13 Şubat 2023 Pazartesi

YENİCE DE YANLIŞ AKTARMA HACIKIRI TREN GARINA GÖTÜRDÜ

 

22 Mayıs 1961 Pazartesi, Kıralan, Karaisalı …

Bu sabah kahvaltıdan sonra, Çapa Müzik Semineri hazırlıkları için program yapmak üzere Kemal Çuhalılar öğretmenimi aradım. Okuldan ayrılmıştı.

Biraz canım sıkıldıysa da Kemal Öğretmenime de hak verdim. Onun da yapacak önemli işleri, ailesine karşı sorumlulukları vardı.

Okulun öğle servisiyle Ereğli'ye indim. Saat 14:30 için tren bileti aldım. Bavulumu emanete bıraktıktan sonra Ereğli caddelerinde dolaşarak, bütünleşmek istedim. Trenin kalkmasına yarım saat kala istasyona gelerek bavulumu aldım emanetten.

Ara tatilleriyle yaz tatillerinde Ereğli'den bindiğim kara tren, Ulukışla üzerinden geçerek, Adana ile Mersin arasındaki Yenice garına ulaşırdı.

Yenice istasyonunda aktarma yapılır, Adana'dan gelen trene binilerek Tarsus ya da Mersin’e ulaşılırdı.

Tren tam zamanında geldi. Ereğli'den saat 14,30’da bindiğim trenle, Ulukışla'da aktarma yapıp rahat bir yolculuktan sonra tekrar aktarma yapacağım Adana Yenice Tren garına saat 19,00 civarında ulaştım.

Yenice tren garında çok beklemeden Adana’dan gelen trene bindim. Bana göre şansım yaver gitmişti. Güneş batmadan önce Tarsus’taki Karabucak Okaliptüs Ormanı Fidanlığı servislerine yetişebilecektim.

Belki de servis şoförü Mahmut Abiye rastlardım. Beni ailemin yanına, Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasına göndermenin bir yolunu bulur. Diye düşünürken hayallere dalmıştım.

Hayallerimin içinde Kurban Bayramının ikinci ya da üçüncü günü Mersin’e gitmek vardı. Kurtuldu ailesini oluşturan Nenem ve dayılarımla bayramlaşırdım.

Akıncı ailesi ile Kurtuldu ailesinin ilk mektepli çocuklarıydık. Okul görmemiş dayılarımın yanında özel bir yerimiz vardı. Yanlarına her gidişimizde mutlaka harçlık verirlerdi.

Bir hafta sonra, sınav hazırlıklarımı hızlandırmak için İvriz’e geri dönecektim.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri sınavları için hazırlanacak, eylül ayının ilk haftasında da sınav için İstanbul’a gidecektim. Yol parası ve harçlığa ihtiyacım olacaktı.

Birden yan koltuktaki iki kişinin konuşması beni hem hayallerimden uyandırdı hem de şaşkına çevirdi.

Konuşanlardan biri diğerine ''Niğde'ye kaçta varırız acaba?'' diyordu…

Ne demekti Niğde’ye kaçta varırız? Pencereden dışarıya baktığımda trenimizin Toros dağları eteklerinde hızla ilerlediğini gördüm.

Tarsus’a gidecek olan tren yerine, yanlışlıkla Toros ekspresine binmiştim. Her yerde durmazdı. Üstelik Toros dağları eteklerinde pek sık tren garı da bulunmazdı.

Mideme kramplar girmeye başladı...

Ne yapmıştım ben?

Ümitsizce trenin penceresinden dışarı bakıyordum bir istasyona rastlar mıyım diye…

Derken kondüktör geldi. Biletimi uzatıp, bekledim. Kondüktör bana ‘’Bu Tarsus’a giden banliyö treni bileti, Niğde biletiniz nerede?’’ Dedi.

Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasındaki ailemin yanına gitmek üzere Ereğli’den Yenice’ye geldiğimi, aktarma yaparken yanlış trene bindiğimi anlattım biraz da gözyaşı dökerek.

Kondüktör bana acımış olmalı ki trenin Karaisalı kasabasına bağlı Hacıkırı garında duracağını söyledi. Önümüzde yaklaşık 40 km’lik bir yol vardı.

Trendeki tüm yolcuların biletleri denetlendikten sonra kondüktör tekrar yanıma geldi. Benim hikâyemi bir kez daha dinledikten sonra, beni hem oyalamak hem de rahatlatmak için ilk durağa komşu olan Toros eteklerindeki Hacıkırı Köyü ve çevresiyle ilgili bilgiler verdi.

Her zaman, en kötü koşullardan en iyi sonuçları çıkarmaya yatkın bir çocuk olarak kondüktörü ilgiyle dinlemeye başladım.

Kondüktör ilgili bir öğrenci olduğumu görünce ‘’Gündüz gözüyle Ereğli’den bindiğin trenle Toroslardaki onlarca tüneli aştıktan sonra oldukça uzun ve heybetli bir köprü ile Çakıt Vadisi üzerinden geçmiş olmalısın.’’ Dedi ve ekledi.  

Oldukça derin vadinin iki yakasını birleştiren ve günümüze kadar ulaşan bu değerli anıtsal yapıtın adı Varda Köprüsü’dür. 

Almanlar tarafından yapılmış olduğundan, ‘’Alman Köprüsü’’ olarak bilinmektedir. Köylüler ona Koca Köprü derler.

İstanbul-Bağdat-Hicaz Demiryolu hattını tamamlamak için 1907 yılında Almanlar tarafından yapımına başlanan demiryolu köprüsü 1912 yılında hizmete açılmıştı.

Hacıkırı’nın yaklaşık 500 metre güneyindeki geçilmez olan oldukça derin vadinin iki yakasını birleştirmek için dört ana ayak üzerine almanlar tarafından kurulmuştu Varda Köprüsü.

Köprü yapılırken Hacıkırı tren garı da yapılmıştı.

Kondüktörü dinlerken edindiğim bilgiler rahatlamama neden olmuştu. Yaklaşık yarım saat sonra da Toros Ekspresi Alman Köprüsü üzerinden geçmişti.

Köprüyü geçerken Çakıt Vadisinin bir bölümünü alıcı gözüyle izledim.

Vadinin dibi görünmüyordu. Sanki dipsiz gibiydi, bana öyle gelmişti. Köprüden yaklaşık 500 metre uzaklıktaki Hacıkırı tren garında durdu trenimiz. Kondüktöre teşekkür ettikten sonra indim.

Hava kararmaktaydı. İstasyonun batısında, Torosların eteklerinde tek tük ışıklar görünüyordu. Hacıkırı Köyü olmalıydı. Günümüzde Karaisalı İlçesinin Kıralan Mahallesi olarak bilinen bir yerleşim yeri olduğunu öğrenmiştim yıllar sonra.

Elimdeki tahta bavulla köyün içine doğru ilerleyip, kahvehaneye benzettiğim bol ışıklı ve gürültülü bir yere doğru yürüdüm.

Yanılmamıştım, ulaştığım yer kahvehaneydi. Kahvehaneye girdiğimde 8. sınıf öğrencisi olan bir çocuk olarak verdiğim selam pek ilgi görmediyse de sandalyelerden birine ilişip, bavulumu da yanıma koydum.

