29 Ekim 2022 Cumartesi

KARAKIŞ 1957 MİSLİ NİĞDE

 


8 Aralık 1957 Pazar öğleden sonra, Misli…

Günlerdir yağmakta olan kar, dün öğleden sonra şiddetini arttırmıştı. Bütün gece uğuldayarak,  ıslık çalarak, savrularak ve tipiye dönüşerek yağış sürdü.

Sabaha karşı tuvalet için dışarı çıktığımda bütün köyün beyaz bir yorganla kaplandığını gördüm. Üstelik hava da yumuşamıştı. Geri döndüğümde tekrar yattım.

Anamın ”Mehmet, Mustafa…Kalkın artık, kahvaltı hazır.” sesiyle uyandık. Elimizi yüzümüzü yıkayıp, giyindikten sonra yer sofrasına oturduk. Anam tarhana çorbası yapmıştı. yanında kara buğday ekmeği de vardı.

Kahvaltıdan sonraki öncelikli görevimiz ödevlerimizdi. 

Ödevlerimiz bittikten sonra babamın üç yıl önce yaptığı tahta kızaklarımızı kaparak kardeşimle çıktık evden. Köyün çocukları çoktan  çıkmış, çığlık çığlığa karda koşuyor, yuvarlanıyor, arkadaşlarına kartopu atıyor ve tepeye doğru sürüklüyordu kızaklarını.

Hüyük İstasyonu yolunun sağ tarafında, yukarı mahalle dediğimiz yerde, eğimi oldukça yeterli bir tepe vardı kaymak için. Başlangıç noktası seçilmişti kaymak isteyenler için.

Çocuklardan bazıları tahta kızaklar yerine plastik leğenleri, bazıları da çoklu binmeler için tahta merdivenleri kapıp gelmişlerdi. Küçük kardeşlerini yanlarında getiren arkadaşlarımız da vardı.

Kardeşlerini oyalamak için, düzlük bir meydanda kardan adam yapmaya başlamışlardı.

Ocaklardan getirilmiş olan kömürler burun, ağız ve gözler için kullanılmış sonra da kardan adamın eline bir süpürge tutuşturulmuştu. Simsiyah kömürlerden ötürü Melez olarak adlandırdıkları kardan adamlarının boynuna sarılıp kahkahalar atıyorlardı.

İşte o an dünyanın en saf ve en mutlu gülüşü ve gülümsemesi yayılıyordu kardeşlerinin yüzlerine. İster istemez ben de gülümsedim.

Kızak kaymanın sevinç ve coşkusunu yaşamak isteyenler biteviye tepeye çıkıyorlardı. Kardeşim Mustafa da hızla kayma noktasına çıkı. Ben bir süre daha kardan adam yapanların yanında oyalandım.

Kayanları bir süre izledikten sonra ben de şölene katılmak için kayma noktasına yollandım. Arkamdan gelen beş altı kişilik bir grup, çoklu kaymak için merdiven getirmişti.

Başlangıç noktasında merdivene arka arkaya oturup kaydılar. Kayarken, neşelerine neşe katıyorlardı. Büyük bir keyifti doğrusu. Ben de kaydım arkalarından.

Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Öğle vakti çoktan geçmişti. Havadaki sıcaklık da hızla düşmüştü. Birçok arkadaşımızın üzerinde kışın zorlu koşullarına uygun elbise de yoktu. Sürekli koşuşturmaca aşırı soğuğun etkisini yok etmişti sanki.

Kimsenin eve gitmek gibi bir niyeti yoktu. Hava kararıncaya kadar oynamak, kardan ve birbirlerinden ayrılmak istemiyorlardı. Tam bir şölen havası vardı.

Anadolu köylerinde kışın yapacak pek bir şey olmazdı. Analarımız evde yer sofrasını kaldırıp, evi süpürdükten sonra örgü gibi etkinliklerle zaman doldururken babalar dışarıda, kahvede zaman doldurmaya çalışırlardı. 

Tahıl ve patates üretimi dışında bir etkinlik olmayınca aile reisleri kahvaltıdan sonra kahveye gidiyorlardı. Kahvedeki konuşmalar genellikle önümüzdeki hasat dönemi üzerine olurdu. Kâğıt oynayanların yanında saatlerce konuşmadan oturanlar da olurdu.

Karlı kış günleri çocuklarla birlikte büyüklere de hareket ve heyecan katardı. Kartopu ve kızakla kayma etkinliklerimize arkadaşlarımızın babaları da katılırdı bazen.

