8 Ağustos 2023 Salı

AYVAZ GÖKDEMİR İLE TANIŞIYORUZ

23 Şubat 1964 Pazar, 2. akşam etüdü...

Maltepe Demirtepe'deki geçici binamızda, akşam ikinci etüdündeyiz. Yarınki derslerin ödevleri bitirilmiş, sınıfta hafif seslerle koyu bir muhabbet başlamıştı.

Derken kapı açıldı. Uzun boylu sayılabilecek, oldukça yakışıklı, güler yüzlü ve güven duygusu veren biri girdi sınıfımıza.

Şaşkın bakışlarla kendisine bakan bizleri bir süre süzdükten sonra,

''Ben ağabeylerinizden biri, Ayvaz Gökdemir. Siz kardeşlerimle tanışmak ve herhangi bir isteğiniz, ihtiyacınız var mı? Diye sormaya geldim.

Ankara Üniversitesi Dil ve Coğrafya Fakültesi öğrencisiyim. Hazırlık liselerinin tedrisatından geçmiş biri olarak, yardımcı olabilir miyim diye geldim.

Biliyorsunuz, bu millet bizi bağrına bastı. Önce Yatılı Öğretmen Okullarında, şimdi Ankara Yüksek Öğretmen Okulu'nda eğitim ve öğrenim görmemiz için her türlü fedakarlığı yapıyor, yapmayı da sürdürecek.

Bizler de bunun karşılığını, öncelikle, sınıflarımızda başarılı öğrenciler olarak ödeyeceğiz. Sonra da kazandığımız fakültelerde, başarılı olmanın yanı sıra, birer Milliyetçi olarak mezun olacağız.''

Ayvaz Gökdemir'in güçlü bir hitabet gücü vardı. İlk 5 dakikada sınıfımızı avucu içine almış, soluksuz kendisini dinlememizi sağlamıştı.

Konuşmasına bir süre ara verdikten sonra,

''Biraz da Milliyet ve Milliyetçilik kavramı üzerinde durmak istiyorum.''

Diyerek konuşmasını sürdürdü.

''Ziya Gökalp Milleti; dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan bir topluluk” olarak görmektedir.

Zaten Türk köylüsü de Milleti, “dili dilime, dini dinime uyan” biçimde tanımlamaktadır.

Ben de milliyetçiliği, sosyolojik ve psikolojik bir olgu olarak kabul ediyorum.

Milliyetçilik, kökü insan ruhunun derinliklerine ulaşan, insana sağlıklı bir kişilik ve emin bir kimlik kazandıran psikolojik ve sosyal bir gerekliliktir.”

Doğaldır ki, insan psikolojisinin ve topluluk yaşamının sadece doğal bir sonucu değil, aynı zamanda bir ”gerekliliktir”tir milliyetçilik.

Herhangi bir nedenle milliyetçiliği reddedenler,

“…bunalımda olanlardır. Kişinin bir topluma aidiyet hissinde görülen belirsizlik, kültür karışıklığı demek olan kozmopolitliktir ve bu bir psiko-sosyal hastalıktır.”

Kişinin milliyet duygusundan uzaklaştırılması, millî kültürlerin bozulması ve yozlaştırılması, insan doğasının bir bakıma tahribidir.

Millet, milliyet ve millî kültür aleyhtarı tutum ve davranışlar, ya bir suikastın, yahut da patolojik bir hâlin ifadesidir.”

Ayvaz Gökdemir'e göre, Milli Duygu ya da Milliyet Duygusu yeterli değildir. Milliyetçilikte, kişinin yeni bilgiler edinmesini ve deneyimlerinden ders çıkarmasını sağlayan  bir “şuura” sahip olması gerekir.

Milliyetçilik; aslını, neslini, cinsini, cibilliyetini bilmektir. Fert ve toplum olarak bir şahsiyet ve izzetinefis sahibi olmaktır.

Başka bir deyişle, hangi milletten olduğunu bilmek, milletini sevmek ve onun amaçlarını gerçekleştirmektir.

Sadece ülkemi ve milletimi seviyorum demek yetmez. Milletimizin iç ve dış tehlikelerden korunması ve gelişmesi için çalışmak, çalışmak ve yeni bilgiler edinilmesi gerekir.

Demişti ki etüd bitiş zili çaldı.

Bir başka akşam devam etmek üzere, iyi geceler kardeşlerim...Unutmadan söyleyeyim. Herhangibir sıkıntılı durumunuzda bana ve arkadaşlarıma çekinmeden ulaşabilirsiniz.

Dedi ve gitti. 

Ardından bir süre baktıktan sonra, zamanda geriye, 1951 yılına gittim. Bulgar Asimilasyonundan kurtulmanın yanı sıra milliyetimizi ve dinimizi kurtarmak amacıyla, bedelsiz olarak, bütün mal varlığımızı bırakarak Türkiye'ye göçmüştük.

Sevmiştim Ayvaz Gökdemir'i. Duygularıma tercüman olmuştu. Sonraki buluşmayı heyecanla beklemeliydim...

6 Ağustos 2023 Pazar

AYÖO HAZIRLIK LİSESİ 2. DÖNEM



10 Şubat 1964 Pazartesi, Atatürk Lisesi...

Ankara Yüksek Öğrtemen Okulu Hazırlık Lisesi 2. dönem eğitim ve öğretimi bugün bayrak merasiminden sonra resmen başladı.

İlk dersimiz, aynı zamanda okul müdürümüz, Mustafa Sarıcalı'nın astronomi dersiydi. ''Birinci dönem karnesinde zayıfı olanlar parmak kaldırsın'' deyince, benimle birlikte, neredeyse bir düzine arkadaşım parmak kaldırdı.

Bir süre parmak kaldıranlara baktıktan sonra ''birinci dönem ilk derste sizleri uyarmıştım. Her neyse olan olmuş. Neden böyle oldu? Diye üzüleceğinize, sonucu kabul ederseniz sorun ortadan kalkar. Çözüm arayışı devreye girer ki, disiplinli ve çok çalışarak durumunuzu düzeltebilirsiniz.''

Haklıydı...Dövünmenin yararı yoktu. Geçmişimde olduğu gibi, her zaman, en kötü olaylardan en iyi sonuçları çıkarmasını bilen birisi olarak yola koyulmalıydım. Koyuldum da...

İlk günün rehaveti öğretmenlerimizde de vardı. Derslerden çok, karne sonuçları üzerinde konuşuldu. Başarısız olur da liseyi bitiremezsek, geldiğimiz okullara geri gönderilme olasılıkları üzerinde duruldu. Mutlaka başarmamız öğütlendi ve ilk gün tamamlandı.

İkinci akşam etüdündeyiz. İkinci yarıyılın ilk haftası olması nedeniyle ödev veren olmadı. Yine de, birinci etüdte zayıf aldığım cebir geometri derslerimi gözden geçirdim.

Eğitim ve öğretim için kiralanmış olan Maltepe Demirtepe'deki dersliklerin 2. katında, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'nın parlak ışıklarına baktım bir süre. Bulvar ve kaldırımlarında kar yoktu.

Başımı caddeden ayırıp sınıfa yönelttiğimde arkadaşlarımdan bazılarının şubat tatili anılarına gömüldüklerini gördüm. Yaşar Samyeli de Ali Koçyiğit ile sohbeti koyulaştırmıştı.

Anı defterimi açarak şubat tatili izlenimlerimi yazmaya başladım.

