30 Aralık 2022 Cuma

KARDEŞİM MUSTAFA KONYA MAARİF KOLEJİ ÖĞRENCİSİ

 

19 Eylül 1959 Cumartesi, Konya…

Kardeşim Mustafa’nın 19-20 ağustos tarihlerinde katıldığı sınav sonuçları belli olmuş, hem İvriz İlköğretmen Okulunu hem de Konya Maarif Koleji’ni parasız yatılı olarak kazanmıştı. 

Tercihini Konya Maarif Koleji için yaptı. 21 Eylül Pazartesi günü 1959-1960 Eğitim ve Öğretim yılı başlayacaktı.

Babamız Mersin’deydi. Günü birlik de olsa işini kaybetmek istemediği gibi, gelmesi bir hayli masraflı olacaktı. Ben ne güne duruyordum. Velisi olabilir, kaydını yaptırabilirdim.

Nasılsa ben de İvriz İlköğretmen okuluna gidecektim. Tren Ereğli’den geçerek Konya’ya devam ediyordu. Bir bakıma Konya yolum üzerinde sayılırdı.

Üstelik ortaokul ikinci sınıfa geçmiş bir delikanlıydım. Neden babamızı bekleyelim ki diyerek kayıt yaptırma görevini üstlendim.

18 Eylül 1959 Cuma sabahı anamın ellerini öpüp, hayır duasını aldıktan sonra,  ilkokul arkadaşımız Osman’ın sağladığı bir atlı araba ile ulaştığımız Niğde Hüyük İstasyonundan Toros Ekspresine bindik. Böylece, yaklaşık 270 km’lik Konya yolculuğumuzu başlamıştı.

Bindiğimiz Toros Ekspresi’nden Ulukışla’da aktarma yapıp 8 saatlik yolculuktan sonra Konya tren Garına ulaştık. Konya Maarif Koleji tren garı civarındaydı, kendimizi şanslı saydık.

Kolej kapısına ulaştığımızda saat 18,00’i geçmişti. Kayıt için hiçbir görevli kalmamıştı. Kapıdaki görevli Cumartesi günü saat 10,00’dan sonra gelmemizi söyledi.

Gece nerede konaklayabiliriz? Sorumuza da kolejin karşısındaki bir oteli gösterdikten sonra, benim gönderdiğimi söylerseniz size yardımcı olur dedi.

Teşekkür ettikten sonra gittiğimiz otel görevlisi, Kolej kapısındaki görevlinin gönderdiğini söyleyince yardımcı oldu. İki yataklı bir odasının boş olduğunu, yataklardan birinde yatabileceğimizi, ikinci yatağa bir müşteri alabileceğini söyledikten sonra uygun bir ücretle bizi odaya çıkardı.

Yandaki boş yatağa, gece boyunca müşteri gelmediği halde, ücret alırlar diye geçmedik, geçemedik. Kardeşimle aynı yatakta yatmak zorunda kaldık. Fukaralık böyle bir şeydi…

Sabahın erken saatlerinde ücretini ödeyip, otel görevlisine teşekkür ettikten sonra, istasyon civarındaki simitçiden iki simit alarak civardaki kahvehanelerden birinde sabah kahvaltısı yaptık.

Saat 10,15’de de Kolej kapısındaydık. Kapıdaki görevli okul müdürünün geldiğini söyledikten sonra bizi odasına kadar götürdü. Kayıt için gelmişler Müdür Bey. Dedi.

Kolej müdürü hayretle bize baktıktan sonra ”Babanız nerede sizin?” Dedi. Ben de Mersin’de çalıştığını, işyerinden izin alamadığını, benim de İvriz İlköğretmen Okulu ikinci sınıf öğrencisi olduğumu söyledim. Velisi ben oldum Müdür Bey. Dedim.

Uzunca bir süre kafasını sallayıp, hayret nidaları çıkardıktan sonra Mustafa’nın kaydı için birilerini görevlendirdikten sonra bana ”Şimdi sen ne yapacaksın?” Dedi. Ben de kardeşimin kayıt işlemleri gerçekleştikten sonra trenle Ereğli’ye, oradan da İvriz’e gideceğim Müdür Bey. Dedim. Öyle de oldu.

Konya Maarif Koleji,  “devlet eliyle lisan eğitimi” amacıyla 1955 yılında İstanbul, İzmir, Eskişehir ve Samsun'da 7 Kasım 1955 tarihinde törensiz; 11 Kasım 1955 tarihinde ise zamanın Milli Eğitim Bakanı Celâl Yardımcı’nın katılımıyla törenli olarak Gar yanındaki eski Bağdat Oteli’nde açılmıştı.

Zamanın hükümeti bu okulları o denli önemsemişti ki Anıtkabir inşaatı bütçesinden bile pay aktarmıştı.

Kardeşimin böyle bir okulda burslu ve yatılı olarak okuyacak olması koltuklarımı kabartmıştı.

Bütün öğrencileri yatılı ve paralı olan okulda sadece iki öğrenci bursluydu. Kardeşimle birlikte diğer öğrencinin bursunu okul aile birliği sağlamıştı.

Oldukça zengin Konyalı çocuklarının yanında burslu iki fukara çocuğu maddi ve manevi yönden  ezilir mi?

Diye düşünmeden edemedim İvriz'e dönerken…

KARDEŞİM MUSTAFA SINAVLARA HAZIR


 14 Ağustos 1959 Cuma, Misli…

Ortamın güneşten kavrulduğu günlerden biri. Deyim yerindeyse, yaprak kımıldamıyor. Yaprak kımıldamıyor dediğime bakmayın, yaprak yok aslında. Köyde ağaç yoktu ki.

İki yıl önce, Bayezid öğretmenimizin öncülüğünde, okul bahçesindeki doğal kaya kazınarak fidan çukurları açmış ve dikim yapmıştık. Henüz yapraklı ağaç aşamasına gelmemişler.

Her neyse…

Kum ve taş binalar bütün gün emdikleri güneş enerjisini ışıma yoluyla geri vermekte. Ortalık kavrulmakta.

Öğleden önce biraz kitap okumuş, biraz da kardeşim Mustafa ile ilgilenmiştim. Odamızda sırt üstü uzanmış, tembellik ediyorduk. Anam başını uzatarak

-Mehmeeet… Mustafaaa…Köy bekçisi sarı bir zarfla geldi. Kalkın bakın bakalım.

