardım isteyen bazı sınıf arkadaşlarıma anlatıyordum.

Olabildiğince sessiz olarak bir arkadaşıma yardımcı olurken, yanındaki nöbetçi öğrenciyle birlikte nöbetçi öğretmen Mehmet Ali Aladağ sınıfımıza girdi. Türkçe öğretmenimizdi. Kalkıp yanına gittim. Her şeyin yolunda olduğunu söyledim. Çıktılar.

Etüdün  bittiğini bildiren zil sesiyle birlikte sınıftan çıktık. Kahvaltıdan önce bütün sınıflar tören alanında bir araya geldi. Güne daha dinamik ve mutlu girebilmek için her sabah yarım saat süreyle spor etkinliği vardı. 

Bu gün de sabah sporları zeybek havalarıyla devam etti. Okul bando takımı tarafından çalınan müziklerin eşliğinde oynanan milli oyunlar spor olmaktan çıkıp, tam bir şölen havasına dönerdi.

Bugün de öyle oldu. Hayatı ve okulu sevdiriyordu sabah etkinlikleri.

Ritmik hareketler beynimizin mutluluk hormonu  adı verilen endorfin ve serotonin salgılamasını sağlar. Her ikisi de bedenimizin kendini ödüllendirme sistemidir. Düzenli yapılan spor etkinlikleri zorluklarla baş edebilmeyi sağlamasının yanı sıra kişinin kendine olan özgüvenini de arttırıyordu.

Mutluluktan kendimizden geçmiş olarak yemekhaneye, sabah kahvaltısına gittik. Çeyrek ekmek ve bir bardak çay eşliğinde zeytin ve pişmiş katı bir yumurta ile tamamlanan kahvaltı ziyafet gibi gelmişti. 

Kültür dersleri müfredatın yarısını dolduracak şekilde düzenlenmişti. Öğleye kadar Kültür derslerimizden Türkçe ve Tarih  vardı. 

Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okullarında çalışma zamanının yarısı kültür derslerine, dörtte biri ziraat ders ve uygulamalarına, geriye kalan dörtte biri ise teknik dersler ve uygulamalarına ayrılmıştı.

Kültür derslerinin büyük bölümü öğleden önce sınıflarda, Fen Bilgisi laboratuvarda, müzik dersleri de müzikhanede yapılırdı.

Kültür dersleri içinde Türkçe, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık bilgisi, Matematik, Fen Bilgisi,   Resim-iş, Beden eğitimi ve ulusal oyunlar, Müzik, askerlik, ev idaresi ve çocuk bakımı, öğretmenlik bilgisi, zirai işletme ekonomisi, kooperatifçilik yer alırdı.

Öğle sonra, gününe göre ya Tarım dersi ve uygulamaları ya da Teknik dersler ve uygulamaları programda olurdu.

Tarım dersi uygulamalarında tarla ziraatı, bahçe ziraatı, sanayi bitkileri ziraatı, zootekni, kümes hayvancılığı, arıcılık, ziraat sanatları yer alırdı.

Atölyelerde gerçekleştirilen Teknik derslerin kapsamında Köy demirciliği, Dülgerlik ve yapımcılığı gibi uygulamalar yer alıyordu.

Bugün öğleden sonra Tarla ve Bahçe Ziraatı dersleri vardı. Özellikle bahçe ziraati önemliydi. Okulun meyve ve sebze ihtiyacı bu uygulama yöntemiyle sağlanıyordu.

Döner sermayeli olan okulumuzda kahvaltı ve yemek için gerekli olan malzeme okulun tarla ve bahçelerinden sağlanıyordu.

Uygulanan programın özü, öğrencileri bireysel çalışmalara yönlendirerek, onlara bilgiyi iş içinde ve üreterek öğretmekti.

İsmail Hakkı Tonguç tarafından Köy Enstitüleri için planlanan “İş Okulu” eğitim sistemi, tamamen öğrencilerin kişiliğini geliştirmeye yarayan, yaratıcılığı geliştiren uygulamaları içeriyordu.

Günlük ders programımız saat 17,00’de sona erdi. Saat 18,30’a kadar olan serbest zamanımızda kütüphane, spor salonu, müzik salonu ve diğer yerlerdeki etkinlikler yer alıyordu.

