21 Ekim 2022 Cuma

MANEVİ DEĞER YÜKLEDİĞİM SİMİTLER

 


14 Temmuz 1957 Pazar, Bor…

Bor’a geleli bir haftadan fazla oldu…

Küçük bir Anadolu kasabası olduğundan, çabucak tanıdık bu şirin kasabayı.

Yaklaşık iki ay sonra 1957-58 Eğitim ve Öğretim yılı başlayacaktı…

Her ne kadar babam Necati Bey’in bahçesinde çalışıyorsa da hasat bitiminde işi sona erecekti. Bor Çukurova gibi işçi yatağı değildi.

Çiftçilikten başka mesleği olmayan babam ve babam gibilerin İç Anadolu’da iş bulmaları olanaksızdı. Hasat sonuna kadar para biriktirmemiz gerekiyordu. Bu nedenle aile bütçesine katkımız olmalıydı…

İlkokul üçüncü ve dördüncü sınıfı okuduğumuz iki yıl boyunca Mersin’de simit satmış ve aile bütçesine katkıda bulunmuştuk kardeşimle.

Özellikle yaz tatillerinde, simit satma konusunda uzmanlaşmıştık. Hem ailemizin ekonomisine katkıda bulunuyor hem de kendi harçlığımızı çıkararak özgürleşiyorduk.

Bor’daki simit fırınlarını öğrendik, tanıştık ve belli bir kar üzerinden simit satmaya başladık…

Şanslı sayılırdık. Bor sokaklarında simit satan bizden başka çocuk yoktu neredeyse…

Sabahın erken saatlerinde Bor sokaklarında,

‘’Medine’nin unundan, Borun Okçu suyundan Simiiiit… Sıcak simiiit.’’

Diye bağırarak satıyorduk simitlerimizi.

‘’Medine’nin unundan, Bor’un Okçu suyundan’’ sloganımız önemliydi…

Önemliydi çünkü Ahmet Kuddusi Caddesi ile Alpaslan Türkeş Caddesi’nin birleştiği noktada türbesi bulunuyordu.

Bor’un manevi koruyucusu olan Ahmet Kuddusi Hazretlerinin Bor’u Medine’nin bir mahallesi olarak gördüğünü herkes bilirdi…

Sattığımız simitlere manevi değerler yüklüyorduk…

Diğer taraftan, 1880’li yıllarda Okçu Dağının eteklerindeki Balıkçıl, Dumlu ve Kayalı pınarlarından doğan meşhur Okçu suyu künk borularla uzun uğraş ve masraflarla Bor çeşmelerine getirilmişti.

Sundurmalı çeşmeler vardı Bor’un bilinen yol kavşaklarında…

Diğer taraftan, içenlerin tadına doyamadıkları, emsali bulunmayan Okçu suyu kullanılmıştı sattığımız simitlerin yapımında…

Medine’nin unu ve Bor’un Okçu suyu simit satışlarımızı kolaylaştırmıştı.

Simitlerimizi sattıktan sonra, genellikle babamın çalıştığı elma bahçesine gidiyorduk. Hem babama yardım ediyor hem de dalından meyve yeme olanağı buluyorduk…

Yeterli miktarda meyve ve sebze ile eve gidip, öğle yemeğimizi yedikten sonra Halil Nuri Bey İlçe Halk Kütüphanesine gider olduk, daha doğrusu ben gider oldum. Kardeşim Mustafa benim kadar hevesli değildi.

Kütüphane ile bizi buluşturan babamın patronu emekli Türkçe Öğretmeni Necati Bey olmuştu.

Kütüphanede Necati Bey’in de basılı eserlerinden bazıları vardı.

Simit satmaya başladıktan üç gün sonra, sattığımız simitlerden kardeşimle birlikte günde 3 Lira kazanmaya başlamıştık. Ayda ortalama 100 Lira kazanacağımız sonucu ortaya çıkmıştı.

Sonuçtan ailecek mutlu olmuştuk…

Sevmiştik Niğde’nin bu şirin kasabası Bor’u.

Önümüzdeki öğrenim yılı giderlerimizi karşılayacak paranın önemli bir bölümünü kazanacağımız inancı Akıncı Ailesini mutlu etmişti…

19 Ekim 2022 Çarşamba

BABAM BOR ELMA BAHÇESİNDE MEVSİMLİK İŞÇİ

 


12 Temmuz 1957 Cuma, Bor…

Mersin Göçmen barakalarından, ince hastalık teşhisiyle yattığı hastaneden yeni çıkmış olan anama süt sağlayan, keçimizi otlatmaya götürmüştüm. Bir taraftan da bilim kurgu kitaplarından birini okuyordum.

