8 Ocak 2023 Pazar

1960 YAZ TATİLİNDE MERSİN

 

29 Mayıs 1960 Pazar, Mersin…

1955-57 yılları arasında, Kuvayi Milliye İlkokulu 3. ve 4. sınıfları okuduğum Mersin'deyim. Babam nafakasını çıkarmak için ailesini Mersin'e taşımıştı.

Dün Ereğli’den bindiğim Konya-Adana arasında çalışan Toros Ekspresi'nden Yenice İstasyonu'nda aktarma yaptıktan sonra, saat 21:00 civarında Mersin Göçmen barakalarındaydım.

Kardeşim Mustafa Konya'dan henüz gelmemişti. Anam evde, babam işten henüz gelmemişti. Anamın elini öptüm, sarıldık birbirimize. Okul ve Mersin’deki iş durumu hakkında biraz konuşup bavulumu yerleştirdikten sonra, komşu barakadaki Fatma neneme gittim.

Ceyhan pamuk tarlalarında kocası, Halil Dedemi toprağa verdikten sonra, Kurtuldu ailesinin en büyük oğlu Hüseyin dayımın da vefat ettiğini öğrendim nenemden. Birlikte gözyaşı döktük. 

Nenemle bir süre daha dertleştikten sonra izin isteyip diğer dayılarımı da görmek isterim deyince, hepsi işte yavrum, dedi.

Elini öpüp eve doğru giderken Kerim Dayımın barakasının yanından geçtim. Barakasının etrafını sazlarla çevirmiş. Çevirdiği avluyu ağaçlandırdığı gibi bir de çardak yapmış. Biraz daha dikkatli bakınca kümesinin ve tavuklarının da olduğunu gördüm.

Eve geldiğimde babam yatsı namazını kılıyordu. Selam verip namazını bitirdiğinde,

-Hoşgeldin Mehmet…

-Hoşbulduk Baba.

Dedikten sonra ellerini öptüm. Hâl hatır sordu. Okulda çok başarılı olup, takdirname aldığımı söyledikten sonra iş durumunu sordum.   

Ataş Rafinerisi’ndeki sürekli işin sona erdiğini, tekrar günlük işçilik döneminin başladığını, bazı haftalar birkaç gün iş bulabildiğini söyledi.

-Baba, kardeşimle ben de aile bütçesine katkıda bulunmaya çalışalım.

-Ne iş yapacaksınız oğlum. Ben bile iş bulmakta zorlanıyorum.

-Yine simit satarız Mustafa ile. Öğleden sonraları da halka tatlısı yapar satarız.

-Olmaz oğlum. Mersin, üç yıl önceki Mersin değil. Doğu ve Güneydoğudan çok göç aldı. Sokaklar simitçi kaynıyor.

-Ne yapacağız o zaman Baba. Boş mu oturacağız. Aç kalırız o zaman.

-Tarsus Karabucak Okaliptüs Ormanı Fidanlık bünyesinde çalışacak mevsimlik işçi alacaklarını öğrendim. Mustafa ile sen de fidanlıkta çalışabileceksin.

Dedi. Simit ve halka tatlı satma derdinden kurtulmuştuk. 

Mustafa Konya’dan geldikten sonra Tarsus Karabucak Okaliptüs Orman Fidanlığı yolu görünecekti demek ki.

Hayırlısı olsun dedim kendi kendime.



7 Ocak 2023 Cumartesi

İVRİZ ÜÇÜNCÜ SINIF ÖĞRENCİSİ OLDUM

 

27 Mayıs 1960 Cuma, İvriz…

İvriz Öğretmen Okulu’nda 1959-1960 Eğitim ve Öğretim yılını tamamladık.

Genelde, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları ve etkinliklerinden sonra yazılı ve sözlü sınavlar bitmiş olur. Sonraki bir hafta on günde de kurtarma yazılı ve sözlüleri yapılır. Bu yıl da öyle oldu.

Amaç, kimseyi bütünlemeye bırakmamaktır. Hele sınıfta bırakmak düşünülemez bile.

Öğrencinin çok özel koşullarından ötürü istenen bilgi ve beceriler verilememişse sınıf tekrarının yapılması kararlaştırılır Öğretmenler Kurulu tartışmalarından sonra.

Okul Müdürü Kamil Açan’ın her yeni eğitim ve öğretim yılında özenle vurguladığı gibi temel amaç, öğretmekten çok eğitmektir öğrencileri.

Öğrencilere, öncelikle kendisine saygı duyması öğretilir verilen eğitimle.

Kendisine saygılı olanlar çevresine de saygılı davranırlar. İnsan olmayı, çevresindekilere insanca davranmayı, duyarlı olmayı, doğayı ve içindekilerin hepsini sevmeyi ve korumayı öğretebilmektir birincil amaç.

Ardından kurallar ve disiplinin önemi benimsetilir bütün öğrenci, öğretmen ve çalışanlara.

İyi bir eğitim, disiplin ve kurallar sonrasında öğrenmek kolaylaşır.

Gerek mevsimlik işçi gerekse simit ve tatlı sattığım yaz tatillerinde kurallar ve disiplin konusunda kendimi eğitmiş, eğitmek zorunda kalmıştım.

Öyle ki kurallar, disiplin ve verimli çalışmanın en önemli meyvelerinden biri ”kendi şansını kendin yaratmak” olgusuydu.

Bulgaristan’dan geldikten sonra, şansa yer olmadığını daha 7 yaşından itibaren öğrenen birisi olmuştum.

Ceyhan pamuk tarlalarında mevsimlik işçi olarak çalışan üniversiteli kantar görevlisi Muzaffer Abi’nin dediği gibi,

”…hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak şans denilen olgudur.”

Şans denilen olguyu yakalamak için her an, her dem, her konuda hazırlıklı olmam gerekiyordu.

Üniversiteli olmak istiyorsan kitapların dünyasına gireceksin. Demişti arkasından. Muzaffer Abinin sözünü tutmuş, ilkokulu bitirmek için konaklamak zorunda kaldığımız 5 değişik il ve ilçede ilk uğrak yerlerimden biri kütüphaneler olmuştu.

