22 Ocak 2023 Pazar

1960'TA TARSUS SİNEMALARI


 6 Temmuz 1960 Cumartesi, Karabucak Tarsus …

Yaklaşık bir buçuk ay olmuştu Karabucak Okaliptüs Orman fidanlığında mevsimlik işçi olarak çalışmaya başlayalı.

İlk bir ay fidan dikim sahasında çalıştık. Çalışma tarzımız ve disiplinimiz mevsimlik işçilerin amiri Derviş çavuşun takdirini kazanmıştı.

Dikim sahasında işimiz bitince önceki aylarda dikimi yapılmış olan fidanların çevresini çapalamaya başladık. Böylelikle fidan çevresindeki zararlı otları temizlediğimiz gibi, kaymak tutan toprak tabakası da kırılmaktaydı.

Kaymak tabakasının kırılması önemliydi. Kaymaklaşan tabaka, fidan kökünün su almasını engel olmakta ve kurutmaktaydı.

İvriz Öğretmen Okulu’ndaki Tarım derslerinde Salih Ziya Büyükaksoy öğretmenimiz böyle anlatmıştı.

Yan yana çapa salladığımız Salih,

-Tarsus’a Ben Hur adında oldukça ünlü bir film gelmiş. Bu akşam gider miyiz?

-Olur Salih gidelim.

Dedik. Salih ve ailesi fidanlık şefliğinin yaklaşık 100 metre güneyinde, büyükçe bir kanal çevresinde konuşlanmış bir gecekonduda yaşamaktaydılar.

Fidanlıkta çalışmakta olan ailesi ve Salih’le tanışmamız ve kaynaşmamız kolay olmuştu. Kolay olmuştu çünkü onlar da Balkan göçmenleriydiler.

Saat 18:00’de günlük çalışma bitmişti. Ben Hur filmi saat 21:00’de başlayacaktı. Salih’le saat 20:00’de buluşmak üzere sözleştik.

Ev olarak kullandığımız tavuk kümesi ve çardaktan oluşan yerleşkemize geldikten bir süre sonra babam da gelmişti.

-Salih’le birlikte sinemaya gidebilir miyiz Baba?

-Elbette gidebilirsiniz. Bunu hak ettiniz….-Tarsus’a neyle gidip geleceksiniz çocuklar?

Sorusunu yöneltti. Babamın Mersin’de Ataş Rafinerisinde çalıştığı dönemlerde satın aldığı elden düşme bir bisikleti vardı.

-Bisikleti kullanabilir miyiz Baba?

Deyince olur, yanıtını aldık.

Fidanlıkla Tarsus arasındaki ulaşım fidanlığın araçlarıyla sağlanıyordu. Ne var ki fidanlıkça belirlenen saatlerin dışında servis bulunmamaktaydı.

Bazen zorunlu bazı ihtiyaçlarımız için servis saatleri bize uygun düşmemekteydi.

Tarsus’a ulaşım sorunu çözmek için babamın elden düşme bir bisikletini kullanıyorduk.

Üstelik kardeşimle birlikte ikimiz de bisiklet kullanmasını iyi derecede biliyorduk. Öyle ki dönüşümlü kullanarak aynı bisikletle ikimiz birlikte seyahat edebiliyorduk.

Salihlerin de bisikletleri vardı. Tarsus’a bisikletlerle gidip gelecektik.

Akşam yemeğinden sonra en temiz yazlık elbiselerimizi giyip, büyük bir heyecanla Salih’i beklemeye başladık. İlk kez Tarsus’la tanışacak ve ilk kez Tarsus’ta yazlık bir sinemaya gidecektik.

İlkokul dönemimizde Mersin’deki yazlık sinemalarla haşır neşir olmuştuk. Dönemin unutulmaz filmlerini izlemiştik. Bu dönemde de Tarsus’a gelebilecek filmleri izlemek istiyorduk zaman elverdiğince.

Derken Salih geldi, büyük bir neşe içinde yola koyulduk. Yaklaşık 8 km uzaklıktaki yazlık sinemaya 20 dakikada ulaşmıştık.

Arkadaşımız Salih’in tanıdığı bir yere bisikletlerimizi emanet ettikten sonra sinema kapısına ulaştık.

Sinema duvarlarındaki tanıtım amaçlı afişlerde, çılgınca hareket eden iki atın çektiği, iki tekerlekli, hafif ve oldukça hızlı gidebilen arabalardaki yarışmacılar atlarını biraz daha hızlandırmak için kamçılarını şaklatmaktaydılar.

