6 Mart 2022 Pazar

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA BULGARİSTAN

 


Bulgaristan İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında yer almıştı. Almanya’nın savaşı kaybetmesiyle Rus Orduları 8 Eylül 1944 tarihinde Bulgaristan’a girmiş, Bulgaristan’daki Alman yanlısı hükümet görevden uzaklaştırılmış ve Alman karşıtı Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) iktidara gelmişti.

Kendisini Enternasyonalist, Marksizm-Leninizm’in örnek uygulayıcısı, ülkedeki azınlıkların koruyucusu olarak gösteren Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) Türklere, Müslümanlara ve diğer azınlıklara ilişkin politikası, zamana ve olaylara göre değişiklik göstermişti.

Parti, Türkler dâhil tüm azınlıkların desteğine ihtiyaç duyduğu zamanlarda ılımlı politikalar güderken, ihtiyacı kalmadığı zamanlarda sert bir siyaset izlemişti. İkinci Dünya Savaşı yıllarında faşizme ve kapitalizme karşı silahlı mücadeleye giriştiği dönemde Türklere, Yahudilere, Ermenilere, Rumlara ihtiyacı olmuştu.

İktidara geldiklerinde siyasi, sosyal ve ekonomik haklarda tam eşitlik, birlik, beraberlik, kültürel alanda ise özerklik ve serbestlik vaat etmişlerdi. Aralık 1944’te Türk azınlığın temsilcileri ile yaptıkları görüşmelerde Azınlık temsilcileri, devrimden sonra bile, faşist dönemden kalma ayrımcılığın devam ettiğini ifade etmişlerdi. BKP'de ayrımcılığın sona ereceği konusunda söz vermişti.

BKP yöneticilerinin Şubat 1948’de yaptığı kongrede kabul edilen program sayesinde, azınlıklarda, tam bir özgürlük havası esmişti. Sözkonusu programa göre Bulgaristan’daki azınlıklara ana dillerinde eğitim yapma hakkı verilecekti.

BKP yönetimi, bir yandan peş peşe özgürlükler ilan ederken diğer taraftan, Rusya'nın telkinleriyle ülkedeki Türklerin dışladı. Güven duyulmayacak azınlık olduğuna, bir bölümünün Bulgaristan’dan gönderilmesine karar verdi. BKP Milli Şurasına bağlı Azınlık Komisyonu kuruldu. 1949’dan itibaren de Türklerin, Bulgaristan’dan gönderilmesine yönelik somut adımlar atılmaya başlandı.

10 Ağustos 1950’de Bulgar Hükümeti bir nota ile Türkiye’ye göç etmek isteyen 250.000 Türk’ün üç ay içerisinde Türkiye’ye kabul edilmesini istemişti. Gerekçe olarak da, Demokrat Parti yönetiminin Bulgar düşmanlığı, Bulgaristan Türklerine olumsuz şekilde yansıdığını, tarımda Bulgaristan’ın yıllık üretiminin düştüğü öne sürülmüştü.

Türkiye’nin Sofya Elçisi Şefkati İstinyeli, yaptığı açıklamada 250 bin kişinin 3 ayda, pasaport ve vize işlemlerinin yetişmeyeceğinden, Türkiye’ye gitmesi olası değildi. Bulgarların askerî kamyonlarla sınıra getirdikleri göçmenlere, eziyet olsun diye Kapıkule-Edirne yolu yaya yürütülmekteydi. Türkiye tarafından protesto edildi. 

Bulgar Hükümeti, 22 Eylül 1950 tarihinde Türkiye’ye ikinci bir nota vererek Türk azınlığa kötü davranıldığını reddederek, Türklerin Türkiye’ye kayıtsız şartsız kabul edilmelerini istedi.

İktidarda bulunan Demokrat Parti, göçmenleri yerleştirme problemleri ile uğraşırken, Türk yasalarına ve özellikle 2510 sayılı yasaya göre, ancak Türk soyundan insanlar Türkiye’ye göçmen olarak alınabiliyordu. Çingeneler Türk soyundan sayılmıyordu. Türk Dışişleri Bakanlığı, 6 Ekim 1950’de, Çingenelere giriş ve transit vizesi verilmemesini konsolosluklara bildirdi. Çingenelerle birlikte Bulgar ajanlarının da Türkiye'ye giriş yaptıkları duyumu alınmıştı.