İvriz, kitaplar dünyası için arayıp ta bulunamayacak bir yerdi. Kitaplar dünyasının Cenneti idi sanki.

Çevirileri yapılmış Bütün Dünya Klasikleri kütüphanemizde vardı. Her okuduğum kitaptan sonra dünya ve doğaya açılan yeni kapılar edinmiştim.

Bu edinimlerdir ki, hem ilkokul döneminde hem de İvriz’de okuduğum iki yıl boyunca bütün derslerimden tam not ve takdirnameler almıştım. Bir bakıma babamın beklentileri de yerine gelmişti.

27 Mayıs 1960 Cuma günü öğleden sonra karnelerimiz dağıtıldı. Resmen yaz tatiline girdik.

İvriz’de iki muhteşem yılım geçmişti.

Bakıyorum da, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süre gibi geliyor bana. Okul döneminin muhteşem olduğunu düşünüyorum.

İyi olmayan yaz tatilleriydi.

Misli’ de tatilimi geçirdiğim geçen yaz, burçak yolmuştuk anam ve kardeşimle. Bazen ücretli bazen de imece usulüyle çalışmıştık. Genelde iş olmazdı köyde. Bol bol okumuş ve kardeşim Mustafa’nın sınav hazırlıklarıyla ilgilenmiştim.

Mersin’de günübirlik iş peşinde olan babam, kardeşim Mustafa Konya Maarif Koleji parasız yatılı öğrencisi olduktan bir hafta sonra anamı Misli’den almış, Mersin Göçmen Barakalarına götürmüştü.

Ailemin yanına gitmek için bavul hazırlıklarımı yaparken, 1955-57 yıllarında, Göçmen Barakalarında konaklayarak ilkokul 2. ve 3. sınıfa giderken sattığım simitler aklıma geldi.

Bir ara ayakkabı boyacılığı yapmak istediysek de yılın 300 günü güneşli geçen Mersin’de ayakkabı boyacılığında iş yoktu. Yaz tatillerinde halka tatlısı yapıp satmıştık simitlerimizin satışı bittikten sonra.

16 yaşına girmiştim. Bu yaz tatilinde Mersin’de ne yapacağım konusunda kararsız kalmıştım.

İlkokul döneminde olduğu gibi yine simit ya da halka tatlısı yapıp, satabilir miydim?

Ayakkabı boyacılığı yapabilir miydim?

Bilemiyordum…

Her şey Mersin’e ulaştıktan sonra belli olacaktı.

Her olumsuz durumu olumlu bir sonuca dönüştürmesini öğrenmiş biri olarak bavulumu hazırlamayı sürdürdüm…

 

İVRİZ'DE NEVRUZ KUTLAMASI

                                               21 Mart 1960 Pazartesi, İvriz…

Bugün Nevruz…

Baharın ve yeni yılın ilk günü…

Yaşam döngüsü yeniden başlıyor Kuzey Yarım Kürede…

Geçen haftaki Tarih dersinde öğretmenimiz Hüseyin Seçmen baharın bu ilk günü için ‘’İran kaynaklı bir inanışa göre Nevruz, Tanrı’nın Evreni ve İnsanı yarattığı ilk gün olup, İnsanlık tarihi boyunca özel ve dinsel anlamların yüklendiği çok özel bir gün olarak biliniyor.’’ Demişti.

Öyleydi çünkü oldukça zor geçmiş kış aylarının ardından gelen bahar, Toprak Ananın uyanmasını sağlamaktaydı.

Toprak Ananın sağlıklı uyanması ise bitkilerin ve tahılların yeşillenmesi, çiçeklerin açması ve meyveye durması, sığırların, koyunların yavrulaması, insanoğlu için büyük bir fırsat ve bolluğun canlanması demekti.

Bir başka deyişle İnsanoğlunun yaşam koşullarının sağlanması demekti.

Nevruz kutlamaları, yaşam döngüsünü yeniden başlatan Toprak Anaya şükran duygularımızı sunmak için başlatılmıştı.

21 Mart Kuzey Yarımküre ‘de İlkbahar Ekinoksu olarak biliniyordu. Gündüz ile gece eşitleniyordu. Bu nedenle Gün eşitliği olarak da bilinen Ekinoks, Güneş ışınlarının Ekvator’a dik vurması sonucunda her iki yarım kürede ışığın eşit alındığı andı. Kuzey yarımküredeki yaşamın can suyuydu 21 Mart.

İlkbaharın habercisi ve sıcakların artmasıydı Nevruz.

Güney Yarım kürede de Nevruz 23 Eylül gününe denk geliyordu. Öyleydi çünkü Güney Yarım küre için İlkbahar Ekinoksu idi 23 Eylül. 

Nevruz geleneğinin, Buzul Çağı’nın bitmesinden hemen önceki günlere, yani 15.000 yıl öncesine kadar uzandığını söylemişti tarih öğretmenimiz.

İnsan topluluklarını toplayıcı ve avcılıktan yerleşik yaşama geçişini temsil ediyordu. İnsanlık Tarım Devrimi’ne adım atıyordu. Tarım Devrimi’ne adım atıldığı çağlarda mevsimler ve tabiat döngüsü yaşamsal bir önem arz ediyordu.

Yaşamla ilgili her şey dört mevsimle çok yakından ilgiliydi.

Dünyanın mevsimsel döngüsü nedeniyle Nevruz, Dünya kültürünün ortak özelliğiydi. Öyleydi çünkü mevsimsel döngüler Toprak Ana için yaşamsal önemdeydi. Uzun sürecek bir kuraklık ya da buzul devri toprak ananın ölümüne neden oluyordu.

Nevruz demek, yaşam demekti…

3000 yıldan beri kutlanmakta olan, Pers kökenli, İnsanlığın bu ortak kültürü 2010 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından Dünya Nevruz Bayramı ilan edilecekti. Edildi de…

28 Eylül – 2 Ekim 2009 tarihleri arasında Abu Dabi’de hükumetler arası toplanan Birleşmiş Milletler Manevi Kültür Mirası Koruma Kurulu, Nevruzu Dünya Manevi Kültür Mirası Listesi ‘ne dâhil edecekti.  Öyle de olmuş, 2010 yılından başlayarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 21 Mart’ı “Dünya Nevruz Bayramı” olarak kabul etmişti.

