23 Şubat 1958 Pazar, Misli Niğde…
Bu
sabah tuvalete gitmek için dışarı çıktığımda Dağ
taş beyazlara bürünmüş. Bir de poyraz çıkmış mı yuvasından.
Karları söküp söküp yerlerinden savuruyor göklere.
Tuvalete
ulaşıncaya kadar yerden savrulmasam da aklıma Karacaoğlan’ın
bir dörtlüğü geldi.
İncecikten
bir kar yağar,
Tozar
Elif Elif diye,
Deli
gönül abdal olmuş,
Gezer
Elif Elif diye…
Elif
diye bir sevgilim yoktu ama sevgiliye götürecek önemli bir araç
vardı.
Sevgilimiz
okul, eğitim ve bilgi olmalıydı.
İncecikten
bir kar yağar, tozar okul okul diye…
Dizelerini
kafamda oluşturdum. Eğitim ve Öğretim, uygulamalı bilgi ve bilim
kurtuluşumuz olacaktı. Çağdaş Medeniyetler seviyesine ulaşmanın
yolu bilgi ve bilimden geçiyordu.
Köy
Enstitüleri ve ardılları olan Öğretmen Okulları bu amaçla
kurulmuş ve varlığını sürdürüyordu. Bu okullardan mezun olmuş
öğretmenlerimiz, bizim gibi fukara çocuklarının yanı sıra geri
kalmış Anadolu çocuklarına da sahip çıkıyorlardı.
Osmaniye
ve Mersin’de kaldığımız üç yıl süresince kar görmemiştik.
İncecikten yağmakta ve tozmakta olan kar birden aklıma Bulgaristan
Karagözler Köyü
ve karlı kış günlerini getirdi.
Karlı
kış günlerini özlemiştim. Karlı kış günleriyle birlikte
ailemi de bir bütün olarak özlemiştim. Anam, babam ve iki
kardeşimle birlikte beş kişilik bir aileydik Bulgaristan’da.
En
küçük kardeşimiz Şaban’ı Elbistan köylerinde toprağa
vermiştik göç sırasında. Şimdi de babam yoktu aramızda. İş
bulmak için Mersin’e gitmişti.
Ailemiz
hep eksik kalmıştı Bulgaristan’dan göçtükten sonra.
Hüzünlendim birden. Hüzünlendim ama çabucak kurtarmalıydım
kendimi hüznümden. Anam farkına varırsa, kaybettiğimiz en küçük
oğlu Şaban için dövünmeye başlardı yine.
Tuvaletten
döndüğümde kardeşimle anam uyuyordu. Üstelik bu gün günlerden
Pazar’dı. Uyusunlardı…
Dışarıdaki
bembeyaz karın aydınlığı pencereden içeri vurmuştu. Omuzlarıma
kadar yatağın içine girdikten sonra sol yanımda bulunan ‘’Hatırat
Defteri’’ ile kurşun kalemi alarak Bor 29 Ekim İlkokulu’ndan
Misli İlkokulu’na gelişimizi yazmaya başladım.
Bor’dan
Misli ‘ye geleli 30 günden fazla oldu. Eve bir çuval un,
bir çuval mercimek, yağ, biraz şeker ve bir çuval patatesin yanı
sıra yakacak olarak da en az bir ay yetecek kadar tezek ve saman
aldıktan sonra Mersin’e gitti babam.
Az
daha unutuyordum. Fitilli gece lambamız için de yeterince gaz
almıştı.
Köydeki
ilk günlerimiz oldukça zor geçti. Bor, Kayabaşı ve
arkadaşlarımızı özlüyorduk. Özlüyorduk çünkü ne zaman
hüzünlensek ya da neşelensek kendimizi Kayabaşı’nda bulurduk.
Hafif
bulutlu bir akşamüzeri batarken Ufuk çizgisini yarılayan güneş,
yepyeni umutların habercisi edasıyla yıldızların parlaklığına
bırakırdı geceyi…
Geceler
bile umut doluydu Kayabaşı’nda…
Misli’
de umutsuz başlamıştık günlere ve okula…
Yine
de çabuk toparlandık. Hatice Teyzenin oğlu hiç yalnız bırakmadı
bizi. Aynı yaşta ve aynı sınıfta olmamız büyük avantajdı. Bu
kez dördüncü ve beşinci sınıflar aynı sınıfta ders
görüyorduk. Dördüncü sınıflar ders yaparken beşinci sınıflar
ödev yapmaktaydı.
Bu
uygulamanın olumlu bir yönü vardı, evde ödev yapmak zorunda
kalmıyorduk. Kalan zamanlarımızı kitap okuyarak ve köyün
mağaralarını keşfederek değerlendiriyorduk. Kapadokya yöresi ve
Misli Köyü kaynaklı bazı kitaplar da vermişti öğretmenimiz.
Yaklaşık
2 ay sonra da gelmiş olsak, okulumuza uyum sağlamamız kolay oldu.
Oldu çünkü Bor’da babamın bahçesine baktığı emekli Türkçe
Öğretmeni Necati beyin bize verdiği kitapları okumanın yanı
sıra, okul açılmadan aldığı ders kitaplarını da gözden
geçirerek okula hazırlıklı olarak başlamış olmak bizi sınıfın
en iyileri arasına sokmuştu. Misli ’ye de hazırlıklı
gelmiştik yani…
Üstelik
köydeki öğrencilere göre bilgi yönünden de daha iyi olduğumuzu
görmüştük. Sosyalleşme yönünden de Osman çok yardımcı
olmuştu. Annesi Hatice Teyze de annemin yalnızlığını
gidermişti.
Okulumuzun
Başöğretmeni Bayezid Tuna dördüncü ve beşinci sınıfların
sınıf öğretmeniydi. İlk bir hafta on günde dikkatini ve
ilgisini çekmiştik kardeşimle. Dikkatini çekmiştik ki bizimle
özel olarak ilgilenmiş, hem okulun hem de kendi kitaplığından
bize uygun kitaplar vermeye başlamıştı.
Anılarımı
yazmaya çalıştığım ‘’Hatırat Defteri’’ yaprakları
bittiği için yazmayı bıraktım. Bu arada anam kalkmış, kahvaltı
hazırlamaya başlamıştı. Bir süre sonra kardeşim Mustafa da
uyandı.
-Yine
bir şeyler yazdın değil mi, ben de okuyabilir miyim?
Dedi.
Kardeşim anılarla uğraşmazdı. Yazdıklarımı okuduktan sonra
da,
-Bunlara
nasıl zaman ayırıyorsun?
Dedi
ve tuvalete gitti. Tuvaletten döndükten sonra,
-Güzel
kar yağmış birader. Kahvaltıdan sonra kaymaya gidelim.
-Olur,
Mustafa.
Dedikten
sonra kahvaltı sofrasına oturduk…