Ayrıca İvriz yerleşkesi içinde gezilir, arkadaşlıklar pekiştirilir ve günün değerlendirmesi yapılırdı.

Ben kütüphaneye giderek yeni bir kitap almayı seçtim serbest zamanımızda.

Saat 18,30’da ilk akşam etüdü başladı. Sınıftaki düzen ve disiplinin sağlandığını gördükten sonra, öğleden önceki Türkçe ve Tarih derslerinde gördüklerimizi gözden geçirdim. Edindiğimiz bilgileri pekiştirdim.

Saat 19,30-20,00 arasındaki akşam yemeğinden sonra tekrar başlayan akşam etüdüyle birlikte, ödevler bitmişse ertesi günün dersleri gözden geçirilirdi.

Benim ödevlerim bittiği gibi kütüphaneden aldığım kitaptan da yaklaşık 30 sayfa okumuştum.

Etüdün bittiğini bildiren zille birlikte yatakhanelere gitmek üzere sınıftan ayrıldık.

Öncelikle tuvalet ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra, ayaklarımızı yıkamış ve pijamalarımızı giymiş olarak yataklarımızın üzerindeydik.

En geç saat 21,30’da da yatağa girmemiz gerekiyordu.

Nöbetçi öğretmen yatakhaneleri dolaşarak durumu denetler, sarı ışıklı gece lambası dışında, bütün lambalar söndürülürdü.

Bugün de öyle oldu, İvriz yerleşkesinde mutlu bir gün daha tamamlanmıştı.

4 Aralık 2022 Pazar

YÖNETİMİN PAYLAŞILDIĞI İVRİZ ÖĞRETMEN OKULU

 

26 Ekim 1958 Pazar, İvriz…

İvriz’de beşinci hafta sonu...

Dün bir hafta süreyle nöbete çıkacak yaklaşık 60 öğrenci seçildi ve göreve başladılar.

Görevli öğrencilere verilen sorumlulukla birlikte yetki de veriliyordu. Bir başka deyişle okulun yönetim ve işleyişi öğrencilerle paylaşılıyordu.

 Eğitim ilkelerinin ustaca düzenlendiği ve buna göre uygulamanın yapıldığı Köy Enstitüleri ve ardılları olan Öğretmen Okullarında demokratik eğitim yaratılmıştı.

Demokrasi kavramını sindirebilmiş eğiticiler yönetiminde Demokrasi, Köy Enstitülerinde önce eşitlik ilkesiyle ortaya konulmuştu. 

Öğrenciler yapı işlerinde, tarlada çalışırken Enstitü yöneticileri sırtüstü yatamazlardı. 

Öğretmenlerle öğrenciler aynı karavanadan, aynı yemekleri yerlerdi.

Büyükler küçükleri ezmezler, ezemezlerdi. Herkesin gücüne göre iş yaptırılırdı.

Ast-üst ilişkisinden çok, işlevsel bir örgütlenme sağlanmıştı. Bilene saygı gösterilir; çeşitli yönetsel görevlere getirilecek öğrenciler yeteneklerine göre seçilirlerdi.

Herkes birbirine açık seçik hesap vereceğini bilirdi. Küme çalışmaları, birlikte iş başarma anlayışı yerleşmişti. Öğrenci öneride bulunabilir, eleştirebilir. Kısaca, Köy Enstitülerinde yönetenle yönetilen aynı potada olurdu. 

İvriz’de temizlik birinci öncelikti. Temizlik nöbetçileri başta yemekhane, yatakhaneler ve sınıflar olmak üzere, tüm okulu tertemiz yaptılar. Yatakhane nöbetçileri çok çalıştılar. 

İvriz’de kurallar tam anlamıyla işlemeye başlamış ve olumlu sonuçları da görülmeye başlamıştı.

Yabancılığımızı ve ürkekliğimizi henüz üstümüzden tam olarak atamadığımız ilk haftalarda, her konuda bize yardımcı olan öğretmenlerimiz ve büyük sınıflardaki ağabeylerimiz oldukça hoşgörülü davrandılar. 