İvriz İlköğretmen Okulu da öğretmenleri, öğrencileri, idarecileri ve çalışanlarıyla baharın gelişini kutlayacaktık bu gün. Gezi ve kutlama kollarındaki arkadaşlarımızla nöbetçi öğretmenin denetiminde bir kutlama programı hazırlanmıştı.

Diğer taraftan, yemekhane nöbetçileri ve görevlileri tarafından da kumanyalarımız hazırlanmış ve sabah kahvaltısından sonra İvriz Kaya Anıtı’na doğru yola çıkılmıştı. Koyun Çayırı olarak bilinen mesire yerine gidilecekti. Henüz İvriz barajı yapılmamıştı.

Tabiatla iç içe, kucak kucağa yaşayan ve toprağı “Ana” olarak kabul eden Atalarımızın da düşünce sisteminde “baharın gelişi” önemli bir yere sahipti. Sadece Atalarımızın mı? Bütün İnsanlık için yaşam döngüsüydü toprağın uyanışı.

Özbekistan’dan Türkmenistan’a, Kırgızistan’dan Tataristan’a; Kazakistan’dan Türkiye’ye ve Azerbaycan’a kadar Türklerin olduğu tüm topraklarda kutlanan ve tarihte bilinen en eski bayramdı Nevruz. Efsanelere göre de; Türklerin hapsoldukları Ergenekon’dan, dağları eriterek çıktığı günün bayramıydı.

Kürt ve İran mitolojisindeki Demirci Kawa Efsanesi de Zerdüştlük ve Bahailer için kutsal bir gün idi Nevruz. Kutsal bir tatil günü olarak kutlanmaktaydı. Neredeyse bütün toplumlarda birliğin ve dayanışmanın sembolü olarak görülüyordu.

Nevruz Bayramı’nı okulca kutlamak istediğimiz Koyun Çayırı Toros Dağları’nın kuzey eteklerinden çıkan Delimahmutlu ve İvriz çayları arasında yer almakta olup, yeraltı sularının bolluğu ile bilinirdi.

Ortamda baharın gelmekte olduğunu müjdeleyen bir yeşillik vardı. Boşuna Yeşil Ereğli adını almamıştı Konya Ereğlisi.

Bu bölgede söğüt, kavak, çeşitli doğal bitkilerle birlikte İvriz Çayı çevresinde kirazlarıyla ünlü meyve bahçeleri de bulunmaktaydı. Özellikle beyaz kirazı ile ünlenmişti. Ayrıca Napolyon kirazı, vişne ve elma olmak üzere diğer çeşitli meyve ağaçları bulunmaktaydı.

İvriz İlköğretmen Okulu Ailesi olarak, merkezde idareci ve öğretmenler olmak üzere, Koyun Çayırı’nda bir daire oluşturacak şekilde yerleştik.

Merkezde büyük bir ateş yakılmalı ve üzerinden atlamalıydık. Atlamalıydık çünkü Atalarımızın 400 yıl süreyle hapsolduğu “Ergenekon” adlı bölgeden, efsaneye göre, demirden bir dağı ateşle eriterek 21 Mart’ta çıkmayı başarmışlardı.

Her yıl merkezde yakılmakta olan ateşin üzerinden atlamak kurtuluşu simgelemekteydi.  

Türk Bey’leri, her yılın 21 Mart günü ateş yakıp demir döverek kutlamışlardı. Bu kutlamalar, sonradan tüm Türki illerde Milli Bayram havasında yaşatılarak günümüze kadar ulaştırılmıştı.

Halen de tüm Türk Ülkelerinde coşkulu bir havada kutlanılmaktadır. Öyle ki, birçok Türki ülkelerde 21 Mart tatil kabul edilmektedir.

Koyun Çayırı’ndaki yerleşim düzenimizin merkezine istenilen büyüklükte bir ateş oluşturacak odunlar yığıldıktan sonra sıra okul bandosu ve milli oyun ekiplerinin gösterisine gelmişti.

Mehmet Karaman’ın yönetiminde milli oyun ekibi yerini aldıktan sonra, davulcu Rahmi Ayazın tokmağını davuluna vurmasıyla birlikte, Pamukçu Bengisiyle, şenlik başladı.

Balıkesir yöresinde ünlü olan oyunlardan biriydi Pamukçu Bengisi. Daire biçiminde, soldan sağa, saat ibrelerinin tersi yönünde hareket ederek oynanıyordu.

“Sonsuza kadar, Ebedi” anlamlarını taşıyan oyun Pamukçu Köyü ile özdeşleşmişti. Oyunun kaynağında, Ergenekon’dan çıkan atalarımızın anısına,  cengâverlik unsuru bulunmaktaydı.

Benginin kendine has bir çıkış havası vardı.

Bengi 8-10-12-15 kişi ile oynandığı gibi, daha fazla kişilerle de oynanıyordu. 30 İvriz linin oynadığı Bengi’de beş figür vardı. Figür aralarındaki hareketler ise oyunun anlamını belirliyordu. 

Pamukçu Bengisi’nden sonra Arpazlı ve Dağlı zeybekleri başladı. Havalanan beyaz gömlekli, lacivert asker kumaşı pantolonlu kızlı-erkekli İvrizli arkadaşlarımız bizleri de kendi ritmine ve sesine ortak etti.

Ezgilerin sesi ve zeybeklerin ritmiyle bütünleşmiş olarak ‘’İvriiiz, İvriiiz’’…

Diye bağırdık. Milli oyunlardan sonra meydandaki odunlar ateşe verilmiş ve büyük bir coşku ile üzerinden atlandı.

Ardından, yenilen kumanyalarımızdan sonra, sınıflar kendine özel oyunlarıyla şenlik havasını sürdürdüler.

1960 yılının 21 Mart günü, İvriz Koyun çayırındaki Nevruz kutlaması unutulmazlarım arasına girecekti…


6 Ocak 2023 Cuma

YARIYIL TATİLİNDE MERSİN 1960

 

24 Ocak 1960 Pazar, Mersin…

Sanki karyola demirlerine vuruluyormuş gibi bir duygu ile gözlerimi araladım ama, ses karyola demirlerine vurulan anahtar sesine benzemiyordu.