Dedi. Kalktık…

Öğleden sonra saat 18.30 sularında Niğde Milli Eğitim Müdürlüğünden gelen bir sarı zarfla kardeşim Mustafa leyli meccani olarak bilinen parasız yatılılık sınavlarına davet ediliyordu.

Her zaman minnetle andığım ve anmaya devam ettiğim okul başöğretmeni Bayezid Tuna kardeşimin başvurularını zamanında yapmıştı.

17 Ağustos Pazartesi günü başlayacak yazılı sınavlar dört gün sürecekti.

İvrizli olarak, ilk kez yaz tatilimi yaparken kardeşim Mustafa’yı sınavlara iyi hazırlamıştım. Bütün dersler gözden geçirilmiş, bir önceki yılın sınav sorularını da Bayezid öğretmenimiz vermişti.

Sınavlara hazırdık, davet edilmeyi bekliyorduk…

Davet gelmişti.

Mustafa hem İvriz Öğretmen Okulu’nun hem de Konya Maarif Koleji’nin sınavlarına girecekti. Salı ve Çarşamba günleri İvriz Öğretmen Okulu, Perşembe ve Cuma günleri de Konya Maarif Koleji sınavları yapılacaktı.

Geçen yıl bu zamanlar sınavlara katılmak için Niğde’ye gidecek otobüs paramız olmadığı gibi kalacak yerimiz de yoktu.

İlkokul arkadaşımız Osman’ın annesi Hatice Teyze’den bir gece yarısı ‘’Osman’ımın pantolon Parası’’ alınarak Niğde’ye gitmiş ve sınavlara katılmıştık. Ben sınavlarda başarılı olmuş, kardeşim kazanamamıştı. Beşinci sınıfı tekrarlamıştı.

Bu yıl paramız ve Niğde’de kalacak yerimiz de vardı. Mersin’de günübirlik işçi olarak çalışmakta olan babam para gönderdiği gibi kardeşimle ben de Misli ’de yapılmakta olan hasatların bazılarına katılarak üç beş kuruş kazanmıştık.

Ağustos ayının üçüncü çeyreğinde sınavların yapılacağını bildiğimizden, kalacak yer sorununu da önceden çözmüştük.

Sınavlarla ilgili evrakların yanı sıra kalem ve silgiler de hazırlandıktan sonra Pazartesi günü Niğde’ye gidecek olan köy otobüsünde yerimiz ayırttık.

Evrakları alıp eve döndükten sonra kardeşim Mustafa, özellikle Matematik ders notlarını bir kez daha gözden geçirdi.

Sınava hazırdı artık…

26 Aralık 2022 Pazartesi

İVRİZLİ OLARAK BURÇAK TARLASINDA

 

13 Haziran 1959 Cumartesi, Misli…

İvrizli olarak Misli’ye geleli bir haftadan fazla oldu. Hemen her gün kardeşim Mustafa ile Leyli Meccani sınavları hazırlıklarını gözden geçirdik.

Her ne kadar Mersin'den gelirken babam bir miktar para verdiyse de, hazıra dağ dayanmaz atasözü gereği, para kazanmamız gerekiyordu.

Hayvan yemi olarak da kullanılan Burçak hasadı başlamıştı köyümüzde. Burçak hasat etkinliklerine katılma kararı almıştık ailece.

Sabahın erken saatlerinde, sıcaklar bastırmadan, tarla sahibinin temin ettiği atlı arabalarla yola koyulduk.

Arabalar arasında yarış var. Haydi oğlum daha hızlı koş bakalım diye seslenenler, atlarına kamçı şaklatanlar, sizi geçtik ya diye seslenenler, bir yanda hafiften şarkı seslendirenler…

Tam bir festival havası…

Tarlada saf tuttuk yan yana 20-25 kişi. Kardeşimle İlkokul arkadaşım Osman yanımdaydı. Anam sıranın diğer ucuna yakın bir yerdeydi.

Başla komutuyla birlikte, kumlu tarlada ben de dizlerimin üzerine çöküp, hasadı oldukça zor bir bitki olan burçak yolmaya başladı.

Yolmaya başladığım burçak bitkisi fazla boy atmadığı gibi, tohumlarının çevresi dikenli ve serttir. Hasadı elle yolunarak yapıldığından, yolanın elini kan içinde bırakır. 

İlk hamlede ellerime bitkinin dikenleri batıyor, canım yanıyor ama çaktırmıyorum. Dikkatli yolmalıyım.

Her ne kadar Niğde ve çevresinin temel ürünü patates olsa da buğday, arpa, yonca ve burçak da ekilmekteydi.

Bu ürünlerden hasadı en zor olanı ise hayvan yemi olarak kullanılan Burçak’tı. Burçak elle yolunan dikenli bir yem bitkisi olduğundan hasadı oldukça zordu.

Burçak hasadına kalabalık ve imece usulüyle gidildiğinde, zor olan kolaya dönüşüyordu. 

Bir taraftan burçakları yoluyor bir taraftan da kızlarımızla birlikte, o günlerde Halk türküleri sanatçısı Nezahat Bayram tarafından çok güzel söylenen, Burçak Tarlası türküsünü söylüyoruz.

Bilindiği gibi ezgi ve türkülerimiz, insanımızın bağrından çıkarak dillere dökülen acılar, üzüntüler, sevgiler, kırgınlıklar, öfkeler ve isyanlardır. Zorluklara ve haksızlıklara karşı koymanın bir başka yoludur.

Sabahtan kalktım da ezan sesi var.
Ezan sesi değil burçak yası var.
Bakın şu adama kaç tarlası var.
Aman da kızlar ne zor imiş burçak yolması
Burçak tarlasında gelin olması.

Nezahat Bayram tadında olmasa da burçak tarlasında yaşayarak, duyarak ve duygulanarak söylüyoruz.

Var gücümüzle ve duyarak söylediğimiz Burçak Tarlası türküsü bizi bambaşka bir havaya sokmuş ve bitkinin dikenlerini unutmuştuk.

Ezgiler ve türküler acılarımızın panzeri olmuştu, olmaya da devam edecekti.