Ama herkesin yeri yurdu, sınıfı yatakhanesi belli olup dersler de iyiden iyiye başladıktan sonra, hayli katı bir disiplin kendini hissettirmeye başladı. Öyle ki bu disiplin ağabeylerimiz, öğretmenlerimiz ve yöneticilerimizden ziyade ziller tarafından uygulanıyordu.

Sanki idare ve idare ile yönetimi paylaşan nöbetçilerden çok bizi yöneten uzunca çalan sert tınılı zillerdi. 

Yatma kalkma, kahvaltı yemek, mütalaa ve ders saatlerimizi hep bu ziller haber verirdi. Okulumuz çok geniş bir alana yayılmış olmasına rağmen ziller en uç noktalardan bile duyuluyordu. Düzen böyle kurulmuştu.

Okulda tam bir kışla havası vardı. İyi ki vardı çünkü 600 civarında öğrencinin olduğu İvriz’de kadrolu çalışan 10-12 görevli bulunurdu. Söz gelimi yemekhanemizde bir aşçıbaşı ile yardımcısı olurdu. Onlar yemekleri hazırlardı.  

600 öğrenci ile birlikte okul müdürü ve öğretmenlerin de yemek yediği yemekhanede yemek masalarının hazırlanması, yemekten sonra masadakilerin toplanması ve bulaşıkların yıkanması gibi işler yemekhanedeki nöbetçi olan öğrenciler tarafından yerine getiriliyordu.

Yemekhane ve idarede olduğu gibi diğer birimlerde de öğrenciler görevliydi birer hafta süreyle. 

Görevli nöbetçi öğrenciler hafta süreyle derslere girmezdi. Ders notlarını derse katılan arkadaşlarından alır, kendi defterine çeker ve çalışırdı. 

Fırında, çamaşırhanede, yemekhanede, müzikhanede, laboratuvarda, idarede, ziraatta ve diğer birimlerde birer hafta süreyle aldığımız sorumlulukların bizi hayata hazırladığını yıllar sonra yaşayarak öğrenecektik. Öğrenecektik çünkü Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydi.

Okul yönetim binası ile yemekhane bitişikti. Yöneticiler ve öğretmenler bir ara kapı ile yemekhaneye geçerlerdi. 

Arazi eğiminden ötürü, yönetim binası ile aynı zeminde olan yemekhanemizin bir de bodrum katı vardı. Yemekhane binamız iki katlıydı yani. Ziraattan gelenler için bodrum, zemin kat oluyordu. Zemin katta mutfak ve gerekli erzakla eşyalar bulunurdu. Zemin üstü bölüm yemekhaneydi.

1958’li yıllarda okullar henüz kalorifer sistemleriyle tanışmamışlardı. Odun ve kömür sobasının da bulunmadığı yemekhanemizde fazla yer kapladığı için sandalye yerine tabureler kullanılmıştı. Yemek sonrası yeterince temizlenemedikleri için üzerine oturduğumuzda bazen pantolonumuza yapışırdı. 

Tam bir kışla havasının olduğu okulumuzdaki sabah kahvaltılarında herkese çeyrek ekmek verilirdi. Çaylarımızı kazanlardan kepçe ile alır, su bardaklarına koyardık. İkinci bir çeyrek ekmek alma olanağımız olmadığı gibi, ikinci bardak çay alabilmek de pek mümkün değildi.



29 Kasım 2022 Salı

KÖY ENSTİTÜLERİ ÇİFTLİKLERİ

 

8 Ekim 1958 Çarşamba, İvriz…

Tarım Başöğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy’un anlattıklarına göre; her Köy Enstitüsü’nün, devlet tarafından verilen ve döner sermaye ile kurulup işletilen birer çiftliği vardı. 

İvriz’deki çiftliğimiz ‘’Ziraat’’ olarak biliniyordu. Öğrenciler bu çiftliğin varlığı ile bulundukları çevrede uygulanan her türlü tarım uygulamasını hayata geçirirken öğrenme olanağına da kavuşuyordu. 

