23 Mart 2023 Perşembe

ASYA KITASINDAN ÇIKIŞ KAPISI HAYDARPAŞA


11 Eylül 1961 Pazartesi, Haydarpaşa…

İlk kez 1951 yılın Nisan ayının 26’sında, Bulgaristan'dan göç sırasında, Edirne’den Maraş Elbistan köylerine giderken görmüştüm Haydarpaşa Garını. 10 yıl sonra Üç imparatorluğa başkentlik yapmış bu tarihi ve gizemli kentle buluşmamı sağlayacaktı Haydarpaşa Garı.

Köyden kente göçün sembolü haline gelen Haydarpaşa Garı, henüz otobanların tam anlamıyla hayatımıza girmediği günlerde gurbetçilerin İstanbul’a varış noktasıydı.

Sıralanmış peronlar onlarca yıldır coşkulu kavuşmalara sahne olduğu gibi, sessiz ayrılıklara ve hayallerin yıkılmasına da tanıklık etmişti.

On yıl önce hüzünlü ayrılıklara sahne olan Haydarpaşa Garı bu kez benim için, İstanbul ile, coşkulu bir kavuşma sağlamıştı.

Kara trenden inip, elimdeki tahta bavulla Haydarpaşa Garı’na girdim. Bu anıtsal binanın içinde bir süre dolaştım. Garı’nın tavanlarındaki sanat eserlerini hayranlıkla gözden geçirdikten sonra dışarı çıkarak merdivenlerin üstünden Marmara Denizi ve Tarihi Yarımada’ya baktım.

Yıllar sonra farkına varacaktım. Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları şiirindeki ‘’Bir adam’’ gibi ‘’ben de, merdivenlerde duruyordum, bir şeyler düşünerek…’’

Haydarpaşa Garında

 1941 baharı saat on beş

 merdivenlerin üstünde güneş

yorgunluk ve telaş 

Bir adam

       merdivenlerde duruyor

                                  bir şeyler düşünerek   

                                                          (Nazım Hikmet)

Düşündüğüm şey, Çapa semtine ve Çapa Öğretmen Okuluna nasıl gideceğim konusuydu.

Bir süre Marmara denizi ve Tarihi Yarımada’yı seyrettikten sonra, Marmara kıyısına giderek geri döndüm ve beni İstanbul’la buluşturan tarihi ve anıtsal binaya baktım.

Benim gibi yolculuk etmiş çoğu insanın, İstanbul’un o muhteşem manzarası ile ilk tanıştığı yer olan gar binasının aslında klasik bir Alman mimari örneği olduğunu öğrenecektim sonraki günlerde. 

Haydarpaşa Garı’na kuş bakışı bakıldığında, bir bacağı uzun, diğer bacağı kısa bir “U” harfi şeklinde olduğu görülür.  Demişti sonraki günlerde Çapa İlköğretmen Okulu’ndaki tarih öğretmenimiz.

Haydarpaşa Garının içinde, kısa ve uzun bacakların arasında, geniş ve yüksek tavanlı odalar yer alıyordu. Zamanında bu odaların tavanları da ayrı bir sanat eseriydi.

Her bir odanın tavanında el işi göz nuru nakışlar vardı. Ama daha sonra üstleri sıvanmış ve bugün bu kalem işi nakışlardan bazılarını gardaki odaların sadece birinde görmek mümkünmüş. Mümkünmüş diyorum, herkes gibi ben de göremedim.

Odanın tavanının dört köşesine, TCDD’nin amblemi olan kanatlı tren tekerlekleri orijinal hâli ile resmedilmişti.

Haydarpaşa Garı 1906 yılında, İstanbul-Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak düşünülmüş ve yapımına başlanmıştı.

İki Alman mimar ve 1 500 İtalyan taş ustasının iki yıllık çalışması sonucu, 1908 yılında tamamlanan ve aynı yıl 19 Mayıs’ta hizmete açılan binada Hereke’ den getirilen açık pembe renkli granit taşlar kullanılmıştı. 

Padişah III. Selim, kendi adını taşıyan Selimiye Kışlası’nın yapımında çok emeği geçen Haydar Paşa’ya jest olarak, bu binanın bulunduğu semte ve civarına Haydarpaşa denmesine karar vermişti. 