Burçak Tarlası türküsünün oldukça ilginç bir de hikayesi var.

Varlıklı bir aile kızının, aşkı uğruna, İstanbul’dan Anadolu’nun bir köyüne gelin olarak gidip, daha ilk sabah gönderildiği burçak tarlasında karşılaştığı zor hayata isyan edilmesinin hikâyesiydi.

Bir taraftan türkü söyleyip diğer taraftan burçak yolarken birden düşüncelerim Tarım başöğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy’a gitti. 

Hayvan yemi olarak kullanılan burçak, İvriz Öğretmen Okulu’ndaki tarım derslerinde insanlar için mucizevi bir bitki olarak tanıtılmıştı.

Burçak gibi yem bitkilerinin hayvan besleme açısından öneminin büyük olması yanında, toprağın oluşumu ve ıslahı, toprak ve su koruma, toprak verimliliğini artırma ve ekim nöbetindeki yeri, zirai ekonomideki yeri ve diğer fayda ve öneminden dolayı da tarla ziraatı için önemli bitki grubunu oluşturmaktaydı.

İvriz’deki tarım derslerinde Salih Ziya Büyükaksoy bu konuda bizleri oldukça bilgilendirmişti.

Ezgiler,türküler, şakalaşmalar ve birbirimize takılmalar eşliğinde günü tamamlayarak evlerimize döndüğümüzde mutluyduk, mutluydum.

https://www.youtube.com/watch?v=QOxwAN6w5PQ


24 Aralık 2022 Cumartesi

İÇ ANADOLUDA ANTİK BİR KÖY MİSLİ

 

10 Haziran 1959 Çarşamba, Misli Niğde...

Dün, Mersin'den anamla kardeşimin yanına geldim. İvrizli olarak 3 gün kaldığım Mersin'de, Mersin Kuvayi Milliye ilkokulu 3. ve 4. sınıftan arkadaşlarımın bazılarını görme fırsatım oldu. En iyi arkadaşım İsmail Tunalı bunlardan biriydi.

Göçmen Barakaları Mersin'in ilk gecekondularından biriydi. Barakalarda yaşayanların büyük bölümü Mersin çırçır ve tekstil fabrikalarında vardiyalı çalışıyordu.

Benim gibiler, Köy Enstitüsü kökenli öğretmenlerin rehberliğinde ve vazgeçmediğimiz için, parasız yatılı okullara girerek gecekondulardan kurtulma şansımızı yaratmıştık.

Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarım mezun olduklarında aileleri ne yapacakları konusunda açmazda kalmışlardı. Yaşları 15-16 olan çocuklarının aile ekonomisine katkıda bulunmaları gerektiğine inanan büyük bir bölümü, özellikle kız çocukları için yeterli görmüşlerdi. Böylece ortaokul ve lise yolları kapanmıştı. Öğrendiğimde üzüldüm.

Aklıma ''Osmanımın Pantolon Parası'' geldi. İvriz yazılı sınavlarına Niğde'de katılma çağrısı geldiğinde, Niğde'ye gidecek paramız olmadığı gibi, iki gün sürecek olan sınav süresince kalacak yerimiz de yoktu.

Misli İlkokulu 1. ve 5. sınıfta en iyi arkadaşım Osman'ın anası Hatice Teyze, oğluna pantolonluk kumaş için ayırdığı 10 Lirayı ikiletmeden vermişti de sınavlara katılabilmiştik. Fukaralık böyle bir şeydi.

Sevindirici haberlerim de oldu. Babam bir miktar para biriktirmişti. Misli'de en az iki ay yetecek kadarını bana verdi. Yusuf dayım da tren garına kadar bana eşlik edip harçlık verdi ve beni trene bindirerek yolcu etti.

Mersin-Adana hattında çalışan trenden Yenice istasyonunda aktarma yaparak Adana-Kayseri hattında çalışan Toros Ekspresi ile Hüyük İstasyonu’na kadar 1300 km’lik bir yolculuk yaptım. İstasyondan yaklaşık 6 km uzaklıktaki Misli Köyüne de sağ salim ulaştım.

Köydeki ilk işim Kardeşim Mustafa’nın durumuyla ilgilenmek oldu.

Bayezid Öğretmenim önerisi ve yardımlarıyla değişik okulların yatılılık sınavları için, İlkokul 5. sınıfı tekrarlayarak bilgilerini pekiştirmişti. Bu kez İvriz İlköğretmen Okulu sınavlarının yanı sıra Konya Maarif Koleji parasız yatılılık sınavlarına da katılacaktı.

Birlikte sınav konuları bir kez daha gözden geçiriyor, eksik konu ve bilgi bırakmamaya çalışıyorduk. Bu kez başarmak zorundaydı. 

Mustafa'nın hazırlıkları dışındaki zamanlarımda Misli'yi tekrar kaşfetmeye çalışıyordum.

Misli’ deki Aziz Vlasios Rum Kilisesi, Ayasofya’dan sonra Türkiye’nin en büyük ikinci kilisesiydi. Misli’ deki kilisenin içi çok büyük ve Hasanköy Azize Makrina kilisesine göre daha korunmuş durumdaydı…. Duvar resimleri, aziz ve melek tasvirleri belirgindi…

Andaval’ daki Manastır, Hasanköy’ deki Azize Makrina Kilisesi ve Misli (Konaklı) Rum Kilisesi’ni birbirine bağlayan yer altı şehirleri ve koridorları vardı.

Tarihsel süreçte, bölgenin en büyük kilisesine sahip Misli’ de yaşayan üç bin nüfusun tamamını Ortodokslar oluşturmuştu. Misli’ nin erkekleri, Kapadokya’nın diğer bölgelerinin aksine, çalışmak için Torosların öteki tarafına gitmemişti.

Yorgancılıkla uğraşan küçük bir kesim, yakın bölgelerde çalışmış, Köyde kalan çoğunluk ise geçimini tarımla sağlamıştı.

İçine kapalı bir köy olan Misti’ nin sakinleri, kılık-kıyafet ve yaşam tarzı açısından yüzyıllar öncesindeki hallerini muhafaza etmişlerdi. Anadilleri Rumca olmakla birlikte, zamanla, Türkçeyi değişik bir lehçe ile kullanmışlardı.



