3
Aralık 1961 Pazar, İstanbul…
Dün
Gülhane Parkına gitmiş, gitme gereğini duymuştum.
Duymuştum
çünkü geçtiğimiz hafta içinde Tarih Öğretmenimiz Niyazi Akşit
‘’Gülhane Hattı-ı Hümayunu’’ olarak bilinen Tanzimat
Fermanı’nı anlatırken Topkapı Sarayı eklentilerinden biri olan
Gülhane Parkını öyle bir anlatmıştı ki mutlaka görmeliyim.
Demiştim.
Osmanlı
İmparatorluğunun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca devletin
idare merkezi ve padişahların aileleriyle yaşadığı bir mekân
olan Topkapı sarayını tanımak, biraz da imparatorluğu tanımak
anlamına geliyor. Demişti tarih öğretmenimiz.
Değişik
dönemlerdeki sultanların ilgi ve çabalarıyla yaptırılan
eklentiler ve eskilerin yenilenmeleriyle Topkapı Sarayı görkemli
bir boyut ve işlev çeşitliliği kazanmıştı. Sarayın
eklentilerinden biri de Gülhane Bahçesi/Parkı olmuştu.
3
Kasım 1839 da Saray eklentileri içerisinde yer alan Gülhane
Bahçesinde okunan bir Hatt-ı Şerif ile Tanzimat-ı Hayriye
“hayırlı düzenlemeler” ilan edilmişti.
Osmanlı
tarihinin en önemli belgelerinden biri olan bu metin, okunduğu
yerden ötürü Gülhane Fermanı ve içeriğinden
ötürü Tanzimat Fermanı adıyla da anılıyordu.
Bu
ferman sayesinde padişahın yetkilerinin bir bölümü Meclise ve
yürütme organına devredilmişti.
Tanzimat
Fermanı’nın okunmasından I. Meşrutiyet’in ilanına kadar
geçen dönem, Osmanlı tarihinde Tanzimat Dönemi olarak
anılmaktaydı. Bu nedenlerden ötürü Gülhane Parkı’nın tarihi
bir önemi vardı.
Sabah
kahvaltısından sonra okulumuzun önünden geçen boynuzlu
otobüslerden biriyle Alemdar Caddesi üzerindeki Gülhane durağına
kadar gittim.
Caddenin
batısında Hamidiye Çeşmesi ile az güneyinde Alemdar Mustafa Paşa
Türbesi bulunmaktaydı. Cadde de ismini Alemdar Mustafa
Paşa’dan almıştı.
Sultan
II. Mahmud’u tahta geçiren en gizemli sadrazamlardan biriydi
Alemdar Mustafa Paşa. Üç ay 18 gün sadrazamlık yapmıştı.
Hamidiye
Çeşmesinin tam karşısındaki Gülhane kapısından giriş yaptım
Gülhane Parkına. Girişin hemen solunda, surların dibinde Topkapı
Sarayı Alay Köşkü bulunmaktaydı.
Önünde
fıskiyeli havuz bulunan Alay Köşkü, Osmanlı Padişahlarının
geçit törenlerini izlediği bir köşk olarak anlatılmıştı
Niyazi Akşit tarafından. Osmanlının geçit törenlerine Alay
dendiğini de söylemişti.
Kapalı
olan Alay Köşkünü gezme olanağı bulamamıştım.
Sağ
tarafta Osman Hamdi Bey yokuşu bulunmaktaydı. Bu yokuş
ziyaretçilerini İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yanı sıra
Topkapı Sarayı Alay Meydanı’na da ulaştırıyordu.
Ben
ortadaki yolu izleyerek Sarayburnu’na çıkmak istedim.
Gülhane
Parkı Sarayın eklentilerinden biri olması nedeniyle,
İstanbul’un en eski parklarından biriydi Gülhane.
İçinde
Topkapı Sarayı’nın gül bahçeleri de bulunduğundan, Gül evi
anlamına gelen Gülhane adını almıştı.
Gülhane
Parkı 1913 yılında Sultan V. Mehmet tarafından halka açılması
için İstanbul Belediye Başkanlığı’na verilmişti. Topkapı
Sarayı’nın dış bahçesi olan bu mekân
Belediye Başkanı Cemil Paşa döneminde parka
dönüştürülmüştü.