Zemin kat ve asma katlarda Lefke-Osmaneli taşından cephe kaplaması kullanılmış. Bu kaplama yeni yapıldığında açık sarı renkteymiş. Binanın Selimiye tarafına bakan yanının bazı kısımları taş kaplama, bazı kısımları da sıvalı.

Saçak kornişiyle, ikinci ve üçüncü kat kornişleri içinde kalan bölümde ahşap dikdörtgen pencereler bulunduğunu öğrenmiştim sonraki yıllarda.

Pencereler arasında dikdörtgen süs kolonları yer alıyordu. Ayrıca dış cephe çeşitli geometrik desenler ve çiçek desenleriyle süslenmişti.

Binanın denize bakan tarafında ise binanın her iki ucuna denk gelen yerlerde dairesel kuleler var ve bu kuleler tabandan çatıya doğru daralıyordu.

Çok sağlam inşa edilmiş olan gar binasının şiddetli bir depremde bile zarar görme ihtimali yok denecek kadar az olduğu söylenmişti.

Binanın çatısı ahşap ve klasik Alman mimarisinde çok sık kullanılan bir tarz olan ‘dik çatı’ şeklinde yapılmıştı.

İstanbul’la ikinci kez buluşmamı sağlayan tarihi ve Anıtsal Haydarpaşa Garı’nı içselleştirdikten sonra Haydarpaşa Vapur İskelesi’nde, beni Eminönü’ne götürecek olan şehir hatları vapurlarından birini beklemeye başladım.

Yarım saat sonra gelen vapura binerek, Asya Kıtasından Avrupa Kıtasına geçtim...

16 Mart 2023 Perşembe

ELVEDA İVRİZ VER ELİNİ ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU


 

10 Eylül 1961 Pazar…

İçim içime sığmıyor…

Hayallerimin şehri İstanbul yolundayım.

Bu sabah ailemle vedalaşıp, Tarsus Yenice İstasyonu’ndan bindiğim Toros Ekspresi ile Ulukışla’ya ulaştıktan sonra aktarma yaparak Konya Garına girdim. Gar yabancı değildi. Bitişiğindeki Konya Maarif Koleji’ne iki yıl önce kardeşim Mustafa’nın kaydını yaptırmak için gelmiştim.

Gar gişesinden Konya ile İstanbul Haydarpaşa arasında hizmet veren Meram Ekspresi için en ekonomik kompartımanlardan birine bilet aldım. Gişedeki memur 13-14 saat sonra Haydarpaşa’da olabileceğimizi söylemişti. 

Alışmıştım tren yolculuklarına. Çok zaman alıyordu. Ara istasyonlarda gecikmesiz kalktığı görülmemişti, ancak ucuzdu. Öğrenci milleti için ‘’ucuz’’ kelimesi bir tercih meselesi değil hava gibi, su gibi bir zorunluluktu.

Yediyi yirmi geçe kalkacaktı Meram Ekspresi. Tren çuf çuf sesleriyle dumanını savurarak garda yerini aldığında ilk binenlerden biri oldum.

Kompartımanlar dörder, altışar ve sekizer kişilik olurdu. Altı kişilik kompartımandaydı yerim. Bavulumu üstümdeki rafa yerleştirdikten sonra pencere kenarına oturdum. Anılarımı yazdığım defterime ‘’Elveda İvriz Ver Elini İstanbul’’ diye yazdıktan sonra pencereden gar peronlarına baktım.

Bir elinde sapı az evvel kopmuş valizi, diğer elinde annesinin yolda yesin diye yaptığı yolluk torbasıyla, uçuk pembe sütunların arasından, işlemeli kemerlerin altından ilerledi kendime benzettiğim bir öğrenci. Peronlara çıkarken etrafına bakındı şöyle bir, sonra bineceği vagonu aramaya başladı.

Öğrenciler ve batı kentlerinin yoksulları bu trenlerin ağırlıklı yolcularıydı, onlar da vagonlarını arıyorlardı.

Ana babalarıyla vedalaştıktan sonra vagonların kapılarına koşanlar, inenlerle binenlerin çarpışmaları... Nefes nefese kompartımana girenlerin bavulları aceleyle raflara konuluyor, nedense treni kaçırma korkusu yaşanıyordu. Sanki tren kendi kendine hareket ediyor, inenleri binenleri kimse görmüyor gibi...

