7 Kasım 2022 Pazartesi

MİSLİ KÖYÜNDE DİNGİN BİR AĞUSTOS GÜNÜ

 


18 Ağustos 1958 Pazartesi, Misli…

Nasıl olduysa kendimi Bulgaristan’daki köyümüz Karagözler ’de bulmuştum. Gerlova alçağını görmek için Kerim dayıma, 

-Hadi Sakar Balkan'a çıkalım dayı dedim..

-Olur yeğenim.

Dedi. Yaklaşık 15 dakikada eteklerine ulaştığımız Sakar Balkan'a tırmanmaya başladık. 

Yarım saat sonra Sakar Balkan yamaçlarında mola verdik. Verdik çünkü kan ter içinde kalmıştım tırmanmaktan…

Tekrar tırmanmaya başladığımızda ayağım kaydı, tam bir uçutuma düşüyordum ki elimden tutan Yusuf dayımdı, çekti yukarı. 

Kerim  dayım kaybolmuş, üstelik önümüzdeki kamyon tam gaz tırmanıyordu bir tarafı dağ silsilesi diğer tarafı uçurum olan daracık ve virajlı bir yolda.

-Kerim Dayımla Sakar Balkan'a tırmanıyorduk. Kerim Dayım nerede, kamyon da nereden çıktı, nereye gidiyoruz dayı?

-Maraş-Göksun Felaket yolundayız yeğenim. Az önce kamyonun motoru stop etti, kamyon geriye kaymaya başladı. Az daha uçuruma yuvarlanacaktı hep birlikte. Sen de atladın kamyondan. Az daha düşüyordun uçuruma. Kerim dayın kamyonun peşinden gitti. Hadi, biz de hızlanalım ve kamyona yetişelim.

Yusuf dayımla kamyona yetişmek için hızlıca yürümeye başladık. 

Hızlı ve büyük adımlarla ilerleyen dayım gözden kaybolmaya başlamıştı ki gittikçe yaklaşan anamın sesini duydum,

-Mehmet, Mehmeeet…

Diye çağırıyordu beni. Oysa anam, ince hastalık teşhisi konulduğundan, Edirne Muhacir Misafirhanesi Hastanesinde kalmamışmıydı babamla?

Gavur Dağları eteklerinde tek başına kalmış olmanın korku ve telaşıyla, Yusuf Dayımı bulmaya çalışırken aynı sesi bir kez daha ve çok yakından duydum.

Anamın sesi bu kadar uzaklara nasıl gelebiliyordu. Kulak kabarttım, bekledim. Anamın sesi bu kez daha da yakından geliyordu.

Geri döndüm, anamı aradım. Aradım ama tırmanırken çok terlemiştim. Göremiyordum.

Durdum, kollarımı aşağı yukarı kaldırarak terimi soğutmak istedim. Kollarımı havaya kaldırdığımda nereden çıktığını anlayamadığım bir örtü savruluverdi üzerimden. Ellerimle gözlerimi silip araladığımda anam başucumda duruyordu. Bu kez iyice afallamış, inanmaz gözlerle anama bakıyordum.

-Hadi kalk. Suyumuz bitmiş,  kuyudan bir kova su çek de gel. Osman’ın anası Hatice Teyze geldi, bir bardak su istedi…

İnanmaz gözlerle baktım ve doğruldum…

Bir an için nerede olduğumu anımsamaya çalıştım. Sahi neredeydim ben, neredeydik biz? Karagözler de mi? Osmaniye de mi? Yeşilova da mı? Mersin Göçmen barakalarında mı? Niğde Bor kazasında mı, yoksa Misli de mi?

Çevreme baktığımda Niğde Misli de olduğumun ayırdına vardım. Meğer karabasan rüyalar görüyormuşum. Geçmiş yıllarda başımdan geçen oldukça kötü ve beni derinden yaralayan olayların bir görüntüsü olarak ortaya çıkıyordu zaman zaman.

Kuyudan su çekmek için çıktığımda iyice kendime geldim. Sürekli yer değiştirmenin yanı sıra bilim kurgu kitaplarında okuduklarımla kendimi özdeşleştirince böyle oluyordu. Hayal dünyam oldukça zengindi.