İş eğitimi vermek amacıyla kurulmuş olan Enstitü çiftlikleri, öğretmen ve öğrenci emeğiyle işletilerek kurumun gereksinimi olan maddelerin çoğunu da sağlamaktaydı.

Köy Enstitülerinin haftalık, aylık ya da mevsimlik çalışma programı; her enstitünün özelliğine, işlerine, öğrencilerin düzeyi ve sayısına, öğretmenlerine, iş araçlarına, iş alanlarının genişliğine, hayvanların cinsine ve sayısına göre düzenlenirdi.

Düzenlenen programların uygulamadaki en önemli özelliklerinden biri süreklilik ilkesiydi. Programın yarısı tarım ve teknik ders ve çalışmalarına ayrılan, büyük araziler üzerine kurulup, çeşitli iş yerleri olan Köy Enstitülerinde zaman kendine özgü olarak planlanıp, oldukça büyük esnekliğe sahipti.

Anadolu köylüsünün atadan dededen kalma işi mesleği, can damarıydı tarım. Öğrencilere uygulamalı tarımsal eğitim vermek, köylerde çalışacak Enstitü kökenli öğretmenlerle, tarımda iyileşme sağladığı gibi verimi de arttıracaktı. Tarım, babadan oğula aktarılan bir meslek olmaktan çıkacak ve tarım eğitiminin alanına girecekti.

Tarım Marşı’nı öğretmenleriyle birlikte söyleyerek çiftliklerine giden öğrenciler verimsiz toprakları bile kısa sürede verimli hale getirdiler. Bağlar, bahçeler yaptılar. Gerektiğinde kovalarla su taşıyarak bozkıra can verdiler. 

Günümüzde Malatya’da yapılan ”Kayısı Şenliği” ilk kez Akçadağ Köy Enstitüsü’nün bahçelerinde boy vermişti. 

Oysa Enstitü kurulurken tek bir ağaç bile yoktu yörede. Tarım öğretmenlerinin rehberliğinde yaklaşık 10 000 adedi kayısı olmak üzere 17 000 meyve ağacı yetiştiren Akçadağ Köy Enstitüsü köylülerin yanı sıra devlet fidanlığına bile fidan vermişti.

Bu öngörü, Enstitüler kapatılmasaydı, ülkemizi dünyanın tarım ambarı yapacaktı. 

Konya İl’inin büyüklüğü kadar toprağı olan Hollanda yılda 100 milyar Euro’ lük tarım ürünü satıyor dünyaya. Enstitülerin kapatılmasının çok pahalıya mal olduğunu görüyoruz 2020’li yıllara yaklaşırken. 

Tarımın yok olmasının bir başka boyutu da hayvancılığı yok olmaya doğru götürmekte ki süt ve süt ürünleri de ülkemizde üretilemez hale gelecek.

28 Kasım 2022 Pazartesi

TARİH ÖĞRETMENİM HÜSEYİN SEÇMEN

7 Ekim 1958 Salı, İvriz...

İvriz Öğretmen Okulu'nda üzerimde iz bırakanlardan biri de Tarih Öğretmenim Hüseyin Seçmen'di.

Her zaman gülümseyen, esprili, anlattığı fıkralarla ortalığı kahkahaya boğan ve attığı kahkahalarıyla da meşhurdu. Öğretmenler lokalinde attığı kahkahalar bazen sınıflarımızdan bile duyulurdu.

Yaşama sevincini öğrencilerine aşıladığı gibi öğretmen arkadaşlarına da aşılardı.

Çok çalışkandı. Her yere yetişmeye, her olayı anlamaya ve yorumlamaya yatkın, hayal gücü olağanüstü bir öğretmenimizdi. Nöbetçi olduğu akşamlarda bile, sınıfları denetledikten sonra, idaredeki nöbetçi odasında ders hazırlarken bulurdum kendisini, sınıf başkanı olarak her uğrayışımda.

Olaylara yerel olmaktan çok küresel temelde bakmayı sever ve öyle anlatırdı. 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu der demez Avrupa, İngiltere ve sömürgeleri, Amerika ve diğer ilgili devletleri de aynı potaya koyarak anlatırdı.