Ucuz olmalarının yanı sıra trenlerin memlekete has bir havası vardı. Geçtiği yerlerin rengine ve kokusuna bürünürdü. Gideceği yerlere de bu koku ve rengini götürdü. Halk edebiyatında kara tren imgesi bu yüzdendi. Anadolu da tren istasyonlarının da edebiyatımızda ayrı bir yeri vardı.

Tren yolculukları, kendine has bir yalnızlık duygusu ve hüzün taşırlardı. Bir yolcu bilmediği bir yere giderken bir diğeri özlemle andığı evine gidiyordu… Her ne şekilde olursa olsun, yollarda geçen zaman yabancıların arasında geçen zamandı... Gurbet zamanıydı... Özlem zamanıydı...

Beklenen düdük sesiyle hareket ediyoruz. Pencerelerden başını çıkarıp el sallayanlar, aşağıda trenin yanında koşanlar... Hiçbir şeyle ilgilenmeyenler, banklarda başka yerlere gitmeyi bekleyen yorgun bakışlı insanlar...

Kompartıman henüz dolmadı derken, son gelen birkaç kişiden biri selam vererek yanıma oturdu. Toparlandım. Gülümsedi hafifçe, oturdu ve çantasından bir dergi çıkararak okumaya başladı. Sevindim.

O günlerde pek konuşkan biri değildim. Daha doğrusu yolculuk boyunca çenesi düşen ve ahret soruları soran birisini istemiyordum yanımda.

Tren hareket ettikten yaklaşık bir saat sonra herkes trendeki yerini bulmuştu.  Herkes yerini bulup yerleştikten sonra koridorlarda dolaşmaya çıkılırdı. Trenlerin en güzel yanı buydu. Efkar dağıtmak için koridorda dolaşıyorsunuz, tuvalete gidebiliyorsunuz.

Otobüslerden farklı olarak trenlerin içinde apayrı bir dünya vardır. Kondüktör, makinist, temizlik görevlileri, ateşçiler, yemekhane bölümünde hizmet verenler yolcuları ile bir bütündür.

Sağımızdaki kompartımanda kız öğrenciler, solumuzda erkek öğrenciler bulunuyor. Öğrenciler hemen hemen aynı vagonlara toplamışlar. Böyle olunca yolculuk eğlenceli geçiyor. Başka vagonlardan sohbete katılmaya gelenler oluyor. Yeni dostlar, arkadaşlar ediniliyor. Hiç bilmediğimiz memleketler öğreniliyor, yeni yerler görülüyor bu yolculuklarda. Karşılıklı adresler alınıyor, evlere davet ediliyordu yeni edinilen arkadaşlar. Hikâyeler uçuşuyor havada, insanlar gönülden ve korkusuzca paylaşıyor keder ve sevinçlerini. Sohbetler, Muhabbetler daha bir tatlı, içten, sıcak ve duygusaldı.

Meram Ekspresi, özel bir durum olmazsa, küçük istasyonlarda durmazdı. Hızını keser, şehre yavaş yavaş girer ve yavaş yavaş çıkar. Hızlanıp yavaşlama hâlleri çok hoştur. Nasıl naz yapar, nasıl homurdanır, bacasından nasıl dumanlar çıkarır bir bilseniz. Dedi yanımdaki Beyefendi okumakta olduğu dergiden başını kaldırarak. Hızına ulaşınca da bir türkü tutturur ve hep nakaratını söyler. Tekerlekler bir raydan diğerine geçerken çıkardığı tiki tak tiki tak sesleri bazı yolculara ninni gibi gelir.

Köylerden, kasabalardan geçerken çocukları, çobanları görüyoruz. Gazete, kitap istiyorlar, soğan kabuklarıyla kaynatılarak renklendirilmiş yumurta satıyorlardı. Yörenin meyvelerini satanlara da rastladık bazı istasyonlarda.

Mersin’deki ilkokul dönemindeki simitçilik günlerimi anımsadım. İvriz Öğretmen Okulu’ndaki üç yıllık öğrencilik dönemim bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı.