İvriz Öğretmen Okulu Tarih derslerinde Hüseyin Seçmen iki tekerlekli savaş arabalarının tarihte ilk kez Mısırla Hititler arasındaki Kadeş Savaşında kullanıldığını söylemişti.

Kadeş Savaşı’nı öyle anlatmıştı ki bizler de adeta savaşın içinde hissetmiştik kendimizi.

Kadeş anılarımla afişteki görünüm birleşince filmin oldukça gerilim ve heyecan yaratacağını hissettim.

Filmin afişine göre yönetmenliğini William Wyler’ın ve yapımcılığını ise Sam Zimbalist’in üstlendiği 1959 yapımı efsane film Ben Hur’un başrolünde Charles Heston rol alırken kendisine Jack Hawkins eşlik etmişti.

Müzikler Miklos Rozsa’ya aitti. Dünya çapında üne kavuşmasını sağlamıştı.

Antik Yunan’da müzik ve drama birbirine çok yakın bir ilişki içindeydiler.

Müzik öğretmenimiz Kemal Çuhalılar öyle söylemişti. Aynı ilişki, yüzyıllar sonra perdede devinen görüntülere ona eşlik eden müzik arasında da sürmüştü.

Sinema perdesindeki devinimle uygun müzik birleştiğinde insanların duygusal sisteminde çok şeyi harekete geçiyordu. İnsanların çoğu geriliyor, ağlıyor, ayağa fırlıyor ya da neşeleniyor bazen de küfrediyordu.

Afişlerin başından ayrılıp, kişi başı 50 kuruş ödeyerek sinemaya girdik.

Açık hava sinemasında ışıklar kararmış ve giriş müziği ile Roma ordularının engellenemeyen yürüyüşü Kudüs kapılarına dayanmıştı.

Yahudi Aristokrat sınıfın temsilcisi Prens Judah Ben Hur, kenti savaşarak korumaya girişen maiyetindeki topluluklara sürekli olarak uzlaşma yolunu telkin ediyordu.

Ediyordu çünkü mevcut haliyle ne Kudüs ve etrafındaki toplulukların ne de bu toplulukları belirli düzeyde birleştirmeyi başarmış tek tanrılı Yahudi dininin Roma’yı durduracak gücü yoktu. 

Romalı askerlerin engelsiz kentte girişi, filmin en etkileyici sahnelerindendi. Roma askerleri içinde general rütbesinde çocukluk arkadaşı ve üvey kardeşi Mesalla da vardı.

Roma İmparatoru Tiberius ’un Kudüs’e gönderdiği sömürge valisi ile az ihtimal de olsa temas kurmak için Mesalla olağanüstü bir fırsat diye düşünmüştü Ben Hur.

Mesalla, yıllar önce Kudüs’ü terk etmiş ve rüştünü ispatlamak üzere Roma ordusunda kıdemli bir asker olmayı başarmıştı.

Ne var ki Mesalla ’nın yükselme ihtirası kardeş ve arkadaşlık duygularını yok etmişti.

Üstelik bir suikast girişimi sonrasında haksız yere suçlanan Ben Hur Kudüs’ten sürülmüş, Sayda limanında Romalı savaş gemilerinden birine zincirlenmiş bir kürek mahkûmu olmuştu.

Bir deniz savaşı sırasında, filo komutanı Quintus Arrius’u kurtarmış olan Ben Hur, onun tarafından evlat edinilmişti.

Yıllar sonra vatanına dönüp Messala’yla hesaplaşmak ve ailesini bulmak üzere özgür biri olarak yola çıkıyordu.

Sonunda iki eski çocukluk arkadaşı araba yarışında karşı karşıya geliyordu.

Karşılaştıkları araba yarışı sahnesi sinema tarihinin akıldan çıkmayan sahneleri arasında yer almıştı.

Biraz uzun sürmekle birlikte sadece araba yarışı için bile seyredilebilecek bir filmdi Ben Hur. Sonraki yıllarda tekrar seyredecektim.

Filmin ana konusu, Ben-Hur isimli bir Yahudi Prensin Roma İmparatorluğu’nun zalim görkemine başkaldırışıydı. Çocukluk arkadaşı Mesalla güç zehirlenmesi yaşayan bir Roma kumandanı olmuştu. Film, ikisinin çatışmasında, bir tür güç-özgürlük savaşını anlatmaktaydı.

Ben Hur filmini seyrederken Tarsus açık hava sinemasında zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmamıştık. Yaklaşık 4 saat zaman geçmiş, Cumartesi gününden Pazar gününe giriş yapmıştık.

Gözlerimizden uyku akmaya başlamıştı ama bisikletlerimize binip Karabacak’a yollandığımızda esen meltem rüzgârları kendimize getirmişti.