*****

İlkokul bitmişti, yaz tatilindeyiz. Tatil ama ne tatil… 

1958 yılı Ağustos ayının üçüncü haftasındayız Hava sıcak mı sıcak, çevremiz kum ve kum, evlerimizin altı ise ucu bucağı olmayan mağaralar.

Sıcaklardan çok bunaldığımızda evin altındaki mağaraya giriyorum bazen. Mağaralarda ortalama sıcaklık 18-22 derce arasında…

Yaklaşık iki ay önce ilkokul diplomalarımızı aldık. İvriz İlköğretmen Okulu sınavları için hazırlık yapıyoruz kardeşimle.

Hatice Teyze gelmeden önce sıkı bir çalışma yapmıştım. Tarih çalışırken gözlerim kapanmış ve ince bir yorganın altında uyuyakalmışım.

Bu sıcak, bunaltıcı ve can sıkıcı günde tek değişiklik okul arkadaşım Osman’ın anası Hatice teyzenin bize uğraması oldu.

Kuyudan çektiğim suyu getirdikten sonra Hatice teyzenin elini öpüp Osman’ı sordum. Ben gelirken uyuyordu. Dedi. İzin isteyip yan odada kitap okumaya başladım.

Hatice teyze bir taraftan koyunlarından kırktığı yapağıyı eğirirken, diğer taraftan da yaklaşan akrabalarından birinin düğünü üzerine anamla sohbet ediyordu.

10 lirasının olduğunu, köye uğramasını beklediği seyyar satıcıdan pantolonluk kumaş alarak Osman’a, yaklaşan bir akraba düğününde giysin diye, bir pantolon dikeceğini söylüyordu.

Hatice teyzenin annemle yaptığı bu sohbet her nasılsa aklımda kalmıştı. İyi ki kalmıştı…

Aklımda kalan bu konuşmanın hayatımı olumlu yönde nasıl değiştireceğini bilemezdim…

NİĞDE MİSLİ İLKOKULU MEZUNİYET TÖRENİ

 


8 Haziran 1958 Pazar, Misli(Konaklı)…

1957-1958 Eğitim ve Öğretim yılının sona erdiği dün ilkokul dönemi de sona erdi. Oldukça zorlu fakat oldukça başarılı 5 yıl…

1953 yılında birinci sınıfa başladığımız Misli’ den 3 yıl ayrı kaldıktan sonra  1957-1958 Eğitim ve Öğretim yılının bir bölümünü Misli’ de okuyarak ilkokulu bitirdik. Mersin’de nafakamızı sağlama peşinde olan babam bu kutlu günü göremedi. Anam gördü, Tanrı’ya dualar etti bugünü gösterdiği için.

Dün okuldaki bayrak merasiminden sonra Başöğretmen Bayezid Tuna özetle,

-İlkokulu bitirmiş olan öğrencilerimize gelecek yaşamlarında başarılar dilerim. Köyümüzde Orta Okul yok, bu nedenle yaklaşık 35 km uzaklıktaki İlimiz Niğde’de öğreniminizi sürdürmek durumundasınız. Her gün gidip gelmek, hem zaman hem de ekonomik yönden büyük zorluklara neden olacaktır. Bu zorluklara katlanarak ve disiplinli çalışarak kendinize ve ülkemize güvenli bir gelecek sağlayacaksınız.

Niğde’de ev kiralanabileceği, yakın aileden birinin yanında da kalınabileceği gibi yatılı okullardan birine de hazırlanabilirsiniz.

Bayezid Öğretmenim 35 km uzaklıktaki Niğde’de Orta Okulu okumanın zorluklarından söz ederken kardeşimle benim 5 yıllık ilkokul serüvenimiz aklıma geldi.