Tekerleklerin raylardan geçerken çıkardığı sesler bana da ninni gibi geldi, uykuya dalmıştım ki çok uzaklardan geldiğini sandığım bir sesle irkildim.

Oysa ses yanım oturmakta olan 50’li yaşlardaki kompartıman arkadaştan geliyordu. Çeyrek ekmek içinde köfte uzatarak, yemez misin? Diyordu. Tereddüt ettiğimi görünce ısrar etti. Teşekkür ederek aldım.

Ekmeği bitirdiğimde, tekrar teşekkür edip, sormasına fırsat bırakmadın adımı ve İstanbul’a sınavlar için gittiğimi anlattım. Biraz da İvriz ve Köy Enstitülerinden söz ettim.

Başarılar dileyip, adının Sabri olduğunu söyledikten sonra çantasından çıkardığı bir kitabı okumaya başladı. Ben de Charles Dickens’in Oliver Twist adlı kitabını okumaya başladım. Bir süre sonra gözlerim kapanmış, oturduğum yerde uykuya dalmıştım.

Derken şiddetli bir sarsıntı ile kendime geldim. Pencereden dışarı baktım, güneş batmak üzereydi. Yerimden kalkarak tuvalete gittim. Tren koridorunda yaklaşık 10 dakika dolaştıktan sonra yerime döndüm ve kaldığım yerden kitabımı okumayı sürdürdüm.

Kitap Charles Dickens’in eserleri içinde ilk akla gelen romanı Oliver Twist. Romanda yoksul insanların hayatının derinliklerine iniliyor kaygı, korku ve mücadele gücü ortaya konuluyordu. Roman kahramanı Oliver’i biraz kendimle özleştirmiştim. Hayallere dalmış, pencereden giren rüzgarlarının etkisiyle gözlerim kapanmış ve derin bir uykuya dalmıştım.

Derinden gelen ‘’Hoşça kalın delikanlı, başarılar dilerim. Ben burada iniyorum.’’ Sesleriyle uyandığımda ‘’Neredeyim acaba?’’ Diye etrafıma bakınırken İstanbul’a gitmekte olan kara trende olduğumu fark ettim.

İzmit’e gelmiş, gün ağarmaya başlamıştı. Bir buçuk iki saat sonra Haydarpaşa Garında olacağımı düşünerek, mutlulukla gülümsedim.



14 Mart 2023 Salı

YÜKLENME SENEDİ İÇİN MERSİN'DEYİM

 Mersin Tarsus

29 Ağustos 1961 Salı, Mersin…

Yüklenme senedi için dün Mersin’e geldim. Ninem çok seviniyor beni görünce. Kucaklaşıyoruz. Ellerinden öpüyorum. Kerim dayımla Ayşe Yengem işte, Yusuf dayımla Kerime yengem evdelerdi. 

Her zaman olduğu gibi Yusuf dayım coşku ile karşıladı beni. Kardeşim ve benimle gurur duyduğunu hissediyordum. Okumakta olduğumuz için ikimize de ayrı bir özen gösteriyordu. Ailede ilk okullu olan çocuklardık çünkü.

Hoşbeşten sonra ‘’anlat bakalım yeğenim. Yaz tatilinde okuldaydın, neler yaptın?’’... İstanbul’da üç yıl okuma fırsatı yakaladığımı anlatıyorum. Üç yıl İstanbul’da okuyacak olmam Yusuf dayımı heyecanlandırmıştı. Gözlerinin içi gülüyordu. Yüklenme senedini istediklerini söyledim. Çözeriz yeğenim dedi.  Öyle de oldu. Bugün de kefilim oldu, noterde yüklenme senedi düzenlendi.

Noterden çıktıktan sonra ‘’Hadi yeğenim, sahile inip birer çay içelim.’’ Dedi Yusuf Dayım. Önce sahilde biraz dolaştık sonra da eski günleri yad edercesine, yanında birer simitle çay içtik. Ardından Mersin Garı’na kadar gelip, cebime de biraz harçlık koyarak, beni Tarsus’a uğurladı.