Nasılsa 20 dakika sonra ormandaki çardakta yataklarımız bizi bekliyordu. İyi ki gelmiştik…

Tarsus’la yıllarca unutulmayacak bir tanışma gerçekleştirmiştik…

Daha ne olsun du?

20 Ocak 2023 Cuma

EMEK EN YÜCE DEĞERDİR

 


3 Temmuz 1960 Pazar, Karabucak Tarsus…

Bu sabah da okaliptüs ağaçlarının meltem rüzgarıyla dans eden yapraklarından yansıyıp, salınan cibinlikten geçerek gözüme ulaşan güneş ışınlarının etkisiyle gerinerek uyandım.  

Saat 06,30’du…

İvriz Öğretmen Okulu’ndan kalma alışkanlıklarım devam ediyordu. Yerden, yaklaşık 2 metre yükseklikteki çardakta, İvriz'in ünlü zil sesleri ve ranzalara vurulmadan kalkma alışkanlığı edinmiştim.

İyi ki 06,30'da kalkma alışkanlıklarım var dedim içimden. Bu sayede zorlanmadan kalkıyor ve tam zamanında dikim sahasında oluyordum.

Bugün ücret alma günüydü. 5 Haziran günü başladığımız mevsimlik işçilik döneminin birinci bölümü tamamlanmış, ücret alacak hale gelmiştik.

Emek en yüce değer idi.

Karşılığını alacaktık.

Bugün çalışmayacaktık…

Aldığımız ücretin bir bölümüyle zorunlu ihtiyaçlarımızı giderirken bir bölümü de biriktirilecekti işsiz kalacağımız, çalışamayacağımız günler için.

Yatmakta olduğum çardakta bir kez daha gerindim. Yatağıma uzanarak, Okaliptüs ağaçlarının yapraklarında dans eden güneş ışınlarını seyrettim. Kanalda akmakta olan suyun şırıltısını dinleyerek biraz daha yatak keyfi yaptım.

Anamın ”Mehmeeet… Mustafaaa. Kalkın artık” ünlemesiyle kalktım.

Anam kahvaltıyı hazırlamıştı bile.

Kardeşimi de uyandırmalı, kahvaltımızı etmeli ve 27’şer günlük ücretlerimizi almak için İşletme Şefliği muhasebesine gitmeliydik.

İşletme muhasebesinde çalışan Halil Amcanın kızı Zeynep, ‘’Muhasebe servisinin şefi İsmet Bey’in yanı sıra orman mühendisleri Yaşar Bey ve Muzaffer Beyle tanışırsanız rahat edersiniz.’’ Diye tembihlemişti dün.

Ayrıca ulaşımda önemli bir yeri olan araç sürücülerinden, Adem Usta ile Mahmut Ustayı da tanımamızda büyük fayda olacağını söylemişti.

Kahvaltıdan sonra babam ve kardeşimle muhasebeye gittik. Daha işçilerden kimse gelmemişti.

Zeynep bizi Muhasebe Şefi İsmet Beyle tanıştırdı. İsmet Bey hal ve hatırımızı sorduktan sonra, önündeki evraklara bakarak babama 135 Lira, kardeşim ve bana da 108’er Lira ödeme yaptı.

Ailemizin bütçesine 351 Lira girmişti. O yıllarda oldukça iyi bir paraydı 351 Lira. Sonuç ailemizin yüzünü güldürmüştü…

Daha ne olsun du? 

Emek en yüce değerdi.  karşılığını almıştık. 

Hayat güzeldi be kardeşim, yaşamaya ve yaşatmaya değerdi…

19 Ocak 2023 Perşembe

TARSUS KARABUCAK FİDANLIĞINDA YAŞAM

25 Haziran 1960 Cumartesi, Karabucak …

Okaliptüs ağaçlarının yaprakları arasından dans ederek gelip, hafifçe dalgalanmakta olan cibinlikten geçerek gözüme giren güneş ışınlarıyla uyandım.

Yerden yaklaşık bir buçuk metre yükseklikte bir çardakta yatıyorduk kardeşimle.

Temmuz ayına yaklaşmış olmamıza rağmen ormanın serinliği ve cibinliğin korunaklı yapısı rahat uyumamızı sağlamıştı.

Çardaklarda cibinliksiz olmazdı. Öyleydi çünkü Karabucak bataklığında kurulmuş olan ormanda hatırı sayılır sayıda sivrisinek vardı.

Karabucak Okaliptüs Orman Fidanlığında mevsimlik işçi olarak işe başlamıştık.

