23 Ocak 2023 Pazartesi

MEVSİMLİK İŞÇİLİK DÖNEMİ BİTTİ

 

17 Eylül 1960 Cumartesi, Karabucak Tarsus…

Yaklaşık üç buçuk ay çalıştığımız Karabucak Okaliptüs Orman Fidanlığı'ndaki mevsimlik işçi dönemimizi dün sonlandırdım.

Bu dönemde hem para kazandım hem de Antik Kilikya’nın başkenti Tarsus’u tanımaya çalıştım. Güzel bir yaz sezonu oldu.

Tarsus’la ilk bağlantım 6 Temmuz Cumartesi günü Tarsus açık hava sinemasında izlediğim Ben Hur filmi kurmuştum. Sonraki günlerde fırsat buldukça açık hava sinemalarında ilginç bulduğumuz filmleri izlemeyi sürdürdük arkadaşımız Salih’le.

Antik çağda Çukurova ile Mersin’den Alanya’ya kadar uzanan kıyıları ve yaslandıkları Toros Dağlarının güney yamaçlarını içine alan Kilikya bölgesi ve başkenti Tarsus ilgi alanım olmuştu.

Roma İmparatoru Sezar’ın M.Ö 44 yılında ölmesinin ardından onun yerini alan üç kişiden biri Marcus Antonius ’un Tarsus’a gelmesiyle, Tarsus’un gelişmesinin önü açılmıştı.

Tarsus ve gelişimini öğrenmeye çalışırken, İvriz’de Tarih Öğretmenim olan Hüseyin Seçmen’i örnek almıştım. Tarih derslerini seviyorduk.

Antik Kilikya konusu ve işleyiş tarzı heyecanı yaratmıştı. Nitekim derslerinden sonra kütüphaneye giderek Mısır Firavunlarıyla Roma yöneticileri arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışmıştım.

Mısır’ın yönetimi ile Roma arasındaki ilişkilerin çözümlenmesi için Marcus Antonius tarafından Cleopatra Tarsus’a davet edilmişti. 

Karabucak bataklığının bulunduğu Regma Gölü, küçük tonajlı gemilerin rahatlıkla geçebileceği bir kanalla Akdeniz’e bağlı olduğundan Tarsus bir liman kentiydi.

İskenderiye’den kalkan Firavunluk gemileriyle Akdeniz’i geçen Cleopatra ve maiyeti bir liman kenti olan Tarsus’a büyük bir törenle girmişti.

Cleopatra’nın bu ziyaretiyle Tarsus, Dünyanın kalbinin attığı en önemli merkez durumuna gelmişti. 

Cleopatra Tarsus’u Regma Gölü'ne bağlayan Deniz kapısı, Cleopatra ziyaretinden sonra, Cleopatra kapısı olarak anılır olmuştu.

Tarihi anıtlardan Cleopatra Kapısı’nın yanı sıra Aziz Paulus Kilisesi ve Kuyusu ’nu da öğrenme fırsatını yakalamıştım. Vaftizci Yahya olarak da bilinen Aziz Paulus Tarsus doğumlu olup, Hz. İsa’nın ilk havarilerinden ve İncil’in yazarlarından biri olduğunu öğrenmiştim. 

Diğer taraftan, Yedi Uyurlar ve Ashab-ı Kehf turizm açısından öne çıkan mekânlardan bir başkasıydı. Tarsus ilçesinin kuzey-batısında,14 km. uzaklıkta yer alan Ashab-ı Kehf mağarası, Hristiyan ve Müslümanlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul edilmekteydi. 

Antik Tarsus’u bir ölçüde tanımanın dışında eski Regma Gölünü Akdeniz’e bağlayan Berdan Nehri kıyısındaki yerleşimleri de tanımaya çalıştım.

Yaklaşık 7 km güneyinde Özel-Bahşiş Köyü ile 11 km güneyinde Kulak Köyü bulunmaktaydı. Kulak Köyünden yaklaşık 600 metre güneydeki Berdan Nehri’nin kollarından biri üzerinden geçilerek Tarsus Plajına ulaşılmaktaydı.

Özel-Bahşiş sakinlerinin büyük bölümünü Balkan Göçmenleri oluşturmaktaydı. Avlular içine aldıkları evleri en azından renkli toprak boya ile boyanmışlardı. Bahçelerini ağaçlandırmışlardı. Evlerini, insanca yaşama uygun hale getirmişlerdi.