23 Aralık 2022 Cuma

İKİ YIL SONRA İVRİZLİ OLARAK MERSİN

 

7 Haziran 1959 Pazar, Mersin...

Gözüme  giren güneş ışığı uyanmama yetti de arttı bile. Nerede olduğumun ayırdına varamadığım gibi ışığın nereden geldiğini de anlayamadım. Üstelik yer yatağındaydım.

Yer yatağında olduğuma göre İvriz'de değildim. Yataktan kalkmadan gözümü aralayarak bulunduğum yeri anlamaya çalıştım. Mersin Göçmen barakalarındaydım. Işık baraka duvarlarının aralıklarından girmişti gözüme.

Yanımda ve barakada başka kimse olmadığına göre babam iş bulmaya gitmiş olmalıydı. Dün akşam üzeri gelmiştim kara trenle Mersin'e.

Yatakta tembellik ederek zamanda geriye, 6 Temmuz 1957'ye gittim.

Ardarda iki yıl okuma ayrıcalığına sahip olduğumuz Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu'nda 4. sınıftan 5. sınıfa geçmiştim. Başarılı bir öğrenciydim, sınıf birincisi olmuştum.

Başta İsmail Tunalı olmak üzere, barakalarda geniş bir arkadaş çevremiz oluşmuştu. Birlikte simit sattığımız, sahilde dolaştığımız, birlikte yüzmeyi öğrendiğimiz, Mersin yazlık sinemalarında coşarak kurtlarımızı döktüğümüz arkadaşlarımızdı hepsi...

Temmuz 1952'de gittiğimiz Niğde Misli Köyü'nde, mülkiyeti hazinede olmak üzere, çiftçilik yapmamız için 100 dönüm tarla verilmişti. Kesintisiz 5 yıl işlediğimizde mülkiyeti bize geçecekti.

Oysa ilk çiftçilik denememiz sonrasında gerçekleşen hasat hüsran olmuş, aç kalmamak için babam Adana'nın kazası Osmaniye'de çalışmak üzere gitmişti. İlkokul birinci sınıfı Misli'de okuduktan sonra Osmaniye'ye göç etmiş, üçüncü sınıfa geçtiğimizde de anamın sağlık sorunları nedeniyle Mersin'e gelmiştik.

Misli Köyü'nden 3 yıl ayrı kalınca Devlet Baba, ekim dikim için tahsis ettiği 100 dönüm tarlayı geri almıştı.

Birileri babama, köye geri dönerseniz belki tarlaları kurtarabilirsiniz deyince, önce Niğde Bor kazasına gitmiş, 29 Ekim İlkokulu 5. sınıfta 3 ay okuduktan sonra Misli'ye geri dönmek zorunda kalmıştık. 

27 Kasım 1957'de döndüğümüz Misli'de İlkokulu bitirmiş, leyli meccani sınavlarına girmiş, ben başarılı olarak İvriz Öğretmen Okulu öğrencisi olurken kardeşim Mustafa ilkokul 5. sınıfı tekrarlamak için anamla Misli'de kalmıştı.

Zamanda geriye yolculuğum sürerken ''Memeeet...Memet'' sesleriyle kalkıp kapıyı açtım. Çağıran Fatma nenemdi. Kahvaltı için çağırıyordu.

Barakaya komşu barakada nenemle Mustafa dayım kalıyordu. Yusuf dayım da evlenmiş, ayrı bir baraka yaparak taşınmıştı.

Giyinip elimi yüzümü yıkadıktan sonra neneme kahvaltıya gittim. Ellerin öptükten sonra hal hatır sordum. Sağlığı iyi görünüyordu.

Kahvaltıdan sonra önce Kerim Dayıma uğradım. Ayşe yenge evde, dayım işteydi. Ayşe yengenin bir çayını içtikten sonra Yusuf dayıma uğradım. Kerime yenge ile dayım evdelerdi.

Yusuf dayım, her zaman olduğu gibi coşkuyla karşıladı. Hem Akıncı hem de Kurtuldu ailelerinde ilk mektepli çocuklar bizlerdik. Yusuf dayım mektepli olmamızdan gurur duyuyordu. Hal, hatır sormaları, okul anıları derken bir saate yakın bir sohbet yapmıştık ki İsmail Tunalı kapıdan el salladı.

İzin isteyerek İsmail Tunalı ile Mersin Sahiline inerek eski günleri andık.

İsmail ile zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamamış, saat 19:00 civarında barakalara dönmüştük. Fatma Nenem telaşlanmış, sıkça beni yoklamıştı. Görünce sevindi. Tarhana çorbası hazırlamıştı, birlikte kaşıkladık.

Neneme teşekkür ederek barakamıza geçtim. Ortalığı süpürüp, topladım. Babam yakında gelir diye çay koydum. Çay demini almıştı ki babam girdi kapıdan.

Yüzü gülüyordu. Günübirlik de olsa iş bulmuş ve elleri dolu gelmişti.

Çayını içip, akşam yemeği niyetine kahvaltı edip, yatsı namazını kıldıktan sonra karşılıklı oturduk. Hal hatır derken birlikte zamanda geriye, 1951 yıllarına gittik,

Babam her zaman olduğu gibi göç hareketimizi destansı bir dille anlattı. Gece yarısına doğru bittiğinde gözlerimden uyku akıyordu.

Yatağa girer girmez uyumuştum ki kendimi doğduğum köy Karagözler'de buldum. Kerim dayımla Sakar Balkan eteklerindeydik. Gerlova alçağını rahat görebilmek içim tırmandıkça tırmanıyorduk...


İVRİZ'DE 1958-59 EĞİTİM YILI SONU


5 Haziran 1959 Cuma, İvriz…

Bugün sabah kahvaltısından sonra gerçekleştirilen Bayrak Merasimiyle yaz tatiline resmen giriş yaptık.

Ereğlililerle birlikte, Ereğli stadyumunda, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı coşku ile kutlandıktan sonraki günlerde İvriz’de yaz hazırlıkları başlamıştı.

19 Mayıs'tan önce bütün yazılı ve sözlü sınavlar bitmişti. Durumu kritik olan bazı arkadaşlarımız için öğretmenlerimiz kurtarma yazılısı ve sözlü sınav yapıyorlardı. Çünkü Köy Enstitüleri, öğrencileri kazanmak üzerine kurulmuştu.