İlk birkaç gün tavuk kümesinden bozma kapalı alanı yatak odası  olarak kullandıktan sonra babam ‘’Haydi çocuklar ikinizin yatacağı bir çardak yapalım.’’ Dedi. Kardeşimle ‘’olur baba’’ dedik.

Babam çok becerikli biriydi, İvriz İlköğretmen Okulu bana da bir hayli el becerisi kazandırmıştı.

Ormanda da çardak yapabileceğimiz her türlü direk ve kereste çoktu.

Tek ihtiyacımız çivi, çekiç, testere ve kerpeten gibi malzemelerdi.

Komşumuz Halil Amca bu konuda yardımcı oldu. Birkaç gün içinde de bu sabah uyandığım çardak yapılmıştı.

*****

Gerinerek doğruldum çardakta.

Tatlı bir serinliğin yanı sıra yanımızdaki kanaldan akan suyun şırıltısı içimi sevinçle doldurmuş, bahar havası yaratmıştı.

Çok beğendiğim bir özelliğim vardı. O an için bulunduğum durumdan memnun olabilmesini bilmek…

Daha iyisini istemediğim anlamına gelmiyordu bu özelliğim.

Olumsuz koşulları sorun haline getirmememi sağlıyordu.

Yaşama bütün gücümle tutunmamı ve yaşamdan keyif almamı sağladığı gibi gücüme de güç katıyordu.

Hayallerim ve isteklerimden kolay vazgeçmiyordum.

Biliyordum ki ‘’şans dediğimiz kavram, hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak’’ oluyordu.

Bir başka deyişle, kendi şansımı kendim yaratıyordum...

Çardakta neşeyle tekrar gerindim ve işe geç kalmamak için kardeşimi de uyandırdım.

Anamla babam benden erken kalkmışlardı.

Anam kahvaltı sofrasını hazırlarken babam kümesten oluşturulan konutumuzu biraz daha yaşanılır duruma getiriyordu.

-Hayırlı sabahlar Baba…

Dedikten sonra elimi yüzümü yıkadım. Mustafa da kalkmış, giyinmişti bile.

Kahvaltı sofrasına oturmadan önce babam ''Çalışmalar nasıl gidiyor çocuklar, zorlanıyor musunuz?’’

Dedi. Zorlanmıyorduk...

*****

Dikimin yapılacağı saha taş ve yabancı otlardan temizlenmişti.  Bize düşen görev fidanlık seralarından getirilmiş olan tüplü okaliptüs fidanlarını usulüne uygun dikmekti.

İvriz Öğretmen Okulu tarım derslerinde edindiğimiz bilgiler burada çok işime yarıyordu.

Bu düşüncelerle Tarım Öğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy’u anımsayarak içimden teşekkür ettim.

Salih Ziya Büyükaksoy’u gıyabında babam da tanımıştı…

17 Ocak 2023 Salı

ANTİK TARSUS REGMA GÖLÜ

11 Haziran 1960 Cumartesi, Karabucak Tarsus…

Bulgaristan’dan gönüllü ve serbest göçmen olarak geldiğimizden, devlet bize bakmak zorunda değildi. Zaten biz de devletten bir şey istemedik, savrulduk durduk.

Geldikten 30 yıl sonra Akıncı Ailesinin Mersin Nusratiye Mahallesi’nde, eski Göçmen Barakalarının bulunduğu yerde, tek katlı bir evi oldu.

Yerleşik düzene geçinceye kadar karnımız nerede doyduysa oralara gittik. Gittiğimiz her yerde de öncelikle kütüphanelere, ardından kütüphanelerdeki kitaplardan bulunduğumuz yörenin tarihi ve coğrafi özelliklerini öğrenerek, yöre ile bütünleşmeye çalıştım.

Tarsus ve bir zamanlar Tarsus’u bürün dünyaya bağlayan limanı, Regma Gölü’nü anlamaya ve bütünleşmeye çalıştım. Karabucak Okaliptüs Ormanı’nda mevsimlik işçi olarak çalıştığım dönem bana bu fırsatı verdi.

Dokuz bin yıllık tarihi olan Tarsus, bir dönem Roma’nın önemli eyaletlerinden biri Kilikya’nın başkentliğini yapmıştı.

Roma İmparatoru Sezar’ın M.Ö 44 yılında ölmesinin ardından onun yerini alan üç kişiden biri olan Marcus Antonius Doğu Roma’nın yöneticisi olmuştu. Tarsus’a gelmesiyle, kentin gelişmesinin önü açılmıştı.

Cleopatra, Sezar’ın ölümünün ardından Romalı General Marcus Antonius’la yönetim konularını görüşmek üzere Tarsus’a gelir.