Öyleydi çünkü Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarımın bazılarının aileleri buraya yerleşmişlerdi. Evlerine davet edilmişliğim vardı.

Oysa yerli halkın oluşturduğu Kulak Köyü, Osmanlının kulluk döneminde olduğu gibi, hala her şeyi devletten beklemekteydiler.

Genellikle evleri bakımsız ve çevreleri de kupkuruydu. Yeşillikten yoksundular. Balık vermişler ama balık tutmasını öğretmemişler, onlar da öğrenmek istememişlerdi.

Karabucak Okaliptüs Ormanı’nda çalışan mevsimlik işçiler içinde kardeşimle benden başka öğrenimine devam eden yoktu. İlkokuldan sonra eğitim ve öğretim bırakılmış ya da bırakılmak zorunda kalmıştı.

Parasız yatılı okullar olan Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okulları olmasaydı kardeşimle ben de okulları bırakmak zorunda kalabilirdik belki de…

Okullu olmamıza rağmen kardeşimle ben diğerleri gibi, bekli de onlardan daha iyi, üzerimize düşeni yaptık çalıştığımız süre içinde. Çalışmaları yöneten Derviş Çavuş takdirle karşılamış, bir bakıma, kardeşimle beni korumaya da almıştı.

İvriz İlköğretmen Okulu bizleri, birçok becerinin yanı sıra, disiplin konusunda da iyi yetiştirmişti. Mevsimlik işçiler arasında göz doldurmuş ve saygınlık kazanmıştık.

Gerek orman mühendisleri Yaşar ve Muzaffer Bey katında gerekse ulaşımdan sorumlu Adem usta ve şoför Mahmut abiler katında da itibarımız artmıştı.

Yaz boyunca, hem tarım konusunda bilgi dağarcığım büyümüş hem de okul harçlığımı kazanmıştım. Mutluydum ama yine de İvriz Öğretmen Okulu'na dönme heyecanı sarmıştı beni. Sanki, asıl yuvamız İvriz olmuştu...


22 Ocak 2023 Pazar

TARSUS CLEOPATRA KAPISI

 31 Temmuz 1960 Pazar, Tarsus…

Bugün yine, ikinci kez, ücret alma günü. 

5 Haziran'da geldiğimi Tarsus Karabucak Okaliptüs Ormanı Fidanlığındaki mevsimlik işçiliğimizin ikinci ayı dolmuştu.  

Sabahın erken saatlerinde Akıncı Ailesi çalışanları olarak fidanlık muhasebesinden 28’er günlük ücretlerimizi aldık. Muhasebeden ayrıldığımızda hepimizin yüzü gülüyordu.

Tavuk kümesinden bozma konaklama yerine dönerken babama ”Bugün Salih’le Tarsus’a gidebilir miyiz?” sorusuna olumlu yanıt aldık. Cumartesi günü sözleştiğimiz gibi Salih saat 09,00’da bisikletiyle geldi. Salih’e babamın bisikletiyle biz de eşlik ederek Tarsus'a hareket ettik.

Tarsus’ta ilk ziyaret yerimiz Cleopatra Kapısı oldu.  Anıtsal yapının çevresinde dolanırken aklıma, İvriz’deki tarih derslerinde tarihi adeta yaşatan, Hüseyin Seçmen öğretmenim geldi.

Antik Kilikya’nın başkenti Tarsus’tan söz derken, Tarsus biraz da Cleopatra Kapısıdır. Demişti.

Tarihin en romantik kapısıydı Cleopatra Kapısı. Anlatırken coşmuş, adeta kendinden geçmişti.

Antik dönemde, M.Ö. 41 yılında, Mısır’ın ünlü kraliçesi Cleopatra sevgilisi Romalı General Antonius ile buluşmak için, yelkenleri erguvan renkli atlastan, kürekleri gümüş, gövdesi altın yaldızlı gemisiyle uzun bir yolculuktan sonra, Akdeniz’in Tarsus sahiline demir atmıştı.

Hediyeleriyle değerli süs eşyalarını yanına alarak, büyük bir filonun eşlik ettiği pupası altın yaldızla kaplı, kürekleri gümüş ve yelkenleri erguvan rengi muhteşem bir saltanat kayığıyla Regma lagününün sığ sularından süzülerek Kydnos ırmağının içlerine doğru yelken açıp ilerlemiş, Deniz Kapısından geçerek Tarsus’a girmişti. 