Güzel sanatlarda çok yetenekli görülen bir öğrenci çok iyi matematik bilmiyor diye sınıfta bırakılmazdı.

Ardılı olan İvriz İlköğretmen Okulu da bu anlayışı sürdürüyor ve durumu kritik olan arkadaşlarımızın eksikliklerinin tamamlanmasına çalışıyordu. Eksik bilgiler ve beceriler tamamlanmamış ise bütünleme sınavlarına bırakılıyordu.

4 Haziran Perşembe günü öğleden sonra karnelerimiz dağıtıldı. Bütün derslerimdeki not ortalaması on üzerinden  10 olmuştu. Çok mutluydum.

Notlarımı gözden geçirdikten sonra zamanda geriye, 1951 yılı nisan ayının son haftasına, Bulgaristan'daki doğduğum Karagözler Köyü'ne gittim.

24 Nisan 1951 Salı günü doğduğum Karagözler Köyünden göç hareketimiz başlamıştı. 25 Nisan 1551 Çarşamba günü Şumnu Tren Garı'nda bindiğimiz kara tren vağonları 26 nisan perşembe günü öğleden sonra Edirne Karaağaç tren garına ulaşacaktı.

Böylece göç hareketimimizin birinci bölümü tamamlanacaktı.

Kara kışta Karagözler'den başlayan yolculuğumuz sırasında anam hastalanmış, Edirne Muhacir Misafirhanesi doktorlarınca ince hastalık teşhisi konulmuş ve misafirhane hastanesine gönderiliyordu.

2 yaşındaki kardeşim Şaban yaygarayı basmış ''anamı isteriiiim...anamııı'' diye bağırıyordu. Tam Şaban'ı kucağıma alacaktım ki ''Akıncı..Akıncııı...''sesleriyle kendime geldim.

En iyi arkadaşım Emin bana seslenirken bir taraftan da beni sarsarak '' yine nereye gittin?'' deyince, zamanda 5 haziran gününne geri geldim.

-Hayrola Akıncı, gözlerin yaşarmış?

-Hayırdır Emin...Birden zamande geriye, 1951 yılına gittim. Geçmişimi, muacirliğimi anımsadım. Nereden nereye geldiğimin ayırdına vardım. Hem sevindim hem de hüzünlendim.

-Harika sonuçlar aldın Akıncı...Hüzünlenmene gerek yok. Ne yapacaksın şimdi?

-Babam Mersin'de günübirlik işçi olarak nafakamızı çıkarmaya çalışıyor. Ayrıca nenem ve dayılarım da Mersin'de. Yarın Mersin'e gideceğim. Babamdan biraz para aldıktan sonra da Misli'de bulunan anamla kardeşim Mustafa'nın yanına döneceğim... Sen ne yapacaksın Emin?

-Ben de anamın yanına gideceğim.

-Haydi toparlanmaya başlayalım öyleyse...

1958-59 Eğitim ve Öğretim yılı sona ermiş olduğundan, öncelikle okulun eksikliklerini tamamlayıcı eylemler gerçekleştirilecekti.

Bütün birimlerde alet ve edevatlar gözden geçirilecek, eksiklikleri tamamlanmış ya da tamir edilmiş ve yerli yerine konulmuş olacaktı. Sonrasında da genel bir temizlik yapılacaktı.

22 Aralık 2022 Perşembe

EREĞLİ'DE 19 MAYIS ŞÖLENİ

 

19 Mayıs 1959 Salı, İvriz Ereğli…

Üç akordeon, iki klarnet, 15 mandolinle birlikte davulların vurduğu Ereğli stadyumunda yöresel ve ulusal oyunlarıyla İvrizli öğrenciler kıvraklaşırken, Ereğli stadyumundakiler, her oyundan sonra yeniden ayağa kalkıyor, yer yerinden oynuyordu.

Değişen müziğin değişen ritmine eşlik eden öğrenciler yeniden harekete geçiyor, çığlıklar yeniden yükseliyordu göklere… 

İvriiiz...İvriiiiiiz...

Alkışlar, alkışlar, alkışlar… 

Ancak bir tek eksik ve üzücü yanı vardı bu coşkulu gösterinin. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bunu görememiş olması…

Kendi sesimiz, ritmimiz ve kültürümüz karşısında duyulan bu ulusal coşku, Atatürk’ün en çok görmek ve yaşamak istediği, içinde kalan bir özlemdi. Gittiği yerlerde hasta olmasına rağmen Sarı Zeybek ve Harmandalı oyunlarına kalkması bundandı.

İvriz İlköğretmen Okulu öğrencilerinin Ereğli Stadyumundaki 1959 yılı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarından söz ediyorum.

Başta Mehmet Karaman ve Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar olmak üzere,  Spor Öğretmenimiz  Ali Orhan Bekar gözetiminde bir ay süre ile bu güne hazırlanmıştı İvriz İlköğretmen Okulu.

19 Mayıs 1959 Salı günü İvrizli ailesinin öğretmenleri, idarecileri, çalışanları ve öğrencileriyle Ereğli’ye inmiş, stadyumda gösteri yapacak yüzlerce öğrenci ve okul bandosuyla Ereğli Caddelerinde konserler vererek stadyuma girmiştik.

Mehmet Karaman’ın yönetiminde stadyumda yerini alan 200 kişilik oyun ekibi ve oyunların ezgileri Ereğli halkının ilgi odağı olmuştu.

Mehmet Karaman’ın işareti ve Rahmi’nin davulunun vuruşlarıyla akordeonlardan, zurna ve klarnetlerden arka arkaya boşalan müzikle birlikte Bengi, Arpazlı ve Dağlı zeybekleri başlatılmıştı.

Havalanan beyaz gömlekli, lacivert asker kumaşı pantolonlu kızlı-erkekli oyuncular, stadyumu dolduran Ereğli halkını kendi ritmine ve sesine ortak etmişti.

