18 Ekim 2022 Salı
YENİ KONAKLAMA YERİMİZ BOR NİĞDE
Labels:
Antik Bor Kasabası,
Bor,
Bor Sokubaşı Mahallesi,
Bor Tren Garı,
kap kacak,
kara tren vagonları,
Niğde yeni konaklama yerimiz,
Yatak yorgan
Bulgaristan 1944 doğumlu Mehmet Akıncı;Anılarının yanı sıra, Modern bir Gezgin olarak Gezi yazıları ve tarihi mekanlar üzerine düşünceleriyle tanınan, emekli Fizik öğretmeni ve blog yazarıdır. Çağdaş Gezgin Akıncı944 bloğu başta olmak üzere, blog serileri aracılığıyla, seyahat tutkusunu tarihi keşiflerle birleştiriyor. Kayaköy kalıntıları ve İstanbul'daki Gülhane Parkı gibi, Türkiye'nin ve seyahat ettiği dış ülkelerin çeşitli yerlerinde ve ötesindeki deneyimlerini anlatıyor. Yazıları, kişisel hafıza ve tarihsel bağlamın kesişimini araştırıyor ve genellikle geçmiş uygarlıkların gizli hikayelerini hayata geçiriyor. Akıncı'nın Blokları; nostalji, tarihi yorumlar ve kişisel anekdotların bir karışımıdır ve okuyuculara bu yerlerin hem güzelliğini hem de karmaşıklığını takdir etmeleri için ilham vermek için tasarlanmıştır.
15 Ekim 2022 Cumartesi
NİĞDE İLÇESİ BOR KASABASINA TAŞINMA KARARI
29 Haziran 1957 Cumartesi, Mersin…
Dün gece doğru dürüst uyuyamadım. Adeta birer kâbus olan rüyalarımda kendimi Bulgaristan’daki köyümüz Karagözler ’de buluyor ve Kerim dayımla Sakar Balkan’a tırmanıyorduk…
Derken birden Maraş’tan Elbistan’a gitmek için, üstü açık bir kamyon kasasında, diğer göçmenlerle birlikte Gâvur Dağlarına tırmanmaya başlamıştık.
Üzerinde bulunduğumuz kamyon birden stop edip geri kaymaya başlayınca, kamyon kasasından hooop diye atladığımda kendimi Ceyhan pamuk tarlalarında mevsimlik işçi olarak buldum.
Bulut gibi çevremi sarıp beni apansız bırakan Akçasaz Bataklıklarının sivrisinekleriyle başa çıkmaya çalışıyordum…
Sarsılarak alaca karanlıkta uyandırıldım…
Bir an için nerede bulunduğumu anımsayamadım. Gözlerimi ovuşturarak şaşkınlıkla etrafıma bakınırken, başımda dikilmiş olan kardeşim Mustafa’yı gördüm. Mustafa,
-Kalk artık birader, simitçi fırınına geç kalacağız.
Dedi. Yorgun ve sersemlemiş olarak doğruldum. Gözlerimi ovuşturarak şaşkınlıkla,
-Sivrisinekler ne oldu Mustafa?
Dedim. Ayakta hayretle bana bakmakta olan Mustafa,
-Hangi sivrisinekler birader, onlar da nereden çıktı?
Dedi ve simit tablasını alarak dışarı çıktı. Birden ayıldım. Mersin Göçmen barakalarındaki sazlardan yapılmış evimizdeydik. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra, simit tablalarımı alarak ben de dışarı çıktım.
Simit fırınına doğru yürürken bir taraftan da karabasan haline gelmiş olan rüyalarımı anlattım Mustafa’ya…
Kendimi oldukça yorgun hissediyordum bütün gece beni uğraştıran karabasanlardan ötürü. Karabasanların nedeni de, dün akşam Niğde Misli Köyü’nden dönen babamın anlattıklarıydı.
İki gün önce babam Niğde Misli Köyüne gitmek zorunda kalmıştı aldığı bir haberden ötürü. Hazinenin bize sadece kullanım hakkını verdiği Misli ’deki mülkiyetsiz tarlalarla ilgi olduğunu söylemişti gitmeden önce. Biz de ‘’hayırdır inşallah’’ Demiştik.