Kâğıt ve domino dedikleri taş oyunlarına dalmış olan kahvehanedekilerin pek ilgisini çekmemiştim.

Oyunlarını bitirenler kalkıp, evlerinin yollarını tutmuşlardı.

Kahvehanede birkaç kişi kalmıştı.

Acaba kahvehanede geceyi geçirebilir miydim?

Diyerek herkesin ayrılmasını beklemeye başladım ki herkes ayrıldıktan sonra kahvehane sahibiyle görüşebileyim...

12 Şubat 2023 Pazar

1960-61 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI SONU


21 Mayıs 1961 Pazar, İvriz…

Mayıs ayı bayramların ayıydı 1961 yılında.

Öyleydi çünkü 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı (ki ülkemizde genellikle bahar bayramı olarak kutlanır), 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nı cuma günü kutlamıştık.

25 Mayıs Perşembe günü Kurban Bayramı ve 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı olmak üzere 2 bayram daha bayram kutlanacaktı.

Kurban Bayramı ile 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı'nı ailemin yanında kutlamak istiyordum.

1961 Mayıs Ayı Bayramlar ayı olmasının yanı sıra bizim için ayrı bir önemi vardı.

İvriz Öğretmen Okulu’nda üç yılımızı tamamlamış ve Ortaokul diploması almaya hak kazanmıştık.

Bütün yazılı ve sözlü sınavlar 19 Mayıs’tan önce bitmiş, 18 Mayıs Perşembe günü karnelerimiz bile dağıtılmıştı.

Bu dönemde de, tam olarak hak etmesem de, bütün derslerim 10 üzerinden 10 olarak karneme geçmiş, üstelik takdirname de almıştım.

Dersler, sınavlar bitmiş ve karneler de alınmış olduğundan yapılacak tek şey yaz tatilinde nerede ve neler yapılacağı konusunda muhabbet etmekti.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu müzik ve resim semineri sınavları için hazırlananlar dışındaki bütün arkadaşlar 19 Mayıs gösterilerinden sonra ailelerinin yanlarına gideceklerdi.

Belki de bazıları İvriz Ziraatında görev alıp, bir süre daha İvriz yerleşkesinde kalacaktı.

Cumartesi günü okulla ilişik kesme ve izin belgelerini düzenleyebilenler hemen, bazılarımız da pazartesi günü okuldan ayrılabilecektik.

Ben Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasındaki ailemin yanında Kurban Bayramı’nı geçirdikten sonra okula geri dönecektim.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri sınavlarını kazandığım takdirde, önümüzdeki yıl İvriz’de olmayacaktım.

Bu duruma hem üzülen hem de benim adıma sevinen can dostum Emin Özkan (Özgan) ve Hüseyin Kaya ile koyu bir sohbete dalmıştık.

Sohbet sonrasında Emin, duygularını tutmakta olduğum ‘’HATIRAT Defteri III’’ sayfalarına yazarak dile getirdi.

‘’Canım Eeeaahh’’ Diye başlamasının nedenini, soyadım ‘’Akıncı’’nın ‘’Akıncıııaaahh’’ biçiminde uzatmamdan kaynaklandığını söyledi. İyi ki söyledi çünkü beni sürekli kızdırırdı.

Ben Kemal Çuhalılar ile çalışma programı yapmak için gidişimi Pazartesi gününe bıraktım öğleden önce Kemal Bey ile görüşebilirim umuduyla...

10 Şubat 2023 Cuma

GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI 1961

 

20 Mayıs 1961 Cumartesi, İvriz...

Her yıl olduğu gibi bu yıl da, dün, Ereğli Stadyumunda 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı coşkusunu yaşadık. Bizimle yarışmak üzere haftalarca çalışan Ereğli Lisesi gölgemizde kaldı.

Başta Mehmet Karaman ve Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar olmak üzere,  Spor Öğretmenimiz  Ali Orhan Bekar gözetiminde bir ay süre ile bu güne hazırlanmıştı İvriz Öğretmen Okulu.

İvrizli ailesinin bütün öğretmenleri, idarecileri, çalışanları ve stadyumda gösteri yapacak yüzlerce öğrenci ve okul bandosuyla Ereğli Caddelerinde konserler vererek stadyuma girdik.

Stadyumda yerini alan 200 kişilik oyun ekibi ve oyunların ezgileri Ereğli halkının yine ilgi odağı oldu geçmiş yıllarda olduğu gibi.

Mehmet Karaman’ın işareti ve Rahmi’nin davulunun vuruşlarıyla birlikte, gösteri başladı. Akordeonlardan, zurna ve klarnetlerden arka arkaya boşalan müzikle birlikte Bengi, Arpazlı ve Dağlı zeybekleriyle gösteriye başlandı.

Havalanan beyaz gömlekli, lacivert asker kumaşı pantolonlu oyuncular, bir süre sonra stadyumu dolduran Ereğli halkını kendi ritmine ve sesine ortak etmişti.

Ereğli halkı ezgilerin sesi ve zeybeklerin ritmiyle üçüncü kez böylesine bütünleşiyordu. 

Büyülenmişlerdi…

Çoktan kaybettiklerini sandıkları bir şeyi bu oyunlarda buluşmuşçasına bir sevinç ve coşkuyla ayağa kalkmışlar, bağırıyorlardı.

İvriiiz, İvriiiz…

Milli oyunların ardından Ali Orhan Bekar'ın yönetiminde spor etkinlikleri başladı. Önce eşli hareketler, ardından jimnastik ekibimizin oluşturduğu kule ve kule tepesine ulaşan arkadaşımızın Türk Bayrağını dikmesi alkıştan stadı inletti.

Törenlerin sona ermesiyle birlikte okul müdürü Kamil Açan teşekkür konuşması yaptı ve iki saatlik serbest zaman tanıdı bütün öğrencilere.

Böylelikle 1960-61 Eğitim ve Öğretim yılını da sonlandırmış olduk...

8 Şubat 2023 Çarşamba

555K VE SİVİL İTAATSİZLİK

 

5 Mayıs 1961 Cuma, İvriz...

Dün, 28 Nisan eylemlerini organize eden Sedat Ege Ağabey 555K eylemlerinin yıldönümü için idareye başvurdu.

İdare, ders yılının sona ermek üzere ve sınavların aksayacağı gerekçesiyle izin vermemişti.

Buna rağmen, beşinci sınıftan Sedat Ağabey, idareden ve nöbetçi öğretmenden habersiz, akşam etüt saatlerinde bütün sınıfları gezerek eylem kararını aldırdı.

Nöbetçi öğretmenin itirazlarının yanı sıra son sınıfların da olmadığı bütün öğrencilerle, öndeki davulun vurmaya başlamasıyla harekete geçtik.

Sabah kahvaltısından sonra beşinci sınıfların yatakhanesi önünde, son sınıflar hariç, bütün okul öğrencileri toplandık.

Bayrak yok, bando yok. Sadece Rahmi Ayaz ağabeyin davulunun eşliğinde yürümeye başladıktan kısa bir süre sonra son sınıflar da en ön saflarda yerlerini aldılar.

Neydi 555K?

555K, Demokrat Parti'nin oluşturdu Tahkikat Komisyonu sonrasında, öğrencilerin hürriyet talebiyle 5 Mayıs’ta düzenledikleri eylemin parolası, “5’inci ayın 5’inde, saat 5’te, Kızılay’da” ifadesinin kısaltılmış haliydi.