*****

Birinci dönem Cebir ve Geometri'den başarısız olunca, önce afalladım sonra da kendimi toparlayarak, şubat tatilinde eksikliklerimi tamalayabilirim diye düşündüm.

Okulda kalırsam dikkatimi dağıtabilecek olay ve davranışlarla karşılaşabilirim diye, ailemin yanına, Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'na gitme kararı aldım.

27 Ocak 1964 Pazartesi günü trenle, önce Konya'ya sonra da Ulukışla üzerinden Tarsus'a geçtim. 24 saatlik bir yolculuktan sonra ailemin yanındaydım.

Orman Muhafaza Memuru olarak babama tahsis edilen evin, mutfağının yanı sıra iki odası da vardı. Odalardan birini çalışma alanı haline getirdim.

Her ne kadar, aileme 2 dersten zayıf aldım demediysem de, liseyi bitirebilmem için birinci dönem konularını bir kez daha gözden geçirmem gerektiğini anlattım.

Kaldığım iki haftalık süre içinde babam benden herhangi bir iş ve yardım istemedi. Anam da etrafımda pervane gibi dolanarak, başta çay servisi olmak üzere, her türlü ihtiyacımı karşıladı.

Tarsus'tan, ikinci döneme hazır olarak geldim...

Diye yazmıştım ki etüd bitiş zili çaldı. Yaşar Samyeli de başıma dikilmiş, ''kapat şu defterini artık, yatakhanelere gitme zamanıdır.'' Demeteydi...

5 Ağustos 2023 Cumartesi

CEBİR VE GEOMETRİDE BAŞARISIZ OLDUM

26 Ocak 1964 Pazar, Ankara...

Dün, karnelerimizi alarak, yarıyıl tatiline girdik. Girdik girmesine de, öğrencilik hayatım boyunca ilk kez karnemde iki zayıfım vardı. Cebir ve geometri derslerinin ikisi de 10 üzerinde 4 idi.

16 Eylül'de, daha ilk derste, okul müdürü ve astronomi öğretmenimiz Mustafa Sarıcalı'nın dedikleri çınladı kulaklarımda.

''Ülkemizin değişik Öğretmen Okullarından seçilerek buraya gönderildiniz. Bir başka deyişle, ülkenin en başarılı ve zeki öğrencileri sınıfına giriyorsunuz. Ne var ki öğretmen okullarının ders müfredatı ile liselerin müfredat proğramları oldukça farklıdır.

Öğretmen Okullarında temel kültür ve fen derslerinin yanı sıra Köy Enstitüleri çiftliklerinde de oldukça zaman harcıyordunuz. Bu nedenle, hazırluk sınıflarımızdaki Fen Dersleri sizleri zorlayacaktır.''

Demişti. Sözlerini çok ciddiye almamış olmalıyım ki, hazırlık lisesine gelinceye kadar sınıf birinciliğini kimseye kaptırmadığım için, kendime fazla güvenmiştim.

Üstelik, ilk haftalarda İstanbul'daki öğrencim Ülkü'ye mektupla ders vermeye çalışmıştım. Yanlış yapmıştım.

Dünkü üzüntü dalgasını bugün atlatmış durumdayım. Durumu kabullendim. Çözüm arayışına girdim.

Neden diğer derslerden değil de cebir ve geometri'den başarısız olmuştum. Cebir ve geometri arasındaki sıkı bağlantı nedir? Sorusuna yanıt aradım önce.

Gördüm ki cebir ile geometri adeta ikiz kardeşlerdi. Biri olmadan diğeri olmuyordu. Üstelik, matematiğin temellerini oluşturan bu iki dersin, insanlık tarihinin ilk dönemindeki, nihai amacı içinde yaşadığımız evreni anlamaktı.

Gözle görülen evren de büyük ölçüde geometriyle anlaşılabilir demekteydi bu konuda yetkin olanlar.

Öklid geometrisi ''önemlidir, olmazsa olmazlardan biridir'' Ama tüm geometriyi anlamaya yeterli değildir. Öklid geometrisinden ötesini kavramak için analiz gerekir.

Analiz ise uzaklıklar, yani sayılarla yapılır. Sayılarda da toplama, çıkarma, çarpma, bölme gibi işlemler vardır. Cebirin başlangıcı da bu işlemlerdir. Cebir sayılarla başlar, ama sayılarla bitmez.

Cebirin varoluş nedeni geometriye yardımcı olmaktır. Geometri problemlerini fazla düşünmeden, bir algoritma kullanarak çözmeyi amaçlar.

Gerçekten de sayılarla yapılan işlemlerin, çoğu kez, pek anlamlı oldukları söylenemez.

Örneğin, iki sayıyı çarparken ya da bir sayıyı bir başka sayıya bölerken kendimizi alışkanlıklarımıza bırakırız. Yaptığımızın bir anlamı olup olmadığını, yazdıklarımızın hangi gerçekle örtüştüğünü pek düşünmeyiz.

Cebirin nesneleri olan polinomlar ve matrislerle çalışırken de anlam peşinden koşmayız.

Geometri daha anlamlıdır, geometri sezgilerimize seslenir çünkü. Oysa cebir anlamsızdır, algoritmiktir, hesap kitap, kalem kağıt işidir.

Bu yüzden geometrik kavramları resmetmek cebirsel kavramları resmetmekten daha kolaydır.

Geometri kitaplarında bol bol şekil, şema, resim vardır, ama cebir kitaplarında bunlardan pek eser yoktur.

Cebirle geometri arasında bir seçim yaparken geometriyi yeğlemek gerekir.

Yine de Cebir, matematik öğrenimi için, anahtar kavram olarak kabul edilmektedir.

Cebir dersleri, öğrencilerin problem çözme ve mantık yürütme becerilerini geliştirebilir. Bunlar da günlük yaşantımızda oldukça önemli becerilerdir.

Özetle cebir mantığın temeli, mantık da bütün bilimlerin temelidir.

Mantık yürütme, zeka gücü ve pratik düşünme yeteneği gerektiren geometri çoğu öğrencinin zorlandığı derslerden biridir.

Üçgenlerle, daire ve prizmalarla öğrencilerin sıkça başını ağrıtan geometrinin ortaya çıkışı, insanoğlunun yaşadığı yeri ölçerek, onu tanımak ve ona hükmetmek isteme içgüdüsü sayesindedir.

Platon'un Akademisi'nin girişindeki meşhur yazıyı, geometri okuyan herkes bilir.

''Geometri bilmeyen giremez.''

Platon, lise düzeyinde görülen geometriden bahsediyor gibi olsa da, aslında davet ettiği insanlarda aradığı şey biraz daha derindir.

Demek istediği, daha çok, “matematiksel olanı kavramamış olan giremez” anlamındaydı.

Demek oluyordu ki, ben de matematiksel olanı kavrayamamıştım.

Şimdi anlıyorum başarısızlığımın nedenini. Öyle ki, geriye dönünce, üstel sayılarla logaritmik sayılar arasındaki sıkı bağlantıyı bile tam anlamamıştım.

Sorunumu anladığıma göre, ikinci yarı yılda çözebirim diye, rahatladım. Hiç vakit kaybetmeden, birinci dönem konularını gözden geçirmeye karar verdim...


4 Ağustos 2023 Cuma

HAZIRLIK SINIFLARI KÖŞK GAZİNOSU KARŞISINDA


8 Aralık 1963 Pazar, Ankara...

Kızılay'dan Tandoğan Meydanı'na uzanan Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'nın sağ tarafında, Demirtepe'deki havagazı fabrikasına komşu 4 katlı yapı hazırlık sınıflarının yeni yerleşkesi.