İSTANBUL ÇAPA'DAN ÖNCE AİLE ZİYARETİ

 

26 Ağustos 1961 Cumartesi, Tarsus…

Dün saat 15,00’de Ereğli’den bindiğim trenle önce Ulukışla’ya sonra da Niğde’den gelip Adana’ya giden Toros Ekspresine bindim.  Saat 18,00’de ulaştığım Tarsus Yenice İstasyonu’mda aktarma yaptıktan yaklaşık 10 dakika sonra Adana’dan gelen trenle 20 dakikada Tarsus’a ulaştım.

Cleopatra Kapısı civarında Karabucak Okaliptüs Ormanı İşletme Şefliğinin servis arabaları bulunurdu. Son servis arabasına yetişmeliydim. Servis sürücüsü Mahmut Ağabeye rastlarsam beni Turan Emeksiz ağaçlama sahasına ulaştırmanın bir yolunu bulurdu. Öyle de oldu. Saat 21,00 sularında ailemin yanındaydım.

Anamla babamın ellerini öptükten sonra kardeşim Mustafa ile kucaklaştık. Karnımın aç olabileceğini düşünen anam çabucak sütlü bir çorba hazırladı. Karabuğday ekmeğinin yanı sıra domates, biber ve salatalık koymuştu masaya.

Yemekten sonra kısaca İstanbul Çapa Öğretmen Okulu sınavlarını anlattım. Üç yıl İstanbul’da okuma şansını yakaladığımı söyledim. Mutlu oldular.

Mustafa Eylül’ün üçüne kadar çalışacağını ve ücretini alıp, bir süre dinleneceğini söyledi. Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasındaki mevsimlik işçilik anlarımızı konuşurken Elbistan Alevi Kürt köylerini, Elbistan Hasanköy’de toprağa verdiğimiz kardeşimiz Şaban’ı anımsayıp, hüzünlendik. Eski günleri yad ederken gece yarısı olmuştu. ‘’Uzun Cuma’’ günü olmuştu.

Uyandığımda anamla babam çoktan kalkmışlardı. Anam ineği sağmış, kahvaltı için süt kaynatmıştı. Kahvaltı sofrasında domates, biber, salatalık yanında bal da vardı. Babam benim gelişim şerefine kovanların birinden bir parça bal almıştı kahvaltılık için.  

Oldum olası doğa ile barışık olan babam cennete çevirmişti konakladığı yeri. Biçtiği sazlarla yaptığı rüzgar önleme duvarlarıyla, şiddetli rüzgarların olumsuz etkilerini yok edip, adeta bir çiçek parkı oluşturmuştu ev ile çardak arasında.

Ayrıca kavun, karpuz, domates, biber ve salatalık ekmiş.  Geçen yıllarda aldığı inek buzağılamış. Bir de danamız olmuştu

Mustafa bugün işe gitmedi. Derviş çavuştan izin almış Ağabeyim geldi diye. Etrafı dolaşıyoruz. ‘’Bak birader, babam arıcılığa da başladı.’’ Diyerek birkaç tane arı kovanı gösterdi. Ardından Berdan Nehri’nin kollarından biri olan nehir üzerindeki köprüden geçerek Tarsus Plajına geçiyoruz. Sosyal tesisleri olmayan bir plaj burası. Kıyıda bir süre dolaştıktan sonra eve dönüyoruz.

Mustafa ile İstanbul’u konuşuyoruz. İstanbul’da 3 yıl okuma şansını yaratmış olmama seviniyor. Ardından Konya Maarif Koleji’nden söz ediyoruz. Ufkunu açtığını, İngilizcesinin bir hayli ilerlediğini söylüyor.

İşe gitmek için erken kalkması gerektiğinden saat 21,00 civarında yatıyoruz. Uyumadan önce aklıma yüklenme senedi geliyor. Yarın babamla konuşmalı ve Mersin’e gitmeliyim.

11 Mart 2023 Cumartesi

KEMAN VE PİYANO HAZIRLIK ÇALIŞMALARI BİTTİ


 25 Ağustos  1961 Cuma, İvriz…

İmdat Halvaşi öğretmenimle yaklaşık bir buçuk aydır İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri seçme sınavına hazırlandım. O da benim kadar hevesli ve heyecanlıydı. Böyle olunca da her çalışma hem kolay hem de keyifli oldu.