Herhangi bir eylem için bir araya gelenlere ateş açılacağının resmen duyurulduğu, 10 kişinin bile toplanmasının yasak olduğu bir dönemde kulaktan kulağa fısıldanan bu olağanüstü parola, eylemi gizli bir şekilde planlayabilmek için bulunmuştu.

Düzenleyenler eylemi başlatmak için meydana geldiklerinde etraftaki insanların tesadüfen mi orada olduğunu, yoksa eylem için mi geldiğini bile bilmiyordu.

Birçok ünlü siyasetçi, yazar ve sanatçının da aralarında bulunduğu gençler, “Olur mu böyle olur mu/Kardeş kardeşi vurur mu” türküsünü ıslıkla çalarak yürüyüşe başladığında peşlerinden yüzlerce kişinin geldiğini görünce anlamışlardı 555K parolasının ne kadar çok insan tarafından duyulduğunu.

Kızılay’da eylemcilerle karşı karşıya gelen Adnan Menderes ve Celal Bayar da büyük şaşkınlık yaşamıştı eylemcilerin direnci ve sayısı nedeniyle…

Menderes öyle sinirliydi ki, öğrencilere “Avradını s…. p.çleri” diye bağırıyordu.

Adını 5. ayın 5. günü saat 5’te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan eylem Türkiye’nin Cumhuriyeti tarihindeki ilk ‘sivil itaatsizlik’ eylemi olarak da anılıyordu, anılacaktı.

Bizler de sivil itaatsizlik eyleminin yıldönümünde harekete geçmiştik.

Durlaz' a doğru harekete geçtikten kısa bir süre sonra müdür yardımcılarından Hikmet Göksel hızla yanımızdan geçerek kortejin önüne ulaştı. Ardından okul müdürü Kamil Açan ve diğer görevliler geldi.

Müdür Bey, geçen olayda olduğu gibi yüzü sararmış ve her tarafı sinirden titreyerek konuşmaya başladı. Olayın gereksizliğinden, sınavların ve okulun işleyişini sağlayan disiplin konusunun daha önemli olduğunu vurguladı.

Ardından Hikmet Bey '"Sizinki şaşkınlıktan ne yapacağınızı bilmemenin yanı sıra biraz da derslerden kaçmak. Anlıyoruz. Sınavlardan bunaldınız ama başka seçeneğiniz, seçeneğimiz de yok. Sınıflarınıza dönüyorsunuz." Dedi.

Hakkı vardı Hikmet Beyin. Sınavlardan ve okulun sıkı ve şaşmaz kurallarından.

Tamam da idare yol gösterip, kutlamanın okulda yapmasını sağlayabilirdi diye düşünenlerdendim.

Neyse ki idare ve disiplin kurulu yine devreye girmemiş, bizleri kazanmaya çalışmıştı ki olumlu sonuçları olacaktı gelecekteki yaşamımızda.




28 NİSAN 1960 OLAYLARININ YILDÖNÜMÜ

 

28 Nisan 1961 Cuma, İvriz...

Bugün 28 Nisan olaylarının yıldönümü...

Dün akşam 5. sınıftan Sedat Ağabey, ki oldukça iyi bir hatip ve başkan adaylarından biriydi, 28 Nisan 1960 olayları ile 555K olaylarını anlattı.

Okul idaresinin itirazlarına rağmen, okuldaki bütün sınıflarca yıldönümünü kutlama kararı aldık. Aldık çünkü,

Yaptığı ikili anlaşmalar nedeniyle, ekonomik, askeri ve sosyal yönden ABD'nin güdümüne giren Menderes Hükümeti ülkemizi iflasın eşiğine getirmişti.

Yapılacak yeni seçimleri kaybetme olasılığına karşı baskıyı arttırmış, muhalefetin ve muhalif basının sesini kesmek için, SİVİL BİR DARBE yapma yolunu seçmişti.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 17 Nisan 1960’ta ilk adım atılmış, muhalefetin ve basının “yıkıcı, gayri meşru ve kanun dışı” faaliyetlerinin araştırılması için 15 milletvekilinden oluşan bir Tahkikat Encümeni kurulması kararı alınmıştı.

On gün sonra da, 27 Nisan 1960’ta da bu Encümen’in “Vazife ve Salâhiyetlerine” ilişkin kanun yayımlanmıştı.

Resmi gazetede yayınlanan Kanunun Birinci Maddesi; 15 Demokrat Parti Milletvekillerinden kurulacak olan “Encümen”e, hem askeri hem sivil mahkemelerin yanı sıra hem savcı hem de yargıçların hak ve yetkilerini veriyordu.

Dokuzuncu madde ise “Encümen” kararlarına karşı temyiz hakkı olmadığını belirtiyordu.

Tahkikat Encümeni Kanunu” ile SİVİL DARBE yapan Menderes iktidarına muhalefetin tepkisi sert olmuştu. Demokrat Parti dışındaki bütün siyasi partilerin yanı sıra üniversiteler, üniversiteli gençler, işçiler tarafından protestolar başlamıştı.

28 Nisan sabahı, öğrenci liderleri İstanbul Üniversitesi bahçesinde toplanan binlerce öğrenciye konuşma yaparken, Kapalıçarşı tarafından bahçeye giren bir grup polis yakaladığı öğrencileri coplayarak ve sürükleyerek polis otobüslerine doldurmuştu. 

Bir grup polis de ana kapıdan üniversite bahçesine giren İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami ONAR’a “....bütün bunlar senin başının altından çıkıyor....” diyerek tartaklanmış ve zorla polis aracına bindirilmişti.

29 Nisan 1960’da ise Ankara'da üniversite öğrencileri, üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışan akademisyenlerin de desteklediği, protestolar için meydanlara çıkmışlardı.

Polislerin olaya müdahale etmesiyle 2 öğrenci polis ateşi sonrası hayatını kaybetmiş, 100 civarında öğrenci de yaralanmıştı.

Sedat ağabeyin duygusal ve heyecanlı konuşması etkisini gösterdi ve bu sabah bütün öğrenciler tören alanında toplanarak göndere bayrak çekildi.

Şiirler okundu, günün önemi üzerinde konuşmalar yapıldı. Çevre köyleri de bilgilendirmek üzere karar alındı. Okulumuz zaten Gaybi Köyü sınırındaydı.

Köy camisi önünde şiirler okundu, konuşmalar yapıldı. Ne var ki köylünün bizim kararlarımızdan ve 28 Nisan olaylarından fazlaca bilgisi olmadığından, pek iyi karşılanmadığımız gibi ilgi de görmedik.

Ardından yaklaşık 20 km güneyimizdeki Dede Köyü'ne gittik. Orada da hoş karşılanmadığımız gibi ilgi de görmedik. Yine de şiirler okundu, konuşmalar yapıldı.

Öğleden sonra okula döndük. Başta okul müdürümüz olmak üzere, öğretmelerimiz tarafından hoş karşılanmadı eylemlerimiz.

Elebaşı durumundaki ağabeylerimiz idareye çağırıldı. Okullarda yapılacak eylemler konusunda genelge bulunduğunu, kutlamaların salonlarda ve idarenin izniyle yapılması gerektiği konusunda uyarılmışlardı. Ayrıca sınav döneminde, bu tür eylemlere yer olmadığı belirtilmişti.