Saltanat kayığından sayısız tütsülerin saldığı hoş kokular nehrin kıyılarına yayılmıştı. Tarsus halkının bir kısmı nehrin girişinden başlayarak her iki kıyı boyunca ona eşlik ederken, diğerleri de bu manzarayı görmek için, kentten koşarak gelmişti. Cleopatra o gün sadece Tarsus limanına değil, Antonius ’un kalbine de demir atmıştı.

Kente Deniz Kapısı’ndan girmiş olan Cleopatra’nın büyüsü nedeniyle, o tarihten sonra kapının adı Cleopatra olarak belleklere yerleşmişti.

Bizans Dönemi’nde inşa edilen kent surlarının Dağ Kapısı, Adana Kapısı ve Deniz Kapısı bulunuyordu. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Tarsus’u anlatırken bu kapı için İskele Kapısı ismini kullanmıştı. Yapımında Horasan harcı kullanılmış olan kapının kenarı at nalı şeklinde, yerden yüksekliği 6,17 metre derinliği ise 6,18 metreydi.

Tarsus’un 18.’nci yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam üç kapılı surları, 1835 yılında Mısır Hıdivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde tek kemerli Deniz Kapısı kalmış, günümüze Cleopatra Kapısı adıyla ulaşmıştı.



ANTİK KİLİKYANIN BAŞKENTİ TARSUS

 

31 Temmuz 1960 Pazar, Tarsus Karabucak…

Tarsus Karabucak Okaliptüs Ormanı Fidanlığındaki mevsimlik işçiliğimizin ikinci ayı doldu sayılır.

Sabahın erken saatlerinde fidanlık muhasebesinden, 3 temmuzdan bu yana geçen 28’er günlük ücretlerimizi aldık. Geçen ayda olduğu gibi, Akıncı Ailesi 351 Lira hak etmişti.

Kendimizi ödüllendirmeliydik. Babamın da iznini aldıktan sonra yan yana çapa salladığımız mevsimlik işçi arkadaşımız Salih’le Tarsus’a gitmeye karar verdik.

İvriz’deki tarih Öğretmenim Hüseyin Seçmen, derslerinden birinde Roma İmparatorluğunu anlatırken,  Anadolu’nun en verimli topraklarından birinde bulunan Kilikya Eyaletinin başkenti Tarsus’tan da söz etmişti.

Tarsus deyince de dünyanın en romantik kapısı ile Clepatra-Antonius’un unutulmaz aşkları akla geliyordu.

Dünyanın en romantik kapısını gündüz gözüyle görmeliydim. Bisikletlerimize atlayarak Tarsus’a indik.

M.Ö. 41 yılında, Mısır’ın ünlü kraliçesi Cleopatra sevgilisi Romalı General Antonius ile buluşmak için yelkenleri erguvan renkli atlastan, kürekleri gümüş, gövdesi altın yaldızlı gemisiyle uzun bir yolculuktan sonra, Akdeniz’in Tarsus sahiline demir atmış, sonradan adını alacak olan Deniz kapısından Tarsus’a girmişti.

Roma’nın genç imparator adayı Marcus Antonius, Mısır Kraliçesi Cleopatra’nın onuruna, Tarsus’u yeniden yaratmış, Cleopatra’yı taçlandırmak için de Deniz Kapısı’nı Cleopatra Kapısı olarak adlandırmıştı.

Başka bir deyişle, Cleopatra Kapısı, Antonius ve Cleopatra’nım birbirine duydukları aşkın bir ürünüydü.

İlk Çağ’da Helenlerce Kilikya diye anılan bölge Çukurova’nın yanı sıra Mersin’den Alanya’ya kadar uzanan kıyıları ve bunların arkasındaki Toros dağları güney yamaçlarını içine alıyordu.

M.Ö. 66 yılında Kilikya bir Roma Eyaleti olunca, Tarsus’ ta bunun merkezi durumuna getirilmişti.

Tarsus Gözlükule Höyüğünde yapılan kazılar, Kilikya’nın başkenti olan Tarsus’un Anadolu’daki ilk yerleşim yerlerinden biri olduğunu ortaya koymuştu.

Tam 10 bin yıldır hiç terk edilmeyen, medeniyetin kesintisiz devam ettiği Tarsus, bu sayede zengin bir kültüre ve ‘ilklere’’ ev sahipliği yapmıştı.