Senaryolarla başladığı tarih derslerinde hepimizi olayın içine çeker, adeta olayı yaşatırdı. Birinci Viyana kuşatmasında kaleyi almak için saldıranlar arasında bizler de olurduk.

Osmanlı tarihini öğrencilerine kavratabilmek için Osmanlıca öğrenen, her konuda yetkin, el attığı eylemleri başarıyla sonuçlandıran bir öğretmenimizdi.

Sorularında aldığı her yanıta ”neden-niçin-nasıl-acaba” sorularını da ekleyip ”neden-sonuç” ilişkilerini de çıkarmamızı sağlardı.

Aslında Sosyal Bilgiler Öğretmeni olarak mezun olmuş olan Hüseyin Seçmen bizim Tarih öğretmenimizdi ama, yeri geldi Coğrafya, yeri geldi Türkçe derslerine de girdi bazı sınıfların.

İyi bir örgütçü, örgütleyici olduğu gibi öğrenci liderlerinin de lideriydi. Takım oyunlarında (basketbol, voleybol, gibi) çok başarılı, takımını mutlaka galibiyete taşıyan tek kişilik bir takımdı sanki.

İvriz Kaya Anıtının yanı sıra çevresindeki, konunun geçtiği coğrafyanın doğal yapısıyla ilgilendiğini bilirdik. Tarih derslerini anlatırken coğrafi yapılar ve bu yapılardaki bitki ve hayvan bilimi konularında da bilgilendirirdi bizi.

Üzerinde araştırma yaptığı İvriz Kaya Anıtı’nın yanı sıra Toros eteklerinde kokusuyla bizleri sarhoş eden Nergis çiçeği ve hikayesini de anlatmıştı.

Efsaneye göre dünyanın en yakışıklı erkeği Narkissos, İzmir Karaburun’da yaşamaktaydı. Bu güzel ve yakışıklı erkeğe civarda yaşayan tüm kızlar, hatta periler bile âşıktı ama hiç kimsenin aşkına karşılık vermiyordu 

Narkissos’ tan yüz bulamayan perilerden biri Tanrı Zeus’a yalvararak Narkissos ’un cezalandırılmasını istemişti. Zeus perinin bu isteğini kabul etmiş ve “Başkalarını sevmeyen kendisini sevsin.” Demişti.

Erkek güzeli Narkissos bir gün su içmek için göle eğildiğinde suda kendini görmüş ve kendine âşık olmuştu. Sıkça sudaki görüntüsüne bakar olmuştu. Sudaki görüntüsüne, aşkına karşı koyamamış, kendisine bakarken düştüğü gölde boğulup ölmüştü.

Narkissos’a âşık periler sevdikleri yakışıklı adamı sudan çıkarıp gömmeyi düşünürlerken, sudan hiç bilmedikleri, görmedikleri bir çiçek çıkmaya başlamıştı.

Periler rengiyle, kokusuyla çok beğendikleri çiçeğe Narkissos adını vermişlerdi. Nergis adı da buradan gelmişti. Fulya olarak bildiğimiz çiçekti Nergis…

Efsane ile Âşık Veysel’i bir potada eritmeye çalışalım bu arada.

Nergis der ki ben nazlıyım

Sarp kayalarda gizliyim

Mavi donlu gök yüzlüyüm

Benden ala çiçek var mı?

Dizelerini söyledikten sonra, sadece ozan olarak bildiğimiz âşık Veysel’in köklerinin aslında ne kadar derinlerde olduğunu gösterir bu türkü demişti Hüseyin Seçmen.

Hayatının çoğunu karanlıkta geçirmiş bir insanın, bir çoğumuzdan daha aydınlık bir yolda yürüdüğünü anlatmıştı.

Tek kişilik bir eğitim ordusuydu Hüseyin Seçmen...


27 Kasım 2022 Pazar

OKUL MÜDÜRÜMÜZ KAMİL AÇAN

 


27 Eylül 1958 Cumartesi, İvriz…

Sınıf başkanı olarak ilk kez odasına girdiğimde hafifçe koltuğundan kalkarak karşılamıştı okul müdürümüz Kâmil Açan beni.

-Nasıl yardımcı olabilirim evladım.

Diyebilen biri olarak tanımıştım Kâmil Açan’ı.