Eylemlerimiz idare tarafından görmezden gelindi. Herhangi bir soruşturma açılmadı...

7 Şubat 2023 Salı

BABAMA YAZIP GÖNDERMEDİĞİM MEKTUP



6 Nisan 1961 Perşembe, İvriz…

Akşam son etütteyiz. Etüt başladı ama elma kurusu savaşından ötürü tam bir kargaşa var sınıfta. Bereket yemekten önceki etütte ödevlerimi bitirmiştim.

Akşam yemeğinde meyve olarak elma kurusu vardı. Arkadaşlarımızın bir bölümü elma kurularını ceplerine doldurarak sınıfa geldiler.

Sınıf başkanlığını bıraktığımdan bu yana gürültü neredeyse önlenemez hale geldi. Yeni başkanımız gürültüyü önemsemiyor ya da kimseyle didişmek istemiyor.

Biraz sinirlerim bozulmuş durumda. Okuyorum, dönüp tekrar okuyorum ama sonuç değişmiyor. Okuduklarımı anlamıyorum.

Hatıra defterimi çıkarıp bir haftanın özetini yapmak istiyorum.

Bugün matematikten yazılı olduk. Beş sorudan dördünü sınıfın büyük bir bölümü yaptı. Ben beşinci sorudan biraz endişeliyim. Yine de 9 alabileceğim kanaatindeyim.

Hatıra defterimden başımı kaldırdığımda Emin'i gördüm. Ne haber der gibi el sallıyordu. Aklıma Babama bir ay önce yazdığım mektup geldi. Dün akşam dosyalarımdan birinin arasından çıktı.

Babam neden cevap vermedi, neden para göndermedi? Diye sinirlenip duruyordum. Meğer yazdığım mektubu göndermeyi unutmuşum. Şimdi babam bana zehir zemberek bir mektup yazacaktır, niye yazmadım diye.

Üstelik parasızlık çektiğim de çabası. Emin’den istemiştim. Garibimin de 10 Lirası varmış. Benimle paylaştı.

Boşuna babamın günahını almışım. Kendime çok sinirlendim. Aşık falanmısın Akıncı...Dedim kendime.

Hoş aşık olacak birileri olmadığı gibi, zamanı da değildi.

Diğer arkadaşlarım gibi son günlerde ben de sıkça sinirlenmeye, hafif de olsa bunalıma girmeye başladım. Sanıyorum bunda parasız kalmanın yanı sıra son sınıf oluşumuz ve İstanbul Çapa Müzik semineri hazırlıklarının da istediğim gibi gitmemesi de var.

Salı günü Müzik dersinde sözlü yoklama vardı. İlk birkaç öğrencinin notu 2 ve 3 olunca ben de bir hayli telaşlandım ama neyse ki 9 aldım.

Yarın Sosyal Bilgiler dersinden yazılı var.’’ Nisan 1’’ şakası niyetine dersinden kaçmıştık. Bütün sınıfın olmasa bile bazılarımızın canını yakacak korkusu içindeyim.

Haydi hayırlısı deyip, etüdün sona erdiğini bildiren zille birlikte yatakhanelerimize gidiyoruz...

4 Şubat 2023 Cumartesi

İVRİZ'DE NİSAN 1 ŞAKASI

 1 Nisan 1961 Cumartesi, İvriz...

Bugün 1 Nisan, şaka günü...

Tarih derslerinde Hüseyin Seçmen'in açıklamalarına göre; tüm dünyada kutlanan ve 'şaka' günü olarak bilinen bu gün, Fransızlar tarafından ''Aptallar Günü'' olarak kabul edilirken, Müslümanlar tarafından ''Hile Günü'' olarak algılanmaktadır.

Tarihçesi çok iyi bilinmemekle birlikte ''Nisan 1 Şakası'' yine de kandırma, aldatma ya da Hile günü uygulamalarıyla ünlüdür.

''Ahmet, baban gelmiş. İdarede seni bekliyor.''

Dediğimiz arkadaşımız babasını arayıp bulamadan geri döndüğünde ''Nisan 1'' şakası yaptık diye paçayı kurtarıyorduk.

Bazı şakalar son derece olumsuz sonuçlar doğurabiliyordu.

1479'da Kastilya ve Aragon birleşerek İspanya Krallığı'nı oluşturdular. 1482'de İspanya, İber Yarımadası'ndaki son Müslüman siyasi otorite olan Granada merkezli devleti yıkmak üzere harekete geçtiler.

25 Kasım 1491'de Granada'nın sultanı Ebu Abdullah Muhammet ile İspanya Krallığı arasında teslim anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre Gırnata İspanya'ya teslim olup katılacak, sultan ve ailesi İber Yarımadası'ndan ayrılacaktı.

Bu anlaşmanın gereği olarak 2 Ocak 1492'de İspanyollar Granada'yı teslim aldılar. Fakat anlaşmaya uymayarak halka sert davrandılar ve döneminde dünyanın en büyük kütüphanesi olan Gırnata Kütüphanesi'ndeki tüm kitapları yaktılar.

Bir başka söylenceye göre de, kaleyi almanın zorluğunun bilincinde olan İspanya Krallığı ordusunun komutanı kaleyi düşürmek için 31 Mart gecesi kalenin önüne giderek bir elinde Kur an bir elinde İncil, kaledekilere seslenir.

Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız canınız bağışlanacaktır. Der.

Bunun üzerine gerekli görüşmeler sonrasında Müslümanlar canlarının kurtarılması karşılığında kaleyi teslim ederler. Ne var ki 1 Nisan sabahı, İspanya Krallık ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir.

Müslümanlar ''canımızı bağışlayacağınıza dair yemin etmiştiniz'' söylemi üzerine, kaleyi teslim alan komutanı "Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur" diye cevap verir.

Hikâyeye göre o gün bugündür, 1 Nisan Müslümanlar arasında Hile Günü olarak alınmaktadır. 

Fransızların, Aptallar Günü olarak kutlamasına gelince,

Roma İmparatoru Sezar M.Ö. 46 yılında takvimin başlangıcını Ocak ayı olarak ilan ettiyse de, 16. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa'da yeni yıl geleneksel olarak, bahar aylarının başlangıç tarihi olarak da kabul edilen Mart ayının 25'inde kutlandı.

Sezar'dan tam 1610 yıl sonra, 1564 yılında Fransa kralı IX. Charles, yıl başlangıcını Ocak ayının 1. gününe aldı. Charles'in bu kararı fazla yayılmadı. Duyanlar ise protesto amaçlı eski adetlerine devam ettiler. 1 Nisan'da partiler düzenlediler.

Charles taraftarları ise onları Nisan aptalları olarak nitelendirdiler. 1 Nisan'a "aptallar günü" adını verdiler. Bu günde herkese sürpriz hediyeler verdiler, gerçek olmayan haberler ürettiler.

Yıllar sonra ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar 1 Nisan gününü kültürlerinin bir parçası görerek devam ettirdiler.

Oradan da bütün dünyaya bir şaka günü olarak yayıldı.

İvriz 3/A sınıfı kime ve nasıl 1 Nisan şakası yapacaktı?