Ereğli halkı ezgilerin sesi ve zeybeklerin ritmiyle ilk kez böylesine bütünleşiyordu.  Büyülenmişlerdi…

Çoktan kaybettiklerini sandıkları bir şeyi bu oyunlarda buluşmuşçasına bir sevinç ve coşkuyla ayağa kalkmışlar, bağırıyorlardı. İvriiiz, İvriiiz…

Ereğli’de olduğu gibi diğer yörelerde de Anadolu Halkı, kuşaktan kuşağa aktardığı ama tam olarak kullanamadığı, ayıp bile sayıldığı bu öz ritim ve seslerin kenarda köşede unutulmuş olduğunu sanıyordu.

Hele okullarda tekrar yeşereceğini, yüzlerce kişiyle ve stadyumda davullu, zurnayla akordeonlu oynanabileceğini, oralara taşınacak kadar değerli olduğunu bilmiyordu. Bunu görünce yüzyılların özlemiyle durmadan bağırıyorlardı… İvriiiz… İvriiiz…

Ne gün dü? Ama…

Unutulmaya yüz tutmuş folklorumuz ve önemli bir yeri olan zeybekler, yöresel ve anonim ezgilerimiz Köy Enstitüleri ve ardılı olan İlköğretmen Okulları ve halkevleri aracılığıyla köylerde ve kentlerde su yüzüne çıkarılmıştı.

Enstitüler yalnızca ekip yetiştirmediği ve herkesin katılımını amaçladığı için yaygınlaşması da kolay olmuştu.

Öğrenciler gittikleri yerlerdeki şenliklerde yöresel oyunlarla çıkıyorlardı ortaya. Halkın geleneklerinden, geçmişinden süzülüp gelen ritim ve ezgilerin, ilginç folklorik motiflerin güzelleşmiş ve zenginleşmiş olarak ortalığı şenlendirmesi, herkesi şaşırtıyor ve onları katılıma çağırıyordu.

Folklor ve ezgiler denilince İvriz’de ilk akla gelen Mehmet Karaman’dı.  İvriz Köy Enstitüsünün ilk mezunlarından olan Mehmet Karaman İvriz’in taşında toprağında, havasında, suyunda, her şeyinde vardı. 

Bunu öğrencilerine de aşılamıştı. İvriz sevgisini yerel ve ulusal milli oyunlarla pekiştirmişti. Öyleydi çünkü ustaca zeybek oynayabilen Mehmet Karaman bu yeteneğini bütün İvriz’lilere aktarmıştı. 

Haftada iki gün, Salı ve Perşembe günleri sabah kahvaltısından önce bütün okul öğrencileri folklor oynardı. 

Müzik kolunda olanlar da mandolin, akordeon, davul ve seçilen zeybeğin türüne göre zurna ya da klarnet de bando ekibinde yerini alırdı. Ben akordeon çalanlardan biriydim. Bu gün de akordeon çalarak bandoda yerimi almıştım.

Kendi öz kültürümüz olan halk oyunları, yani folklorumuz ülkemizde, 1900 yılında, şair, filozof ve devlet adamı olan Rıza Teyfik Bölükbaşı tarafından yazılan “Raks” adlı ilk makalesinden sonra, Türk aydınları tarafından, Anadolu Folklorumuz olarak önemsenmişti. Çalışmalar yapılmıştı. 

Mustafa Kemal Atatürk 1925 yılında, İzmir’de Selim Sırrı Tarcan’ın düzenlediği, Tarcan Zeybeğini izlediğinde, “Cumhuriyetin temeli kültüre dayanacaktır.” Demiş, “müziksiz devrim’’ olamayacağını söylemiş ve devam etmişti.

“Hanım efendiler, beyler! Selim Sırrı Bey zeybek raksını ihya ederken ona bir medeni şekil vermiştir. Bu sanatkâr üstadın eseri hepimiz tarafından seve seve kabul edilerek milli ve içtimai hayatımızda yer tutacak kadar tekemmül etmiş, bedii bir şekil almıştır. 

Artık Avrupalılara bizim de mükemmel bir raksımız var diyebiliriz. Bu oyunu salonlarımızda, müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her içtimai salonda kadınla birlikte oynanabilir ve oynanmalıdır.” Diyerek, Halk oyunlarına Türk halkı olarak önemsememiz gerekliliğini vurgulamıştı.

Nitekim Atatürk, 1938’de Bursa’nın Tarihi Belediye Sarayında, uygar dünyanın salon dansı olan vals yapılırken, tam ortasında, Sarı Zeybek çaldırmış, hasta olmasına rağmen, bu zeybeği oynayarak hem Türk’ün salon dansının zeybek olduğuna işaret etmiş, hem de gelecek kuşaklara kültürel mirasımızın mesajını vermişti.

Gündüz Ereğli stadyumundaki coşkulu kutlamalarımızın ardından akşam da kapalı spor salonunda, başta ‘’Çayda Çıra’’ olmak üzere folklor gösterilerinin yanı sıra İvriz Korosu yöresel halk ezgilerini seslendirmişti.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’Müziksiz devrim olmaz.’’ Sözünün doğruluğunu 19 Mayıs 1959 yılında Ereğli’de bir kez daha görmüş, görevlerimizi yapmış olmanın mutluluğu ve tatlı bir yorgunlukla okula geri dönmüştük.

Bir bakıma 1958-59 Eğitim ve Öğretim yılının da sonunu getirmiştik…

21 Aralık 2022 Çarşamba

İVRİZ KAYA ANITI


25 Nisan 1959 Cumartesi, İvriz…

İvriz Kaya Anıtı’nın önündeyiz 8-10 sınıf arkadaşlarımla...

Hayranı olduğum öğretmenlerimden biri olan Tarih öğretmenimiz Hüseyin Seçmen yakın çevresini tanımayı , araştırmayı ve bütünleşmeyi seven biriydi.

İvriz Kaya Anıtı’nı araştırıyordu. Hüseyin Seçmen’e göre, yaklaşık 3 bin yıldır ayakta duran tarım anıtının dünyada başka bir örneği yoktu. O’nun önerisiyle gelmiştik buraya.

Yereli bilmeden küreselin, küreseli anlamadan da yerelin anlaşılamayacağını söyleyen öğretmenimizin, İvriz Kaya Anıtı’nın yanı sıra, çevresindeki doğa ile de yakından ilgilendiğini bilirdik. 

Tarih derslerini anlatırken coğrafi yapılar ve bu yapılardaki bitki ve hayvan bilimi konularında da bilgilendirirdi bizi.