Biyolojik saatim İvriz’deki düzene endekslenmişti. Saat sabahın 06:30 civarı olmalıydı.

Etrafımı dikkatlice gözden geçirdiğimde, Mersin Göçmen Barakalarında, ailemin yanındaydım. Zamanda geriye, iki gün öncesine gittim.

22 Ocak 1960 Cuma öğleden sonra karnelerimiz dağıtılmış, birinci yarıyıl tatiline girmiştik.

İkinci sınıfa başladığım 1959-60 Eğitim ve Öğretim yılında da ilk bir ay, bütün derslerde parmaklarım havada olmuş, bütün sorulara doğru yanıtlar vermiştim.

Gerisi de kendiliğinden gelmişti. Ufak tefek hatalarım görmezden gelinmiş, birinci dönem bütün sözlü ve yazılı sınavlarda tam not vermişti öğretmenlerim.

Karnemdeki bütün notlarım 10 üzerinden 10’du.

21 Ocak Cumartesi günü, Ereğli'den, Konya-Adana arasında düzenli seferleri olan Toros Ekspresi’ne saat 18:00 de binmiştim. Adana-Mersin arasındaki Yenice İstasyonu'nda aktarma yapacaktım.

Ereğli-Yenice arasındaki yolculuğum süresince zamanda geriye, 29 Haziran 1957 Cumartesi gününe gittim. Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu’nda 4. sınıfı başarıyla tamamlamış, beşinci sınıfa geçmiştik.

Yaz tatiline girer girmez de aile bütçesine katkı için simit satmaya bile başlamıştık kardeşimle.

Mersin’den ayrılabileceğimiz hiç aklımıza gelmemişti.

Ne var ki Misli'den çalışmak üzere gelen tanıdıklardan biri babama, mülkiyeti zaten devlete ait olan, tarlalarımızın hazineye devredildiğini söylemesi üzerine Niğde'ye gitmişti.

Cuma günü Niğde’den dönen babam, mülkiyeti hazineye ait olan, ekim dikim yapamadığımız tarlalarımızı, belki kurtarabiliriz umuduyla, Misli’ye geri dönmemiz gerektiğini söylemişti.

Babamın Bor’da, emekli öğretmen Necati Bey’in elma bahçesinde mevsimlik işçi olarak işe başlaması nedeniyle Misli’ye gitmemiş, Bor Künkbaşı Mahallesi’nde kiralanan bir eve taşınmıştık.

Bor 29 Ekim İlkokulu beşinci sınıfa başlamış, üç ay sonra da zorunlu olarak Misli’ye dönmek zorunda kalmış, ilkokulu Misli'de bitirmiştik.

Misli’den, 1958’de İvriz Ailesine katılırken kardeşim de bir yıl sonra Konya Maarif Koleji ailesine katılmıştı. Kardeşimin de okullu olması üzerine babam anamı Mersin’e almış, göçmen barakalarında yaşamaya başlamışlardı.

Ailem yaklaşık 3 yıl sonra yine Amanosların öteki yüzüne, Çukurova’ya inmek ya da geri gelmek zorunda kalmıştı. Göçler birbirini kovalıyordu. Yerleşik düzene ne zaman geçebileceğimiz konusunda bir ışık görünmüyordu.

Koridorda dolaşmakta olan kondüktörün Yenice İstasyonu'nda inecekler hazırlansın. Uyarısı üzerine toparlandım. Saat 22:00'yi gösteriyordu. Toros Ekspresi'nden inerek Adan-Mersin arasında çalışan banliyö trenini beklemeye başladım.

22:15'te gelen banliyö treni ile 22:45'te Mersin Garı'na ulaşmış ve 23:00 civarında da Göçmen barakalarının çamurlu sokaklarına dalmıştım.

Barakalar arasındaki dar, çamurlu ve karanlık sokaklardan geçerek ailemin oturduğu barakanın kapısını tıklattığımda anam ”Kim O…” diye seslendi. ”Ana ben Mehmet…” deyince kapı açıldı. Babam bir köşede, kazaya kalmış, yatsı namazını kılıyordu.

Anama sarıldım, ellerini öptüm…

Babamın namazını bitirmesini bekledim. Namazını bitirip selam veren babam,

-Hoş geldin Mehmet…Hayır mı oğlum ?

-Hayırdır Baba. Yarıyıl tatiline girdik. Sizleri görmek, hayır duanızı almak için geldim.

-Karne notların nasıl oğlum?

-Bütün derslerden tam not, 10 üzerinden 10 aldım Baba.

Deyince Babamın gözleri ışıldadı, yüzüne büyük bir tebessüm yayıldı.

-Beni ve ananızı çok mutlu ettin oğlum.

Dedi ve yaklaşık bir, bir buçuk saat süreyle Bulgaristan’dan ayrıldığımız 24 Nisan 1951’den başlayarak, destansı bir şekilde göç hikayemizi anlattı bir kez daha.

Sözünü bitirdiğinde gözlerimden uyku akıyordu. Anamın hazırladığı yer yatağına kafamı koyar koymaz uyumuştum.

Babamın destansı göç hikayemiz gece rüyalarımın konusu oldu.

Dondurucu ve karlı bir nisan sabahı Karagözlerden açık bir kamyon üzerinde başlayan yolculuğumuz, yolculuk boyunca anamın şiddetlenen öksürükleri, Edirne Karaağaç Tren Garı, Muhacirhane, ince hastalık teşhisiyle Muhacirhane Hastanesine yatırılan anamdan ayrılmak istemeyen 2 yaşındaki kardeşim Şaban’ın feryatları…

Kan ter içinde bir tarafımdan diğer tarafıma dönerken bu kez kendimi Maraş-Afşin arasındaki Gavur Dağlarına tırmanan bir kamyon kasasında Halil Dedemlerle birlikte buldum.

Halil Dedem ”çocuklar kamyon geriye doğru kayıyor. Uçuruma yuvarlanacağız.” diye feryat ediyordu. Kamyondan atlamıştım ki bu kez de kendimi Ceyhan pamuk tarlalarında buldum.