Gülhane
Parkı, 1950’li yıllarda ‘Bahar ve Çiçek Şenlikleri’ ile
İstanbulluların en önemli eğlenme ve dinlenme mekânı olmuştu.
Şenlik
günlerinde Gülhane Parkı’na, Avrupa ülkelerinden getirtilerek
kurulan lunapark, kentin her semtinden gelen, her yaştan
İstanbullunun ilgisini çekerdi. Her nedense, “Bahar ve
Çiçek Senliklerinden bir süre sonra vazgeçilmişti.
O
yıllarda parkın ortasından geçen ağaçlı yolun sağında ve
solunda çeşitli gazinolar bulunmaktaydı.
Ayrıca
dinlenme yerleri, yazın kukla-karagöz temsilleri veren bir tiyatro,
çocuk bahçesi, küçük bir hayvanat bahçesi, kahvehaneler,
Tanzimat Müzesi, botanik bahçesi, Âşık Veysel’in heykeli ve
akvaryum olan sarnıç yer almaktaydı.
Gülhane
Parkı’nı baştanbaşa geçerek Sarayburnu’na çıktım.
Atatürk
Anıtının bulunduğu Sarayburnu öyle bir konumdaydı ki İstanbul
Boğazı, Öteki Yaka olarak bilinen Galata ve çevresi, Haliç,
Üsküdar ve Kadı köy rahatlıkla görülebiliyordu.
Sarayburnu’ndaki
Atatürk Heykeli de 1926 yılından bu yana İstanbul’u gözleyip,
durmaktaydı.3 Aralık 1961 Pazar, İstanbul…
Dün
Gülhane Parkına gitmiş, gitme gereğini duymuştum.
Duymuştum
çünkü geçtiğimiz hafta içinde Tarih Öğretmenimiz Niyazi Akşit
‘’Gülhane Hattı-ı Hümayunu’’ olarak bilinen Tanzimat
Fermanı’nı anlatırken Topkapı Sarayı eklentilerinden biri olan
Gülhane Parkını öyle bir anlatmıştı ki mutlaka görmeliyim.
Demiştim.
Osmanlı
İmparatorluğunun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca devletin
idare merkezi ve padişahların aileleriyle yaşadığı bir mekân
olan Topkapı sarayını tanımak, biraz da imparatorluğu tanımak
anlamına geliyor. Demişti tarih öğretmenimiz.
Değişik
dönemlerdeki sultanların ilgi ve çabalarıyla yaptırılan
eklentiler ve eskilerin yenilenmeleriyle Topkapı Sarayı görkemli
bir boyut ve işlev çeşitliliği kazanmıştı. Sarayın
eklentilerinden biri de Gülhane Bahçesi/Parkı olmuştu.
3
Kasım 1839 da Saray eklentileri içerisinde yer alan Gülhane
Bahçesinde okunan bir Hatt-ı Şerif ile Tanzimat-ı Hayriye
“hayırlı düzenlemeler” ilan edilmişti.
Osmanlı
tarihinin en önemli belgelerinden biri olan bu metin, okunduğu
yerden ötürü Gülhane Fermanı ve içeriğinden
ötürü Tanzimat Fermanı adıyla da anılıyordu.
Bu
ferman sayesinde padişahın yetkilerinin bir bölümü Meclise ve
yürütme organına devredilmişti.
Tanzimat
Fermanı’nın okunmasından I. Meşrutiyet’in ilanına kadar
geçen dönem, Osmanlı tarihinde Tanzimat Dönemi olarak
anılmaktaydı. Bu nedenlerden ötürü Gülhane Parkı’nın tarihi
bir önemi vardı.
Sabah
kahvaltısından sonra okulumuzun önünden geçen boynuzlu
otobüslerden biriyle Alemdar Caddesi üzerindeki Gülhane durağına
kadar gittim.
Caddenin
batısında Hamidiye Çeşmesi ile az güneyinde Alemdar Mustafa Paşa
Türbesi bulunmaktaydı. Cadde de ismini Alemdar Mustafa
Paşa’dan almıştı.