Babam Mersin’deydi. Sanki babamın yerini almış gibiydim yokluğunda. Kendimi aileden sorumlu hissediyordum. Anama her konuda yardım etmeye çalışıyordum.  

Bir iki kez daha kaydıktan sonra eve döndüm. Hatice Teyze bizdeydi. Hatice Teyzenin bizde olması iyiydi anam için. Elini öpüp, ‘’Hoş geldiniz.’’ dedikten sonra Pazartesi günkü ders programına baktım. 

Ödevlerimi yapmıştım zaten. İşlenecek konuları gözden geçirdim. Okula götürülecek olanları bezden çantamıza yerleştirdim.

Gönül rahatlığıyla okul kitaplığından aldığım kitabı okuyabilirdim artık…

28 Ekim 2022 Cuma

ÜÇ YIL SONRA TEKRAR MİSLİ KÖYÜNDEYİZ

 


25 Kasım 1957 Pazartesi, Misli…

Dün, zorunluluktan ötürü, Bor’dan Misli Köyü’ne geldik. Mülkiyet hakkı devlete ait olmak üzere, 5 yıl ekim dikim yapma hakkının verildiği tarlaları kurtarmaktı amacımız.

İlk çiftçilik denemesi hüsranla sonuçlandığı için Çukurova’ya gitmek zorunda kalmıştık. Bana göre, devletin istediği koşulları yerine getirememiştik. Köye gelmemiz sonucu değiştirmeyecekti ama, babam denemeye değer demişti.

23 Kasım Cumartesi günü 29 Ekim İlkokulu’ndaki Bayrak Merasiminden sonra  öğretmenlerimiz ve sınıf arkadaşlarımıza vedalaştık Öğretmenlerimiz yardımcı olamamanın üzüntüsü içindeydiler. Duygu yüklü bir vedalaşma oldu. 

Ardından bütün yaz boyunca kardeşimle beni beşinci sınıfa hazırlayan, kitaplar veren emekli Türkçe Öğretmeni Necati Bey öğretmenimize uğradık.  Yardımları ve göstermiş olduğu yakın ilgiye teşekkür ettik. Necati Bey de babama iş bulamadığı üzülmüştü. Ellerini öperek yanından ayrıldık.

Akşam yemeğinden sora eşyalarımızı toplayıp, denk haline getirdik. Zaten ne kadar eşyamız vardı ki. Denk haline getirdiğimiz eşyalarımızı Pazar günü istasyondaki kara trene yükledik. Akşam üzeri de Misli’ nin yaklaşık 6 km güney-batısındaki Hüyük İstasyonuna, babamın bulduğu bir at arabasıyla da Misli Köyü’ndeki evimize ulaştık.

Eşyalarımızı indirdiğimizde ilk gözüme çarpan, taş duvarlar kaybolmuş, avlumuz neredeyse yok olmuştu. Hüzünlendim…

Üç yıl kapalı kalmış olmasına rağmen evimiz pek fazla zarar görmemişti. kapı pencere yerindeydi ama yine de esaslı bir bakım gerekiyordu.  Köylerde askeri nöbet kulübesine benzetilen kenef adını verdiğimiz tuvalet ise yok olmuştu. İşimiz çoktu.

Bir taraftan evi temizlemeye diğer taraftan eşyalarımızı yerleştirmeye çalışırken birinci sınıftan arkadaşımız olan Osman ile annesi Hatice Teyze geldiler.

Hoş beşten sonra, yerleşmemize yardımcı oldular. Bir ara ortalıktan kaybolan Hatice Teyze akşam yemeği için bir şeyler getirdi. Hem karnımız doymuş hem de eski dostlarımıza kavuşmuştuk.

Osman ve annesi candan ve samimi bir insanlardı. Bizleri unutmamışlardı. Yalnızlık duygumuz bir ölçüde giderilmişti.

Sabah kahvaltımızdan sonra babam önde, kardeşimle ben arkasında okula gittik.

Henüz ders zili çalmamıştı. Öğrenciler bahçede oynuyorlardı. Bizi gören Osman koşarak yanımıza geldi, babamın elini öptükten sonra,

-Okul Başöğretmeni Bayezid Tuna’dır. Sizi odasına götüreyim.

Dedi. Birlikte Bayezid Başöğretmene gittik. Babam öğrenim durumumuzla ilgili belgeleri verdikten sonra,

-Çocuklarım 1953 yılında burada birinci sınıfa başlamışlardı. Zorunluluktan Çukurova’ya gittik. İkinci sınıfı Osmaniye’de, üçüncü ve dördüncü sınıfı Mersin’de okudular. Beşinci sınıfı Bor’da okumaya başlamışlardı. Devlet istediğinden köye döndük.