Pamuk tarlasındaki korunaksız çadırımızda bir sivrisinek bulutu içindeydim. Her yanımı sarmış olan bu arsız sinekler adeta bütün kanımı emmek istiyorlardı.

Dolmuş olan sidik torbamı boşaltmak için çadırdan çıktım. Ama pamuk tarlasında değil, mersin Göçmen Barakalarında, ailemin kaldığı barakadan çıkmıştım.

Sidik torbamı boşalttıktan sonra yine yattım rüyalarımdan uzak kalmak umuduyla…

5 Ocak 2023 Perşembe

İVRİZ'DE RAJ KAPOR'UN AVARE FİLMİ

 

7 Kasım 1959 Cumartesi, İvriz…

İvriz Öğretmen Okulu'nda eğitim çalışmalarının dışında sosyal etkinliklere de büyük önem verilirdi.

Başta özgüvenimiz olmak üzere, yeteneklerimizin ortaya çıkarılması için cumartesi günleri düzenlenen sosyal ve sanat etkinliklerini heyecanla beklerdik.

Başta müzik ve resim olmak üzere; yazarlığa hazırlık, senaristlik, küçük hikâye yazarlığı, tiyatro ve folklor çalışmaları üzerinde önemle durulurdu.

Öğle yemeğinden sonra değişik birim ve yerlerde nöbeti olanlar görev yerlerine gitmişlerdi.

Müzikhane nöbetçisiydim. Yemekhanenin yanından geçerken tatlı ve hummalı bir çalışma yapıldığını gördüm. Zamanım vardı, uğradım. Yemekhane sinema salonuna dönüştürülüyordu.

İçimi tatlı bir sevinç kaplamıştı. Demek ki bu akşam güzel bir film izleyecektik.

İvriz’deki öğrencilerin yüzde doksanı uzak köylerden geldikleri ve yatılı olduklarından ötürü hafta sonu tatillerinde evlerine gitmezler, gidemezlerdi. Bu nedenle de Cumartesi günleri akşam yemeğinden sonra yemekhanemiz bir tiyatro ve konser salonuna dönüştürülürdü.

Düzenlenen hafta sonu eğlenceleri önemliydi. Bu eğlencelerde çeşitli yazarların tiyatro eserleri ya da İvrizli öğrencilerin yazdıkları oyunlar sergilenirdi.

Bazen şiir ve şarkı yarışmaları düzenlenir, arkasından folklor gösterileri olurdu. Bazı hafta sonlarında seçme Türk filmlerinin yanı sıra yabancı filmler de getirilirdi.

Bu hafta sonu çok popüler olan ünlü Hint filmi, Raj Kapoor’un ‘’Avare’’ filminin afişleriyle donatılmıştı yemekhane.

Akşam yemeği sonrasında yemekhane nöbetçilerine yardım edip, sinema salonuna dönüştürdük. İvriz’de düzenlenen sinema etkinliklerine önemsiz sayılabilecek bir bilet ücreti ödeyerek girerdik.

İvriz’in Sinema Kolundaki arkadaşlardan biri film başlamadan önce oynatılacak film hakkında özet bilgiler verirdi. Öncelikle, getirdikleri filmi neden seçtiklerini anlatırlardı.

Bu kez de öyle oldu.

Sinema soluna dönüştürülen salonun sahnesine çıkan Sinema Kolundaki arkadaşımız sessizliğin sağlandığını gördükten sonra mikrofonu eline alarak ‘’İyi ve keyifli bir akşam dilerim arkadaşlar. Neden Avare filmini seçtiğimiz konusunda kısa bir bilgi sunmak istiyorum.’’ Deyip devam etti.

Anadolu’da, hepimizin bildiği olumsuz deyimlerden biri ‘’Fukara bir babanın çocuklarına bırakacağı miras fukaralıktır.’’

Diğer deyimlerden bazıları ise ‘’Suçlu birinin çocuğunun yine suça itileceği’’, ‘’Hırsız bir babanın çocuğu da büyük bir ihtimalle hırsız olacağı’’ ön yargıları toplumumuzca kabul edilmiş ve ettirilmeye çalışılmıştır.

Bu ön yargıların yanlış olduğunun en büyük kanıtı Köy Enstitülerinde ve ardılları olan İlköğretmen Okullarında okuyan bizleriz. Sizlerin babalarınızda olduğu gibi benim babam da bu tür ön yargılara inanmadı. İyi bir eğitimle fukaralığın yenileceğine inandı ve beni buraya gönderdi.

Bütün insanlık tarihi boyunca, bazılarınca, insanlar arasında hiyerarşiler yaratıldı. Başta Hammurabi Kanunlarında olduğu gibi Amerika’nın Bağımsızlık Bildirgesi’nde de hiyerarşi vardı.

Köleler ve siyahiler yüzlerce yıl toplumun pisliği olarak görüldü. Dini ve bilimsel mitler bu ayrımları haklı göstermek için çalıştılar. İlahiyatçılara göre, Afrikalıların Nuh’un oğullarından bir olan Ham soyundan geldiklerini ve babaları Nuh’un Ham soyunu köle olarak lanetlediklerini ileri sürmüşlerdi.

Nitekim ülkemizde de fukaralar, marabalar, yarıcılar değersizleştirilmişti.

Bu akşam sizlere gösterilecek olan ‘’Avare’’ filminde de bu konu işlenmekte ve olumsuz algının doğru olmadığı eğlenceli bir biçimde seyircilerine aktarılmaktadır.

Filmin hem yönetmeni hem de oyuncusu olan Raj Kapoor, sevimli ve şaşkın bir hırsız olarak karşımıza çıkıyor bu siyah beyaz filmde…

Bir suçlunun çocuğunun yine suça itileceği ön yargısını taşıyan dönemin hâkimi Raghunath, masum bir adamı mahkûm etmekten çekinmemişti. Ne var ki eşiyle arası bozulup çocukluğundan beri görmediği kendi öz oğlu Raj çulsuz bir hırsız ve katil olarak karşısına dikilecekti bu filmde.