Yeni yerleşke binamız Polis Bakım ve Yardım Sandığı'ndan kiralanmış. Hazırlık lisesi sınıfları yaklaşık 2 hafta önce eğitim, öğretim ve etütler için Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'ndaki bu 4 katlı binaya taşındı. Yemekhane ve yatakhaneler yine Atatürk Lisesi yerleşkesinde bulunuyor.

4 katlı binanın 2. katındaki sınıfımızda 2. akşam etüdündeyiz. Pencereden dışarı bakıyorum. Gazi Mustafa Kemal Bulvarı ışıl ışıl...

Bulvardaki ışıltının ana nedeni, bulvarın karşı tarafında, biraz sağda bulunan ünlü Köşk Gazinosu ışıklarıyla bulvar kaldırımlarındaki rüzgarın etkisiyle oynaşan kar taneleri. 

Ankara'nın gece alemi denilince ilk akla gelen yer Köşk Gazinosuydu. Reklam broşürlerinden, 1960 yılından bu yana, dönemin ünlü sanatçılarını bünyesinde bulundurduğunu öğrenmiştim. 

Bazı akşamlar uzun kuyruklar oluşuyor ünlü sanatçıları dinleyebilmek için.

Gözlerimi pencereden ayırıp, sınıfa çeviriyorum. Bazı arkadaşlar alçak seslerle problemleri tartışırken bazı arkadaşlarım da kitap okuyorlar.

İlk etüdde ödevlerimi bitirmiş olarak anı defterimi açıyor, zamanda geriye, 14 Eylül Cumartesi gününe gidiyor ve yazmaya başlıyorum.

*****

Elimdeki tahta bavulla, 14 Eylül Cumartesi günü, Sezenler Sokağı'ndan girmiştim Atatürk Lisesi'nin bahçesine. Ardından gelen bir saatlik sürede Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi Fen B sınıfı öğrencisi olmuştum.

Hazırlık Lisesi öğrencisi olalı yaklaşık 4 ay geçmiş. Oldukça zorlandığım Lise Fen programında zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmamıştım.

Hafta sonlarında, banyo sorunlarımız yoksa, bütün zamanlarımız okulda ders çalışmakla geçiyor. İçimizde en çok çalışan, bazı arkadaşlarımın deyimiyle inekleyen, Mazlum Sevinç arkadaşımızdı.

Cebir ve Geometri kitaplarındaki soruları çözerken, sorulardan birini okurken mırıldanan biri olursa ''falan sayfada, falan numaralı soru, cevabı da şöyle...'' diye konuşmaya başlardı.

Birinci dönemin bitmesine yaklaşık bir ay kaldı. Cebir -Geometri derslerini bir türlü toparlayamadım. Diğer derslerde not ortalamam 10 üzerinden 8 civarında ama Cebir-Geometri oldukça canımı sıkıyor.

Hazırlık Lisesine gelinceye kadar geçen yılların hemen hepsinde not ortalaması 10 ve sınıf birincisi olan Mehmet Akıncı burada aynı başarıyı tutturamadı.

Kendime fazla güvenmiş olmalıydım. Hata yapmıştım. Toparlamam gerekiyordu.

Anı defterime içimi dökmüş ve biraz da olsun rahatlamış olarak defterimi kapattım. Zaten etüt bitiş zili de çalmak üzereydi...




3 Ağustos 2023 Perşembe

AYÖO HAZIRLIK LİSESİ ANITKABİR'DE


10 Kasım 1963 Pazar, Ankara...

Bugün 10 Kasım...

Her 10 Kasım'da olduğu gibi bu yıl da, 1938'de ebediyete intikal eden Ulu Önderimiz Atatürk'ü anma ve anlama günü.

Her yıl, saat 09.05'te sirenlerin çalmaya başlamasıyla birlikte, nerede ve nasıl olursak olalım, Ulusça saygı duruşuna geçtik sirenlerin çaldığı süre boyunca.

10 Kasım Atatürk’ü anma günü etkinlikleri çerçevesinde, saat 08.30'da, Atatürk Lisesi tören alanında toplandık. Saat 09.05'te sirenlerin çalmaya başlamasıyla birlikte saygı duruşu başladı.

Ardından okul müdürümüz Mustafa Sarıcalı'nın kısa ve öz konuşmasıyla; Uluslaşmamızı sağlayan girişimler, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin kuruluşu, İlke ve Devrimleri hakkında bilgi edindik. ‘’Anıtkabir’’e, serbestçe gidilme kararı alındı.

Can arkadaşlarım Yaşar Samyeli ve Ali Koçyiğit ile Anıtkabir’e giderken, Atatürk’ü anma ve anlama konusunda koyu bir sohbete başladık.

Kurtuluş Savaşı’na nasıl geldik, nasıl ve hangi koşullarda savaştık, kimler tarafından destek gördük, kimler tarafından ihanete uğradık?

Gibi sorulara yanıt aramanın yanı sıra Cumhuriyeti ve Yeni bir Devleti nasıl kurduk?

Sorularına da yanıt aramalıydık.

Konuk olduğumuz Ankara Atatürk Lisesi'nin tarihçesini araştırır ve yazarken bir hayli bilgilenmiştim. Farkına varmıştım ki Atatürk’ü anlamak;

”Muasır Medeniyet”

Olarak tanımladığı kavramın içeriğine baktığımızda; bilim, teknolojide ileri gitmek, özgürlükleri vazgeçilmez olarak algılamak, savaşlar yerine barışın egemen olduğu bir dünyada katma değeri büyük üretimler yapmaktan geçmekteydi.

***** 

Anıtkabir’e Akdeniz Caddesi ve Tandoğan’dan olmak üzere, iki kapıdan giriliyordu. Törensel girişler Tandoğan kapısından gerçekleşiyordu. Biz de törensel girişin yapıldığı Tandoğan Kapısını tercih ettik.

Barış Parkı içerisinde uzanan yoldan, yüksekliği 4 metre olan Aslanlı Yola, 14 ve 12 basamak şeklinde, aralarındaki bir sahanlıkla iki bölüme ayrılmış olan 26 basamaklı bir merdivenlerden çıktık.

26 sayısı, sembolik olarak, 26 Ağustos’taki Büyük Taarruza ithaf edilmişti. Merdivenlerden sonraki 5 basamak ise 26 Ağustostan 5 gün sonra Yunan ordusunun bozguna uğradığını simgeliyordu.

Merdiven yüksekliği 4 metre ile 26 basamak sayısını çarptığımızda 104 sayısı karşımıza çıkmaktaydı ki, 104 sayısı Maya takviminde sıkça geçen bir sayı olup, bir asrı ifade etmekteydi. Atatürk dünyada yeni bir asrın başlangıcını yapmıştı.

Merdivenin hemen başında karşılıklı olarak “İstiklâl” ve “Hürriyet” kuleleri yer alıyordu. Kulenin önünde üç erkekten oluşan ‘Erkek Heykel Grubu’ bulunmaktaydı.

Sağdaki erkek, başında miğferi ve kalın kaputu ile Türk askerini, elinde kitabı ile yanındaki Türk gençliğini ve aydın insanını, biraz gerisindeki ise yerel kıyafeti ile Türk köylüsünü temsil etmekteydi.

Heykellerin yüzünde derin acı ile Türk Milleti’nin kendine özgü ağırbaşlılığı ve yüksek irade gücü dile getirilmişti. Heykel grubu Hüseyin Özkan’ın eseriydi.