Dedi. Önce babamı sonra da bizleri süzen Bayezid Başöğretmen

-Amma çok okul değiştirmiş çocuklarınız. Neyse… Hoş geldiniz. Ben hemen kayıtların yapayım.

Dedi. Kaydımızı yaptıktan sonra kapıda beklemekte olan Osman’a,

-Arkadaşlarını sınıfınıza götür.

Dedi. Sınıfa birlikte gittik. 4 yıl önce birinci sınıfa başladığımız okulda pek fazla bir şey değişmemişti. Dördüncü ve beşinci sınıflar aynı derslikte okutuluyordu.

Birlikte başladığımız bazı arkadaşlar yoktu artık. Kalanlar gülerek ve sempati ile karşıladılar kardeşimle beni.

Üç yıl sonra tekrar Niğde Misli’ ye dönmek… Demek yeni bir arkadaş çevresi, yeni öğretmenler ve uyum sorunları… Demekti.

Yakıtsız, odunsuz bir kış geçirmek… Demekti. 

İlk gün derslerimizi yapıp eve geldiğimizde babam avlu duvarıyla birlikte kenefi de onarmıştı. Anam da Hatice Teyzenin yardımıyla evimizi oldukça yaşanacak ve barınacak hale getirilmişti…

Ev barınacak hale gelmişti ama babam yine işsizdi. Bor’da iş bulamadığı gibi burada da iş bulma olanağı yoktu.

İş bulmak umuduyla Mersin’e gidecekti birkaç gün sonra…

BOR NİĞDE'DEN MİSLİ KÖYÜNE GÖÇ KARARI

 

23 Kasım 1957 Cuma, Bor...

Babamın Necati Bey’in elma bahçesindeki görevi için kasım ayının ortasına kadar anlaşmışlardı. Bahçedeki hasat da bitmişti zaten. Necati Bey, avanslarını kestikten sonra, ücretini öderken üzgündü. Nihayetinde O da emekli bir öğretmendi.

Babam 15 kasım günü bahçenin anahtarlarını teslim ettikten sonra, Bor ve çevresinde, hiç olmazsa günübirlik, iş bulabilir miyim diye araştırma yaptı. Yapılan araştırmalardan olumlu sonuç alamadı.

Bize gelince… Kardeşim de ben de ilk yazılılardan oldukça iyi notlar aldık. Okulda kendimizi kanıtladığımız gibi, okul öncesi ve hafta tatillerinde simit satışlarımız devam etti.

Sokubaşı Mahallesindekiler bizi tanımıştı, simitlerimizi bekler olmuşlardı. Bize göre her şey yolunda görünüyordu.

İki gün önce akşam yemeğinden sonra Babam,

-Çocuklar, yarın Misli Köyü’ne gideyim. Hem eve hem de mülkiyetsiz tarlalarımıza bakayım.

Dedi. Şunun şurasında yaklaşık 40 km uzaktaydı köyümüz. Önce 14 km uzaklıktaki Niğde Otogarına ulaşıp, akşamüzeri köyün külüstür arabasıyla Niğde’den 36 km uzaklıktaki köyümüze ulaşacaktı. Öyle de yapmıştı.

Köyden geri döndüğünde yüzü asık ve morali bozuktu.

-Hayrola Baba…

Dedik endişeyle. Kalbimiz sıkışmıştı… Uzun bir suskunluktan sonra, –

-Nasıl söylesem Bilmem?

Dedi. Sakalını karıştırarak uzun süre düşündükten sonra da,

-Misli’ ye geri dönmek zorundayız çocuklar. Hazine yetkilileri köye dönmemizi şart koştu tarlaların mülkiyeti için.

Başımızdan kaynar sular döküldü adeta. Birinci yarıyılın ortalarına geldiğimiz bir zamanda okul değiştirmek nasıl bir şeydi?. Nasıl olur du? Düşünemiyordum bir türlü. Gayrı ihtiyari,

-Yine mi göç Baba!..

Babam gözleri yerde, sakalını sıvazlayıp durdu. Gözlerini kaldırıp bizlere bakamadı. Çaresiz kaldığı, çaresizliğinin yanı sıra işsiz de kaldığı için adeta utanıyordu. Çocuklarına rahat ve yerleşik bir yaşam sunamamış olmasının ezikliği içindeydi.