Tiyatro Kolundaki arkadaşımızın açıklamalarından sonra başlayan Avare filmi dansları, komik sahneleri, mantıksız sekansları ve bazen de gerçekten insani bölümleri ile, kelimenin tam anlamında bir nostalji fırtınası estirirek hepimizi hem güldürdü hem de gözyaşlarına boğdu…


2 Ocak 2023 Pazartesi

1959-60 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

21 Eylül 1959 Pazartesi, İvriz…

Saat 06’da kalk zilinin çalmasıyla birlikte elindeki anahtarlarla demir ranzalara vurarak nöbetçi öğretmen girdi yatakhanemize. Bu kez yadırgamadık kalk zilini ve anahtar seslerini.

İstemeyerek yataktan doğrulup, gözlerimizi ovuşturarak kalktık. Yaz tatili anılarımızı konuşurken farkına varmamış, dün akşam oldukça geç yatmıştık. 

Çabucak giyinip, elimizi yüzümüzü yıkadık. Yataklarımızı düzeltip etüt için sınıflarımızda yerimizi aldık. 

Sınıfımıza yeni bir katılım olmuştu. Akif İken…

Okula yeni atanan ve Türkçe derslerimize girecek olan Şerif İken’in kardeşiydi. Uzun boylu, sarışın, yakışıklı bir çocuktu Akif.

Henüz dersler başlamadığı için ödev ve gözden geçireceğimiz konular yoktu.

Bütün arkadaşlar yaz anılarında başlarından geçen ilginç olayları anlattılar. Ben de en yakın arkadaşım, ki her şeyimi paylaştığım dostum olmuştu, Emin Özkan'a anlattım Konya maceramı.

Kardeşim Mustafa Konya Maarif Koleji’nin açtığı sınavı kazanarak leyli meccani öğrencisi olmuştu. Babam Mersin’de çalışmakta olduğundan kardeşimin kaydını yaptırmak bana düşmüştü. Cumartesi günü kardeşimin kaydını yaptırdıktan sonra trenle Ereğli’ye, oradan da okuluma gelmiştim.

Can dostum Emin, kardeşimin Konya Maarif Kolejine parasız yatılı öğrenci olarak gitmesine çok sevinmişti.

Etüt bitiş zilinin çalmasıyla birlikte sabah kahvaltısı için yemekhaneye girdiğimizde tam bir bayram havası ile karşılaştık. Bütün arkadaşlar tekrar İvriz’de buluşmanın mutluluğunu yaşıyor ve bunu şölen havasında kutluyordu.

Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okulları bize okul ve eğitimin kurtuluş olduğunu öğretmişti. Tatiller yerine okullarımızda bulunmak ve üretmek mutluluktu…

Sabah kahvaltımızdan sonra Bayrak Töreni alanında toplandık. Başta nöbetçi öğretmenlerimiz ve nöbetçi öğrenciler olmak üzere, bütün okul öğretmenleri yerini aldıktan sonra Okul Müdürümüz Kamil Açan ve yardımcıları da yerlerini aldılar.

Kamil Açan tören alanını alıcı gözle süzdükten sonra, işaretiyle birlikte, okul bandosunu eşliğinde İstiklal Marşı, ardından Andımız okundu.

‘’Günaydın Arkadaşlar.’’ Diyen okul müdürümüz aramıza yeni katılan birinci sınıf arkadaşlarımıza ‘’Hoş Geldiniz.’’ Dedi. Okulun kurallarını, eğitim ve öğretimin temel amacın anlattıktan sonra, eski öğrencilere, bizlere dönerek ‘’Kardeşlerinize sahip çıkın ve her konuda onlara yardımcı olacağınız gibi örnek de olun.’’ Uyarısında bulundu. 

İkinci sınıfa geçmiş olan bizler de ağabey sınıfına yükselmiştik.

Bayrak töreninden sonra efsane öğretmenimiz Mehmet Karaman  ‘’Milli oyunlarımızla açılışı taçlandıralım arkadaşlar.’’ Dedi. Benim de akordeon çaldığım okul bandosunu yöneten Kemal Çuhalılar’ın işareti ve Davulcu Rahmi Ayaz’ın tokmağını davula vurmasıyla birlikte oyunlar başladı.

19 Mayıs 1959 yılı Gençlik ve Spor bayramında Ereğli stadyumunda görsel bir şölen sunan arkadaşlarımız bu kez bizlere aynı duyguyu tattırdılar.

Oyunlardan sonra büyük bir mutluluk ve coşku ile sınıflarımıza giderek ders yılına başlangıç yaptık. İlk derste yine sınıf başkanı seçildim.

Dersimize yeni gelen öğretmenlerimizle tanıştık. 1959-1960 Eğitim ve Öğretim yılına başlarken İvrizli olmanın mutluluğunu yaşadık kısaca…


1 Ocak 2023 Pazar

BULGARİSTAN'DAN İVRİZ ÖĞRETMEN OKULU'NA

20 Eylül 1959 Pazar, İvriz…

Dün, kardeşim Mustafa’nın velisi olarak Konya Maarif Koleji’ne kaydını yaptırıp kendisine, bir dönem için, 100 Lira harçlık bıraktıktan sonra, saat 11:00’de Toros Ekspresine bindim.

Saat 14:00’de Ereğli’deydim...

Konya-Ereğli arasındaki 3 saatlik yolculuk boyunca, öncelikle, Misli’de kocası Mersin'de olmanın yanı sıra çocuklarının da evden ayrılmasıyla, yapayalnız kalan anamı düşündüm.

Mersin’de günübirlik beden işçisi statüsündeki babam bir ara gelip anamı Mersin’e götürecekti ama!

Anam ne yapar yapayalnız, tek başına diye bir hayli hayıflandım. Şükür ki Osman ile anası Hatice Teyze aklıma geldi de bir ölçüde rahatladım.

Anamı yalnız bırakmayacaklarından emindim.

Anam konusunda biraz rahatlayınca zamanda geriye, 1951 yılının nisan ayının 23. gününe gitti.

O gün atalarımın yurdu Bulgaristan’a, köyümüz Karagözler’e veda etmiştik. 26 Nisan 1951 Perşembe günü de Edirne Karaağaç İstasyonu’danAnavatan’a da giriş yapmıştık.