Adam yerine konulduğumu anlamış, okul müdürümüze karşı olan saygımın yanı sıra sıcacık bir sevgi de duymuştum.

Yakın hissetmiştim kendime. Her konuda danışabileceğim bir büyüğüm, biraz da babam olarak algılamıştım kendisini.

22 Eylül Pazartesi günü başlayan 1958-1959 Eğitim ve Öğretim yılının bir haftası sona ermişti. Öğleye kadar olan dersler tamamlanmış, öğle yemeği yenmişti. Merasim alanında toplanmıştık.

Öğrencilerin yanı sıra Öğretmenler ve idareciler de yerini aldıktan sonra Okul Müdürümüz Kâmil Açan da yerini aldı. Tören alanını gözden geçirdi. İşaretiyle birlikte, Kemal Çuhalılar yönetiminde İstiklal Marşı okundu.

Tekrar tören alanını gözden geçiren Kâmil Açan gür sesiyle ‘’pazartesi sabahı yaptığım konuşmada söylediğim gibi, bir haftalık süreden sonra Eğitim ve Öğretim kavramları üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Eğitim ve Öğretim birbirinden farklı kavramlar olmasına rağmen, birbirini tamamlayan kavramlardır.

Geçtiğimiz bir haftalık dönemde, ailemize yeni katılan öğrencilerimiz de bunu hissetmeye başladı sanıyorum. Eski öğrencilerimiz de iyice içselleştirmiş olmalılar.’’

Sessizce kendisini dinleyen öğrencileri bir kez daha süzdükten sonra, üzerine basa basa ” Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydir. Sizlere burada, hayatınızı sağlıklı ve faydalı bir biçimde devam ettirmenizi sağlayacak her şeyi öğreteceğiz.” Dedi. Örnekler vererek anlattı uzunca bir süre.

Köy Enstitülerinin başarılarından biri de ilkel tarımdan- modern tarıma, geleneksel toplumdan- çağdaş topluma ve çağdaş demokrasiye geçebilmek için verilen çabalar ve en önemlisi de Türk devrimini ve aydınlanmasını köylerde sürdüren kurumlar olmasıdır.

Öğrencilerin yönetime katıldığı, üretimden gelen gücünün farkında olduğu, eleştirel bilince sahip, akıl ve bilime inanan gençlerin yetiştirildikleri demokratik, laik, çağdaş eğitim kurumlarıdır.

Bizler de okullarımızı bitirip; ilk, orta ve lise dengi okullarda öğretmen ve idareci olarak göreve başladığımızda eğitim ve öğretimin ne denli önemli olduğunun farkına varmıştık.

Gerçekten de ”Eğitimin bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şey olduğunu, bir zamanı mekânın olmadığını, İnsanoğlu ölene kadar eğitimin sürdüğünü yaşayarak öğrenmiştik.

Aileden başlayan Eğitim İnsanoğluna kişiliğini, insanı insan olarak sevmeyi, paylaşmayı, yardımlaşmayı, sergilediği davranışları, ahlakı kazandırıyordu. Öğretim ise okullarda gerçekleştiriliyordu.

Yazımın girişinde belirttiğim gibi, ne zaman Okul Müdürümüz Kamil Açan’ın odasına gitsem koltuğundan kalkarak karşılardı.

Neden kalktığını, bu davranışın beni utandırdığını söylediğimde ”Seni ve odama gelen herkesi adam yerine koyduğumun göstergesidir.” Demiş ve eklemişti.

İdareci ve öğretmen olarak görev aldığınız yerlerde odanıza gelen öğrenci velisi ya da bir başkasını kalkarak karşılarsanız adam yerine konulduğunu anlayacak ve size ona göre davranacaktır.

Kâmil Açan’ın bu sözlerini hiç unutmadım. Gerek meslek hayatımda gerekse günlük yaşamda, yaşı ne olursa olsun, ayağa kalkarak karşıladım beni görmeye gelenleri, karşılamaya da devam ediyorum.

Eğitimden amaç insan odaklı, eşitlik ve özgürlük olmalıydı… Bu tür davranışları İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu idareci ve öğretmenleriyle Ankara Yüksek Öğretmen Okulu idareci ve öğretmenlerinde de görmüştüm.