Beş yıl önce, Eylül 1953’de bu okulda birinci sınıfa başlamıştık. Babam Osmaniye’ye iş bulmak için gitmiş, ikinci sınıfa geçtiğimiz Haziran 1953 yılında bizi de Osmaniye’ye almıştı. Osmaniye Cumhuriyet İlkokulunda ikinci sınıfı okumuş, 1954 yılı Haziran ayının son haftasında Mersin’e göçmek zorunda kalmıştık.

Üçüncü ve dördüncü sınıfları Mersin Kuvayi Milliye İlkokulunda okumuş, Temmuz 1956 yılında Bor’a göçmek zorunda kalmıştık. Bor 29 Ekim İlkokulunda yaklaşık 3 ay okuduktan sonra tekrar Misli’ ye dönmüştük. İlkokulu Misli’ de bitirmek kısmet oldu.   

Ben geçmiş beş yılın muhasebesini yaparken Bayezid Öğretmenim konuşmasını sürdürüyordu.

-Orta Okul ve sonrası için En iyi seçeneklerden biri  İvriz İlköğretmen Okulu sınavları için hazırlanmak ve yatılı olarak öğrenim görme fırsatını yakalamaktır. Ben mezun öğrencilerimize İvriz İlköğretmen Okulu seçeneğini öneriyorum.

Dedi. Arkasından da Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okullarını anlattı uzun bir süre. Ben Bayezid öğretmenimin konuşmasını dinlerken bir taraftan da İvriz hayalleri kurmaya başlamıştım bile. 

Günler yel gibi geçip gitmiş, ikinci yarıyılın nasıl geçtiğinin farkına bile varmamıştık. Sınıf öğretmenimiz Bayezid Tuna kardeşimle bende cevher olduğunu görmüş, bizimle biraz daha fazla ilgilenmişti.

Dersler bittikten sonra bizi okulda bırakarak İvriz’in sınavlarına hazırlamaya başlamıştı. Var gücümüzle çalışıp, yatılı İvriz sınavlarını eksiksiz olarak hazırlanmak ve kazanmak istiyorduk.

İvriz İlköğretmen Okulu ile Köy Enstitülerini Bordaki emekli Türkçe Öğretmeni Necati Beyden sonra büyük bir coşkuyla bu kez de Bayezid Tuna öğretmenimizden duymuştuk. Köy Enstitülerini anlata anlata bitirememişti.

İvriz İlköğretmen Okulu rüyalarımıza girmeye başlamıştı. Rüyalarımıza giriyordu çünkü İvriz kurtuluşumuzdu.

Bayrak merasimi ve konuşmalar sona erip öğrenciler dağıldıktan sonra Bayezid öğretmenimiz kardeşimle beni odasına alarak bir süre daha İvriz İlköğretmen Okulu sınavları üzerinde konuştu. Arkasından da sınava hazırlık için bazı kaynaklar verdi.

-Hadi bakalım çocuklar, göreyim sizi. Yaz tatilini sınavlar için iyi değerlendirin. Eksik bilgi bırakmayın. Tatil için bir başka yere gitmez, burada olursam sorularınız için bana gelin.

Dedi. Teşekkür edip, ellerini öptükten sonra büyük bir coşku ve sevinçle eve geldik. Anam yemek hazırlamış bizi bekliyordu. İlkokulu bitirmemize çok sevinmişti. Bizler için  dualar etti.

Kardeşimle ben beş farklı yerde, çok zorlu koşullarda da olsa İlkokulu bitirmiştik. Bundan sonrasının daha kolay olacağını düşündük. Gerçekten de öyle mi olacaktı? Zaman gösterecekti…

3 Kasım 2022 Perşembe

İNCECİKTEN BİR KAR YAĞAR MİSLİ OVASINA

 

23 Şubat 1958 Pazar, Misli Niğde…

Bu sabah tuvalete gitmek için dışarı çıktığımda  Dağ taş beyazlara bürünmüş. Bir de poyraz çıkmış mı yuvasından. Karları söküp söküp yerlerinden savuruyor göklere. 

Tuvalete ulaşıncaya kadar yerden savrulmasam da aklıma Karacaoğlan’ın bir dörtlüğü geldi.