Tarsus Kilikya’nın en büyük tek kentiydi. 

Ünlü gezgin Strabon, Tarsus’u Kilikya’nın ana kenti olarak tanımlar. Tarsus, bu durumunu ve ününü Roma İmparatorluğu’nun tüm dönemlerinde sürdürür.

Tarsus için iç liman özelliği taşıyan Regma Gölü’nün bataklığa dönüşmesinden ve Mersin Limanının devreye girmeye başlamasından sonra Tarsus eski muhteşem günlerini Mersin’e kaptırmıştı.

 



1960'TA TARSUS SİNEMALARI


 6 Temmuz 1960 Cumartesi, Karabucak Tarsus …

Yaklaşık bir buçuk ay olmuştu Karabucak Okaliptüs Orman fidanlığında mevsimlik işçi olarak çalışmaya başlayalı.

İlk bir ay fidan dikim sahasında çalıştık. Çalışma tarzımız ve disiplinimiz mevsimlik işçilerin amiri Derviş çavuşun takdirini kazanmıştı.

Dikim sahasında işimiz bitince önceki aylarda dikimi yapılmış olan fidanların çevresini çapalamaya başladık. Böylelikle fidan çevresindeki zararlı otları temizlediğimiz gibi, kaymak tutan toprak tabakası da kırılmaktaydı.

Kaymak tabakasının kırılması önemliydi. Kaymaklaşan tabaka, fidan kökünün su almasını engel olmakta ve kurutmaktaydı.

İvriz Öğretmen Okulu’ndaki Tarım derslerinde Salih Ziya Büyükaksoy öğretmenimiz böyle anlatmıştı.

Yan yana çapa salladığımız Salih,

-Tarsus’a Ben Hur adında oldukça ünlü bir film gelmiş. Bu akşam gider miyiz?

-Olur Salih gidelim.

Dedik. Salih ve ailesi fidanlık şefliğinin yaklaşık 100 metre güneyinde, büyükçe bir kanal çevresinde konuşlanmış bir gecekonduda yaşamaktaydılar.

Fidanlıkta çalışmakta olan ailesi ve Salih’le tanışmamız ve kaynaşmamız kolay olmuştu. Kolay olmuştu çünkü onlar da Balkan göçmenleriydiler.

Saat 18:00’de günlük çalışma bitmişti. Ben Hur filmi saat 21:00’de başlayacaktı. Salih’le saat 20:00’de buluşmak üzere sözleştik.

Ev olarak kullandığımız tavuk kümesi ve çardaktan oluşan yerleşkemize geldikten bir süre sonra babam da gelmişti.

-Salih’le birlikte sinemaya gidebilir miyiz Baba?

-Elbette gidebilirsiniz. Bunu hak ettiniz….-Tarsus’a neyle gidip geleceksiniz çocuklar?

Sorusunu yöneltti. Babamın Mersin’de Ataş Rafinerisinde çalıştığı dönemlerde satın aldığı elden düşme bir bisikleti vardı.

-Bisikleti kullanabilir miyiz Baba?

Deyince olur, yanıtını aldık.

Fidanlıkla Tarsus arasındaki ulaşım fidanlığın araçlarıyla sağlanıyordu. Ne var ki fidanlıkça belirlenen saatlerin dışında servis bulunmamaktaydı.

Bazen zorunlu bazı ihtiyaçlarımız için servis saatleri bize uygun düşmemekteydi.

Tarsus’a ulaşım sorunu çözmek için babamın elden düşme bir bisikletini kullanıyorduk.

Üstelik kardeşimle birlikte ikimiz de bisiklet kullanmasını iyi derecede biliyorduk. Öyle ki dönüşümlü kullanarak aynı bisikletle ikimiz birlikte seyahat edebiliyorduk.

Salihlerin de bisikletleri vardı. Tarsus’a bisikletlerle gidip gelecektik.

Akşam yemeğinden sonra en temiz yazlık elbiselerimizi giyip, büyük bir heyecanla Salih’i beklemeye başladık. İlk kez Tarsus’la tanışacak ve ilk kez Tarsus’ta yazlık bir sinemaya gidecektik.

İlkokul dönemimizde Mersin’deki yazlık sinemalarla haşır neşir olmuştuk. Dönemin unutulmaz filmlerini izlemiştik. Bu dönemde de Tarsus’a gelebilecek filmleri izlemek istiyorduk zaman elverdiğince.