Cleopatra’nın dillere destan bir eşi daha olmayan muhteşem gemisiyle Tarsus limanına girişi hem Antonius’u hem de kent halkını büyülemişti.

Cleopatra’nın bu ziyaretiyle Tarsus, Dünyanın kalbinin attığı en önemli merkez durumuna gelmişti. Mısır’ın yönetimi ve Roma ile ilişkileri nedeniyle bir araya gelen çift arasında büyük bir aşk doğar.

Cleopatra’nın yaşadığı büyük aşk nedeniyle bir yıldan uzun bir süre Tarsus’ta kaldığı sanılıyor. 

Roma’nın genç imparator adayı Marcus Antonius, Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın onuruna, Tarsus’u  yeniden yaratmıştır.

Tarsus, tarihi konumu, coğrafyası ve limanı ile Antik Kilikya’nın stratejik bölgesinde bulunmaktaydı.

Tarsus ve çevresinde yaşayan antik çağ insanları Regma Gölü’nü doğal bir liman gibi kullanarak, antik çağ uygarlığının tüm nimetlerinden yararlanmıştı.

Ticari ve askeri yönden stratejik öneme sahip Regma Gölü sayesinde Tarsus “En büyük, en güzel, en ileri” vasıflarla tüm Akdeniz kentlerinde anılmaya başlanmıştı.

Toroslardaki sedir ağaçları, günümüzde Berdan olarak bilinen Kydnos Nehri yatağından akıtılarak Regma kıyılarına indirilir ve Regma kıyılarındaki tersanelerde askeri ve ticari gemiler yapılırdı.

Gölün Akdeniz’e kanallarla bağlı olması sayesinde Akdeniz’in şiddetli dalgaları Regma ’ya giremiyor ve tersanelere zarar veremiyordu. Bu nedenle Regma kıyılarında tersanecilik antik çağlarda en üst seviyeye çıkmıştı.

Tarih boyunca Tarsus’un ortasından akan Kydnos/Berdan Nehri taşkınlarla kente zarar vermekteydi.

M.S. 6. yüzyılda meydana gelen çok büyük bir taşkın nedeniyle, Bizans İmparatoru Justiniaus’un talimatıyla, nehrin yatağı değiştirilerek kentin doğusuna alınmıştı.

Kent içinden geçen ve Regma Gölünü besleyen Kydnos ’un yatağına ise yeterli su verilememişti. Gölü besleyen ana su kaynağının kesilmesi ile göl zaman içinde bataklığa dönüşmüştü.

Çevresindeki sazlık ve düzensiz su göletlerinin alüvyonlarla dolduğu bu alanlara Tarsuslular Karabucak ve Aynaz Bataklığı isimlerini vermişti.

M.S. 6. yüzyılda taşkınlardan korunmak amacıyla, doğaya yapılan müdahale, acı sonuçlarını 19. yüzyılda göstermişti. 1825, 1865 ve 1895 yıllarında Kydnos/Berdan’ın şehir içinde kalan eski yatağının kirliliği ve Regma bataklığı nedeniyle Tarsus ve çevresinde sıtma ve kolera salgını olmuş ve bu salgınlarda binlerce kişi hayatını kaybetmişti.

Berdan Nehri ise önce yolu üzerindeki Regma Gölüyle Tarsus’u bir liman şehri yapmış, sonrasında da taşıdığı alüvyonlarla bir bataklığa dönüştürmüştü.

Karabucak Okaliptüs ormanı Regma Gölü bataklığı üzerine kurulmuştu.

Karabucak Ormanını oluşturan Avustralya kökenli okaliptüs ağaçları Osmanlı devletine 19. yüzyılın son yarısında girmişti.

Okaliptüs ağaçları bölgeyi ormanlaştırma, yol kenarlarında süs bitkisi, bataklıkları kurutmak, toplum sağlığıyla ilgili olarak sıtmayla mücadele gibi nedenlerle dikilmişti dünya genelinde.

Egzotik bir ağaç olan okaliptüs 19. yüzyıldan sonra Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar dünyanın sulak ve ılıman bölgelerinde, başta endüstriyel amaçlı olmak üzere, bataklıkların ıslahında kullanılmaya başlamıştı.

1883 yılında Çukurova’nın ortasında bulunan Tarsus- Karabucak bataklığının kurutulması gereği, “çevre temizliği” bakımından devleti ilgilendiren önemli bir sorun olarak belirmişti.