Aynı gün anam, konulan ince hastalık teşhisiyle Muhacirhane revirine yatırılmış, ertesi gün yeniden doğum kağıtlarımız verilmişti.

Bulgaristan’dan Ahmet Mustafa Durgud ailesi olarak ayrılmış, doğum kağıdımızla Ahmet Akıncı ailesi olmuştuk. 5 kişilik Ahmet Akıncı ailesinin en büyük oğlu olan ben 7, kardeşlerimden Mustafa 5 ve Şaban 2 yaşındaydı.

Üçüncü gün dağıtım yapılmıştı. Anam en az 2 ay tedavi görmek zorunda olduğundan, babam da ona refakatçi olarak kalıyordu, Halil Dedemlerle üç kardeşe Maraş yolu görünmüştü.

Her ne kadar, Nenemle birlikte 7 kişilik Halil Kurtuldu ailesinde, nenemle birlikte, bizimle ilgilenecek 4 dayı ve bir teyzemiz varsa da ananın yeri başkaydı. İki yaşındaki kardeşim Şaban sıkça ağlayacak ve problem çıkaracaktı.

Maraş İl emrine verilmiştik. Maraş İli yöneticileri de bizi Elbistan Alevi-Kürt köylerine birer aile olarak dağıtım yapacaktı.

Halil Kurtuldu ailesi ile birlikte Elbistan Karahasanuşağı köyüne gönderildik. Fukara köylülerdi. Daha ilk günlerde Halil Dedem ”buralarda aç kalırız” demişti.

Diğer Elbistan köylerinde olduğu gibi, bu köyde de tarım arazisi yoktu. Çiftçilikten başka becerileri olmayan Karagözlüler bu köylerde aç kalırlardı.

Yaklaşık 2 ay sonra anamla babam gelmiş, Akıncı Ailesi olarak yerleştirilmek istendiğimiz Hasanköy’e gidilmiş, mezra tipindeki bu köyde de tarım arazisinin olmadığı görüldüğü gibi en küçük kardeşim Şaban’ı da toprağa vermek zorunda kalmıştık.

Şaban’ı torağa vermek zorunda kaldıktan bir süre sonra mevsimlik işçi olarak Çukurova pamuk tarlalarında bulmuştuk kendimizi. Arsından Osmaniye yerfıstığı üretiminde günübirlik işçi olarak çalışmış, Düziçi Yeşilova köyünde konaklamıştık 1961-52 kışı döneminde.

Yeşilova'dan bindiğimiz kara tren ne zaman Niğde Hüyük İstasyonu'na ulaşacak derken, trenin uzunca çalan düdüğünün sesiyle kendime geldim.

Pencereden bakınca zamanda geri geldim. Ereğli tren garına girmiştik. İvriz Ailesinin bir bireyi olduğunu anımsadım birden. Gönlüm sevinçle doldu. Özlediğim okuluma, yuvama kavuşuyordum.

Ereğli’de yaklaşık 3 saat servis arabasını beklemek yerine yürümeyi tercih ettim. ”Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar” Gençlik marşı’nı mırıldanarak yola koyuldum.

Nasıl da özlemişim İvriz’i. Sıcak, sımsıcak yuvamız olmuştu, olmaya da devam edecekti. Öğretmenlerimi ve arkadaşlarımı da çok özlemiştim ayrıca. İvriz Ailesi hepimizi kucaklamıştı.

Bir an önce bizleri kucaklayan İvriz Ailesine ulaşmak için, adımlarımı hızlandırdım…

30 Aralık 2022 Cuma

KARDEŞİM MUSTAFA KONYA MAARİF KOLEJİ ÖĞRENCİSİ

 

19 Eylül 1959 Cumartesi, Konya…

Kardeşim Mustafa’nın 19-20 ağustos tarihlerinde katıldığı sınav sonuçları belli olmuş, hem İvriz İlköğretmen Okulunu hem de Konya Maarif Koleji’ni parasız yatılı olarak kazanmıştı. 

Tercihini Konya Maarif Koleji için yaptı. 21 Eylül Pazartesi günü 1959-1960 Eğitim ve Öğretim yılı başlayacaktı.

Babamız Mersin’deydi. Günü birlik de olsa işini kaybetmek istemediği gibi, gelmesi bir hayli masraflı olacaktı. Ben ne güne duruyordum. Velisi olabilir, kaydını yaptırabilirdim.

Nasılsa ben de İvriz İlköğretmen okuluna gidecektim. Tren Ereğli’den geçerek Konya’ya devam ediyordu. Bir bakıma Konya yolum üzerinde sayılırdı.

Üstelik ortaokul ikinci sınıfa geçmiş bir delikanlıydım. Neden babamızı bekleyelim ki diyerek kayıt yaptırma görevini üstlendim.

18 Eylül 1959 Cuma sabahı anamın ellerini öpüp, hayır duasını aldıktan sonra,  ilkokul arkadaşımız Osman’ın sağladığı bir atlı araba ile ulaştığımız Niğde Hüyük İstasyonundan Toros Ekspresine bindik. Böylece, yaklaşık 270 km’lik Konya yolculuğumuzu başlamıştı.

Bindiğimiz Toros Ekspresi’nden Ulukışla’da aktarma yapıp 8 saatlik yolculuktan sonra Konya tren Garına ulaştık. Konya Maarif Koleji tren garı civarındaydı, kendimizi şanslı saydık.

Kolej kapısına ulaştığımızda saat 18,00’i geçmişti. Kayıt için hiçbir görevli kalmamıştı. Kapıdaki görevli Cumartesi günü saat 10,00’dan sonra gelmemizi söyledi.

Gece nerede konaklayabiliriz? Sorumuza da kolejin karşısındaki bir oteli gösterdikten sonra, benim gönderdiğimi söylerseniz size yardımcı olur dedi.

Teşekkür ettikten sonra gittiğimiz otel görevlisi, Kolej kapısındaki görevlinin gönderdiğini söyleyince yardımcı oldu. İki yataklı bir odasının boş olduğunu, yataklardan birinde yatabileceğimizi, ikinci yatağa bir müşteri alabileceğini söyledikten sonra uygun bir ücretle bizi odaya çıkardı.