İvriz Öğretmen Okulu, Bolkar Dağları’nın karlı zirveleri, bol oksijenli yaylaları, buz gibi akan İvriz Çayı, çayırlarında koşan yılkı atları ve eşsiz doğasıyla bölgenin önemli turistik mekânları arasında yer alıyordu.

Geç Hitit Dönemi eseri olan İvriz Kaya Kabartması da bölgedeki turistik mekânların merkezini oluşturuyordu.

Hititler için su kaynakları, dereler, nehirler, dağlar ve mağaralar kutsaldı. Geç Tunç ve Demir Çağı’nda önemli bir su alanı olan bu bölge, kutsal bir mekân olarak Bizans döneminde de kutsal sayılmış ve korunmuştu.

Günümüzde İvriz Kaya Anıtı UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girmişti.

Hüseyin Seçmen’in araştırmalarına ve diğer kaynaklara göre;

İvriz Kaya Kabartması ya da Kaya Anıtı İvriz Çayı kaynağının başında, doğal bir kaya üzerine, yüksek kabartma tekniği ile işlenmiş olan bir anıttı.

Geç Hitit Çağı dönemi kabartması olan anıt M.Ö. 800 yıllarında Tuvana krallarından Warpalavas tarafından yaptırılmıştı. Anıtın  figürleri kabartma tekniğinde, yazıtları ise yontularak yapılmıştı.

4.20 x 4.20 ölçülerinde olan Anıt; Arami, Asur, Frig etkilerinin görüldüğü Tuwana Krallığından günümüze ulaşabilen önemli bir eserdi. 

 Anıtta, ülkeye bir elinde üzüm salkımı diğer elinde buğday demeti tutarak bolluk ve bereket getiren Tanrı Tarhundas işlenmişti. Ellerini kaldırıp dua ederek saygısını sunan Tuwana Ülkesinin Rahip Kralı Warpalavas’ın betimleri de yer almaktaydı

Başak ve üzüm salkımlar Tarhundas’ın bereket ve bolluk Tanrısı olduğunu da göstermektedir. Tanrının karşısında olan kral ise daha küçük boyutta ve dua eder durumda tasvir edilmiştir. 

Figürlerin yandan tasvir edilmeleri, eteklerinin uç kısımlarının içe doru kıvrılarak yuvarlanması, ayaklarındaki papucların uç kısımlarının içe doğru sivrilmesi gibi özellikler Geç Hitit Sanatının geleneksel izlerini yansıtmaktaydı.

Figürlerin saç ve sakallarında Arami Sanatının izlerini görmek mümkündü. Bununla birlikte figürlerin kollarındaki fibulalar Frig Sanatından izler taşır. Antik Çağ’ın vazgeçilmez takıları arasında yer alan fibulalar, günümüzdeki çengelli iğnelerin prototiplerinden birisidir. Fibulalar giysileri daha sağlam ve güvenli bir şekilde tutturmak için geliştirilmiş pratik işlevli birer çengelli iğnedirler aslında.

Bütün bunlar Anıtı, Hitit – Frig – Arami sanatının sentezlerini bir arada başarıyla taşıyan nadide eserler arasına koymaktadır. 

Her iki figürün arasındaki hiyerlogif yazıda; “Ben hakim ve kahraman Tuvana Kralı Varpalavas, sarayda bir prens iken bu asmaları diktim, Tarhundas  onlara bereket ve bolluk versin.” Denilmektedir.

Kral Varpavas, yöredeki Hitit ve Luwi kökenli halk için bu anıtı yaptırırken Tanrı ve Kral ilişkilerinin simgesi olarak ifade etmiştir.

İVRİZ YERLEŞKESİNE BAHAR GELDİ

 

25 Nisan 1959 Cumartesi, İvriz…

1958-59 Eğitim ve Öğretim yılının ikinci yarıyılı başlayalı neredeyse üç ay olmuştu.

Yarıyıl tatilinde ailelerimizle görüşmüş, hayır dualarını alarak tekrar İvriz’e, bu kez İvrizli olarak geri dönmüştük. İvriz İlköğretmen Okuluna olan yabancılığımız sona ermiş, okulun ve yerleşkesinin adeta birer parçası ve tamamlayıcısı olmuştuk.

İvriz’deki uzun, karlı, fırtınalı, soğuk ve karanlık kış aylarından sonra gelen bahar, doğaya yepyeni bir yaşam sağlamıştı.

Günler uzamış, çiçekler açmış, ağaçlar ve çalılar yeniden filizlenmiş ve hayvan dünyası da kış uykusundan uyanmıştı. Güneşin parlak ve sıcak ışıkları altında renklenen bir İvriz yerleşkesi taşıyla, toprağıyla, gökyüzüyle, yıldızıyla yaşadığını ve yaşattığını hissettiren bir baharla beraber karşımızda duruyordu. 

Baharın gelmesiyle birlikte İvriz’in yaslandığı Torosların etekleri ve ziraat çiçeklerle kaplanmıştı. Son yağan yağmurlarla birlikte dağların etekleri rengârenk çiçeklere bürünüp, doyumsuz bir renk cümbüşü oluşturmuştu. 

Coşkulu bir doğa vardı çevremizde. Torosların eteklerinde açan ''Tirfil'' çiçekleri, etkileyici güzellikleriyle göz kamaştırıyordu.

Çayır otu çeşitlerinden biri olan tirfil, hayvan yiyecekleri arasında da yer alıyordu. Yaprakları bildiğimiz yonca kadar gösterişli olmamakla birlikte çiçekleri çok güzeldi. Papatyalarla iç içe açan tirfil çiçekleri, pembe- beyaz renklerinin canlılığıyla dikkati çekiyordu.  

Diğer taraftan, yabani çiçekler içinde dikkatimizi çeken öyle biri vardı ki kokusuyla bizleri sarhoş ediyordu. Adı Nergis’ti…

Soğuk rüzgâr esintisinin bulunduğu iklim koşullarında yabani olarak yetişen Nergis, bir diğer bilinen adı ile Fulya, sıra dışı güzelliğin çiçeğiydi.