Anıtkabir yapı topluluğu içinde, simetri gözetilerek yerleştirilmiş olan, on adet kule vardı. Bu kulelere Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşumunda büyük etkileri olan yüce kavramları temsil eden isimler verilmişti.

262 metre uzunluğundaki Aslanlı Yolda; 12 sağda, 12 de solda olmak üzere toplam 24 aslan heykeli vardı ki, bu 24 heykel 24 Oğuz boyunu temsil etmekteydi.

Aslanlı Yoldaki aslanlar arasındaki mesafe 28.60 metre olup, bu bölümün alanı ise 366 metrekareydi. Bu sayı da güneş takviminde yaşadığımız dört yılda meydana gelen bir artık yıl olan sayı oluyordu.

Mahşeri bir kalabalıkla birlikte yürüdüğümüz Aslanlı Yol bitiminde karşımıza Tören Meydanı çıktı.

Tören Alanı  15 000 kişi alabilecek kapasiteye sahipti. Zemini; kırmızı, sarı, beyaz ve siyah renkte traverten taşlardan oluşan 373 adet halı ve kilim deseniyle bezenmişti.

Aslanlı yolun bitiminde, sağda Mehmetçik Kulesi yer almaktaydı. Kulenin dış yüzeyinde yer alan kabartmada, cepheye gitmekte olan Mehmetçik’in evinden ayrılışı betimlenmektedir.

Bu kompozisyonda, elini asker oğlunun omzuna atmış ve onu vatan için savaşa gönderen hüzünlü fakat gururlu anne görülmektedir. Kuledeki kabartma Zühtü Müridoğlu’nun eseriydi.

Aslanlı yolun bitiminde, sol tarafta Müdafaa-i Hukuk Kulesi yer alıyordu. Kulenin dış yüzeyinde yer alan kabartmada, Kurtuluş Savaşı’nda ulusal birliğin temeli olan Müdafaa-i Hukuk dile getirilmekteydi.

Dış yüzeydeki kabartmada, ellerinden birinde kılıç tutarken diğerini ileri uzatarak, sınırımızı geçmeye çalışan düşmana ‘’Dur’’ diyen bir erkek betimlenmiştir.

İleri uzatılan elin altındaki Ulu Ağaç Türkiye’yi, O’nu koruyan erkek figürü ise kurtuluş amacıyla birleşmiş olan milleti temsil etmektedir. Kabartma Nusret Suman’a aittir. Kulenin içinde Anıtkabir ve Atatürk ile ilgili kitaplar ve hediyelik eşyalar satılmaktadır.

İğne atsan yere düşmez deyimimin geçerli olduğu Tören Alanını kucaklayan Mozele, Atatürk sevdalılarının hücumuna uğramıştı adeta. İnsanlar bir an önce vefa duyguları ve saygılarını sunmak istiyorlardı.

Merdivenlerden sonra karşımıza çıkan Mozole 72x52x17 metre boyutlarında olup, uzunca dikdörtgen bir plan üzerine kurulmuştu. Ön ve arka 8, yan cepheler ise 14,40 metre yüksekliğindeki kolonlarla çevrelenmişti.

TBMM Genel kurul binasının Mozoleye uzaklığı 1920 metre olup, 1920 aynı zamanda TBMM’nin kuruluş tarihiydi. Mozolenin konumu mükemmel seçilmişti.

Anıtkabir inşaatının temel atma töreni 1944 yılında yapılmıştı. Bu nedenle mozolenin büyük sütunlarının yüksekliği 19,44 metre olarak belirlenmişti.

Atatürk’ün boyu 1.73 metre olup, bu sayı 19,44 ile çarpıldığında bize 33 metre yükseklikte olan bayrak direğinin yüksekliğini vermekteydi.

Amerika’da yaşayan Türk asıllı, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan Nazmi Cemal tarafından, kendi bayrak direği fabrikasında üretilerek, 1946 yılında Anıt Kabir’e hediye edilmişti.

Avrupa’daki tek parça bayrak direklerinin en yüksek olanı olup, direğin 4 metresi kaidenin altında kalmıştı. Bayrak direğinde yer alan kabartmadaki; Meşale Türk Medeniyetini, Kılıç taarruz gücünü, Miğfer savunma gücünü, Meşe dalı Zaferi, Zeytin dalı ise Barışı simgelemekteydi. Kabartma Kenan Yontuç’un eseriydi. 

Bayrak direğinin yükseltisini Atatürk’ün boyunun yüksekliğine böldüğümüzde 19,38 sayısı çıkmaktaydı ki bu sayı Atatürk’ün ölüm tarihi olan 1938’i göstermekteydi.

Tören alanında mozoleye 42 basamaklı merdivenden çıkılmaktaydı Atatürk 42 yaşında Cumhuriyeti ilan etmişti. 42 sayısını bir Maya asrı olan 104 ile çarptığımızda tören meydanındaki 373 kilim desenli alanın ölçüsü olan 4368 sayısını vermekteydi.

Anıtkabir’de Orhun abidelerinin izlerini de görmek mümkündü. Anıtkabir’in dış cephesinde Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Onuncu Yıl Nutku’nun bulunması Orhun yazıtlarından esinlenildiğini göstermekteydi.

Şeref salonu yer döşemelerinde, tavan ve iç kolon süslemelerinde çok sayıda ok, yay, yaba, koçbaşı, koçboynuzu, bukağı, bereket ve kurtağzı motifleri Hun ve Göktürk kurganlarındaki motiflerin aynısıydı.

Mozole kaide planının uzun kenarı 72 metre ve kısa kenarı 52 metre olup, böylece alanı 3744 metrekare ediyordu. 3744 sayısı Maya takvimindeki 365 ile çarpılarak 1366560 sayısı elde edilmekteydi.

Maya takvimine göre bu sonuca göre Güneş kendi yörüngesi etrafında 3744 yılda ya da 1366560 günde dönmekteydi.

Şeref salonu ölçüleri 32-60 metre ölçülerinde olup alanı 1920 metrekaredir ki TBMM’nin kuruluş yılı elde edilmektedir.

Anıttaki dış kolon sayısı 40, köşe kolon sayısı 4 ve giriş kolona sayısı 4’dür. Bunların toplamı 48 eder. 48’in karesi alınırsa 2304 eder ki bu sayıyı 23-04 şeklinde okursak 23 Nisan bulunmaktaydı ki Eğemenlik ve Çocuk Bayramı'nı çağrıştırıyordu.

Olağanüstü bir çevre düzenlemesi, anıtsal bir yapısıyla oluşturula Anıtkabir'de Atatürk'ün manevi huzurunda bulunmak da olağanüstü bir olaydı...

1 Ağustos 2023 Salı

İSTANBUL'DAN NACİYE TEYZE GELDİ



3 Kasım 1963 Pazar, Ankara Atatürk Lisesi...

İkinci akşam etüdündeyiz. Ödevlerimi bitirdiğime göre, Anı Defterimi açarak geçmiş günler ve haftaların muhasebesini yazmaya başlıyorum.

*****

Dün İstanbul'dan Ülkü'nün annesi Naciye Teyze geldi. Geçen haftalarda ''Ülkü için uzaktan eğitimi'' zaman darlığından ötürü gerçekleştiremeyeceğimi yazmıştım. Bir anne gibi endişelenmiş. Duygularını mektupla bildirmek yerine Ankara'ya gelerek söylemek istemiş.