Ekim 1950'de Türkiye-Bulgaristan sınırı giriş ve çıkışlara kapatıldı. Bulgar Hükümeti de Türklere ülkeyi terk etmeleri için 48 saat verdi. Bu süre sonunda sınırı geçemeyen Türkleri hayvan taşımada kullanılan tren vagonlarına bindirerek göç etmeye zorladı.

Ayrıca Bulgarlar; Kırcalı, Mestanlı, Darıdere, Kuşkovak ve Çorbacılar’dan topladıkları 70 vagon dolusu Türk’ü Bulgaristan’ın kuzeyine ve batısına sürdü.

Türkler, Bulgar Hükümeti’ne, henüz taşınmaz mallarını ve hayvanlarını satamadıklarını, pasaportlarını çıkaramadıklarını bildirdilerse de, Bulgar Hükümeti göçmenleri göçe zorlamaya devam etti. 100 bin leva değerindeki bir araba satılığa çıkarıldığında, birkaç bin levaya dahi alıcı bulunamamaktaydı. Yeni alıcının mallıa bir bahane ile hükümetin el koyması daima mümkündü. Müşterisizlikten satılamayan ve götürülemeyen Emek Kooperatiflerine aktarılmaktaydı.

Türkler, tren istasyonlarında günlerce aç bırakıldıktan sonra, tüm göçmen kafilelerinin trene binmesi için 20 dakikalık zaman bırakılmaktaydı. Üstelik, insanları ve eşya katarlarını ayrı zamanlarda nakletmekteydi. Diğer taraftan, göçmenler nakliaye için Bulgaristan’a ücret ödemek zorundaydılar. Bütün bunlar Bulgaristan’dan göçenlere yapılan işkenceler olup, hastalıkların yayılmasına göz yumuluyordu. 

Türk Hükümeti, Bulgar Hükümeti’nin yayınladığı notanın devletlerarası yazışma nezaketinden uzak olduğunu, Türklerin taşınabilir mallarının Türkiye’ye ücretsiz getirilmesine izin verilmesini istedi. 

İzin verilmediği gibi, Bulgaristan komünist yönetimi bölgede yaşayan Türklerden ağır vergiler almaya, köyde üretim yapan Bulgar Türklerinin ürettikleri ürünlerin önemli bir bölümünü devlete vermesi için baskı yapmaya, Türk çocuklarını Truduvak adı verilen işçi asker taburlarına alınarak ağır işlerde çalıştırmaya, okul çağındaki çocukları alıp Brigadir adı verilen kısa süreli işçi taburlarında çalıştırmaya başladılar.

1951 yılı Şubat ayı ortalarına geldiğinde, Türkiye’ye gelen göçmen sayısı 86 bin civarına ulaşmıştı. Her gün en az 800 göçmen Türkiye’ye giriş yapmaktaydı. Yaşanan en büyük sıkıntılardan biri Türkiye sınırına Bulgaristan tarafında yapılan yığınaklardı. Bulgaristan, Türkiye ile yaptığı anlaşma gereğince her gün en fazla 800 göçmen göndermeyi taahhüt ettiği hâlde Svilengrad hududuna 20-25 bin göçmen yığılmıştı.

Bulgaristan’da yaşayan Türklerin nüfus oranlarını azaltmak için, planlı bir şekilde başlatılan Bulgarlaştırma politikaları 20. Yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar da devam etti.

1984 yılından itibaren, Türk azınlığa şiddetli bir asimile politikası uygulayan komünist rejim, amacına ulaşamayınca 1989 yılında zorunlu göçe karar verdi. Bu büyük zulmün mimarı dönemin Bulgaristan devlet başkanı Todor Jivkov ’du.

Jivkov devri kapandıktan sonra açıklanan belgeler, Bulgaristan Devleti’nin asimilasyon politikasını doğrudan komünist parti eliyle uyguladığını ortaya koydu. Belgelere göre, 1984 yılı sonlarından itibaren Komünist Parti’nin en üst karar alma birimi olan politbüro, Türklere yönelik “Yeniden Doğuş-Uyanış Süreci” adı altında sistematik bir asimilasyon siyaseti başlatmıştı.

Bulgaristan, Todor Jivkov liderliğindeki rejimin Türk ve Müslüman azınlığa yönelik 1984 ve 1989 yılları arasında uygulanan asimilasyon politikalarını 11 Ocak 2012’de kabul etti.