Eğitim ve Öğretim yılı içinde beni çalıştıran Kemal Çuhalılar ile sınav için Vivaldi’nin Dört Mevsim keman konçertosunun giriş bölümü ‘’İlkbahar’’ seçilmişti. Bu seçimi İmdat öğretmenim de beğenmiş ve onaylamıştı. Keyifle çalıştığım güzel bir parçaydı.

İlkbahar ile girişi yapılan konçertonun birinci bölümünde dinleyicilerin içini huzurla dolduran kuşların ötüşü kemanla seslendiriliyordu. Kuşların konakladıkları ağaçların arasından geçen derenin şırıltısı ve meltem esintileri de bu coşkulu tempoya eşlik ediyordu. Doğa yeniden canlanıyor ve tüm canlılar umut doluyordu.

İvriz’de de doğa canlanmış, tüm canlılara umut ve yiyecek sunmuştu. Sunulan yiyeceklerin hasadı ve işlenmesi gerekiyordu.

“... Her Köy Enstitüsünün devlet tarafından verilen döner sermaye ile kurulup işletilen birer çiftliği vardı. Öğrenciler bu işletmelerin varlığı ile bulundukları çevrede uygulanan her türlü tarım işini yaparken, öğrenme olanağına da kavuşuyordu... İş eğitimi vermek amacıyla kurulmuş olan Enstitü çiftlikleri, öğretmen ve öğrenci emeğiyle işletilerek, kurumun gereksinimi olan maddelerin çoğunu sağlamaktaydı...’’

İvriz Öğretmen Okulu’nun da yaklaşık 3 000 dönüm çiftlik arazisi vardı. Biz bu arazinin bulunduğu alana ‘’Ziraat’’ derdik. Her yıl olduğu gibi bu yaz aylarında da işlerin yürümesi gerekiyordu. İşlerin yürümesi için gönüllü kalan öğrenciler vardı. Gönüllü olmalarına rağmen döner sermaye tarafından belli bir ücret verildiğini öğrenmiştim.

Keman ve piyano çalışmalarımdan ötürü okulda ziraat alanında hiç görevlendirilmedim. İmdat öğretmenim de izin vermezdi zaten. Parmaklarımın korunması gerekiyordu. 

İmdat öğretmenimin keman ve piyano ile ilgili kuramsal bilgileri çok işime yaradı. Keman kavrama, kemanı kavradığımız kolumuz, dirseğimiz, elimiz ve parmaklarımız üzerine uygulamalı bir sohbetler yaptık.

‘’Özellikle keman çalışanlar için parmakların esnekliği, kol ve omuz arasındaki iş birliği çok önemlidir. Keman çalmaya başlarken, önce sadece kemanı elinde tutma yöntemi bile, sonrasında iyi sonuçlar sağlayabileceği gibi, kötü sonuçlar da sağlayabilir.

Tüm diğer müzik aletlerinden farklı olarak, keman çalmayı tam benimsemek için eğitimin başlangıcında daha çok özen gösterilmesi gerekir. Bir öğrencinin geliştirilmesi için aletin gerektiği şekilde elde tutulması birinci ve en önemli meseledir.’’

Demiş ve devam etmişti.

Kemanda, kemanı kavradığınız sol el tekniği, parmak hareketleri ile omuz, önkol ve elin hareketlerini içerir. Bu hareketler birbiriyle çok sıkı bir biçimde ilişkilidir. Elin bir pozisyondan diğer bir pozisyona hareket etmesi, parmakların keman üzerindeki basma alanı, değişik kısımlarında keman teli üzerine doğal bir şekilde inmesini sağlamayı amaçlar. Bu bağımlılığın akılda iyice tutulması ve elin parmaklarının rahat bir şekilde hareket etmesini sağlayacak bir durumda tutulmasına gayret edilmesi gerekmektedir.’’

İmdat Halvaşi ’nin uyarıları ve canlı uygulamaları Çapa’da çok işime yarayacaktı.  Keman tutma ve sol el tekniği üzerinde çalışmamın yanı sıra piyano çalışmalarımı da sürdürmüştüm. 

İmdat Halvaşi ’nin rehberliğinde çalışmalarım olgunlaşmış, Sınavı kazanacağım konusundaki inancım iyice artmıştı. 