Atatürk Lisesi'ne yakın bir otelde kalıyor. Hazırlık Lisesinde beni buldu. İzmir Caddesi'ndeki kafelerden birinde oturup, sohbet ettik. Ülkü'yü çalıştıracak birini bulmuş yine Çapa'daki Fizik Öğretmenim Meziyet Çağlayan. Ülkü uyum sağlamış. Herşey yolunda gidiyormuş.

Ülkü'nün özel ders sorununun çözülmesine sevindim. Naciye Teyze ile etüt saatine kadar oturduk. Etüt için kalkmam gerektiğimi söylediğimde, bir zarfın içinde harçlık verdi. ''Olmaz, alamam Naciye Teyze'' dediysem de öyle çok ısrar etti ki almak zorunda kaldım.

Ellerini öperek ayrılırken ''hakkını helal et evladım. İstanbul'a geldiğinde manevi bir annen olduğumu unutma. Mutlaka bana uğramalısın'' diyerek beni alnımdan öptü.

Okula geldiğimde bana verdiği zarfı açtım. 100 Lira koymuştu içine. Duygulandım, gözlerimden birkaç damla yaş döküldü.

İçimden Naciye Teyze'ye minnet duygularımı sunduktan sonra gerçekleşen akşam etüdlerde ödevlerimi bitirdim.

*****

Bugün sabah kahvaltısından sonra, bize verilmiş olan giriş kartlarıyla, anlaşma yapılmış olan Ulus'taki hamama gittim. Yundum, yıkandım. Hafiflemiş ve rahatlamıştım.

Hamam sefasından sonra Başkent ve Cumhutiyetin simgesi olan Cumhuriyet Anıtı çevresinde dolandım birkaç kez.

Ankaralılar bilir, Eski Ankara Ulus’tur. Ulus Ankara’nın ilk merkezidir. Demişti Tarih öğretmeimiz. O zamanki adıyla Taşhan Meydanı'dır. Taşhan Meydanı genç cumhuriyetin, başta meclis binası olmak üzere, kamu binalarının yer aldığı bir açık alandı.

Taşhan Meydanı, meydana Ulus Cumhuriyet Anıtı konulunca Hâkimiyet-i Milliye yani Ulus adını almıştı.

Cumhuriyet Anıtı'nı hafızama kazıdıktan sonra, Atatürk Caddesi üzerinden Yenişehir'e doğru yürümeye başladım.

1920’li yıllarda, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde öğretim görevlisi olan İtalyan Mimar Giulio Mongeri ve Mimar Kemalettin’in öğrencilerinden biri olan Arif Hikmet Koyunoğlu da Ankara’ya gelip, yeni oluşuma katkıda bulunmuşlardı.

Ulus Meydanı ile Yenişehir arasındaki ana yol çevresinde; birçok bakanlık binasının yanı sıra banka binaları da yapılmıştı. İtalyan Mimar Mongeri ’nin tasarımı olan binalardan; Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü, Osmanlı Bankası, Tekel Başmüdürlük ve Ulus’taki İş Bankası binaları vardı.

İlkokuldan itibaren, bulunduğum şehir ve kasabalarla bütünleşmek istemiştim hep. Şimdi de, Başkent Ankara ile bütünleşmem gerekiyordu. Ancak, Ankara'nın tarihçesini bilmem gerekiyordu.

Derslerim dışında, zaman ayırabilirsem, Kumrular Caddesi üzerinde bulunan Adnan Ötüken Halk Kütüphanesi'ne gidecektim.


AYÖO HAZIRLIK LİSESİ FEN PROGRAMI ZORLUYOR



13 Ekim 1963 Pazar, Atatürk Lisesi...

Hazırlık Lisesi derslere başlayalı yaklaşık bir ay oldu. Bazı derslerden ilk yazılıları olduk. Öğrencilik yaşamım boyunca ilk kez 8 ve altında not almış bulunuyorum. Sürekli sınıf birincisi olmaya alışmış biri olarak hayal kırıklığına uğradım.

Aslına bakılırsa hayal kırıklığına uğrayan sadece ben değilim. Sınıfımızın yüzde 90'ı benim durumumda. Derlenip, toparlanmalı ve daha verimli çalışmanın yolunu bulmalıyım.

Geçtiğimiz 4 hafta cumartesi günleri, öğleden sonraları, İstanbul'daki özel öğrencim Ülkü'ye uzaktan eğitim kapsamında, sayfalar dolusu matematik ve fen derslerini özetliyor, bazı problemlerin çözümlerini de gönderiyorum.

Dün son kez uzaktan eğitim notlarımı hazırladıktan sonra, aldığım olumsuz sonuçlardan söz ederek, kendilerine yardımcı olamayacağımı, beni bağışlamalarını yazdım.

Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğretmen Okulu öğrencilerine her ay başında, elbise ve ayakkabı paralarının yanı sıra, 35 Lira harçlık veriyor . Hazırlık Lisesi aşamasında özel derse ve parasal getirisine ihtiyacım da yok zaten.

Okul yönetimi, çamaşır ve banyo gibi, birçok sorunumuzu çözmüş durumda. Kirli çamaşırlarımız her hafta sonunda toplanıyor. Yıkanıp, ütülendikten sonra da hafta başında, öğleden sonra, bize geri dönüyor.

Banyo sorunu da Ulus'taki bir hamamla anlaşılarak çözülmüş. Ay içindeki hafta sayısına göre giriş kartları verildi. Bu kartlarla hamama giderek yıkanıyoruz.

Geçen hafta babamdan mektup geldi. İyi olduklarını, paraya ihtiyacım olup olmadığını soruyordu. Dün O'na da mektup yazarak ihtiyacım olmadığını anlattım.

İvrizlilerden Yaşar Samyeli ve Ali Koçyiğit ile iyi anlaşıyoruz. Mehmet Koyuncu'yu da sevdim. İnsani yönü ağır basan arkadaşlarımızdan biri.

Bu arada, aykırı davranışlarıyla ve aslan yeleleri gibi saçlarıyla dikkatimi çeken arkadaşlarımızdan biri de Halil Biga. Özgür bir duruşu var. Sözünü esirgemeyen biri. Özelliklerini sevdim, iyi anlaşacağız gibi.

İlk akşam etütü başlamak üzere. Anı defterimi kapatıyorum ve yarınki ders kitaplarını gözden geçirmeye başlıyorum...

30 Temmuz 2023 Pazar

LİSE 2 FEN KİTAPLARINI ALDIM


25 Eylül 1963 Pazartesi, Atatürk Lisesi...

Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi'nde dersler başlayalı 10 gün oldu. Lise Fen Programına uyum sağlamakta zorlanıyorum açıkçası.

Cebir Öğretmenimiz Mehmet Arslantürk geçen hafta salı günü verdiği ödevleri perşembe günü toplamıştı. Gözden geçirdiği ödevlerimizi dün dağıttı.

Ödev notumun 8 olduğunu görünce, ''nerede hata yaptım acaba ?'' diye dikkatlice gözden geçirdim. Ödev kağıdımda hemen her satırının, koyduğu işaretlerden anladığıma göre, virgülüne kadar kontrol edilmişti.

Mehmet Arslantürk öyle titiz davranmıştı ki, noktasına ve virgülüne kadar incelemesinin yanı sıra anlatım dilimizdeki eksik ve yanlışlarımı bile düzeltmişti.

''Bu kadarı da fazla'' diyen arkadaşlarımız olduysa da bzim için iyi bir ders oldu. İster yazı, ister konuşma, ister Fizik ya da Kimya dili anlaşılır değilse anlaşılamayacağını, anlatılamayacağını bize hatırlattı.