Bataklığı kurutmak ve ziraat arazisi haline getirmek şartıyla Karabucak ve etrafındaki 89.000 dekar saha, 56.000 kuruş bedelle İngiliz Dara Kumpanyası ’na ihale edilmişti.

Ancak şirket bataklığın korkunç manzarası karşısında işe başlamaya cesaret edememiş, bu öldürücü bataklığı yalnız başına yenemeyeceğini düşünerek işi bırakmıştı.

Okaliptüs ağaçları tohum, fidan ve klonlama sistemiyle yetiştirilmekteydi. Taban suyu yüksek yerlerde diğer ağaç türlerine göre çok daha iyi ve hızlı gelişme göstermekteydi.

Bataklık Cumhuriyet döneminde, 1939 yılında ilk kez okaliptüs fidanı dikilerek ağaçlandırılmaya başlanmış ve günümüzde Karabucak okaliptüs ormanı adını almıştı.


12 Ocak 2023 Perşembe

TARSUSLU DERVİŞ ÇAVUŞ

5 Haziran 1960 Pazar, Tarsus Karabucak…

Bu yaz kısmet, Tarsus Karabucak Okaliptüs Orman Fidanlığı’ nda mevsimlik işçi ailelerinden biri olmaktı.

Dün Mersin’den gelmiş, fidanlıktaki kanallardan birinin kıyısında tavuk kümesinden bozma yaklaşık 12 metrekarelik bir yeri, yanmış kireçle badana yaparak, yeni konutumuz haline getirmiştik. 

Bugün, Allah ne verdiyse yaptığımız sabah kahvaltısından sonra, Halil Amca önümüzde Akıncı Ailesinin erkekleri, ki kardeşim Mustafa ile ben de dahildim bu tanıma, fidanlık dikim alanının yolunu tuttuk.

Su tahliye kanallarından birinin yanında ağaç dikim alanı olarak hazırlanmış bir parselde çalışan 15-20 işçinin başında bulduk Tarsuslu Derviş Çavuşu.

Mevsimlik işçilerin alımı, çalıştırılması ve yevmiye defterine işlenmesi konusunda yetkili kılınmıştı Tarsuslu Derviş Çavuş.

Halil amca bizleri tanıttı Derviş Çavuşa. Mustafa ile benim öğrenci olduğumu özellikle vurguladı.

Derviş çavuş çantasından çıkardığı yevmiye defterine bizleri kaydettikten sonra, babamı bedensel güç isteyen işlerden birine gönderdi.

Kardeşimle bana dönerek tüplerde hazırlanmış okaliptüs fidelerinin toprakla buluşmasını sağlayacaksınız, yani toprağa dikeceksiniz dedi.

Böyle bir iş verilmesine sevindim. Kazma ve küreklerimizi alarak diğer işçilerin yanında yerimizi aldık.

Fidanların dikilecekleri yerler önceden işaretlenmişti. Bir tarafına da arabalar dolusu hayvan gübresi yığılmıştı. İlk fidanımı dikmek için işaretlenen yere, okaliptüs ağacı fidanının içinde yer aldığı kesenin boyundan daha derin bir çukur kazmıştım.

Çukuru kazarken üstten alınan toprakla dipten çıkarılan toprakları ayrı yerlerde biriktirmiştim.

Toprağı bu şekilde ayırmak fidanın sağlıklı yetişmesi için oldukça önemliydi, Salih Ziya Büyükaksoy böyle söylemişti. Çukuru tamamladıktan sonra da içine bir kürek kadar hayvan gübresi koymuştum. Kardeşim de beni gözlemiş ve aynen uygulamıştı.

İşe başlamamızın ilk günü olması nedeniyle Derviş Çavuş dikkatle bizi izlemişti. Uygulama yöntemimizi beğenmiş olmalı ki ‘’Aferin çocuklar’’ Demişti. Ben de ona İvriz İlköğretmen Okulu tarım derslerinden ve Salih Ziya Büyükaksoy’dan söz etmiştim. Bu konuşmadan sonraki günler ve aylarda Derviş Çavuşla tatlı bir diyaloğumuz olmuştu.

Derviş Çavuş diğer işçilerin yanına gidince dikim işlemine devam etmiştim. Tüplü fidanı yan yatacak şekilde yere koymuş ve içinde yer aldığı plastik kesenin tabanını keskin bir bıçak yardımıyla kesip, fidanı çıkarmıştım. Fidanı hazırladığım çukura dik olarak koymuş, etrafına önce kürekle üst toprağı sonra da alt toprağı atmıştım. Toprakla fidanın dengesini sağladıktan sonra fidan etrafındaki toprak birikintisine fidanı ezmeden ayaklarımla bastırmıştım. Arkamızdan gelen bir başka mevsimlik işçi de dikilen fidanlara can suyu vermişti.