Öğretmeni rahatsız olduğu için ilk iki saatimiz boştu. 3/B sınıfı ziraate kaçmıştı. Biz de 3/B'nin matematik öğretmeni Kadir Beyi şakalamak için 3/B sınıfına gidip oturduk.

Sınıfa giren Kadir Bey hiç istifini bozmadan not defterini çıkardı ve ''42 sözlüye'' dedi. Oysa 42 numaralı öğrenci ziraatta idi. Kadir Bey, ''demek gelmiyorsun, sözlü notun 2'' Dedi. Ardından da ders anlatmaya başladı. Teneffüs zili çaldığında, alel acele sınıfımıza koştuk.

Üçüncü ve dördüncü saatlerde coğrafya dersimiz vardı. Kadir Beyin tutumundan ders almamış olacağız ki sınıfımızın çoğunluğu Torosların eteklerine gidelim kararına vardı. Bazı arkadaşlarımız bize katılmadı.

Çiçeklerin açtığı, kelebeklerin uçuştuğu bir yerde şaka gününü geçirmeye karar verdik. Koşanlar, birbirini kovalayanlar, ters perende atanlar derken sınıfta kalmış olanlar da bize katıldı.

Saat 12:30 civarında hem yorulmuş hem de karnımız acıkmıştı. Süklüm püklüm okula döndük.

Coğrafya öğretmenimiz Muzaffer Bey sınıfta bizi bekliyordu.

Hepimiz sıralarımıza oturduktan sonra ''göstereceğim ben size 1 Nisan şakası nasıl olurmuş? Bavullarınızla buradan ayrılırken arkanızdan bakacağım.'' deyince hepimizde şafak attı.

Bayrak merasiminden sonra disiplin kuruluna çağırılmayı beklerken, Muzaffer Beyin bizi şakaladığını öğrendik ama o zamana kadar da ecel terleri döktük...




3 Şubat 2023 Cuma

MART KAPIDAN BAKTIRIR ÇAPA KÜREK SAPI YAKTIRIR

 

31 Mart 1961 Cumartesi, İvriz…

Nöbetçi öğretmenin ranzaların demirlerine anahtarlarıyla vurarak oluşturduğu madeni seslerle gözlerimizi ovuşturarak kalktık.

Bahar geldi, yaza giriyoruz derken sanki bir kar tipisi uğultusu çınlıyordu kulaklarımda. Yarı buzlanmış camdan baktığımda ortalık bembeyaz bir yorganla örtülmüştü.

Kulaklarımı çınlatan tipi kar tanelerini savuruyor, bazı yerlerde spiraller oluşturarak uğulduyor ve cama vuruyordu. Hava sıcaklığı eksiye düşmüş ve oldukça soğuk bir ortam oluşmuştu.

Hızla giyinip, yataklarımızı da düzelttikten sonra karlara bata çıka ve tipinin olumsuz etkilerinden kurtulmaya çalışarak sabah etüdü için sınıfımıza gittik.

Bahar geldi diye soba yakılmamıştı. Sınıf gürültülüydü, soğuktu ve ders çalışma olanağı yoktu. Ders çalışmaktan vazgeçip, kitap okumayı denedim. Ama olmadı.

Birden 1951 yılı nisan ayının üçüncü haftasına götürdü hafızam beni. Bulgar asimilasyonundan kurtulmak için böyle bir kış gününde Bulgaristan’ın Karagözler Köyünden, üstü açık bir kamyon kasası içinde, Şumnu Tren Garı'na doğru yıla koyulmuştuk.

Zorlu bir yolculuktan sonra ulaştığımız tren garında da, koyunlar gibi birbirimize iyice yaklaşarak ısınmaya çalışmış, yaklaşık 8 saat sonra da bindiğimiz kara vagonlarla Türkiye’ye girmiştik ki, zil sesiyle kendime geldim.

Etüt bitmişti. Sabah kahvaltısı için hızla sınıftan çıktık. Sıcak bir çay hepimize iyi gelecekti. Geldi de.

Birinci ders başladığında tipi durmuş, gökyüzü açılmış ve güneş ışınları pencerelerden sınıfa girmeye başlamıştı. Nefeslerimizin yanı sıra güneş ışınları da sınıfımızı ısıtmaya yetmişti. Yetmişti yetmesine ama çatıdaki karlar erimeye başlamış ve her nasılsa kırılmış bazı kiremitlerin boşluklarından sınıfa sulu kar akmaya başlamıştı.

İkinci ders zili çaldığında sınıfımız ıslak ve soğuktu. Sağlıklı ders yapma olanağı bulunamadı. Öğleye kadar ortam ve durum idare edildi ve hafta tatiline girildi.

Öğle yemeği ve Bayrak Merasiminden sonra kırık kiremitler değiştirildi, sınıf sobası yakıldı ve ders çalışılacak duruma getirildi.



1 Şubat 2023 Çarşamba

İVRİZ'DE BUNALIMLI GÜNLER

 


27 Mart 1961 Pazartesi, İvriz…

Yemekten önceki akşam etüdündeyiz... Ortamda hafif bir gürültü var. Bazı arkadaşların sesli çalışma alışkanlığının yanı sıra bazı arkadaşlarımın da yanındaki arkadaşa sorduğu bazı sorulardan kaynaklanıyor.

Geçen haftanın ikinci yarısı sınavlar açısından oldukça yoğun geçti. Türkçe, Kompozisyon, Sosyal Bilgiler, Tarih ve Coğrafyadan yazılı olduk.

Kompozisyon yazılısından 8 aldım. En iyi not benim yine. Bayram tatili yaramadı gibi, sınıfça dökülüyoruz.

Kırılmış olan keman telinin yerine yenisini aldım. Keman çalışmalarım tekrar başladı. Bu hafta sonunda birinci metodu bitirebileceğim inşallah.

Mehmet Karaman’ın Resim derslerini çok sevmeme rağmen Müzik çalışmaları daha çok ilgimi çekiyor. Çekmek zorunda, çünkü İstanbul Çapa Müzik Semineri sınavını kazanmak zorundayım.

Bu arada akordeonda da Çapa Müzik semineri için seçtiğim Vivaldi'nin Dört Mevsim Konçertosu'nun İlkbahar bölümünü çalmayı denedim ve keyif aldım.

Giderek, parçanın notalarının tamamını neredeyse ezberlemeye başladım.

Çalan zil sesiyle birlikte etüt sona erdi. Akşam yemeği için hızla sınıftan çıktık…

İkinci etütteyiz. Yemekte verilen elma kurularının bir kısmını ceplerine koyarak sınıfa gelen bazı arkadaşlar, ceplerinden çıkardıklarını diğer arkadaşlarına fırlatıyor.

Bu durumdan hoşlanmayan arkadaşlarımız tepki gösterdikleri gibi sınıfımız da çöplüğe dönüyor. Düğer taraftan, tepki gösterenlere takılan lakaplar, anlayışsızlıklar sınıfta tam bir kaos ortamı yaratıyor.

Ne oldu bu sınıftaki arkadaşlarımıza diye düşünüyorum. Aşırı disiplin ve ardarda gelen sınavlardan bunalmış olmalıyız. Diye düşünsem de bu olumsuz oluşumda sınıfımıza sürgün gelen Sabri’nin de payı var.