Ayrıca, asimilasyona uğrayan Türklerden özür dileyerek, çifte vatandaşlık hakkını tanıdı. Özellikle, 1989 yılı sonrasında Türkiye'ye göç edenleri Bulgar vatandaşlığına aldı. Önceki yıllarda asimilasyona uğrayan Bulgar vatandaşları ve çocuklarını tekrar Bulgar vatandaşlığına alacağını söyledi gerekli evrakları toplayanlar için. 

Asimilasyona uğrayarak gelen Türkler, demokratik haklar sıkıntısı nedeniyle, Avrapa Birliği üyesi olan Bulgaristan vatandaşlığı için sıraya girdiler.


93 HARBİ-BALKANLARDA TERSİNE SÜRGÜN

 

Daha çok 93 Harbi olarak bilinen, 1877–1878 Osmanlı Rus Harbi yaklaşık bir yıl sürmüştü.

Rus orduları önemli bir dirençle karşılaşmadan Yeşilköy’e kadar ilerlemiş, Osmanlı Devleti Ayastefanos Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştı.

Rusya bu antlaşma ile Bulgaristan Krallığı'nın kurulmasının yanı sıra Ardahan, Artvin, Kars, Doğubeyazıt, Eleşkirt ve Batum Rusya'ya bırakılacak, Boğazlar barış ve savaş zamanlarında bütün gemilere açık olacak ve Osmanlı Rusya'ya savaş tazminatı olarak 245 milyon Osmanlı Altını ödeyecekti.

Rusya, Balkanlarda Panslavizm politikasını uyguladı ve bölgede Osmanlı'ya karşı Balkan uluslarını isyanlar çıkarılmasını sağladı.

Batı Avrupa ülkelerinin bu antlaşmanın koşullarından hoşnut kalmamaları nedeniyle antlaşma geçerliliğini yitirdi ve Berlin Antlaşması imzalandı.

Berlin Antlaşmasıyla Osmanlının Tuna Vilayeti ’nin Sofya, Vidin, Rusçuk, Tırnova ve Varna Sancakları üzerinde küçük bir Bulgar Prensliği kuruldu.

Avrupalı devletlerle birlikte Rusya Osmanlının Rumeli’den çıkması için her şeyi yaptı. Böylece Rumeli ve Balkanlarda bulunan Türkler Anadolu’ya dönmeye başladı.  Osmanlının güçlü olduğu dönemde Anadolu’dan Rumeli’ye ve Balkanlara akan göç, zayıf düştüğünde tersine döndü. 

Bulgar milli devletinin kurulmasında etkili bir rol oynayan Rusya, Balkan milli devletlerinin kurulması ve şekillenmesi açısından, Türklerin Balkanlar’dan Anadolu’ya göçünü adeta zorunlu hale getirmişti.

Balkanlarda kurulmak istenen devletlerin gerçek hüviyetine kavuşabilmesi, bölgeden bir an önce Türklerin gitmesine bağlıydı. Bu yüzden en çok Türk göçleri Balkanlardan oldu. Karagözler sakinlerinden bazıları olan bizler de artçıları olarak geri dönüşü sürdürdük ve sonraki yıllarda da sürecekti.

Türkiye’de “93 Harbi Muhacereti”, “1924 Mübadelesi” ve “89 Göçü” en çok bahsedilen göçlerdi.  93 harbi en ağır sonuçlarından biriydi. Yaşanan büyük insani dram dolayısıyla Balkanlar’da ve Kafkasya’da sayıları bir milyonu aşkın Osmanlı vatandaşı mülteci konumuna düşmüştü.

1389 yılında girdiğimiz Bulgaristan, 1878'de gerçekleşen Bulgaristan'ın bağımsızlığına kadar, yaklaşık 600 yıllık bir zaman Osmanlı hakimiyetinde kalmıştı. 

93 harbinden sonra çıkmak zorunda kaldık. Türkler de Bulgar Prensliği sınırları içinde kaldığından “Bulgaristan Türkleri” adını aldılar.

Osmanlı Devleti, neredeyse, kaybettiği her savaş sonrasında, kaybettiği topraklarından oldukça fazla göçler aldı.

Balkanlar ve Bulgaristan’daki göçlerin temel nedeni uygulanan Asimilasyon politikasıydı. Ya asimile olacak ya da zorla göç etmek zorunda kalacaktık.