Bir an için gözüm otlamakta olan keçiye iliştiğinde hayretler içinde kaldım. Keçimiz göz ekranımdan yavaşça silinmekte ve giderek yok olmaktaydı. Yerimden fırlayıp yakalamaya çalıştıysam da yok olmuştu.

Arkamda ‘’Anamı isteriiiim anamı’’ diye ağlamakta olan bir ses duyup, geri döndüğümde ailenin en küçüğü Şaban’ı gördüm.

Neler oluyordu?

Onu Elbistan Hasanköy ’de toprağa vermemiş miydik?

Şaban’ı kucağıma almak için eğildiğimde, Şaban yerine eski bir fotoğraf karesiyle karşılaştım. Fotoğraf karesi içindeki Şaban’ın görüntüsü  uzaklaşıp yok olurken bana el sallıyordu. 

Birkaç dakika içinde önce keçimiz, sonra da kardeşim Şaban’ın fotoğraf kareleri hafızamdan silinip kaybolmuştu.

Karşılaştığım karabasanlar karşısında çaresiz kalmış ve herhangi bir anlam da verememiştim. Hıçkırmaya başlamıştım ki, bu kez de Natilus ’un Kaptanı Nemo karşımda belirdi. Gülümseyerek,

-Halüsinasyonlar mı görüyorsun genç adam? Çok yorulduğumda ve çaresiz kaldığımda bende de olur. Sen de çok yorulmuş ve üzülmüş olmalısın ki böyle bir sonuçla karşılaştın…

Kaptan Nemo da nereden çıktı? Diye düşünürken, İyi ki çıktı. Yardım alabileceğim deneyimli birisi Kaptan Nemo. 

-Ne yapmalıyım Kaptan Nemo? 

-Şu anda denizin 50 metre altındasın. Önce buradan kurtulmalısın. Ellerini yukarı kaldır, çömel ve ayaklarını gemi üstüne sağlam bastıktan sonra zıpla. Gerçek dünyaya ulaştığında esenliğe kavuşursun.

Dedi. Kollarımı yukarı kaldırıp, deniz yüzeyine doğru zıpladığımda,

-Hop Hooop… Yorganımı attın üzerimden?

Diyen bir ses geldi yan tarafımdan.

-Ne yorganı, yorgan da nereden çıktı

Diyerek yan tarafa döndüm. Kardeşim Mustafa gözlerini ovuşturarak,

-Neler oluyor birader. Neredeyse 5 dakikadır hem ağlıyor, hem de debelenip duruyorsun.

Deyince ben de gözlerimi ovuşturarak doğruldum.

-Neredeyiz Mustafa?

Biraz hayret biraz da kızgınlıkla bana bakıp, Cık cık cık yaptıktan sonra

-Bor’daki evdeyiz birader. Hayrola neden soruyorsun?

Dedi. Gerçekten de Bor’daki Cundalı evdeydik. Kendime geldikten sonra kısaca uykumdaki Halüsinasyonları anlattım.

-Kafayı mı yedin birader ?

Deyip yorganı üzerine çekerek yattı. Gecenin bir yarısı olmalıydı, ben de nerede olduğuma iyice kanaat getirdikten sonra yatarak derin bir uykuya daldım kısa sürede…

Anamın sesiyle uyandım…

Mustafa benden önce kalkmıştı. Babam da namazını kılmış, yer sofrasında beni bekliyorlardı. Sofrada akıtma vardı çayla birlikte.

Cumbalı evimizin alt katında su tulumbası vardı. Hayatımızda ilk kez dışarıdan su taşımak zorunda kalmıyorduk…

Aceleyle elimi yüzümü yıkayıp, sofrada yerimi aldım. Sessizce kahvaltımızı yaptık. Yemek esnasında konuşmanın zaman kaybı olduğunu öğrenmiştik Çukurova’daki Mevsimlik İşçilik döneminde pamuk toplarken.

Kahvaltıdan sonra babam mevsimlik işçi olarak girdiği elma bahçesine giderken,

-Mehmet, bugün evin yerleşimi ve eksikliklerin giderilmesi için ananıza yardımcı olun. Yarın sizi bahçe sahibi Necati Beyle tanıştıracağım.

Dedi ve gitti.

Babam Necati Bey adındaki bir Türkçe öğretmenin elma bahçesinde mevsimlik işçi olarak 250 Liraya anlaşmıştı. Bahçedeki hasat bitinceye kadar Necati Beye çalışacaktı.