Köy Enstitüleri ve ardılları olan öğretmen okulları öğrencilerine, her şeyden önce ”İnsan Olmayı” öğretiyordu.           

TARIM ÖĞRETMENİM SALİH ZİYA BÜYÜKAKSOY

                                                               

             26 Eylül 1958 Cuma, İvriz…

İvriz'in efsane Tarım Başöğretmeni Salih Ziya Büyükaksoy; Çanakkale, Galiçya ve Gazze’ de savaşan bir subayın oğlu olup, Edirne 1907 doğumludur.

Eğitimini Edirne’ de yapan Salih Ziya Büyükaksoy Ziraat Mektebini bitirmiş, babasının görevi nedeniyle İstanbul’ a gitmiştir.

1928'den sonra, Millet Mekteplerinde öğretmenlik yapmak için Giresun’ da bir bucak merkezine öğretmen olarak gitmiş, oradan da Kepirtepe Köy Enstitüsü'ne tarım öğretmeni olarak tayin olmuştur.

Kepirtepe Köy Enstitüsü'nde tarım dersi yanında tabiat bilgisi dersine de girmiştir.

1939’ da 2. Dünya Savaşı patlak verince, güvenlik nedenleriyle, Kepirtepe Köy Enstitüsü kapatılıp öğretmen ve öğrencileri Anadolu’ ya dağıtılmıştı.

Kepirtepe Köy Enstitüsü'nün kapatılması üzerine, 1941’ de İvriz Köy Enstitüsü'ne ataması yapılmıştı.

Salih Ziya Öğretmenimiz 1967 yılında emekli oluncaya kadar İvriz’ de 26 yıl görev yapmıştı.

1967 de emekli olunca Ereğli’ de satın aldığı meyve bahçesinde bir süre kalmıştı. Ancak çocuklarının ısrarı ile İstanbul’ a baba ocağı, baba evi olan Üsküdar’ a gitmişti.

İvriz'in efsane Tarım Başöğretmeni Salih Ziya Büyükaksoy'u, 82 yaşında, 30 Aralık 1989 yılında kaybettik.

                                    *****

Saat 13,30…

Sınıfta Tarım Öğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy’u bekliyoruz. Tam zamanında girdi sınıfa. Hep birlikte ayağa kalktık. Bir süre sınıfı süzdükten sonra,

-Oturun lütfen… Sınıf başkanı kim?

Der demez ayağa kalkıp

-Sınıf tamam öğretmenim.

Deyip, yerime oturdum. Sınıf defterini imzaladıktan sonra,

-Biraz tarım ve uygulamaları üzerine sohbet edelim.

Dedi Salih Bey. Bir süre düşündükten sonra anlatmaya başladı.

-Bir ülkenin siyaseti ve yönetim biçimini üretim ilişkileri belirler. Tarih boyunca bu böyle olmuştur. Ülkemizin kurucusu Atatürk’ün ‘’Köylü milletin efendisidir.’’ Dediği yıllarda halkımızın neredeyse yüzde yetmişi köylerde yaşıyordu.

-Anadolu’da sanayi üretimi yok denecek kadar azdı. Tarımsal üretim vardı ama bilinçsiz tarım ülkeye yeterli olmuyordu. Kalkınmayı hızlandırmak için köyleri hem aydınlatacak hem de tarımsal üretimin artmasını sağlayacak politikalara ihtiyaç vardı.

-Köy Enstitüleri biraz da bu amaçla kurulmuştu. Bunu anımsatmak için Tarım Marşı bile düzenlenmişti.

-Bu marşı ezberleyip öğreneceksiniz ki birlikte söyleyerek Ziraate gidelim. Tahtaya yazıyorum. Lütfen sizler de defterlerinize yazın ve ezberleyin.

Sürer eker biçeriz, güvenip ötesine

Milletin her kazancı milletin kesesine

Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine

Toprakla savaş için ziraat cephesine

Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz

Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz

Marşı defterlerimize yazıp, doğrulduğumuzda tekrar anlatmaya başladı Salih Ziya Büyükaksoy.