Başlangıç iyi olmuş, iyi olmaya da devam ediyordu.


11 Ocak 2023 Çarşamba

KİREÇ BADANALI KÜMESTEN EVİMİZ


5 Haziran 1960 Pazar, Karabucak Tarsus…

Yanmış kireç kokusu ve su şırıltılarıyla uyandım. Gözlerimi araladığımda karşılaştığım bembeyaz duvarlar, ilk anda, hastanede olduğum duygusunu uyandırdıysa da bir an için nerede olduğumu anımsayamadım. 

İvriz’de miydim, Misli Köyü’nde miydim, yoksa Mersin’de miydim?

Mersin’de olamazdım, barakaların duvarları böyle bembeyaz değildi. İvriz aklıma geldiyse de ranzalardan birinde olmadığım gibi kardeşim Mustafa yanımda yatıyordu?

Neredeydim acaba?

Bulgaristan’dan ayrıldığımız 1951’den beri sürekli yer değiştirdiğimiz için, bazı sabahlar kalktığımda nerede olduğum konusunda çekincelerim oluyordu.

Yatakta doğruldum... Tavanıyla birlikte bütün duvarları bembeyaz ve pencereleri olmayan oldukça küçük bir odadaydık.

Sineklik olarak tanımlayabileceğim tel örgüden yapılmış kapısından giren ışıkla aydınlanmıştı yattığımız yer. Yattığımız odanın normal bir kapısı yoktu yani.

Yatakta bir süre oturup, odaya göz gezdirdikten sonra zihnimi toparlamaya çalıştım. Bir anda hatırladım. Zamanda geriye, Mersin'e, 2 Haziran perşembe gününe gittim.

Kardeşim Mustafa Konya’dan gelmiş, babam da Tarsus Karabucak Okaliptüs Orman Fidanlığı'nda başımızı sokacak bir yer ayarlamak için gitmişti.

Döndüğünde yüzü gülüyordu babamın…

Geçen yıl Göçmen barakalarından Tarsus Karabucak Ormanına mevsimlik işçi olarak giden Şerife Teyze ile eşi Halil Amca nın kızı Zeynep Karabucak Fidanlık muhasebesinde çalışıyormuş. Yardımcı olmuşlar babama. Üstelik konaklama yeri de gösterebileceklerini söylemişler.

Cuma günü toparlanmış, cumartesi günü de eşyalarımızı yüklediğimiz bir kamyonetle, yaklaşık 40 km uzaklıktaki Karabucak Okaliptüs Orman Fidanlığına hareket etmiştik.

Tarsus’a girmeden, Berdan Nehri’nin kollarından birine paralel Karabucak yoluna girdiğimizde, yolun iki tarafındaki okaliptüs ağaçlarının üstü kapalı bir koridor oluşturduklarını gördüm. Bu koridoru o kadar çok beğenmiş olmalıyım ki yıllarca aklımdan çıkmadı bir doğa harikası olarak.

Muhteşem okaliptüs ağaçlarının oluşturduğu koridordan gözümü ayırıp geriye döndüğümde Toros Dağları, yaşamı sürdüren muhteşem bir anıt gibi görünmüştü.

Bu anıtsal dağların üzerindeki karlarının ilkbaharda erimesiyle birlikte ortaya çıkan milyonlarca metre küp su Seyhan, Ceyhan ve Berdan Nehirleriyle Akdeniz’e ulaşıyordu…

Akdeniz’e ulaşmaya çalışan bu nehir suları kimi zaman coşkulu bir biçimde akarken, kimi zaman da sel olup taşmaktaydı yataklarından.

Binlerce yıl bu taşkınların sıkıntısını çekmişti tarihteki Kilikyalılar ve şimdiki Çukurovalılar.

Berdan Nehri ise önce yolu üzerindeki Regma Gölüyle Tarsus’u bir liman şehri yapmış, sonrasında da taşıdığı alüvyonlarla bir bataklığa dönüştürmüştü.

Karabucak Okaliptüs Ormanı Regma Gölü bataklığı üzerine kurulmuştu.

Bu kez insanoğlu doğaya verdiği zararı telafi etmek için Regma bataklığını, ormana dönüştürerek, kurutma yolunu seçmişti.

Bataklıkta yüzlerce kanal oluşturulmuştu fazla suyu tahliye etmek için.  Ayrıca diğer ağaç türlerine göre daha çok su tüketen Okaliptüsler aracılığıyla bataklık kurutulma yoluna gidilmiş, Karabucak Güresin Ormanı ortaya çıkmıştı.