Biyoloji derslerinde sınıfça zorlanıyoruz. Nükleik asitlerin keşfi ve Genetik konuları işlenirken karşımıza çıkan yabancı kökenli kelimelerin anlamlarını bilmediğimiz gibi okuma ve söylemekte de zorlanıyorduk.

Ayrıca lise ikinci sınıftan da eksikliklerimiz olduğunun ayırdına vardık. Lise 2 biyoloji kitaplarını satın alıp, gözden geçirme gereği doğdu.

Geometri derslerinde 3 boyutlu uzaysal oluşumlarına bir de 4. boyut zaman eklenince aklımız karıştı biraz.

Zamanımızı verimli kullanmanın yanı sıra, ödevlerimizi zamanında yapmanın, yapamadığımız sorular için arkadaşlarımız ya da ağabeylerimizden yardım almanın gereğine inandık.

Her en kötü durumdan en iyi sonuçları çıkarmasını bilen biri olarak, hazırlık lisesini başarıyla bitireceğime inancım tamdı...

AYÖO HAZIRLIK LİSESİ İLK HAFTA İZLENİMLERİ

22 Eylül 1963 Pazar, Atatürk Lisesi...

İkinci akşam etütündeyiz. Ödevlerim bitti. Anı defterimi açarak geçen haftanın izlenimlerini yazmaya başlıyorum.

14 Eylül 1963 Cumartesi günü Ankara Yüksek Öğretmen Okulu öğrencilerinin konuk edildiği Atatürk Lisesi bahçesine Sezenler Sokak'tan giriş yapmıştım. Kısa sürede işlemler tamamlanmış ve Hazırlık Lisesi Fen B sınıfı öğrencisi olmuştum.

İlk şaşkınlığım, bize ayrılan öğrenci kantininde, İvrizli arkadaşlarım Yaşar Samyeli, Ali Koçyiğit ve Hidayet Durucan'la karşılaşmam olmuştu. İkinci şaşkınlığım da, Bor 29 Ekim İlkokulu 5. sınıfta 3 ay birlikte okuduğum Filiz arkadaşımın da hazırlık liesine gelmiş oluşuydu.

Derken, İvriz'de bizden önceki dönemlerden, Kemerhisarlı Kemal Karagöz ile iki dönem önceki Fikri Çalışkan da kervana katıldı.

Geçtiğimiz hafta içinde okul yönetiminin yanı sıra ders öğremenlerimizi de tanıdık. Hemen hepsi İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu mezunu olup, eğitim enstitüleri ve Milli Eğitim Bakanlığı'nda öğretmen ve idareci olarak bulunmuşlardı.

Öğretmenlerimiz anlayışlı ve empati yapmasını bilen kişilerdi. Ne var ki Hazırlık Lisesi Müfredat Programı öğretmen okullarına göre oldukça ağırdı. Zorlanacağımızı hissettim.

Perşembe günü Cebir Dersi Öğretmenimiz Mehmet Arslantürk ödevlerimizi topladı. Yine aralıksız iki saat ders yaptıktan sonra, öğretmenler odasına bile uğramadan okuldan ayrıldı. Müsteşar yardımcısı olarak işi başından aşkın olmalı diye düşündüm.

Yan tarafımdaki sırada oturmakta olan Mehmet Koyuncu arkadaşamı biraz moralsiz gördüm. Zorlanacağımı ben de hissetmiştim ama Koyuncu adeta paniklemişti. Moral verdim, çözeriz dedim.

Aklıma Mersin'deki Yusuf Dayım geldi. Bir sorunla karşılaştığımızda ''çözeriz yeğenim'' derdi ve çözerdi. Koyuncu da çözecekti.

Dün öğleden sonra, zamanda geriye, 10 ay öncesine gittim. Meziyet Çağlayan öğretmenimi ve bana bulduğu özel öğrencim Ülkü ile Naciye Teyzeyi anımsadım.

Naciye Teyze beni korumaya almış, aileden biri gibi görmüş ve kızı Ülkü'ye Cumartesi Pazar günleri verdiğim özel ders karşılığında, ayda yaklaşık 60 Lira vermişti.

Ankara Yüksek Öğretmen Okulu'na seçilmeme hem sevinmişler hem de üzülmüşlerdi.

Ülkü bana ve ders işleyiş tarzıma alışmıştı. Yeni bir öğretmen bulmanın yanı sıra tarzına alışamamaktan korkuyordu. Diğer taraftan benim geleceğim açısından Ankara'ın iyi bir basamak olacağını da biliyorlardı.

Teselli etmiş ve uzaktan eğitim verebileceğimi söylemiştim Ülkü'ye. Dün bu sözümü yerine getirdim. Uzaktan mektupla özel derse başladım. Yaklaşık 2 saat süreyle yazarak, postaya verdim.

''Akıncı amma dalmışsın...Etüt bitiş zili çaldı, kalk gidelim'' diyen Yaşar Samyeli'nin uyarısıyla kendime geldim. Saat 21.00'de yataklarımızda olmalıydık...

29 Temmuz 2023 Cumartesi

AYÖO OKULU HAZIRLIK LİSESİ ÖĞRETMEN KADROSU

22 Eylül 1963 Pazar, Ankara...

Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Liselerinde ders başı yapalı bir hafta oldu. Bu süre içinde, kayıtlı bulunduğum Fen B sınıfı öğretmenlerimizi, sınırlı da olsa, tanımaya çalıştım.

ASTRONOMİ ÖĞRETMENİMİZ MUSTAFA SARICALI...

Aynı zamanda okul müdürümüz olan Mustafa Sarıcalı Astronomi öğretmenimizdi. İlk dersimize Astronomi nedir? Sorusuna yanıt vermekle başladı.

''Astromi her ne kadar Gök Bilimi olarak anılıyorsa da, aslında Evren Bilimidir. Bir başka deyişle, başta karşımda duran sizler olmak üzere, üzerinde bulunduğumuz Yerküre, içinde bulunduğu Güneş Sistemi, Samanyolu Galaksisi ya da Gökadası ve milyarlarca Galaksiyi ve oluşumlarını inceleyen bilim dalıdır.

Bu nedenle felsefe dahil olmak üzere matematik, fizik, kimya, biyoloji, antropoloji de benzeri bilim dallarıyla çok yakın ilişki içindedir.''

Mustafa Sarıcalı'yı dinler ve not alırken birden zamanda geriye giderek, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Kimya Öğretmenim Münevver Baç aklıma geldi. O da ilk dersinde tahtayı boydan boya kaplayan periyodik cetvel tablosunu astıktan sonra, tablodaki simgeleri göstererek ''evrenin sırlarını öğrenmeye hazır mısınız?'' demişti.

Mustafa Sarıcalı da Evrenin oluşumu konusunda, bilim dünyasında kabul gören, Sıcak Büyük Patlama (Big Bang)'dan söz ediyordu. Başlangıçta evreni oluşturan Hidrojen İmparatorluğundan, kütle çekimi nedeniyle bir araya gelen milyar kere milyar Hidrojenin bir araya gelmesiyel gerçekleşen ''Çekirdek Kaynaşması'' ve sonuçlarında ortaya çıkan bizlerin yapı taşlarını anlatıyordu.

Soğuk bir ders olarak görülen Astronomi hepimizin ilgisini çekmiş ve can kulağı ile dinlerken bir taraftan da not tutmaya çalışıyorduk.

Astronomi Dersini sevmiştim.

FELSEFE ÖĞRETMENİMİZ SELMAN ERDEM ...