Dışarıya vurmuş ruh halini, çaresizliğini ve bitmişliğini gördüm birden…

-Gideriz Baba, üzülme. Burada işsiz, aşsız kalmaktansa köye gitmemiz daha uygun olur. Sen de Mersin’e gidersin. Nasıl olsa orada sazdan da olsa bir evimiz var.

Dedim. Anamla kardeşim de onayladı sözlerimi. Gözleri yaşarmıştı Babamın. Sessizce minnet duygularını dile getiriyordu.

Biz bir aileydik. Ne badireler atlatmıştık, bunu da atlatır ve en iyi sonuçları çıkarmanın bir yolunu bulurduk.

Akıncı ailesi 23 kasım cumartesi günü Misli Köyü’ne göç etme kararı aldı…

27 Ekim 2022 Perşembe

BOR 29 EKİM İLKOKULU ÖĞRENCİLERİ OLDUK


 

13 Ekim 1957 Pazar, Niğde Bor…

Yaz tatili bitmiş, yaklaşık bir ay önce, 16 Eylül Pazartesi günü, Bor’da okullar açılmıştı. 1957-58 Eğitim ve Öğretim yılının başlamasıyla birlikte, Bor 29 Ekim İlkokulu’nda beşinci sınıf öğrencisi olmuştuk.


16 Eylül Pazartesi günü, deyim yerindeyse, çocuklar gibi şendik. Öyleydi çünkü Bor kasabasında okuma ayrıcalığını kazanmıştık. Misli Köyü’ne dönmemiştik.  

Üstelik kitaplarımız, kalem ve defterlerimizle birlikte lastik ayakkabılarımız ve önlüklerimizi de almıştı Necati Bey. Anam pantolonlarımızı gözden geçirmiş, yırtık olan yerlerini sırıtmayacak şekilde yamamış ve yıkamıştı.


Necati Bey sayesinde okul aile birliğinin yardımına ihtiyaç duymadan, yırtık olmayan temiz pantolonlar ve siyah önlüklerimizle sınıfımızda yerimizi almıştık

Cumbalı evimizin karşısında oturmakta olan Filiz ve Kayabaşı’nda Günbatımını birlikte izlediğimiz bir iki arkadaş dışında, diğer sınıf arkadaşlarımızla öğretmenlerimiz bize yabancıydı.

Bazı öğrenciler ‘’hoş geldiniz’’ derken büyük bir bölümü ilk günün telaşındaydı.

Babam her türlü deriden çarık yapmasını bilirdi. Okul açılmadan önce yine çarıklar yapmıştı. Necati Bey öğretmenimiz uygun bulmamış, Bor’da satılmakta olan lastik ayakkabılardan almıştı. Sınıfta lastik ayakkabılı başka çocuklar da vardı.

Giydiklerimiz Anadolu köylüsünün geleneksel ayakkabısıydı. Çamura battığında kolayca yıkanabilir olması tercih nedeniydi.  Ne var ki ısı yalıtımı sağlayamayan lastik ayakkabılar yazın ayakları terletip kokuturken, kışın da ortamın soğuğunu ayaklara geçirir, dondururdu.

Anadolu insanı bu ayakkabılara, özellikle kış aylarında, ‘’soğuk kuyu’’ adını takmıştı ayakları dondurduğu için.

Emekli Türkçe Öğretmeni ve babamın patronu olan Necati Bey yaz boyunca bizlerle ilgilenmişti. Okul açılmadan beşinci sınıf ders kitaplarını almış olduğundan, okul başlamadan ilk konuların hazırlığını yapmıştık.

Necati bey sayesinde hazırlıklı olarak başlamıştık okula.

Hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak, şans denilen olguyu oluşturuyordu.

Okulun açıldığından bu yana, yaklaşık bir aylık sürede parmaklarım hep havada olmuş, öğretmenlerimin bütün sorularına doğru yanıtlar vermiştim.

Kardeşimle ben sınıfın en iyi öğrencileri olmuştuk. Öğretmenlerimiz de bizim farkımıza varmışlar ve uyum sorunumuz ortadan kalkmıştı.

Diğer taraftan simit satışlarımıza devam ediyor, aile bütçemize katkıda bulunuyorduk.

Havaların uygun, daha doğrusu akşamüzeri bulutlu olduğu zamanlarda ‘’kayabaşında günbatımı’’ için soluğu Kayabaşı’nda alıyorduk.

Daha ne olsundu…

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...