İncecikten bir kar yağar,

Tozar Elif Elif diye,

Deli gönül abdal olmuş,

Gezer Elif Elif diye…

Elif diye bir sevgilim yoktu ama sevgiliye götürecek önemli bir araç vardı.

Sevgilimiz okul, eğitim ve bilgi olmalıydı. 

İncecikten bir kar yağar, tozar okul okul diye…

Dizelerini kafamda oluşturdum. Eğitim ve Öğretim, uygulamalı bilgi ve bilim kurtuluşumuz olacaktı. Çağdaş Medeniyetler seviyesine ulaşmanın yolu bilgi ve bilimden geçiyordu.

Köy Enstitüleri ve ardılları olan Öğretmen Okulları bu amaçla kurulmuş ve varlığını sürdürüyordu. Bu okullardan mezun olmuş öğretmenlerimiz, bizim gibi fukara çocuklarının yanı sıra geri kalmış Anadolu çocuklarına da sahip çıkıyorlardı.

Osmaniye ve Mersin’de kaldığımız üç yıl süresince kar görmemiştik. İncecikten yağmakta ve tozmakta olan kar birden aklıma Bulgaristan Karagözler Köyü
ve karlı kış günlerini getirdi.

Karlı kış günlerini özlemiştim. Karlı kış günleriyle birlikte ailemi de bir bütün olarak özlemiştim. Anam, babam ve iki kardeşimle birlikte beş kişilik bir aileydik Bulgaristan’da.

En küçük kardeşimiz Şaban’ı Elbistan köylerinde toprağa vermiştik göç sırasında. Şimdi de babam yoktu aramızda. İş bulmak için Mersin’e gitmişti.

Ailemiz hep eksik kalmıştı Bulgaristan’dan göçtükten sonra. Hüzünlendim birden. Hüzünlendim ama çabucak kurtarmalıydım kendimi hüznümden. Anam farkına varırsa, kaybettiğimiz en küçük oğlu Şaban için dövünmeye başlardı yine.

Tuvaletten döndüğümde kardeşimle anam uyuyordu. Üstelik bu gün günlerden Pazar’dı. Uyusunlardı…

Dışarıdaki bembeyaz karın aydınlığı pencereden içeri vurmuştu. Omuzlarıma kadar yatağın içine girdikten sonra sol yanımda bulunan ‘’Hatırat Defteri’’ ile kurşun kalemi alarak Bor 29 Ekim İlkokulu’ndan Misli İlkokulu’na gelişimizi yazmaya başladım.

Bor’dan Misli ‘ye geleli 30 günden fazla oldu.  Eve bir çuval un, bir çuval mercimek, yağ, biraz şeker ve bir çuval patatesin yanı sıra yakacak olarak da en az bir ay yetecek kadar tezek ve saman aldıktan sonra Mersin’e gitti babam.

Az daha unutuyordum. Fitilli gece lambamız için de yeterince gaz almıştı. 

Köydeki ilk günlerimiz oldukça zor geçti. Bor, Kayabaşı ve arkadaşlarımızı özlüyorduk. Özlüyorduk çünkü ne zaman hüzünlensek ya da neşelensek kendimizi Kayabaşı’nda bulurduk.

Hafif bulutlu bir akşamüzeri batarken Ufuk çizgisini yarılayan güneş, yepyeni umutların habercisi edasıyla yıldızların parlaklığına bırakırdı geceyi…

Geceler bile umut doluydu Kayabaşı’nda…

Misli’ de umutsuz başlamıştık günlere ve okula…

Yine de çabuk toparlandık. Hatice Teyzenin oğlu hiç yalnız bırakmadı bizi. Aynı yaşta ve aynı sınıfta olmamız büyük avantajdı. Bu kez dördüncü ve beşinci sınıflar aynı sınıfta ders görüyorduk. Dördüncü sınıflar ders yaparken beşinci sınıflar ödev yapmaktaydı.

Bu uygulamanın olumlu bir yönü vardı, evde ödev yapmak zorunda kalmıyorduk. Kalan zamanlarımızı kitap okuyarak ve köyün mağaralarını keşfederek değerlendiriyorduk. Kapadokya yöresi ve Misli Köyü kaynaklı bazı kitaplar da vermişti öğretmenimiz.