Yüzyıllarca hiç durmadan devam etmiş olan Türk göçleri belli aralıklarla hala tekrarlanmaktaydı.


5 Mart 2022 Cumartesi

BALKANLARA GÖNÜLLÜ VE ZORUNLU GÖÇLER

 

Osmanlı Balkanlarda büyüdü

Bazı tarihçilere göre Bal ve Kan anlamına da gelen Balkanlar, aslında Dağlık ve Ormanlık yer anlamına gelmektedir. Karadeniz ile Adriyatik Denizi arasındaki dağlık ve engebeli sahalar oluştururlar.

Günümüzde çoğunlukla Makedonya, Kosova, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna-Hersek ve Romanya’da yaşayanlara Balkan Türkleri denilmektedir.

Türkler, yaklaşık 1000 yıl Balkanlar’da yaşadılar.

Osmanlı Beyliği 1300’lü yıllarda Bizans’a yakın sınır bir bölgede ortaya çıktı. Rumeli’ye geçiş, Osmanlı Devleti’nin büyümesinde en etkili rolü oynadı.

Gelişme Rumeli’de gerçekleşmiş, Edirne Osmanlının İkinci Başkenti olmuştu. Bu nedenle Osmanlı Devleti, Rumeli güdümlü bir Türk- İslam Devletiydi.

Bugün Anadolu ve Anavatan olarak kabul ettiğimiz pek çok şehrimizin fethi, Rumeli’de fethedilen pek çok şehirden sonra olmuştur.

Osmanlı, Rumeli’deki varlığını güçlendirmek ve sürdürebilmek için, Anadolu’daki pek çok Türkmen grubunu sürgünler ve iskânlar neticesinde Rumeli’ye yerleştirdi

Rumeli’ye yerleşecek olan Türk ailelerinin öncelikle gönüllü olması istenmiş, gönüllü olmadıkları takdir de zorla sürgün edilerek fetih edilen bölgeye iskân ettirilmişti.

14. yüzyıl ortalarında Türklerin Rumeli’ye geçişi, Balkanlar’ın tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuş, Osmanlı Devleti büyümüş ve 600 yıl sürecek bir imparatorluğa dönüşmüştü.

Balkanlar’ın dağlık ülkelerinden biri olan Bulgaristan’da kurulmuş olan İkinci Bulgar İmparatorluğu 14. yüzyılın sonlarında dağılmış, ortaya çok sayıda küçük krallıklar çıkmıştı.

Osmanlı bu durumu fırsat bilip, Bulgar İmparatorluğu’nun topraklarını fethe başlamıştı.

1389’da Çandarlı Ali Paşa tarafından fethedilen Şumnu bölgesi, ki doğduğum Karagözler Köyü de bu bölgede yer alıyordu.

Osmanlı döneminde stratejik önem taşıyan askeri üslerden biriydi.

Şumnu bölgesine yerleştirilen Türkler ve Türkmenler Osmanlının ileri karakolu olmuş, Viyana’ya doğru büyümesini sağlamıştı.


BULGARİSTAN GÖÇ ANILARINA GİRİŞ

ANILARIMA GİRİŞ

Emine ve Ahmet Akıncı anısına…

Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani düşmanla sonuna kadar dövüşenler, çekilen ordunun ric’at hatlarını sağlamak için kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir.

K. ATATÜRK

BİRİNCİ BÖLÜM

BALKANLAR VE GÖÇ HAREKETLERİ

Türkler, yaklaşık 700 yıl, Bal ve Kan anlamına da gelen Balkanlar’da yaşadılar. Bazı tarihçilere göre Balkanlar, aslında Dağlık ve Ormanlık yer anlamına gelmektedir. Karadeniz ile Adriyatik Denizi arasındaki dağlık ve engebeli sahaları oluştururlar. Makedonya, Kosova, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna-Hersek ve Romanya’da yaşayanlara Balkan Türkleri denilmektedir.

Türklerin, Türkmenlerin göçleri, tarihimizin en üzücü sayfalarını oluşturmaktadır. Balkan Türkleri dramının edebiyatımıza da yansıması birçok duygusal romanın ortaya çıkışını sağlamıştır. Çünkü Balkan Türk Edebiyatı bir ölçüde göç hareketleri ve gerçeklerinin aynasıdır.