Dün simitlerimizi sattıktan sonra eve döndüğümüzde babam evdeydi. Anamla sessiz ve çaresizce konuşuyorlardı. Elini öperek,
-Hoş geldin baba, hayır mı?
Dedik…
Hayırlı bir sonuçla dönmemişti…
1952 yılında iskân edildiğimiz Misli ’deki, sadece kullanım hakkı verilen mülkiyetsiz tarlaları, bize sunulan yasal süreç içinde kullanmadığımız, köye dönüp ekim dikim yapmadığımız takdirde kullanım haklarını kaybedeceğimiz bildirilmişti babama…
Mülkiyetsiz tarlalarımızın kullanım haklarını kurtarmak için Misli ’ye dönmemiz gerekecekti.
Misli ‘ye dönebilmek için, konaklayacağımız ev dışında, ekili dikili ve hasat edilmiş ürünlerimizin olması gerekiyordu.
Oysa evimiz dışında, yakacak saman ve tezeğimiz bile yoktu…
Evimiz diyordum ama Misli ’den ayrılalı üç yıl olmuştu.
Ev, ev olmaktan çıkmış da olabilirdi…
Babam beni doğruladı. Evin ve avlusunun yeniden yapılanması gerekiyordu. Evi biraz derleyip, toparlamış ve kapısına bir de kilit vurarak gelmişti.
Bu koşullarda köye dönemezdik…
Köye dönmemek için babam kendince bir çözüm üretmişti.
Niğde ili sınırları içinde olmamızın yeterli olacağını düşünmüş, köyümüzün yaklaşık 40 km güney-batısında ve Niğde’nin de 14 km güney-batısında olan Bor kazasında mevsimlik iş bularak, Sokubaşı (Künkbaşı) Mahallesinde Rumlardan kalma cumbalı bir ev kiralamıştı.
Bize yine göç görünmüştü…
Yeni bir mekân, yeni bir ev, okul, arkadaşlar ve tanımadığımız yeni öğretmenler…
Başka seçeneğimiz yoktu…
1957 yılı Temmuz ayı ortalarında Bor’a taşınma kararı aldık Akıncı Ailesi olarak…
Bakalım zaman neler gösterecekti, Bor’a taşınıp görecektik…
Labels:
Ceyhan Pamuk tarlaları,
Maraş Elbistan,
Niğde Bor,
Niğde Bor Kasabasına taşınma kararı,
Niğde Konaklı,
Niğde Misli Köyü
Bulgaristan 1944 doğumlu Mehmet Akıncı;Anılarının yanı sıra, Modern bir Gezgin olarak Gezi yazıları ve tarihi mekanlar üzerine düşünceleriyle tanınan, emekli Fizik öğretmeni ve blog yazarıdır. Çağdaş Gezgin Akıncı944 bloğu başta olmak üzere, blog serileri aracılığıyla, seyahat tutkusunu tarihi keşiflerle birleştiriyor. Kayaköy kalıntıları ve İstanbul'daki Gülhane Parkı gibi, Türkiye'nin ve seyahat ettiği dış ülkelerin çeşitli yerlerinde ve ötesindeki deneyimlerini anlatıyor. Yazıları, kişisel hafıza ve tarihsel bağlamın kesişimini araştırıyor ve genellikle geçmiş uygarlıkların gizli hikayelerini hayata geçiriyor. Akıncı'nın Blokları; nostalji, tarihi yorumlar ve kişisel anekdotların bir karışımıdır ve okuyuculara bu yerlerin hem güzelliğini hem de karmaşıklığını takdir etmeleri için ilham vermek için tasarlanmıştır.
14 Ekim 2022 Cuma
İLKOKUL BEŞİNCİ SINIF ÖĞRENCİSİ OLDUM
23 Haziran 1957 Pazar, Mersin…
Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu dördüncü sınıfı da başarıyla tamamladık ve 15 Haziran Cumartesi günü öğleden sonra yaz tatiline girdik.