Hani ‘’kaşarlanmış’’ diye bir deyim vardır ya... Tam da Sabri arkadaşımız için tanımlanmış gibi. Uyarıları ve disiplin konusunda söylenenleri üzerine alınmıyor.

Kargaşadan içim sıkılıyor, adeta bunalımdayım...

Sağlıklı ders çalışamadığım, zamanımın boşa harcandığı duygusuna kapıldığım zamanlar böyle olurum.

Bunalıma girmemde biraz da parasız kalmış olmamın da payı var.

Emin arkadaşımdan biraz borç almalıyım her sıkıştığımda olduğu gibi…

SINIF BAŞKANLIĞINI BIRAKIYORUM

22 Mart 1961 Çarşamba, İvriz…

Akşam etüdündeyiz. Oldukça sıkıntılıyım, canım sıkılıyor ve kendimi mutsuz hissediyorum. 

18 Mart Cumartesi günü Ramazan Bayramı başladı. Bayram süresince, zorunlu etüt olmadığından, sınıf tam bir karmaşa içerisindeydi. Çalışma saatlerinde sınıfı düzene sokacağım diye kendime verimli zaman ayıramaz oldum.

Keman ve piyano çalışmalarım aksadığı gibi ödevlerim konusunda da aksamalara neden oldu.

16 Mart Perşembe günü kemanımın tellerinden biri koptu, Kemal Beye de söyleyemedim. Zaten neredeyse 5 Mart’tan bu yana bana zaman ayıramadı. Ona da canım sıkılmıştı.

Sınıf başkanlığını bırakmalıyım. Diye düşünmeye başladım. Bırakırsam tüm enerjimi kendim için harcayabilirdim.

Diğer taraftan, Ailelerine gidemeyen diğer öğrenciler gibi ben de hüzünlendim. Her ne kadar İvriz ailemiz olduysa da bazen ana babamızın yanında olma isteği uyanıyor içimde.

Her şeye rağmen, 4 günlük bayram süresince keman ve piyano çalışarak zamanı değerlendirmeye çalıştım.

Pazartesi akşamı bayram sona erdi. Salı günü derslerin başlamasıyla birlikte Matematikten yazılı olduk. Pek başarılı olamadım sanıyorum. En kötü ihtimalle 6 ya da 7 alırım ama bu benim için başarısız bir sonuç olur.

Matematik yazılısında bu olumsuz sonuç başkanlık görevim üzerine tuz biber ekti. Son dersten sonra sınıf defterini idareye bırakmak üzere gittiğimde okul müdürüne uğrayarak durumumu anlattım.

Okul müdürümüzün de oluru ile, yaklaşık 3 yıldır sürdürdüğüm sınıf başkanlığından istifa ettim.

Kuş gibi hafiflemiş olarak idareden ayrıldım...


31 Ocak 2023 Salı

ÖMER CANBAZOĞLU İLE MATEMATİK DERSİNDE

 6 Mart 1961 Pazartesi, İvriz...

İvriz Öğretmen Okulu 3. sınıftayız. Yaklaşık 3 ay sonra Ortaokul bölümünü bitirmiş olup, Ortaokul diploması alacağız. Bu nedenle, bilgiyi ölçme ve aktarma yönünden önemli bir değerlendirme olan olduğundan, sözlü sınavlar  önem kazanıyor. 

Bugün ilk iki dersimiz, hayranlık ve  saygı duyduğum Matematik Öğretmenim Ömer Canbazoğlu'nun. Öğretmen zili çaldığı anda sınıfa girdi. 

Sınıfça ayakta karşıladığımız Canbazoğlu ''Günaydın çocuklar, oturun lütfen'' deyip, ders defterini imzaladı. Bir süre sınıfı gözden geçirdikten sonra not defterini çıkardı.

Bugün bilgilerinizi ve aktarma gücünüzü ölçmek istiyorum. ''Akıncı seninle başlayalım. Gel bakalım kara tahtaya'' dedi. Biraz heyecanlanmamla birlikte kendime güvenim tamdı.

Tahtanın önüne geçip elime aldığım tebeşirle ''sorunuzu bekliyorum öğretmenim.'' Dedim. Canbazoğlu, ''üç katından 10 fazlası 40 sayısına eşit ve küçük olan sayılar doğrusunu nasıl ifade edersin? Dedi.

Tahtaya 3x+10 ≤ 40 birinci dereceden eşitsizliğini yazalım öğretmenim. Eşitsizliğin her iki tarafından 10 tam sayısını çıkardığımda geriye kalan 30 sayısı 3x bilinmeyenin karşılığıdır. Bu durumda 3x=30 olup, bilinmeyen x'in karşılığı 10 tam sayısıdır.

Ancak, küçük eşit tanımlaması yapıldığına göre, kullanılacak sayı doğrusunda 10 tam sayısı ve 10 dan küçük olan bütün tam sayılar sorunun yanıtı olmalıdır. Bu durumda 10 tam sayısından geriye doğru 9,8,7,6,5,4,3,2,1 olmak üzere sorunuzun 10 yanıtı olmalıdır.

Ömer Canbazoğlu bir süre beni süzdükten sonra ''ben daha iyi anlatamazdım Akıncı. Sende yetenek görüyorum. Geleceğini benim konumumdan daha iyiye taşıyacağına inanıyorum. Otur, 10 tam numarayı hak ettin'' Dedi.

 ''Teşekkür ederim öğretmenim.'' Dedikten sonra, adeta kanatlanmış olarak yerime geçtim. Özgüvenim tavan yapmıştı...

VİVALDİ KEMAN KONÇERTOSU OLGUNLAŞIYOR


 5 Mart 1961 Pazar, İvriz...

Sabah kahvaltısından sonra Müzikhaneye geldim. Antoni Vivaldi'nin Dört Mevsim Konçertosu'nun İlkbahar bölümü notalarını, keman olmaksızın, sesli çalıştım.

Birkaç kez sesli çalıştıktan bir süre sonra kemanımda yay çekerek notaları çalışmaya başladım. Yaklaşık iki saat yay çektikten sonra piyano başına geçip tuşlara basmaya başladım.

Notaları ezberlemeliydim yapacağım tekrarlarla...

Öğle yemeği için ara verdim. Yemekten sonra bir süre açık havada dolaştım. Saat 14:00 sularında müzikhaneye geldim. Bir süre sonra Kemal Bey de geldi.

-Hadi bakalım Akıncı. Dünden beri neler yaptığını görelim.

-Oldukça iyi çalıştım öğretmenim.

-Göster bakalım Akıncı. Seni dinliyorum...

Kemanımın akordunu kontrol ettikten sonra yay çekmeye başladım. Kemal Bey hiç sesini çıkarmadan dinledi beni. Parçayı bitirip, kemanı indirdiğimde,

-Fena değil ama yeterli de değil. Yay çekmede pürüzlerin var. Çıkardığı sesler çok net olmalı. Daha çok çalışman gerekiyor.

Dedi. Kısa boylu, minyon yapılı, sarışın, açık kumral saçlı, sert mizaçlı, hemen hemen hiç gülmeyen bir insandı Kemal öğretmenim.

En ufak bir hatayı affetmez, hiç gözümüzün yaşına bakmazdı.