Osmanlı Beyliği 1300’lü yıllarda Bizans’a yakın sınır bir bölgede ortaya çıkmıştı. Rumeli’ye geçiş, Osmanlı Devleti’nin büyümesinde en etkili rolü oynamıştı. Gelişme Rumeli’de gerçekleşmiş, Edirne Osmanlının İkinci Başkenti olmuştu.

Bu nedenle Osmanlı Devleti, Rumeli güdümlü bir Türk- İslam Devletiydi. Bugün Anadolu ve Anavatan olarak kabul ettiğimiz pek çok şehrimizin fethi, Rumeli’de fethedilen pek çok şehirden sonra olmuştur. Osmanlı Rumeli’deki varlığını güçlendirmek ve sürdürebilmek için, Anadolu’daki pek çok Türkmen grubunu sürgünler ve iskânlar neticesinde Rumeli’ye yerleştirmişti.

Rumeli’ye yerleşecek olan Türk ailelerinin öncelikle gönüllü olması istenmiş, gönüllü olmadıkları takdir de zorla sürgün edilerek fetih edilen bölgeye iskân ettirilmişti. 14. yüzyıl ortalarındaTürklerin Rumeli’ye geçişi, Balkanlar’ın tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuş, Osmanlı Devleti büyümüş ve 600 yıl sürecek bir imparatorluğa dönüşmüştü.

Balkanlar’ın dağlık ülkelerinden biri olan Bulgaristan’da kurulmuş olan İkinci Bulgar İmparatorluğu 14. yüzyılın sonlarında dağılmış, ortaya çok sayıda küçük krallıklar çıkmıştı. Osmanlı bu durumu fırsat bilip, Bulgar İmparatorluğu’nun topraklarını fethe başlamıştı. 1389’da Çandarlı Ali Paşa tarafından fethedilen Şumnu bölgesi, ki doğduğum Karagözler Köyü de bu bölgede yer alıyordu,

Osmanlı döneminde stratejik önem taşıyan askeri üslerden biriydi Şumnu ya da Şumen. Şumnu bölgesine yerleştirilen Türkler ve Türkmenler Osmanlının ileri karakolu olmuş, Viyana’ya doğru büyümesini sağlamıştı.

Ne var ki 1683’te gerçekleşen İkinci Viyana kuşatmasının başarısız olması imparatorluk için sonun başlangıcı oldu. Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti, artık kendi gündemini kendi tayin edemez bir hale getirildi, Osmanlının gündemini daha çok Avrupalı devletler belirledi.

Osmanlı Devleti’nin göçler konusunda en çok sıkıntı yaşadığı ve zorlandığı dönem, 93 harbi olarak da bilinen, 1877-78 Osmanlı Rus harbinden sonra gerçekleşen 93 göçüydü.

93 harbinden sonra Anadolu’ya göçmek zorunda kalan beş buçuk milyon civarındaki Türkün en az 500 bin kişisinin, yollarda eşkıyalar ve çeteler tarafından öldürüldüğünü tarih kitapları yazmaktadır.

Daha çok 93 Harbi olarak bilinen, 1877–1878 Osmanlı Rus Harbi yaklaşık bir yıl sürmüş, Rus orduları önemli bir dirençle karşılaşmadan Yeşilköy’e kadar ilerlemişti. Osmanlı Devleti Ayastefanos Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştı.

Batı Avrupa ülkelerinin itirazları nedeniyle antlaşma geçerliliğini yitirmişti. Yeniden imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devlet’i toprak ve nüfuzunu büyük ölçüde yitirmiş, Tuna Vilayeti ’nin Sofya, Vidin, Rusçuk, Tırnova ve Varna Sancakları üzerinde küçük bir Bulgar Prensliği kurulmuştu.

1389'da girdiğimiz Bulgaristan’dan, 1878'de gerçekleşen Bulgaristan'ın bağımsızlığına kadar, yaklaşık 500 yıllık bir zaman Osmanlı hakimiyetinde kalmıştı.

Batı Avrupalı devletleriyle birlikte Çarlık Rusyası da, Bulgar Milli Devleti ile birlikte, Balkan milli devletlerinin kurulması ve şekillenmesi açısından, Türklerin Balkanlar’dan Anadolu’ya göçünü adeta zorunlu hale getirmişti. Biz de onlardan biriydik.

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...