Sultan
II. Mahmud’u tahta geçiren en gizemli sadrazamlardan biriydi
Alemdar Mustafa Paşa. Üç ay 18 gün sadrazamlık yapmıştı.
Hamidiye
Çeşmesinin tam karşısındaki Gülhane kapısından giriş yaptım
Gülhane Parkına. Girişin hemen solunda, surların dibinde Topkapı
Sarayı Alay Köşkü bulunmaktaydı.
Önünde
fıskiyeli havuz bulunan Alay Köşkü, Osmanlı Padişahlarının
geçit törenlerini izlediği bir köşk olarak anlatılmıştı
Niyazi Akşit tarafından. Osmanlının geçit törenlerine Alay
dendiğini de söylemişti.
Kapalı
olan Alay Köşkünü gezme olanağı bulamamıştım.
Sağ
tarafta Osman Hamdi Bey yokuşu bulunmaktaydı. Bu yokuş
ziyaretçilerini İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yanı sıra
Topkapı Sarayı Alay Meydanı’na da ulaştırıyordu.
Ben
ortadaki yolu izleyerek Sarayburnu’na çıkmak istedim.
Gülhane
Parkı Sarayın eklentilerinden biri olması nedeniyle,
İstanbul’un en eski parklarından biriydi Gülhane.
İçinde
Topkapı Sarayı’nın gül bahçeleri de bulunduğundan, Gül evi
anlamına gelen Gülhane adını almıştı.
Gülhane
Parkı 1913 yılında Sultan V. Mehmet tarafından halka açılması
için İstanbul Belediye Başkanlığı’na verilmişti. Topkapı
Sarayı’nın dış bahçesi olan bu mekân
Belediye Başkanı Cemil Paşa döneminde parka
dönüştürülmüştü.
Gülhane
Parkı, 1950’li yıllarda ‘Bahar ve Çiçek Şenlikleri’ ile
İstanbulluların en önemli eğlenme ve dinlenme mekânı olmuştu.
Şenlik
günlerinde Gülhane Parkı’na, Avrupa ülkelerinden getirtilerek
kurulan lunapark, kentin her semtinden gelen, her yaştan
İstanbullunun ilgisini çekerdi. Her nedense, “Bahar ve
Çiçek Senliklerinden bir süre sonra vazgeçilmişti.
O
yıllarda parkın ortasından geçen ağaçlı yolun sağında ve
solunda çeşitli gazinolar bulunmaktaydı.
Ayrıca
dinlenme yerleri, yazın kukla-karagöz temsilleri veren bir tiyatro,
çocuk bahçesi, küçük bir hayvanat bahçesi, kahvehaneler,
Tanzimat Müzesi, botanik bahçesi, Âşık Veysel’in heykeli ve
akvaryum olan sarnıç yer almaktaydı.
Gülhane
Parkı’nı baştanbaşa geçerek Sarayburnu’na çıktım.
Atatürk
Anıtının bulunduğu Sarayburnu öyle bir konumdaydı ki İstanbul
Boğazı, Öteki Yaka olarak bilinen Galata ve çevresi, Haliç,
Üsküdar ve Kadı köy rahatlıkla görülebiliyordu.
Sarayburnu’ndaki
Atatürk Heykeli de 1926 yılından bu yana İstanbul’u gözleyip,
durmaktaydı.
Bir
süre Sarayburnu’ndaki kafelerden birine oturarak, muhteşem üçlü
olarak tanımladığım ''simit-peynir-çay'' ile, Boğaziçi'nin
muhteşem manzarasını doyasıya seyrettim.
Muhteşem
üçlü deyince aklıma, Mersin'de yalınayak simit sattığım,
ilkokul 3. sınıfa başladığım günler geldi.
Başarmıştım.
Yalınayak
ilkokla başladığım yıllardan üç imparatorluğa başkentlik
yapmış İstanbul'daki Sırça Saray dediğim Yüksek Öğretmen
Okulu'nun anıtsal binasında okuma şansımı yaratmıştım.
Bir
süre Sarayburnu’nda oyalandıktan sonra, yürüyerek Sirkeci’ye
gelip, boynuzlu otobüslerden biriyle okuluma dönmdüm.