Solo keman parçamı dinledikten sonra ‘’Fena değil.’’ Demişti. Daha ne olsundu…

Daha çok çalışmaya karar vermiştim… 



TARSUS TURAN EMEKSİZ AĞAÇLAMA SAHASI

 


23 Ocak 1961 Pazartesi, Tarsus…

İvriz'in kazandırdığı alışkanlıklar nedeniyle, gün ışırken kendiliğimden uyandım. Doğrulup etrafıma bakındım. Bu kez şaşırmadım. Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'nda, ailemin yanındaydım.

Odamdan çıktığımda anam, günümüzde krep dedikleri, akıtmalardan yapıyordu. 'Hayırlı sabahlar anacığım.'' deyip ahşap evin içine göz attım. İki oda bir mutfaktan oluşuyordu.

Dikkatimi çeken diğer ayrıntıya gelince, Akıncı Ailesi'nde ilk kez yemek masası görmemdi. Yer sofrasından kurtulmuş  olmak beni mutlu etmişti.

''Kalktın mı Mehmet... Baban çevreyi kolaçan etmek için çıktı. Biraz sonra gelir, kahvaltı ederiz.'' Dedi.

Dışarı çıktım. Evin dışında artezyen kuyusu açılmış, akar su vardı. Elimi yüzümü yıkayıp, giyinmiştim ki babam da geldi. Kahvaltı sırasında okul ve başarılarım üzerinde konuştuk. Mutlu olmuştu, gözleri parlıyordu...

Kahvaltıdan sonra babam, orman muhafaza memuru olarak, sahayı dolaşmaya giderken ben de Berdan Nehri kıyısında yürüyerek Tarsus Plajı'na geçecek bir köprü aramaya başladım. 

Yürürken, istemsiz olarak zamanda geriye gittim...

*****

İvriz Öğretmen Okulu 20 Ocak Cuma günü birinci dönemi sonlandırmış ve yarıyıl tatiline girmişti. Her dönemde olduğu gibi bu dönem sonunda da karnemdeki bütün ders notlarım 10 üzerinden 10 olmuştu.

Çapa Müzik semineri hazırlıklarımı rahat yapabilmek için dönem boyunca müzikhane nöbetçisi olmuş, keman ve piyano çalışmalarımı da hızlandırmıştım.

Çalışmalarım oldukça verimli geçmiş ve Müzik Öğretmenim Kemal Çuhalılar’ın takdirini de kazanmıştım.

21 Ocak Cumartesi günü öğleden sonra bindiğim trenle, önce Ulukışla sonra da Adana Yenice istasyonlarında yaptığım aktarmalardan sonra, 22 Ocak Pazar günü öğleye doğru Tarsus’a ulaşmıştım.

Karabucak Okaliptüs orman Fidanlığı servis araçları Cleopatra kapısı civarında olurlardı. Belki saat 13,00 servisine yetişebilirim diye düşünmüştüm. Yetişmiştim de…

Geçen yaz mevsimlik işçi olarak çalışırken tanıdığım ve sevdiğim Mahmut Abi servis şoförü olarak gelmişti. Onu görünce dünyalar benim olmuştu. Okuyanlara büyük saygısı vardı Mahmut Abinin.

Sarmaş dolaş olduktan sonra babamı sormuştum.

Babamın, Tarsus’tan yaklaşık 18 km, Karabucak' tan 13 km uzaklıkta Berdan Çayı’nın denize döküldüğü yerde, kıyı boyunca bir şerit halinde uzanmakta olan bir kumulda, Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasında Koruma memuru olarak görevlendirildiğini söylemişti.

Bu habere çok sevinmiştim Sürekli maaş alacağı bir işi ve ailesine tahsis edilen bir konutu olmuştu.

Babamın devlet memuru olarak maaşlı bir işe başlaması ailemiz için dönüm noktasıydı. Öyleydi çünkü Bulgaristan’dan ayrıldığımız 1951 yılından bu yana geçen 10 yıllık sürede sürekli yer değiştirmiştik.

Yolcularını aldıktan sonra Karabucak Fidanlığı ’na gitmek üzere harekete geçen Mahmut Abi’ye Turan Emeksiz Ağaçlama sahasını nasıl ulaşacağımı sorduğumda, ‘’Sen telaşlanma, ağaçlama sahasına giden çok olur. Olmazsa da ben seni götürürüm.’’ Demişti.

Karabucak sakinlerini bıraktıktan sonra, Özel-Bahşiş ve Kulak Köyünden geçerek ağaçlama sahasına girmiştik.

Ağaçlama sahası baştanbaşa kumuldu...

Kumullar, içerisinde humus, kil gibi bağlayıcı maddeleri olmayan, taneleri çok küçük kum taneleriydi.

Çoğunlukla akarsularla denizlere ulaştırılan kumlar, dalgalarla sığ sahil şeritlerine taşınıyor, kuruyan kumlar da hâkim rüzgâr istikametinde içerlere doğru, sahil hattına paralel silsileler oluşturarak dalgalar halinde ilerliyordu.

Gerekli önlemler alınmadığında önlerine çıkan her şeyi istila edip, bölgeyi çöle çeviriyorlardı.

Berdan nehri ve kollarıyla Akdeniz’e ulaşan kumlar başta Kulak Köyü olmak üzere, kuzeyinde bulunan verimli tarım arazilerini istila ederek tarımsal üretimi kısıtladığı gibi yerleşim alanlarını da tehdit eder hale gelmişti.

Yöre köylerince mera olarak kullanılan hazine arazisinin Orman Genel Müdürlüğü’ne devredilmesiyle birlikte kumulda ağaçlandırma çalışmalarına başlanmıştı 1960 yılı başlarında.

Mahmut Abi’nin söylediğine göre kıyıya paralel olarak 12 500 metre uzanan kumulun eni de 1 500 metreydi. Yaklaşık dikdörtgen şeklinde olan ağaçlandırma sahası boyutları (400 m) x (400 m) boyutlarındaki parsellere bölünmüştü.

Doğru dürüst okuma yazması olmayan babama, Karabucak Ormanlarında görevli mühendisler ve yetkililerin yardımıyla bir ilkokul diploması alınmıştı.

Babam ağaçlama sahasında aralık ayı başında koruma memuru olarak görevlendirilmişti. Mahmut Abinin babam ve kumullarla ilgili olarak verdiği bilgileri dinlerken zaman geçmiş, Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'na giriş yapmıştık.

Ağaçlandırma sahasında yaklaşık 1300 metre güneye gittikten sonra Tarsus Berdan Nehri’nin kollarından biri karşımıza çıkmıştı. Tarsus plajına geçişi sağlayan bir köprüsü vardı.

Mahmut Abi kumul sahasında güney-doğuya yönelerek yaklaşık 500 metre daha gidince kumullar üzerine kurulmuş tamamıyla ahşap bir yapı göründü.

Biraz daha yaklaşınca elinde bir çapa ile evin etrafında çalışan babamı görmüştüm. O da arabayı görünce elindeki çapayı bırakıp, bize yaklaşmış, sonra da arabada beni görmüştü.

Araba sesini duyan anam da evin dışına çıkmıştı.

Ansızın gelişim anamla babama sürpriz olmuştu. Arabadan inmiş, önce babamın sonra da anamın ellerini öpmüştüm.

Babam Mahmut Abi’ye teşekkür etmiş ve soluklanması için altına sandalye vermişti. Vaktin varsa çay demleyelim dediyse de Mahmut Abi izin istemiş ve Karabucak Fidanlığına geri dönmüştü.