Derken Salih geldi, büyük bir neşe içinde yola koyulduk. Yaklaşık 8 km uzaklıktaki yazlık sinemaya 20 dakikada ulaşmıştık.

Arkadaşımız Salih’in tanıdığı bir yere bisikletlerimizi emanet ettikten sonra sinema kapısına ulaştık.

Sinema duvarlarındaki tanıtım amaçlı afişlerde, çılgınca hareket eden iki atın çektiği, iki tekerlekli, hafif ve oldukça hızlı gidebilen arabalardaki yarışmacılar atlarını biraz daha hızlandırmak için kamçılarını şaklatmaktaydılar.

İvriz Öğretmen Okulu Tarih derslerinde Hüseyin Seçmen iki tekerlekli savaş arabalarının tarihte ilk kez Mısırla Hititler arasındaki Kadeş Savaşında kullanıldığını söylemişti.

Kadeş Savaşı’nı öyle anlatmıştı ki bizler de adeta savaşın içinde hissetmiştik kendimizi.

Kadeş anılarımla afişteki görünüm birleşince filmin oldukça gerilim ve heyecan yaratacağını hissettim.

Filmin afişine göre yönetmenliğini William Wyler’ın ve yapımcılığını ise Sam Zimbalist’in üstlendiği 1959 yapımı efsane film Ben Hur’un başrolünde Charles Heston rol alırken kendisine Jack Hawkins eşlik etmişti.

Müzikler Miklos Rozsa’ya aitti. Dünya çapında üne kavuşmasını sağlamıştı.

Antik Yunan’da müzik ve drama birbirine çok yakın bir ilişki içindeydiler.

Müzik öğretmenimiz Kemal Çuhalılar öyle söylemişti. Aynı ilişki, yüzyıllar sonra perdede devinen görüntülere ona eşlik eden müzik arasında da sürmüştü.

Sinema perdesindeki devinimle uygun müzik birleştiğinde insanların duygusal sisteminde çok şeyi harekete geçiyordu. İnsanların çoğu geriliyor, ağlıyor, ayağa fırlıyor ya da neşeleniyor bazen de küfrediyordu.

Afişlerin başından ayrılıp, kişi başı 50 kuruş ödeyerek sinemaya girdik.

Açık hava sinemasında ışıklar kararmış ve giriş müziği ile Roma ordularının engellenemeyen yürüyüşü Kudüs kapılarına dayanmıştı.

Yahudi Aristokrat sınıfın temsilcisi Prens Judah Ben Hur, kenti savaşarak korumaya girişen maiyetindeki topluluklara sürekli olarak uzlaşma yolunu telkin ediyordu.

Ediyordu çünkü mevcut haliyle ne Kudüs ve etrafındaki toplulukların ne de bu toplulukları belirli düzeyde birleştirmeyi başarmış tek tanrılı Yahudi dininin Roma’yı durduracak gücü yoktu. 

Romalı askerlerin engelsiz kentte girişi, filmin en etkileyici sahnelerindendi. Roma askerleri içinde general rütbesinde çocukluk arkadaşı ve üvey kardeşi Mesalla da vardı.

Roma İmparatoru Tiberius ’un Kudüs’e gönderdiği sömürge valisi ile az ihtimal de olsa temas kurmak için Mesalla olağanüstü bir fırsat diye düşünmüştü Ben Hur.

Mesalla, yıllar önce Kudüs’ü terk etmiş ve rüştünü ispatlamak üzere Roma ordusunda kıdemli bir asker olmayı başarmıştı.

Ne var ki Mesalla ’nın yükselme ihtirası kardeş ve arkadaşlık duygularını yok etmişti.

Üstelik bir suikast girişimi sonrasında haksız yere suçlanan Ben Hur Kudüs’ten sürülmüş, Sayda limanında Romalı savaş gemilerinden birine zincirlenmiş bir kürek mahkûmu olmuştu.

Bir deniz savaşı sırasında, filo komutanı Quintus Arrius’u kurtarmış olan Ben Hur, onun tarafından evlat edinilmişti.

Yıllar sonra vatanına dönüp Messala’yla hesaplaşmak ve ailesini bulmak üzere özgür biri olarak yola çıkıyordu.

Sonunda iki eski çocukluk arkadaşı araba yarışında karşı karşıya geliyordu.