Öğretmen zili çalar çalmaz, elindeki birkaç kitapla birlikte insanın içini açan bir gülümsemesiyle dersimize giren Selman Erdem elindeki kitapları öğretmen masasına bıraktı.

Ders defterini de imzalayıp tahtaya ''Selman Erdem'' adını yazdıktan sonra bize dönerek,

''Kendimi tanıtayım çocuklar. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu mezunuyum. Halen Öğretmen Okulları Genel Müdürü olarak görev yapmaktayım.

Yüksek Öğretmen Okulları, ülkemize nitelikli öğretmenler yetiştiren kurumlar olduğundan, Milli Eğitim Bakanlığı katında özel bir yeri var. Bu nedenle, bakanlıktaki görevimin yanı sıra dersinize girmeyi de görev saydım.

Özgür düşünceli öğretmenler, ki özgür düşünceli bireyler yetiştireceklerinden, felsefe ve bağlı bulunduğu diğer bilim dalları oldukça önem kazanmaktadır.

Felsefe, köken olarak Yunanca “seviyorum”, “ardından gidiyorum”, “arıyorum” gibi anlamlara gelen “phileo” sözcüğü ve “bilgi”, “bilgelik” anlamlarına gelen “sophia” sözcüğünün birleşiminden oluşan bir sözcüktür.

Bu nedenle felsefenin anlamı, “bilgelik sevgisi” ya da “bilgi sevgisi”dir.

Bir başka deyişle felsefe bilgeliğe ve bilgiye değer vermek, bilgiyi önemsemek, bilgiyi aramak, bilgeliğe erişebilme çabasıdır.

Bütün bunlara erişebilmek için sunulan her bilgiyi hemen kabul etmemek, tartışmaya açmak, yeni kuramlar üretmek gerektiğini de bilmektir.

Daha genel bir deyimle, düşünceyi tutsak olmaktan kurtarmak ve özgür düşünceli bireyler ve toplumlar yetiştirmektir.

Bu yönüyle felsefe ve özgür düşünce tarihin her döneminde yasaklanma yoluna gidilmiştir ama herşeye rağmen özgürlük ve özgür düşünce gelişmiştir.

Kazanılan özgür düşünce evreni ve kökenimizi sorgulamamızı sağladığı gibi fen bilimlerinde de önümüzü açmıştır.''

Selma Erdem öğretmenimizi dinlerken zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmamış, tenefüse bile çıkmadan dinlemiştik.

Sevmiştik Selman Erdemi...

RESİM ÖĞRETMENİMİZ SAİM ONAN...

Öğle yemeğinden sonra, ilk 2 saat Saim Onan'ın Resim Dersi vardı. İvriz'deki Mehmet Karaman ile Çapa Öğretmen Okulu'ndaki Selahattin Taran'ın yerini tutmasa da güler yüzlü, empati kurmasını bilen biriydi.

Kendini tanıttıktan sonra; Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi'nin temel amacı Fen ve Sosyal bilimlere öğretmen yetiştirmek olduğunu vurguladı. Resim derslerinde bizlerden fazla bir şey beklenmediğini, yapabileceklerimizin yeterli olacağını ve geçerli not vereceğim dedi.

Atatürk Devrim ve ilkelerinin Anadolu'da kalıcı olması amacıyla, ünlü Türk Ressamlarının Anadolu'ya dağılarak yerel resimler yaptıklarını uzunca bir süre anlattı. Güzel sanatların öneminden söz etti. Her ne kadar Fen dalında uzmanlaşacak olsanız da güzel sanatların önemini hiçbir zaman unutmayın lütfen...

Saim Onan, bizleri yormadan ve üzmeden, güzel sanatlar üzerine tatlı sohbetler yapmayı planlamıştı. Düşünce ve uygulamasını sevmiştik.

BEDEN EĞİTİMİ ÖĞRETMENİMİZ MÜMTAZ CONGER...

Uzun boylu, atletik yapılı olan Mümtaz Bey kendini tanıttıktan sonra, ''spor salonunda uygulamalı dersten çok, kuramsal derslere önem verilecektir.'' Diye başladı derse.

''Avcı ve meyve toplayıcı'' atalarımızın yaşam biçimlerini bilmemiz sağlığımız açısından sonderece önemlidir.

Bedenemizin hareket üzerine kurulduğunu, hareketsizliğin bedenimiz tarafından kara kış ya da kıtlık ve kuraklık olarak algılanacağını, bu nedenle de enerji tasarrufu yapabilmek için hayati organlarımızın bir bölümünün kapatabileceğini vurguladı.

Yaklaşık 2 saat ders çalıştıktan sonra ara vererek, en az 15 dakika yürümenin hem bedenimize hem de beynimize oldukça yararlı olacağını hatırlattı.

CEBİR ÖĞRETMENİMİZ MEHMET ASLANTÜRK ...

Öğretmen ziliyle birlikte derse giren Cebir öğretmeninimiz ''günaydın çocuklar'' dedikten sonra tahtaya ''Mehmet Arslantürk'' yazdı.

Öğretmen kürsüsünden inip, sıralar arasında dolaştı bir süre. Ardından,

''İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu mezunuyum. İstanbul Üniversitesi'nde Matematik-Astronomi eğitimi aldım. Ankara ve İstanbul'un önemli okullarında öğretmenlik ve yöneticilik yaptım. Halen Milli Eğitim Bakanlığı'nda Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapıyorum.

Sizin anlayacağınız zaman fukarası olan biriyim. Yine de, çok önem verdiğimiz Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi öğrencilerine zaman ayırıp en iyi bir biçimde yetiştirme çabasındayız.

Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde oldukça önemli görevleri olan benim gibi arkadaşlarım, özveride bulunarak derslerinize geldiğine göre, sizlerden de aynı özveriyi bekliyoruz. Bu arada, tenefüse çıkmadan iki saat aralıksız ders yapacağız Sorusu olan var mı?''

Mehmet Arslantürk söylenmesi gereken her şeyi söylerken oldıkça disiplinli olduğunu hissettirdiği gibi, zamanı iyi kullanmamız gerektiği, ödevleri eksiksiz yapmamız, çok çalışmamız gerektiğini de hatırlatmıştı. Sorumuz olamazdı.

Kimseden soru gelmeyince derse başladı. Ders anlatışından oldukça deneyimli olduğunu, sonraki derslerimizde de Talim Terbiye Kurulunca kabul edilip, ders kitabı olarak okutulan Cebir kitapları olduğunu öğrenecektik.

Neredeyse nefes almaktan bile çekinerek dinledik ve not aldık. Anlatacağı konu bittikten sonra, konuyla ilgili ilk ödevini verdi.

Perşembe günü 3. ve 4. saatte yapılacak cebir dersinde ödevler toplanacaktı.

İlgili bakanın yerinde olmadığı zamanlarda bakan yetkisini kullanabilen yetkili kişi müsteşar olduğuna göre, yardımcısı olan Mehmet Arslantürk de oldukça yetkili biri olmalıydı. Haliyle işi başından aşkındı. Buna rağmen dersimize gelmiş olmasını şans olarak değerlendirdik.

COĞRAFYA ÖĞRETMENİMİZ MELİHA BERET..

Öğrenci ziliyle birlikte toparlanıp Coğrafya Öğretmeni Meliha Beret Öğretmen ziliyle birlikte sınıfa girdi. hep birlikte ayağa kalktık. ''Günaydın çocuklar...Oturun lütfen'' dedikten sonra ders defterini imzaladı.

Bir süre sınıfı alıcı gözüyle süzdükten sonra ''Küresel Isınma'' kavramını duyan var mı içinizde?