İçine kumlar dolmasın diye babama tahsis edilen ahşap ev kazıklar üzerine oturtulmuştu. Birkaç basamakla çıkılan verandadan içeri girdiğimde iki odaya açılan bir sofa ile karşılaşmıştım.

Veranda dâhil olmak üzere evin bütün zemini tahtayla kaplanmıştı. Zemindeki tahta aralıklarından hava ve zararlıların girişini engellemek için hasır ve çaput kilimler serilmişti.

Babam ağaç ve tahtalardan sedirler yapmış, içine otlar doldurdukları yastıkları da sedirlere yerleştirmişlerdi.

Boş olan odaya tahta bavulumu koymuştum. İki arada bir derede anam de çay demlemiş ve akıtma olarak adlandırdığımız hamur işi yapmıştı.

Acıkmıştım, iştahla yemiştim. Yerken de babama okulum ve notlarımla ilgili bilgiler vermiştim.

Babam ‘’yorgunsun dur, yat biraz. Benim dışarda yapacaklarım var.’’ Deyip, gitmişti. Anam bulaşıkları toplarken ben de odama çekilip, yatmıştım.

Bir önceki geceyi trende geçirmiş olmamın da etkisiyle anında kendimden geçmiş ve derin bir uykuya dalmıştım.

Birden kendimi İvriz’de keman çalarken bulmuştum. Bulmuştum çünkü aklım fikrim İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu Müzik Semineri sınavlarındaydı…

Rüyamda keman çaldığımın çok sonra farkına  varmıştım...





29 Ocak 2023 Pazar

ANTONY VİVALDİ KEMAN KONÇERTOSU

 

27 Kasım 1960 Pazar, İvriz...

İstanbul İlköğretmen Okulu Müzik Semineri hazırlık öğrencisi olarak seçildiğim 3 Kasım'dan bu yana her gün ortalama bir birbuçuk saat keman çalıştım.

İstediğim saatlerde keman ve piyanoya ulaşabilmek için de, süresiz Müzikhane nöbetçisi oldum.

Süresiz nöbetçi olduğum Müzik Evinin girişinde, tam karşısındaki odada keman, mandolin, akordeon gibi bilinen ve akla gelen bütün enstrümanlar, metotlar ve nota sehpaları bulunuyor.

Soldaki kapıdan kare biçiminde büyükçe bir salona girince, sol tarafında ilk göze çarpan dönerli nota tahtası ve notaları rahat görelim diye yanındaki piyano.. Akif ile benim gözbebeğimiz olan piyanoyu özel korumaya aldık.

Salonun sağ duvarı boyunca küçük bireysel keman ve mandolin çalışma odaları sıralanmış. Yüzü hiç gülmeyen Kemal Çuhalılar'ın idealist ve insancıl yanını zamanla öğrendik. Başarılı öğrencileri “notalarınızı ve kemanlarınızı alın; gidin, çalışın, ben birazdan geleceğim yanınıza” diye gönderdiği küçük odalar.

Dün Bayrak Merasiminden sonra Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar yanıma gelerek, ''yarın keman çalışmalarının sonuçlarını görmek istiyorum.'' Dedi.

Piyano ve keman çalışmalarımın yanı sıra Kulak eğitimi, solfej çalışmaları nota aralıkları, akorları, dereceleri duyarak tanıma; Temel müzik teorisi, armonik ve melodik analiz, akor yürüyüşleri, akor-gam ilişkileri konularında çalışmalar yapmıştım.

Bugün de sabah kahvaltısından sonra geldiğim Müzikhanede yaklaşık 3 saat keman çaldıktan sonra 2 saat de piyano çalıştım.

Ana enstrüman olarak kemanı seçmiştim. Sınav için klasik müzik dünyasından solo keman müziği bulmalıydım, bulmalıydık. Müzik öğretmenimiz Kemal Çuhalılar’ın öneri ve desteğine ihtiyacım vardı.

Öğleden sonra, saat 15:30'da gelen Kemal Öğretmenim önce keman ve piyano çalışmalarımı denetledi. Beğenmişti. Ara verdiğimizde,

-Sana bir solo keman konçertosu bulalım. Bulalım ama önce ''konçerto'' nedir? Sorusunu da bilelim, bilmiyorsak öğrenelim.

-Yeterince bilgim yok öğretmenim. Anlatabilir misiniz?

-Elbette...Konçerto, sanatçının ya da sanatçı olmak isteyen birinin, bir ya da birkaç müzik çalgısıyla ustalığını ve müzikteki yeteneklerini dinleyiciye sunmak amacıyla icra edilen müzik parçasının genel adıdır.

Yarışmak, rekabet etmek‟ anlamlarına gelen Latincedeki ‘’concertare‟ sözcüğünden gelmektedir.

-Anladım Öğretmenim. Ben de sınavlarda yarışacağıma göre, bana uygun bir solo keman konçertosu üzerinde çalışmalıyım. Öneriniz nedir?

-İtalyan besteci Antoni Vivaldi; müzik tarihinde en çok konçertoları, özellikle de solo konçertolarıyla tanınan ünlü bir sanatçıdır. Bestelediği beş yüzden fazla konçerto arasında 1723’te bestelediği “Dört Mevsim-Four Seasons” adlı eserinin solo keman ve yaylı çalgılar için çok özel bir yeri bulunmaktadır.

Eser İlkbahar, Yaz, Sonbahar ve Kış başlıklı dört bölümden oluşmaktadır. Senin için, eserin İlkbahar bölümünün girişinden bir seçim yapalım.

-Teşekkür ederim öğretmenim. Kitaplığımızda notalarını görmüştüm. Bugünden itibaren çalışmaya başlamamın yanı sıra Antoni Vivaldi hakkında da bilgi edinmeliyim.

-Tamam Akıncı. Yarın son dersten sonra gelip seni dinleyeceğim.

Deyip ayrıldı...

Dört Mevsim Konçertosu'nun ilkbahar bölümü notalarını bulup, yaklaşık bir saat çalıştıktan sonra okul kütüphanesinden de Antoni Vivaldi ve parçanın ilkbahar bölümü hakkında da bilgi topladım.

Klasik müzik denilince bestecisi ve ismi en iyi bilinen parçalardan biriydi Four Seasons.  

Vivaldi eserinde mevsimlere özgü olayları, örneğin rüzgârın uğultusunu, yağmurun sesini, kuru yaprakların düşüşünü ve kuşların ötüşünü müzikle adeta resimlemişti. 

Bu nedenle Dört Mevsim ünlü İtalyan ressam Botiçelli'nin tablolarındaki renklerin müziğe yansıması olarak yorumlanmaktaydı.

İlkbahar'ın birinci  bölümünde, kemanlardan kuş sesleri yükselirken, bir derenin şırıltısı, meltem esintisi ve rüzgârın sesi de duyulur. Bu tempolu ve coşkulu açılış teması ruhları okşamak içindi.

Açılışın ikinci bölümdeki solo keman, uyuyan bir keçi çobanını, viyola kısmı da heyecanlı bir köpeğin havlamasını temsil ediyordu. Üçüncü bölümde ise sakin bir pastoral dans çalınıyordu.

Ben tempolu ve coşkun açılış teması olan birinci bölümü çalışacaktım.

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...