Ormanın neredeyse tamamını oluşturan ağaçların Okaliptüs cinsi de 1885 yılında ilk kez Türkiye’ye girmişti.

Akıncı Ailesi olarak, bataklık sonrası ortaya çıkan bu ormanın kanallarından birinin çevresindeki bir barakada yaşamakta olan Halil amcaların yanına eşyalarımızı indirmiştik.   

Hoşbeşten sonra Halil Amca ile Şerife teyze bize konaklama yeri olarak barakanın yanında oldukça büyük bir tavuk kümesini göstermişlerdi.

Kardeşim Mustafa ile benim hayal kırıklığımız yüzümüzden okunmuştu ki Halil Amca,

-Burasını yaşanacak hale getirip, yağmur çamurdan korunabilirsiniz. Sonraki günlerde daha iyi bir konaklama yeri bulabiliriz…

Hayal kırıklığımızın farkına varan babam da bir süre bizi izledikten sonra,

-Hadi bakalım çocuklar, burasını yaşanacak hale getirelim.

Demişti. Babam oldukça becerikli ve tevekkül sahibi biriydi. Ben de İvriz’de pek çok el becerisi edinmiştim.

Yaklaşık 12 metrekare büyüklüğündeki üstü kapalı tavuk kümesini başımızı sokacak hale getirebilirdik, getirmeliydik diye düşünmüştüm.

Kümesin içindekileri temizlemiştik ki Halil Amca bir teneke sönmüş kireç getirmişti duvarları mikroplardan arındırmak için. Kireç kullanılmış ve kümesin içi bembeyaz olmuştu.

Zaten pek fazla olmayan eşyalarımızdan, öncelikle yatak ve yorganlarımız yerleştirilmişti.

Havalar da oldukça güzeldi, eşyaların bir bölümü dışarıda kalabilirdi. Öyle de olmuştu.

Şerife Teyze bize akşam yemeği niyetine, Allah ne verdiyse bir şeyler de hazırlamıştı. Yemekten sonra bir demlik çay da ikram edince keyfimiz yerine gelmişti.

Tavuk kümesinden de olsa orman içindeki bir kanal kenarında başımızı sokacak bir yer edinmiştik.

Gecenin oldukça geç bir saatinde yataklarımıza girdiğimizde ‘’Bakalım yarın nelerle karşılaşacağız.’’ Demiş ve derin bir uykuya dalmak üzere yer yatağına girmiştim.

Anamın ”Mehmeeet, Mustafaaa…” sesiyle başlangıçta hastane odası sandığım tavuk kümesinden çıktım.

Okaliptüs ağaçlarının dalları ve yaprakları neredeyse gökyüzünü kaplamıştı. Meltem rüzgarlarıyla salınan yaprakların arasından şifreleme yapar gibi gözüme giren güneş ışığından yüzümü çevirince suyu şırıldayarak akan kanalı gördüm.   

Kümesten bozma 12 metrekarelik bir odadan çıkmama rağmen içimde bahar havası esti. Mersin’deki teneke mahallesindeki gecekondudan sonra burası biraz da cenneti andırıyordu.

Bulunduğum durumdan o an için mutluluk duymak gibi bir özelliğim vardı. Sorunlarla başa çıkmamı kolaylaştırıyordu bu özelliğim.

Anam yanmış kireç badanalı kümesten bozma yeni evimizin önündeki hasıra koyduğu siniye kahvaltılık hazırlamıştı. Ortalıkta çay ve çaydanlık yoktu. Ocak olmayınca çay da yoktu tabi.

Dere kıyısında elimi yüzümü yıkayıp,  Mustafayı uyandırmaya giderken  yerleşmemize önayak olan Şerife teyze Günaydın diyerek elindeki demlikle yandaki barakadan çıktı. Bize çay demlemişti.

Yüzüm aydınlandı, minnet duygularım kabardı. Anamın hazırladığı siniye demliği bıraktıktan sonra ‘’Başka bir ihtiyacınız olursa çekinmeden söyleyin.’’ Deyip yanımızdaki barakaya girdi.

Bir süre sonra da oldukça alımlı olan kızı Zeynep evden çıkıp ‘’Günaydın, afiyet olsun’’ Deyip fidanlık işletme şefliğinin yolunu tuttu. Orada çalıştığını söylemişti annesi.

Sessizce ve hızlıca kahvaltımızı yaptık. Halil Amca bizi Fidan dikim sahasına götürüp, Derviş Çavuşla tanıştıracaktı. 

Ahmet Akıncı Ailesi için yeni bir dönem başlamıştı... 




BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...