Geriye dönüp baktığımda; 1953-54 Eğitim ve Öğretim yılında, Niğde Misli’ de ilkokula başlamıştım. 1954-55 döneminde ikinci sınıfı Osmaniye’de okuduktan sonra, 1955 yılı haziran ayı sonlarında Mersin’e gelmek zorunda kalmıştık.
Mersin’de, Kuvayi Milliye İlkokulu’nda iki yıl üst üste okumanın ayrıcalığını yaşadık kardeşimle. Okulumuza iyice alışmış, uyum sağlamış ve geniş bir arkadaş çevresi de edinmiştik.
Üstelik ayakkabı boyacılığının yanı sıra susamlı simit, halka tatlısı satarak harçlığımızı çıkarmanın yolunu da öğrenmiş ve ailemizden para istemek zorunda kalmayacak hale gelmiştik.
Özgürleşmiştik yani…
Uzun kumsalları, gizemli koyları ve ardında yükselen Toros dağlarıyla ovalarında portakal çiçeği kokan Mersin’i sevdik. Türkiye’nin en iyi limon ve portakal bahçelerinin bulunduğu, Toros Dağlarının alçak eteklerini üzüm bağlarının sardığı güneş kenti Mersin aynı zamanda fakir fukaranın yanı sıra bizim de ekmek kapımız olmuştu.
ATAŞ Rafinerisi, çırçır ve tekstil fabrikaları ve Uluslararası deniz ulaşımını sağlayan Mersin Limanında on binlerce işçi çalışıyordu. Babam da ATAŞ’ ta çalışmasını sürdürüyordu. İlk kez uzun soluklu bir işi vardı.
Hafta sonu tatillerinde, simitlerimizi satıp ödevlerimizi yaptıktan sonra, bazen Göçmen barakalarındaki arkadaşlarımızla sahile indiğim olurdu. 1950-60’lı yıllarda Mersin sahili alabildiğine bakir kilometrelerce uzanan tertemiz kumsalları vardı.
Güle oynaya gittiğimiz Müftü Deresi Mersin’in batı sınırındaydı. Bazı hafta sonu tatillerinde, Müftü (Efrenk) deresine ulaştıktan sonra, dere boyunca sahilden bir hayli uzaklaştıktan sonra karşılaştığımız Höyüğün Yumuktepe Höyüğü olduğunu öğrenecektim zamanla.
Hafta sonlarından birinde, sahilden oldukça içerideki Höyük ve Höyükteki kalıntılar dikkatimi çekmişti.
Her zaman öğrenmeye meraklı bir çocuk olarak, Kuvayi Milliye İlkokulu Tarih ve Coğrafya öğretmenlerimizden bilgi istemiştim. Öğretmenlerimden edindiğim bilgileri yeterli görmeyince, hiç aksatmadan gittiğim İl Halk Kütüphanesi’nden de bilgi edinmeye çalıştım.
Gördüm ki, Müftü Deresi’nin diğer adını oluşturan “Efrenk”, Mersin şehir merkezinden yaklaşık 40 km içeride, Torosların eteklerindeki Aslanköy’ ün eski adıydı.
Haçlı seferlerinden birinde, orada yerleşip kalan Franklar için İslam akıncılarının koyduğu ad “El Frenk”. Zamanla halk dilinde Efrenk’e dönüşmüştü.
Yumuktepe Höyüğü yanından geçerek denize ulaşan bu akarsu Efrenk ya da Müftü Deresi, günümüzdeki adıyla Aslanköy’ ün Başpınar Mahallesinde doğar. Çok geçmeden Yedigöz’un suyu karışırdı.
Torosların karstik yarıklarında biriktirdiği kar sularını yedi gözeden yeryüzüne çıkardığı Pınarın adıydı Yedigöz. Birleştiğinde bir küçük dere olurdu ki, Şekerce ve Göldeviren’den inen diğer kollarıyla Aslanköy göletini doldururlardı. Aslanköy göletini aşarak, Yumuktepe Höyüğü yanından geçerek sahile ulaşan derenin adı da “Efrenk Deresi” olmuştu.
Muhtemelen birkaç bin yıl önce, Höyük deniz kenarındaydı. Büyük coğrafyacı, Ord. Prof. Dr. Besim Darkot’un Yumuk Irmağı olarak adlandırdığı günümüzdeki Müftü ya da Efrenk Deresi sürekli alüvyon taşıdığından, höyüğün komşusu olan deniz bölümü alüvyonla dolmuş ve höyük içeride kalmıştı.