Yandaki boş yatağa, gece boyunca müşteri gelmediği halde, ücret alırlar diye geçmedik, geçemedik. Kardeşimle aynı yatakta yatmak zorunda kaldık. Fukaralık böyle bir şeydi…

Sabahın erken saatlerinde ücretini ödeyip, otel görevlisine teşekkür ettikten sonra, istasyon civarındaki simitçiden iki simit alarak civardaki kahvehanelerden birinde sabah kahvaltısı yaptık.

Saat 10,15’de de Kolej kapısındaydık. Kapıdaki görevli okul müdürünün geldiğini söyledikten sonra bizi odasına kadar götürdü. Kayıt için gelmişler Müdür Bey. Dedi.

Kolej müdürü hayretle bize baktıktan sonra ”Babanız nerede sizin?” Dedi. Ben de Mersin’de çalıştığını, işyerinden izin alamadığını, benim de İvriz İlköğretmen Okulu ikinci sınıf öğrencisi olduğumu söyledim. Velisi ben oldum Müdür Bey. Dedim.

Uzunca bir süre kafasını sallayıp, hayret nidaları çıkardıktan sonra Mustafa’nın kaydı için birilerini görevlendirdikten sonra bana ”Şimdi sen ne yapacaksın?” Dedi. Ben de kardeşimin kayıt işlemleri gerçekleştikten sonra trenle Ereğli’ye, oradan da İvriz’e gideceğim Müdür Bey. Dedim. Öyle de oldu.

Konya Maarif Koleji,  “devlet eliyle lisan eğitimi” amacıyla 1955 yılında İstanbul, İzmir, Eskişehir ve Samsun'da 7 Kasım 1955 tarihinde törensiz; 11 Kasım 1955 tarihinde ise zamanın Milli Eğitim Bakanı Celâl Yardımcı’nın katılımıyla törenli olarak Gar yanındaki eski Bağdat Oteli’nde açılmıştı.

Zamanın hükümeti bu okulları o denli önemsemişti ki Anıtkabir inşaatı bütçesinden bile pay aktarmıştı.

Kardeşimin böyle bir okulda burslu ve yatılı olarak okuyacak olması koltuklarımı kabartmıştı.

Bütün öğrencileri yatılı ve paralı olan okulda sadece iki öğrenci bursluydu. Kardeşimle birlikte diğer öğrencinin bursunu okul aile birliği sağlamıştı.

Oldukça zengin Konyalı çocuklarının yanında burslu iki fukara çocuğu maddi ve manevi yönden  ezilir mi?

Diye düşünmeden edemedim İvriz'e dönerken…

KARDEŞİM MUSTAFA SINAVLARA HAZIR


 14 Ağustos 1959 Cuma, Misli…

Ortamın güneşten kavrulduğu günlerden biri. Deyim yerindeyse, yaprak kımıldamıyor. Yaprak kımıldamıyor dediğime bakmayın, yaprak yok aslında. Köyde ağaç yoktu ki.

İki yıl önce, Bayezid öğretmenimizin öncülüğünde, okul bahçesindeki doğal kaya kazınarak fidan çukurları açmış ve dikim yapmıştık. Henüz yapraklı ağaç aşamasına gelmemişler.

Her neyse…

Kum ve taş binalar bütün gün emdikleri güneş enerjisini ışıma yoluyla geri vermekte. Ortalık kavrulmakta.

Öğleden önce biraz kitap okumuş, biraz da kardeşim Mustafa ile ilgilenmiştim. Odamızda sırt üstü uzanmış, tembellik ediyorduk. Anam başını uzatarak

-Mehmeeet… Mustafaaa…Köy bekçisi sarı bir zarfla geldi. Kalkın bakın bakalım.

Dedi. Kalktık…

Öğleden sonra saat 18.30 sularında Niğde Milli Eğitim Müdürlüğünden gelen bir sarı zarfla kardeşim Mustafa leyli meccani olarak bilinen parasız yatılılık sınavlarına davet ediliyordu.

Her zaman minnetle andığım ve anmaya devam ettiğim okul başöğretmeni Bayezid Tuna kardeşimin başvurularını zamanında yapmıştı.

17 Ağustos Pazartesi günü başlayacak yazılı sınavlar dört gün sürecekti.

İvrizli olarak, ilk kez yaz tatilimi yaparken kardeşim Mustafa’yı sınavlara iyi hazırlamıştım. Bütün dersler gözden geçirilmiş, bir önceki yılın sınav sorularını da Bayezid öğretmenimiz vermişti.

Sınavlara hazırdık, davet edilmeyi bekliyorduk…

Davet gelmişti.

Mustafa hem İvriz Öğretmen Okulu’nun hem de Konya Maarif Koleji’nin sınavlarına girecekti. Salı ve Çarşamba günleri İvriz Öğretmen Okulu, Perşembe ve Cuma günleri de Konya Maarif Koleji sınavları yapılacaktı.

Geçen yıl bu zamanlar sınavlara katılmak için Niğde’ye gidecek otobüs paramız olmadığı gibi kalacak yerimiz de yoktu.

İlkokul arkadaşımız Osman’ın annesi Hatice Teyze’den bir gece yarısı ‘’Osman’ımın pantolon Parası’’ alınarak Niğde’ye gitmiş ve sınavlara katılmıştık. Ben sınavlarda başarılı olmuş, kardeşim kazanamamıştı. Beşinci sınıfı tekrarlamıştı.

Bu yıl paramız ve Niğde’de kalacak yerimiz de vardı. Mersin’de günübirlik işçi olarak çalışmakta olan babam para gönderdiği gibi kardeşimle ben de Misli ’de yapılmakta olan hasatların bazılarına katılarak üç beş kuruş kazanmıştık.

Ağustos ayının üçüncü çeyreğinde sınavların yapılacağını bildiğimizden, kalacak yer sorununu da önceden çözmüştük.

Sınavlarla ilgili evrakların yanı sıra kalem ve silgiler de hazırlandıktan sonra Pazartesi günü Niğde’ye gidecek olan köy otobüsünde yerimiz ayırttık.

Evrakları alıp eve döndükten sonra kardeşim Mustafa, özellikle Matematik ders notlarını bir kez daha gözden geçirdi.

Sınava hazırdı artık…

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...