Bahçede tek gözlü bir bekçi kulübesi olduğunu söylemişti. Çevresindeki boş alanlara sebze ekmişti önceki gelişinde. Böylelikle meyve ihtiyacımızın yanı sıra sebze ihtiyacımızın da bir bölümü bahçeden karşılanacaktı. Necati Bey izin vermişti.

Bahçede ağırlıklı ürün elma olmakla birlikte kiraz, vişne, armut, dut ve ekili sebzeler de vardı.

Bahçe Misket elması ağırlıklıydı. Bir yüzü kırmızı, diğer yüzü ise sarı ile yeşilimsi bir renk taşıyan ince kabuklu, hoş kokulu bir meyve olan Misket elması en çok Niğde ve çevresinde yetişiyordu. Niğde Misket elması ülke çapında ünlüydü.

Ülkemizdeki elma üretiminde Niğde üçüncü sırayı almaktaydı.

Babam gittikten sonra, gece rüyamda karşılaştıklarımı düşündüm bir süre.

Süt keçimizi genellikle ben otlatmıştım. Tarih, Coğrafya ve Türkçe derslerini çalışırken otlamakta olan keçimize anlatmıştım. Adeta ders çalışma arkadaşım olmuştu.

Daha önceleri de vurguladığım gibi, öğrenmenin en iyi yolu anlatmaktan geçiyordu. Ben de Mersin Göçmen barakalarına komşu alanda otlatmakta olduğum süt keçimize anlatıyordum. Satılmış olması beni çok etkilemiş olmalıydı.

Elbistan Hasanköy ‘de toprağa verdiğimiz kardeşim Şaban’ı da çok severdim. Rüyamda bilinçaltımdan çıkmış olmalıydı. Kaptan Nemo da etkisi altında kaldıklarımdan biriydi.

Gece gördüklerimi yorumladıktan sonra rahatlamış olarak anama yardım ettim kardeşim Mustafa ile…

Niğde Bor kazasında bizim için yeni bir yaşam kapısı açılmıştı…

EMEKLİ TÜRKÇE ÖĞRETMENİ NECATİ BEY

 


8 Temmuz 1957 Pazartesi, Bor…

Karabasanların olmadığı rahat bir gece geçirmiştim. Enerjik ve dinç olarak kalktım bu sabah. Mustafa’yı da kaldırdıktan sonra, elimizi yüzümüzü yıkayıp giyindik, kahvaltıda bizi bekleyen anamla babamın yanına, yer sofrasına oturduk. Kahvaltıdan sonra babam,

-Hadi davranın çocuklar, sizleri çalıştığım elma bahçesinin sahibi emekli öğretmen Necati Bey’le tanıştıracağım. Daha önce kendisine sizlerden bahsetmiştim. Sizlerle tanışmak istedi. Derslerinizde ve okul kaydınızda yardımcı olacağını düşünüyorum. Tanıştırdıktan sonra da bahçeye gideceğim.

Dedi. Hep birlikte evden çıktık.

Kayabaşı Sokakta eski Türk evlerinden biriydi Necati Bey’in evi.  Üstü saçakla örtülü çift kanatlı bir giriş kapısı ve gösterişli bir tokmağı vardı. Günlük ihtiyaçların karşılanmasında, atlı arabaların girişinde kolaylık sağlamak için konutların bahçe ve avlu girişleri genellikle çift kanatlıydı.

Kapı tokmağını çaldıktan bir süre sonra kapı açıldı. Oldukça büyük bir avluya giriş yaptık. 

Geleneksel konutlarda avlu, genel mekân olan sokaktan, özel mekân olan eve geçişi sağlayan bir ara mekândı.

Alıcı gözle etrafı taradım. Avludaki çıkrıklı su kuyusu hemen dikkatimi çekti. Giriş kapısının karşısında avluya açılan ikincil mekânlar görülüyordu. Avlunun sağ tarafındaki ahşap bir merdivenle sundurmalı üst kata çıkılıyordu.

Selçuklu ve Osmanlı konutlarında “avlu”, “hayat”, “bahçe” olarak adlandırılan mekânların büyük bir önemi vardı. Etrafı duvarlarla çevrili bu özel alan ailenin mahremiyetini koruduğu gibi çocuklar için de güzel bir oyun alanı ortaya çıkarıyordu. Ayrıca ailenin gündelik işlerinin rahatça görebileceği bir yerdi avlular.