Karşılaştıkları araba yarışı sahnesi sinema tarihinin akıldan çıkmayan sahneleri arasında yer almıştı.

Biraz uzun sürmekle birlikte sadece araba yarışı için bile seyredilebilecek bir filmdi Ben Hur. Sonraki yıllarda tekrar seyredecektim.

Filmin ana konusu, Ben-Hur isimli bir Yahudi Prensin Roma İmparatorluğu’nun zalim görkemine başkaldırışıydı. Çocukluk arkadaşı Mesalla güç zehirlenmesi yaşayan bir Roma kumandanı olmuştu. Film, ikisinin çatışmasında, bir tür güç-özgürlük savaşını anlatmaktaydı.

Ben Hur filmini seyrederken Tarsus açık hava sinemasında zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmamıştık. Yaklaşık 4 saat zaman geçmiş, Cumartesi gününden Pazar gününe giriş yapmıştık.

Gözlerimizden uyku akmaya başlamıştı ama bisikletlerimize binip Karabacak’a yollandığımızda esen meltem rüzgârları kendimize getirmişti.

Nasılsa 20 dakika sonra ormandaki çardakta yataklarımız bizi bekliyordu. İyi ki gelmiştik…

Tarsus’la yıllarca unutulmayacak bir tanışma gerçekleştirmiştik…

Daha ne olsun du?

20 Ocak 2023 Cuma

EMEK EN YÜCE DEĞERDİR

 


3 Temmuz 1960 Pazar, Karabucak Tarsus…

Bu sabah da okaliptüs ağaçlarının meltem rüzgarıyla dans eden yapraklarından yansıyıp, salınan cibinlikten geçerek gözüme ulaşan güneş ışınlarının etkisiyle gerinerek uyandım.  

Saat 06,30’du…

İvriz Öğretmen Okulu’ndan kalma alışkanlıklarım devam ediyordu. Yerden, yaklaşık 2 metre yükseklikteki çardakta, İvriz'in ünlü zil sesleri ve ranzalara vurulmadan kalkma alışkanlığı edinmiştim.

İyi ki 06,30'da kalkma alışkanlıklarım var dedim içimden. Bu sayede zorlanmadan kalkıyor ve tam zamanında dikim sahasında oluyordum.

Bugün ücret alma günüydü. 5 Haziran günü başladığımız mevsimlik işçilik döneminin birinci bölümü tamamlanmış, ücret alacak hale gelmiştik.

Emek en yüce değer idi.

Karşılığını alacaktık.

Bugün çalışmayacaktık…

Aldığımız ücretin bir bölümüyle zorunlu ihtiyaçlarımızı giderirken bir bölümü de biriktirilecekti işsiz kalacağımız, çalışamayacağımız günler için.

Yatmakta olduğum çardakta bir kez daha gerindim. Yatağıma uzanarak, Okaliptüs ağaçlarının yapraklarında dans eden güneş ışınlarını seyrettim. Kanalda akmakta olan suyun şırıltısını dinleyerek biraz daha yatak keyfi yaptım.

Anamın ”Mehmeeet… Mustafaaa. Kalkın artık” ünlemesiyle kalktım.

Anam kahvaltıyı hazırlamıştı bile.

Kardeşimi de uyandırmalı, kahvaltımızı etmeli ve 27’şer günlük ücretlerimizi almak için İşletme Şefliği muhasebesine gitmeliydik.

İşletme muhasebesinde çalışan Halil Amcanın kızı Zeynep, ‘’Muhasebe servisinin şefi İsmet Bey’in yanı sıra orman mühendisleri Yaşar Bey ve Muzaffer Beyle tanışırsanız rahat edersiniz.’’ Diye tembihlemişti dün.

Ayrıca ulaşımda önemli bir yeri olan araç sürücülerinden, Adem Usta ile Mahmut Ustayı da tanımamızda büyük fayda olacağını söylemişti.

Kahvaltıdan sonra babam ve kardeşimle muhasebeye gittik. Daha işçilerden kimse gelmemişti.

Zeynep bizi Muhasebe Şefi İsmet Beyle tanıştırdı. İsmet Bey hal ve hatırımızı sorduktan sonra, önündeki evraklara bakarak babama 135 Lira, kardeşim ve bana da 108’er Lira ödeme yaptı.