Kuvayi Milliye İlkokulu çok yönlü sosyal etkinlikleri olan bir okuldu. Öncelikle, öğrencilerini kitapların dünyasına sokmanın yanı sıra, Milli oyun ekipleri, izci grubu, voleybol takımı ve tiyatro grupları da oluşturmuştu.
Sosyoekonomik durumumuzdan ötürü ben bu etkinliklerden birçoğunda yer alma fırsatı bulamadım. Para harcanması gerekmeyen sahil gezintileri ile İl Halk Kütüphanesi bana yeterli olmuştu geleceğimin alt yapısını hazırlamak için.
Labels:
ayakkabı boyacılığı,
Efrenk deresi,
İlkokul beşinci sınıf öğrencisi oldum,
Mersin Aslanköy,
Müftü Deresi,
portakal çiçeği kokan Mersin
Bulgaristan 1944 doğumlu Mehmet Akıncı;Anılarının yanı sıra, Modern bir Gezgin olarak Gezi yazıları ve tarihi mekanlar üzerine düşünceleriyle tanınan, emekli Fizik öğretmeni ve blog yazarıdır. Çağdaş Gezgin Akıncı944 bloğu başta olmak üzere, blog serileri aracılığıyla, seyahat tutkusunu tarihi keşiflerle birleştiriyor. Kayaköy kalıntıları ve İstanbul'daki Gülhane Parkı gibi, Türkiye'nin ve seyahat ettiği dış ülkelerin çeşitli yerlerinde ve ötesindeki deneyimlerini anlatıyor. Yazıları, kişisel hafıza ve tarihsel bağlamın kesişimini araştırıyor ve genellikle geçmiş uygarlıkların gizli hikayelerini hayata geçiriyor. Akıncı'nın Blokları; nostalji, tarihi yorumlar ve kişisel anekdotların bir karışımıdır ve okuyuculara bu yerlerin hem güzelliğini hem de karmaşıklığını takdir etmeleri için ilham vermek için tasarlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
AYÖO ÜNİVERSİTE HAZIRLIK KURSLARI
17 Haziran 1964 Çarşamba, Ankara... İstanbul Zeytinburnu'nda, güneş ışınları yattığımız odanın perdeleri arasından sızarken uyandı...
-
Yaşamımda ve sosyalleşmemde önemli bir yeri olan Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi ve sonrasında eğitimimi sürdürdüğüm Ankara ...
-
15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...
-
ANILARIMA GİRİŞ Emine ve Ahmet Akıncı anısına… Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani düşmanla son...
-
17 Eylül 1958 Çarşamba, İvriz… Sözlü sınavların başlayacağı önemli ve heyecanlı bir gün bugün… İvrizli olabilmek için biraz sonra başlayac...
-
22 Eylül 1963 Pazar, Ankara... Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Liselerinde ders başı yapalı bir hafta oldu. Bu süre içinde, kayıtlı b...
-
23 Şubat 1964 Pazar, 2. akşam etüdü... Maltepe Demirtepe'deki geçici binamızda, akşam ikinci etüdündeyiz. Yarınki derslerin ödevleri bi...
-
22 Eylül 1963 Pazar, Atatürk Lisesi... İkinci akşam etütündeyiz. Ödevlerim bitti. Anı defterimi açarak geçen haftanın izlenimlerini yazmaya...
-
12 Nisan 1964 Pazar, Ankara... Bu sabah kahvaltıdan sonra, Cezmi Bayram arkadaşımızın da yönlendirmesiyle, Üniversiteliler Kültür Derneğ...
-
11 Eylül 1961 Pazartesi, Haydarpaşa… İlk kez 1951 yılın Nisan ayının 26’sında, Bulgaristan'dan göç sırasında, Edirne’den Maraş Elbistan...
-
1941 yılında Köy Enstitüsü olarak kurulan ilk enstitülerden biriydi İvriz Öğretmen Okulu. Adını Enstitünün kurulduğu yerin 9 km. doğusund...