Yaklaşık 2 ay sonra da gelmiş olsak, okulumuza uyum sağlamamız kolay oldu. Oldu çünkü Bor’da babamın bahçesine baktığı emekli Türkçe Öğretmeni Necati beyin bize verdiği kitapları okumanın yanı sıra, okul açılmadan aldığı ders kitaplarını da gözden geçirerek okula hazırlıklı olarak başlamış olmak bizi sınıfın en iyileri arasına sokmuştu.  Misli ’ye de hazırlıklı gelmiştik yani…

Üstelik köydeki öğrencilere göre bilgi yönünden de daha iyi olduğumuzu görmüştük. Sosyalleşme yönünden de Osman çok yardımcı olmuştu. Annesi Hatice Teyze de annemin yalnızlığını gidermişti.

Okulumuzun Başöğretmeni Bayezid Tuna dördüncü ve beşinci sınıfların sınıf öğretmeniydi. İlk bir hafta on günde dikkatini ve ilgisini çekmiştik kardeşimle. Dikkatini çekmiştik ki bizimle özel olarak ilgilenmiş, hem okulun hem de kendi kitaplığından bize uygun kitaplar vermeye başlamıştı.

Anılarımı yazmaya çalıştığım ‘’Hatırat Defteri’’ yaprakları bittiği için yazmayı bıraktım. Bu arada anam kalkmış, kahvaltı hazırlamaya başlamıştı. Bir süre sonra kardeşim Mustafa da uyandı.

-Yine bir şeyler yazdın değil mi, ben de okuyabilir miyim?

Dedi. Kardeşim anılarla uğraşmazdı. Yazdıklarımı okuduktan sonra da,

-Bunlara nasıl zaman ayırıyorsun?

Dedi ve tuvalete gitti. Tuvaletten döndükten sonra,

-Güzel kar yağmış birader. Kahvaltıdan sonra  kaymaya gidelim.

-Olur, Mustafa.

Dedikten sonra kahvaltı sofrasına oturduk…


29 Ekim 2022 Cumartesi

BEŞİNCİ SINIF YARIYIL TATİLİNDEYİZ

 


9 Ocak 1958 Pazar, Misli (Konaklı)…

Dün karnelerimizi alarak yarıyıl tatiline girdik. Bor’dan Misli ‘ye geleli bir buçuk ay olmuş. 1957-58 Eğitim ve Öğretim yılının birinci dönemin yarısını Bor 29 Ekim İlkokulu’nda diğer yarısını da Misli İlkokulu’nda tamamladık. 

Okul ve öğretmenlerimize uyum sağladığımız gibi karnelerimizdeki bütün notlarımız ‘’Pekiyi’’ idi.

Bayezid Tuna öğretmenimiz başarımızdan ötürü bizi kutladı, örnek öğrenci olarak gösterdi ve alınlarımızdan öptü.

Bayrak merasiminden sonra da odasına çağırarak tatilde okumamız için birkaç kitap verdi. Teşekkür ettikten sonra ellerini öperek okuldan ayrıldık.

Eve geldiğimizde kapıda heyecanla bizi karşılayan anam karnelerimizi sordu. Gülerek, neşe içinde,

-Bütün derslerimizden Pekiyi aldık Ana.

Dedik. Gözleri parladı, yüzünde mutlu bir gülümseme belirdi. Anamın da okuma yazması yoktu, babam zaten çat pat askerde öğrenmişti.  Bizlerin okuması önemliydi.

Bizlerin  başarısı her karneden sonra anamla babamı sevindirmiş ve gururlandırmıştı.  Anam bizleri öptükten sonra

-Babanızdan mektup var yine. Okuyun bakalım. Haberler hayırlı mı? Ben de çok merak ettim babanızı.

Dedi. 15 gün önce de babamdan hem mektup hem de bir miktar para gelmişti ancak durumuyla ilgili ayrıntılı bilgi yoktu.

Bu mektubunda sürekli bir işe girdiğini, önümüzdeki ay yine para göndereceğini yazıyordu.