-İvriz yerleşkesinde görüldüğü gibi, enstitüler coğrafi yapıları dikkate alınarak tarıma, bağcılığa, arıcılığa komşu arazisi olan köylerin yakınlarında kuruldu. Temel amaçlarından biri köylülerin alternatif tarım tekniklerini öğrenmesini sağlamaktı.

-Arıcılık bilinmeyen köylerde arıcılık, bağcılık bilinmeyen köyde bağcılık öğretiliyordu. Enstitüden mezun olup öğretmen olarak atandığınız köye gittiğinizde okul binasını köylülerin yardımıyla yapabilecek kadar inşaat bilgisi edinmiş olacaksınız.

-Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmayacak. Aynı zamanda ziraatçı, sağlıkçı, duvarcı, demirci, terzi, balıkçı, arıcı, bağcı ve marangoz da olacaktır.

Pür dikkat dinlediğimiz ve notlar aldığımız Salih Ziya Büyükaksoy İvriz Köy Enstitüsünde uzun süre tarım başı görevini yürüten, gerçek bir tarımcıydı.

Öğrencilerini büyük bir aşkla sever ve onlara ”Yavrularım toprak ananın öz evladı yabancı otlardır, kültür bitkileri toprak ananın üvey evladıdır. Öz evlat olan yabancı otları kökünden çıkararak yok edelim ki kültür bitkilerine sevgisi çoğalsın.” Diyerek, özellikle ayrık otlarının ortamdan uzaklaştırılmasını ister ve hazırlanacak seralar hakkında ilk bilgileri verirdi.

Saat 15;10, tarım alanı…

İki saatlik kuramsal derslerden sonra uygulamalı tarım için araziye çıktık.

Okul arazisi tarıma elverişli olan ve olmayan olarak ikiye ayrılmıştı. Elverişli araziler üzüm bağı, meyve bahçeleri ve tahıl ekimi olarak değerlendiriliyordu. Geri kalan araziye kültür bitkileri içinde yer alan domates, biber, salatalık, kabak, ıspanak ekilmişti. Okulun çevresi de mümkün mertebe yeşillendirilmişti.

Arazideki kültür bitkilerin içinde çevresinde yer yer ayrık otları vardı. Etrafında bir çember oluşturmamızı isteyen Salih Bey,

-Gördüğünüz gibi, toprak ananın öz evlatları yabancı otlardır. Asıl amaçları toprağı havalandırmaktır. Ancak, Kültür bitkilerini boğmak üzereler. Özellikle ayrık otları her yeri istila etmek üzere programlanmıştır. Onların yok edilmesi gerekiyor. Onları yok ederken, görevlerini de üstlenip, toprağı havalandıracağız. Havalandırmanın yanı sıra, sulama ya da yağmurdan sonra, suyun derinlere kadar inmesini de sağlamış olacağız.

Der demez ellerimizle otları yolmaya başladık. Otlar yolunduktan sonra da toprak bellenecekti.

Otları yolarken bir taraftan da ilk iki saatte anlattıklarını düşünüp, özümsemeye çalıştım.

Büyükaksoy kuramsal derslerinde bahçe ve tarla tarımının ana bilgilerini veriyordu. Uygulama derslerinde de onları hayata geçiriyor, öğrencilerin tarımda yeni keşifler yapmasını sağlıyordu.

Sulu toprakta bahçe tarımı yaptırır, meyvelerin ıslahı için aşıyı, özellikle göz aşısını her öğrenciye öğretiyordu. Göz aşısında kitapların yazdığı teknikleri geliştirirdi.

Feride ve Feridun Büyükaksoy’un babaları olan Salih Ziya Büyükaksoy fidan çukurlarının açılması konusunda da çok titizdi. Fidanlarının köklenebilmesi, geniş bir alana yayılarak hem toprağa sıkı sıkıya bağlanması hem de yeterli besin ve minerallerin alınması için bunun gerekli olduğunu özellikle vurguluyordu.

Salih Ziya Büyükaksoy İvriz’in demirbaşlarından biriydi. Bir bakıma, İvriz demek Salih Ziya Büyükaksoy demekti.

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...