Nitekim 1952’de Misli Köyü’ndeki evimizin çevresini yaklaşık bir metre yükseklikte taşla çevirerek biz de basit bir avlu oluşturmuştuk. Aradan geçen üç yılda avlumuz kalmış mıydı acaba? Diye kendime sormadan edemedim. Köye dönersek öğrenecektik.

Oldukça varlıklı ve önemli devlet memurluklarında bulunanların avluları kendilerine özeldi. Yüksek duvarların ardındaki avlu; fıskiyeli havuzu, su kuyusu ve bol yeşiliyle günün hemen her saatinde evin en fazla yaşanan alanını oluşturuyordu.

Zemin kattaki avluya açılan mekânlar depo, ahır, kiler gibi tali işlevlere ayrılırdı.

Necati Bey’in avlusu, oldukça alçak gönüllü olmasına rağmen, varlıklı olduğunu da gösteriyordu. Necati Bey, mahalledeki çevresine göre, oldukça varlıklı olmalıydı.

Emekli bir öğretmenin hayli varlıklı olması o dönemlerde öğretmenlere verilen önemin bir göstergesiydi. Hem maddi hem de manevi yönden doyurulmuş olmalıydılar.

Bir merdivenle çıkılan ve saçaklarla kapatılmış olan ‘’hayat’’ denilen yerde güler yüzlü olarak Necati Bey bizi beklemekteydi.

-Hoş geldiniz. Yukarı gelin çocuklar.

Diye seslendi. Evlerin giriş ya da birinci katında odaların açıldığı, üstü kapalı, önü avluya bakan, yarı açık mekândı ‘’hayat’’.  ‘’Hayat’ların’’ yerini zamanla uzun ve açık balkonlar alacaktı.

Bulgaristan Karagözler köyündeki evimiz tek katlıydı ve girişte ‘’hayat’’ vardı.

Babam önde, kardeşimle ben arkada ‘’hayat’’ denilen mekâna çıktık. Necati Bey’in ellerini öptükten sonra gösterilen sedirlere oturduk. Hoşbeşten sonra babam izin isteyerek ayrıldı. Necati Bey babmı uğurladıktan sonra bize dönerek,

-Babanızdan öğrendiklerime göre bir hayli okul değiştirmiş olmanıza rağmen oldukça başarılı olmuşsunuz. Başarılı öğrencileri severim.

Dedi ve kendini anlattı. Emekli Türkçe Öğretmeniydi. Başarılı bir öğretmenlik dönemi geçirmişti. Eğitimin önemini ve Atatürk’ün eğitime verdiği önemi vurgulayan yayınlanmış kitapları vardı.

Atatürk’ün, öncelikle harf devrimini gerçekleştirdikten sonra, eğitim için olmazsa olmazlardan biri olan Öğretmenlerden, öğretmenleri yetiştiren Köy Enstitülerinden söz etti.

Kendisi de Köy Enstitülerinden birinde yetişmişti.  Bir ara çalışma odasına giden Necati Bey yayınlanmış kitaplarıyla geri döndü. ‘’Alın bakalım çocuklar’’ Diyerek kitaplarından bazılarını imzalayarak kardeşimle bana hediye etti.

Eğitim üzerine yazılmış kitaplarından birini açtığımda, daha ilk sayfalarında eğitime verdiği önemi gösteren bir yazısı vardı. Mustafa Kemal Atatürk’e göre, ekonomide, sağlıkta, sanatta, sporda nerede bir problem varsa onun temelinde eğitim eksikliği yatmaktadır. Diye yazmıştı Necati Bey.

Atatürk’ün eğitim ile ilgili düşünceleri  özetlemek gerekirse “Cumhurbaşkanı olmasaydım, Millî Eğitim Bakanı olmak isterdim” sözü, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermesi bakımından anlamlı bir sözdür. Diye yazmıştı.

Verdiği kitaplara olan ilgimiz Necati Bey’i memnun etmişti. Bu memnuniyet sonraki günlerde bizi birçok yönden desteklemesini ve yardımlarını sağlayacaktı. Bizimle ilgilenecek Bor’daki 29 Ekim İlkokulu’na kaydımızın yapılmasını sağlayacaktı. Okul açılmadan ders kitaplarımızı alacak ve beşinci sınıfa hazırlıklı olarak okula başlamamızı sağlayacaktı.

Böylelikle ilkokul beşinci sınıfı Bor 29 Ekim İlkokulu’nda okuyacağımız kesinleşmişti.

Kardeşimle ben Necati Bey’in önerilerini dinledikten sonra, kitaplar için de teşekkür ederek ayrıldık.

Babama yardımımız dokunur diye görevli olduğu meyve bahçesine gittik…

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...