Ailemizin bütçesine 351 Lira girmişti. O yıllarda oldukça iyi bir paraydı 351 Lira. Sonuç ailemizin yüzünü güldürmüştü…

Daha ne olsun du? 

Emek en yüce değerdi.  karşılığını almıştık. 

Hayat güzeldi be kardeşim, yaşamaya ve yaşatmaya değerdi…

19 Ocak 2023 Perşembe

TARSUS KARABUCAK FİDANLIĞINDA YAŞAM

25 Haziran 1960 Cumartesi, Karabucak …

Okaliptüs ağaçlarının yaprakları arasından dans ederek gelip, hafifçe dalgalanmakta olan cibinlikten geçerek gözüme giren güneş ışınlarıyla uyandım.

Yerden yaklaşık bir buçuk metre yükseklikte bir çardakta yatıyorduk kardeşimle.

Temmuz ayına yaklaşmış olmamıza rağmen ormanın serinliği ve cibinliğin korunaklı yapısı rahat uyumamızı sağlamıştı.

Çardaklarda cibinliksiz olmazdı. Öyleydi çünkü Karabucak bataklığında kurulmuş olan ormanda hatırı sayılır sayıda sivrisinek vardı.

Karabucak Okaliptüs Orman Fidanlığında mevsimlik işçi olarak işe başlamıştık.

İlk birkaç gün tavuk kümesinden bozma kapalı alanı yatak odası  olarak kullandıktan sonra babam ‘’Haydi çocuklar ikinizin yatacağı bir çardak yapalım.’’ Dedi. Kardeşimle ‘’olur baba’’ dedik.

Babam çok becerikli biriydi, İvriz İlköğretmen Okulu bana da bir hayli el becerisi kazandırmıştı.

Ormanda da çardak yapabileceğimiz her türlü direk ve kereste çoktu.

Tek ihtiyacımız çivi, çekiç, testere ve kerpeten gibi malzemelerdi.

Komşumuz Halil Amca bu konuda yardımcı oldu. Birkaç gün içinde de bu sabah uyandığım çardak yapılmıştı.

*****

Gerinerek doğruldum çardakta.

Tatlı bir serinliğin yanı sıra yanımızdaki kanaldan akan suyun şırıltısı içimi sevinçle doldurmuş, bahar havası yaratmıştı.

Çok beğendiğim bir özelliğim vardı. O an için bulunduğum durumdan memnun olabilmesini bilmek…

Daha iyisini istemediğim anlamına gelmiyordu bu özelliğim.

Olumsuz koşulları sorun haline getirmememi sağlıyordu.

Yaşama bütün gücümle tutunmamı ve yaşamdan keyif almamı sağladığı gibi gücüme de güç katıyordu.

Hayallerim ve isteklerimden kolay vazgeçmiyordum.

Biliyordum ki ‘’şans dediğimiz kavram, hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak’’ oluyordu.

Bir başka deyişle, kendi şansımı kendim yaratıyordum...

Çardakta neşeyle tekrar gerindim ve işe geç kalmamak için kardeşimi de uyandırdım.

Anamla babam benden erken kalkmışlardı.

Anam kahvaltı sofrasını hazırlarken babam kümesten oluşturulan konutumuzu biraz daha yaşanılır duruma getiriyordu.

-Hayırlı sabahlar Baba…

Dedikten sonra elimi yüzümü yıkadım. Mustafa da kalkmış, giyinmişti bile.

Kahvaltı sofrasına oturmadan önce babam ''Çalışmalar nasıl gidiyor çocuklar, zorlanıyor musunuz?’’

Dedi. Zorlanmıyorduk...

*****

Dikimin yapılacağı saha taş ve yabancı otlardan temizlenmişti.  Bize düşen görev fidanlık seralarından getirilmiş olan tüplü okaliptüs fidanlarını usulüne uygun dikmekti.

İvriz Öğretmen Okulu tarım derslerinde edindiğimiz bilgiler burada çok işime yarıyordu.

Bu düşüncelerle Tarım Öğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy’u anımsayarak içimden teşekkür ettim.

Salih Ziya Büyükaksoy’u gıyabında babam da tanımıştı…

AYÖO ÜNİVERSİTE HAZIRLIK KURSLARI

  17 Haziran 1964 Çarşamba, Ankara... İstanbul Zeytinburnu'nda, güneş ışınları yattığımız odanın perdeleri arasından sızarken uyandı...