Karne sevinci üzerine babamdan aldığımız haberler de güzel olunca, hep birlikte neşe içinde yemeğimizi yedik. Yemekten sonra anam,

-Mehmet, mağaradan biraz tezekle saman getir. Evimiz soğudu, biraz sobayı yakalım. 

-Hemen Ana. Şimdi gider getiririm.

Diyerek evden çıktım. 

Oldukça soğuk ve karlı bir kış mevsimi geçiriyoruz.  Köyümüz yaklaşık 60 cm kalınlığında karla örtülü, her taraf bembeyaz. Kızakla kaymak, kartopu oynamak için ideal bir ortam ayazlar olmasa.

Dağlarla çevrili Misli Ovası kara iklimi kuşağında bulunuyor. Kar yağdıktan sonra atmosferde yeterli nem ya da su buharı yok. nem ve su buharı yerine yağmaya hazır buz kristalleri var. Bu nedenle şiddetli ayazlar oluyor.

Şiddetli ayazların olduğu bu dönemde evlerimizde yakacak olarak evin altındaki mağarada sadece saman ve tezek var. Köyde odun ve kömür kullanılmıyor. Odun bulunsa da çok pahalı olmalı, bizim aileye göre değil. 

Yakıt olarak Saman ve Tezek…

Saman alevi gibi deyimi tam da bizim evdeki kuzine sobasında  kullandığımız saman ve tezek için geçerli. Tezekler tutuştuktan yarım sonra biter, kül olur.

Odun ve kömür gibi uzun süreli enerji vermez. Bu nedenle, saman ve tezekten elde edilen enerjiyi çok verimli kullanmak zorundayız. Öncelikle soba boruları odada çok dolanacak şekilde yapılandırılmalı ki enerji birden atmosfere gitmesin.

Odada dolanan kızgın soba boruları kızılötesi ışıma yaparak odaya ısı enerjisi aktarır. 

Odadaki nem oranı da önemlidir. 

Oda çok nemli değilse ısıtmak, sıcaklığı 15 derecenin üzerine çıkarmak daha kolaydır. Öyledir çünkü sobanın verdiği enerji yalnız odadaki hava molekülleri için harcanır. Odadaki havanın sıcaklığını arttırmak kolay ve hızlı olur.

Bu nedenle, pencereyi açıp havalandırarak evin içindeki nem oranını düşük tutmaya çalışıyoruz…

Bayezid öğretmenimiz derste anlatmıştı. Nemli ortamlarda kullanılan sobalardaki yakıtlardan elde edilen ısı enerjisi hava moleküllerinin yanı sıra nemi oluşturan su moleküllerinin sıcaklığını arttırmak için de harcanır.

Nemli odalarda sıcaklığı arttırmak için daha çok yakıta ihtiyaç vardır. Odalarınızı sıkça havalandırın ki hem ısınması kolaylaşsın hem de temiz havaya kavuşun demişti.

Nefeslerimizle birlikte oda atmosferine verdiğimiz su buharı odadaki nem oranını arttırıyor. Nemi azaltmak için evi sıkça havalandırıyoruz. Sobadaki saman ve tezek yandıktan bir süre sonra evde ılıman iklim ortamı oluşuyor. 

Matematik ve kompozisyon gibi derslerimizi bu sıcak ortamda yapıyoruz. Oda sıcaklığı oldukça düştüğünde ise yatağın içine girerek Tarih, Coğrafya ve Türkçe gibi okuma derslerini çalışıyoruz.

Ödevlerimiz bittikten sonra hareketli kalmanın yollarını buluyoruz. Mustafa ”Haydi birader, kızak kaymaya gidelim.” Diyor. ”Olur, Mustafa.” Dedikten sonra kızaklarımızla dışarı çıkıyoruz…

AYÖO ÜNİVERSİTE HAZIRLIK KURSLARI

  17 Haziran 1964 Çarşamba, Ankara... İstanbul Zeytinburnu'nda, güneş ışınları yattığımız odanın perdeleri arasından sızarken uyandı...