Doğaya verdiği hoş kokusuyla doğa severleri büyüleyen nergisin açık sarı rengi ve yetiştiği Toros etekleri bizi bu renk cümbüşüne davet ediyordu.

Başta en yakın arkadaşım ve can dostum Emin olmak üzere, 8-10 kişilik bir arkadaş grubuyla bu davete kayıtsız kalmadık. Kalamazdık çünkü doğadaki bu coşku bizlere de geçmişti.

Üstelik İvriz Kaya Anıtı ile ilgili araştırma ve çalışmalar yapan Tarih Öğretmenimiz Hüseyin Seçmen’in ‘’İvriz Kaya Anıtını mutlaka görmelisiniz.’’ Uyarısını da göz önüne alarak bu renk cümbüşüne daldık ve Kaya Anıtı yönünde yola koyulduk.

En az kokusu kadar güzel olan nergis, yanından geçerken bile bıraktığı hoş koku baş döndürecek kadar keskindi. Bu olağanüstü çiçek nasıl bir çiçekti? 

Birden geçtiğimiz aylarda okulumuza da uğramış olan Âşık Veysel’in okuduğu bir anonim türkünün dizeleri aklımıza geldi. 

Nergis der ki ben nazlıyım

Sarp kayalarda gizliyim

Mavi donlu gökyüzlüyüm

Benden ala çiçek var mı?

Arkadaşlarımla hep birlikte söylemeye, büyük bir neşe ve coşku içinde adeta koşarcasına yürümeye başladık Toros eteklerinde.

Bir süre sonra İvriz Kaya Anıtı’nda olacaktık…


20 Aralık 2022 Salı

İVRİZ'DE İKİNCİ YARIYIL 1959


2 Şubat 1959 Pazartesi, İvriz…

1958-59 Eğitim ve Öğretim Yılının ikinci yarıyılı bayrak merasimi için toplanmış bulunuyoruz.

Nasıl da özlemiş, benimsemiş ve gerçek evimiz sanmışız İvriz Öğretmen Okulu’nu. Sevgililerine kavuşmuş gibiydi bütün arkadaşlarım. Mutlulukları yüzlerinden okunuyordu.

Okul müdürümüz ve diğer yetkilileri beklerken zamanda geriye, 3 gün öncesine, Misli'ye gittim.

31 Ocak Cumartesi günü anamın ellerini öpüp, hayır duasını aldıktan sonra arkadaşlarımla vedalaşmış, kardeşim Mustafa da Hüyük İstasyonuna kadar bana eşlik etmişti.

Hüyük'te bindiğim Toros Ekspresinden Ulukışla’da inip beni Ereğli’ye götürecek olan trene bindiğimde içim içime sığmıyordu.

Yuvama, beni eğitip adam edecek, bilgilerle donatacak okuluma gidiyordum.

Yolculuk boyunca Okul Müdürümüz Kamil Açan’ın bayrak merasimlerinde yaptığı konuşmalar kulağımda çınlıyordu.

Üzerine basa basa ” Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydir. Sizlere burada öncelikle hayatınızı devam ettirecek her şeyi öğreteceğiz.” 

Dedikten sonra kısa bir süre susup devam etmişti.  

Öğretim ise Ülkenin Milli Eğitim bakanlığınca düzenlenmiş Müfredat programları çerçevesinde, bir amaca yönelik olarak yapılan sistemli bir bilgi edinme uygulamasıdır.” 

Zamanla daha iyi anlamıştım söylediklerini...

Daha yalın bir tanımla; eğitim adam etmeyi,  bir başka deyişle insan olmayı, öğretim ise bilgi kazandırmayı amaçlayan süreçlerdi İvriz’deki Eğitim ve Öğretim anlayışı.

Yaklaşık 15 gün kaldığım Misli Köyü’nde arkadaşlarla oldukça eğlenceli vakitler geçirmenin yanı sıra okul kütüphanesinden aldığım kitaplardan Tolstoy’un Diriliş adlı kitabı bana biraz ağır gelmişti.

Victor Hugo’nun Notre Dame ‘In Kamburu adlı kitabını okumayı tercih etmiştim. Charles Dickens’in İki Şehrin Hikâyesi’ni okumuş ve özetini çıkarmıştım.

Babam hala Mersin’deydi...

Misli’de ekili tarlamız olmadığı gibi, para kazanacak iş de yoktu. Bu nedenle Mersin’e günlük işçi olarak gitmişti. Kardeşim Mustafa ilkokul beşinci sınıfı tekrar ediyordu önümüzdeki yılın yatılılık sınavları için.

Anacığım da kaderine razı olmuş, kardeşime bakmaya çalışıyordu. Ereğli’ye yaklaştığım sıralarda anamla kardeşim için hüzünlenmiştim.

Ereğli’de trenden indiğimde yollar açıktı. Elimdeki tahta bavulumla İvriz’in yolunu tutmuştum ki okulun servis arabası arkadan geldi, beni de aldı.

Servis arabasından indiğimde İvriz’e dönen arkadaşlarımızla sarmaş dolaş olduk. Köylerimizde geçirdiğimiz yarıyıl tatilini, ailelerimizi ve köylerimizdeki arkadaşlarımızı anlattık birbirimize. Bütün arkadaşlarımda sıcak bir yuva olarak gördüğümüz İvriz’e dönmenin coşkusu vardı.

Ambara giderek battaniye, yatak çarşafı, yastık ve yastık kılıflarımızı aldık zimmetli olarak. Yataklarımızı yaptık. Akşam yemeğinden sonra da sınıf arkadaşlarımızla sohbeti koyulaştırdık. İlkokul anılarımız ağırlıklı olarak sohbetimizin konusu olmuştu.

Pazar günü genel temizlik, nöbetçi öğrencilerin belirlenmesi ilk derslerimiz için hazırlıklar tamamlanmıştı. Bu sabah da İvriz'in ünlü zillerinin sesinin yanı sıra nöbetçi öğretmenin de ranza demirlerine vurarak ''geri geldiğimde yataklarda kimseyi görmeyeceğim'' kalkmış, saat 06,30'daki dönemin ilk etütüne yetişmiştik.

Kemal Çuhalılar'ın ''dikkat, hazırol'' komutuyla birlikte İstiklal Marşı başladı. İkinci yaryıl öğretimi de başlamış oldu...



BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...