Küresel Isınma ve Coğrafya !..

Duymuşluğumuz yoktu. Genelde yeryüzü şekilleri, dağlar, ovalar, tarım, enerji kaynakları gibi kavramlar olarak algılamıştık daha önceki derslerimizde.

Kimseden ses çıkmadığını görünce,

''Yerküre yüzeyimizin ve bağlı olarak atmosferin düzenli olarak sıcaklığının artması olayına ''Küresel Isınma'' denilmektedir çocuklar.

Yürküremizde, ortalama sıcaklığın 2 ya da 3 derece artması çölleşmesine neden olabileceği gibi, tersi durumlarda da buzul devrine girmesi olasıdır.''

Dedikten sonra bizlere baktı. Böylece ''Küresel Isınma'' kavramıyla tanışmış olduk...

İki saat süreyle ''Küresel Isınma'' kavramı üzerinde konuşarak, olası olumsuz etkilerine karşı halkımızı bilinçlendirme görevinin büyük ölçüde öğretmenlere düştüğünü vurguladı.

Tenefüse çıkmadan işlenen ''Küresel Isınma'' kavramına saat 12.15'te çalan ders bitim ziliyle son verildi.

Coğrafya dersi de ilginç olmaya başlamıştı.

FİZİK ÖĞRETMENİMİZ NECATİ GEÇKİNLİ ...

Öğretmen ziliyle birlikte sınıfa giren Fizik Öğretmenimiz Necati Geçkinli'yi de ayakta karşıladık. Güler yüzlü, halim selim bir öğretmen karşımızda duruyordu. ''Oturun lütfen'' dedikten sonra ders defterini imzaladı. Ardından,

''Çocuklar, günlük yaşamda karşılaştığımız olayların en mantıklı açıklamasını, temel bilimlerden biri olan Fizik ve Fizik yasalarıyla açıklayabilmekteyiz.

Araçlarda neden emniyet kemeri kullanmalıyız ya da viraja hızlı giren bir araç neden savrulmaktadır, dönme yoluyla öteleme nasıl gerçekleşmektedir, buz tutmuş bir ortamda yürümekte neden zorlanırız, binlerce km uzaklıktaki bir radyo istasyonundaki yayını nasıl duyarız, Evren nedir, nasıl oluşmuştur? Sorularının yanıtlarını Fizik derslerinde öğreneceğiz.

Temel Bilimlerin bir kolu olan Fizik dersinin Kimya, Biyoloji, Yer bilimleriyle olan bağlantılarını da birlikte keşfetmeye çalışacağız...''

Necati Geçkinli'nin derse başlangıcını sevmiştim. Ezberci bir eğitimden uzak olduğunu algılamıştım.

Diğer öğretmenlerimizde olduğu gibi Fizik Dersinde de tenefüse çıkmamıştık. Öyle ki ikinci saat dolduğu gibi tenefüs zamanı da dolmuş olmalıydı ki sınıf kapısı tıklatılarak açıldığında elindeki mandolinle Müzik Öğretmenimiz duruyordu.

MÜZİK ÖĞRETMENİMİZ MÜMTAZ KAYA...

Sınıfça ayakta karşıladığımız Mümtaz Kaya ''Oturun lütfen'' deyip ders defterini imzaladı.Bir süre bizleri izledikten sonra,

''Çocuklar, buraya fen ve sosyal bilimlerde yetiştirilmek üzere geldiniz. Geldiğiniz öğretmen okullarında zaten müzikle haşır neşir oldunuz. Her biriniz, en azından mandolin çalmasını biliyorsunuz.

Müzik Öğretmeni olarak benim görevim sizleri, müzisyen olarak yetiştirmekten ziyade, bedeniniz ve beyninizde hoş sedalar yaratacak kavramlar oluşturmak olacaktır.

Müzik evrensel olduğu kadar yerel bir dildir de. Öyledir çünkü Müzik hayatın ta kendisidir.

İnsanoğlunun kendini anlatması için bulunmuş olan muhteşem ve en harika bir araçtır. Doğumumuzda var, düğünümüzde var, günlük hayatımızda var, inançlarımızda var, ölümümüzde var… 

Sevinç, mutluluk, acı ve hüzünlerin ifade edilmesine ve bunların yeniden hatırlanmasına eşlik etmekte, toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası ve kültürün aktarılmasında da önemli bir rol üstlenmektedir...

Müzik dersini ve öğretmenini sevmiştim...

KİMYA ÖĞRETMENİ LÜTFİYE ÇAKMAKÇIOĞLU...

Kimya dersimize Lütfiye Çakmakçıoğlu geldi. Necati Eğitim Enstitüsü Kimya Öğretmeni iken Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi'ne tayini çıkmıştı.

Kısaca kendini tanıttıktan sonra ders yılı boyunca işleyeceğimiz konuları özetledi.

Buna göre; elektroliz olayları, karbon kimyasına giriş, organik bileşikler, hidrokarbonlar, alkoller, eterler, asitler, enerji kaynakları ve bilimsel gelişmeler üzerinde durulacaktı.

İlk iki saatlik dersin sonunda edindiğim izlenim; Çapa Öğretmen Okulu'ndaki Kimya Öğretmenim olan Münevver Baç gibi deneyimli bir öğretmendi Lütfiye öğretmenimiz....

Kimya müfredat programını oldukça yüklü buldum. Zorlanacağımızı düşündüm.

GEOMETRİ ÖĞRETMENİMİZ NECDET ONUR...

Üçüncü ve dördüncü saatlerde Geometri dersimize gelen Necdet Onur da, kısaca kendini tanıttıktan sonra; iki boyutlu düzlem üzerindeki çember, elips gibi kavramların olgunlaştırılmasından sonra üç boyutlu uzay geometri üzerinde çalışacağımızı anlattı.

İki boyutlu çalışmalarda pek sorunumuz olmayacaktı ama üç boyutlu uzay geometride zorlanabileceğimizi hissettim.

İNGİLİZCE ÖĞRETMENİMİZ ABDÜLKADİR SALGIR...

Beşinci ve altıncı saatteki İngilizce dersimize, aynı zamanda Milli Kütüphane Müdürü olan, Abdülkadir Salgır geldi.

Hazırlık lisesine gelinceye kadar İngilizce görmemiştik. Oldukça yoğun Fen Programının uygulandığı sınıfımızda, haftada 2 saatlik İngilizce dersi ne kadar sağlıklı olabilirdi. Sürekli tekrar isteyen İngizce kelimelerine ne kadar zaman ayırabilirdik,

Farkına vardım ki İngizce Programı, yok denilmesin diye konulmuştu. Hazırlık Lisesi ve sonrasında gireceğimizi düşündüğüm Fen Fakültesi bize İngilizce öğretemezdi.

TÜRKÇE ÖĞRETMENİMİZ HEDİYE HANIM...

Son iki saatimize gelen Türkçe Öğretmeni Hediye Hanım, kısaca kendini tanıttıktan sonra, yıl boyunca işleyeceğimiz konuları özetledi.

Buna göre; Edebiyat-Felsefe İlişkisi, Dilin Tarihi Süreç İçerisindeki Değişimini Etkileyen Sebepler, Cumhuriyet Dönemi’nde Hikayelerimiz, Cumhuriyet Dönemi Saf Şiir Anlayışı, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı ve Türk Romanı, Dünya Edebiyatında Roman işlenecekti.

Türkçe dersini sevmiştim. Sorun olmayacaktı...


BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...