8 Mart 2023 Çarşamba

İSTANBUL ÇAPA MÜZİK SEMİNERİ ÇALIŞMALARI

 

21 Temmuz 1961 Cuma, İvriz…

İmdat Halvaşi öğretmenimle yaklaşık bir buçuk aydır İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri seçme sınavına hazırlandım. O da benim kadar hevesli ve heyecanlıydı. Böyle olunca da her çalışma hem kolay hem de keyifli oldu.

Eğitim ve Öğretim yılı içinde beni çalıştıran Kemal Çuhalılar ile sınav için Vivaldi’nin Dört Mevsim keman konçertosunun giriş bölümü ‘’İlkbahar’’ seçilmişti. Bu seçimi İmdat öğretmenim de beğenmiş ve onaylamıştı. Keyifle çalıştığım güzel bir parçaydı.

İlkbahar ile girişi yapılan konçertonun birinci bölümünde dinleyicilerin içini huzurla dolduran kuşların ötüşü kemanla seslendiriliyordu. Kuşların konakladıkları ağaçların arasından geçen derenin şırıltısı ve meltem esintileri de bu coşkulu tempoya eşlik ediyordu. Doğa yeniden canlanıyor ve tüm canlılar umut doluyordu.

İvriz’de de doğa canlanmış, tüm canlılara umut ve yiyecek sunmuştu. Sunulan yiyeceklerin hasadı ve işlenmesi gerekiyordu.

... Her Köy Enstitüsünün devlet tarafından verilen döner sermaye ile kurulup işletilen birer çiftliği vardı. Öğrenciler bu işletmelerin varlığı ile bulundukları çevrede uygulanan her türlü tarım işini yaparken, öğrenme olanağına da kavuşuyordu... İş eğitimi vermek amacıyla kurulmuş olan Enstitü çiftlikleri, öğretmen ve öğrenci emeğiyle işletilerek, kurumun gereksinimi olan maddelerin çoğunu sağlamaktaydı...’’

İvriz Öğretmen Okulu’nun da yaklaşık 3 000 dönüm çiftlik arazisi vardı. Biz bu arazinin bulunduğu alana ‘’Ziraat’’ derdik. Her yıl olduğu gibi bu yaz aylarında da işlerin yürümesi gerekiyordu. İşlerin yürümesi için gönüllü kalan öğrenciler vardı. Gönüllü olmalarına rağmen döner sermaye tarafından belli bir ücret verildiğini öğrenmiştim.

Keman ve piyano çalışmalarımdan ötürü okulda ziraat alanında hiç görevlendirilmedim. İmdat öğretmenim de izin vermezdi zaten. Parmaklarımın korunması gerekiyordu. 

İmdat öğretmenimin keman ve piyano ile ilgili kuramsal bilgileri çok işime yaradı. Keman kavrama, kemanı kavradığımız kolumuz, dirseğimiz, elimiz ve parmaklarımız üzerine uygulamalı bir sohbetler yaptık.

‘’Özellikle keman çalışanlar için parmakların esnekliği, kol ve omuz arasındaki iş birliği çok önemlidir. Keman çalmaya başlarken, önce sadece kemanı elinde tutma yöntemi bile, sonrasında iyi sonuçlar sağlayabileceği gibi, kötü sonuçlar da sağlayabilir.

Tüm diğer müzik aletlerinden farklı olarak, keman çalmayı tam benimsemek için eğitimin başlangıcında daha çok özen gösterilmesi gerekir. Bir öğrencinin geliştirilmesi için aletin gerektiği şekilde elde tutulması birinci ve en önemli meseledir.’’

Demiş ve devam etmişti.

Kemanda, kemanı kavradığınız sol el tekniği, parmak hareketleri ile omuz, önkol ve elin hareketlerini içerir. Bu hareketler birbiriyle çok sıkı bir biçimde ilişkilidir. Elin bir pozisyondan diğer bir pozisyona hareket etmesi, parmakların keman üzerindeki basma alanı, değişik kısımlarında keman teli üzerine doğal bir şekilde inmesini sağlamayı amaçlar. Bu bağımlılığın akılda iyice tutulması ve elin parmaklarının rahat bir şekilde hareket etmesini sağlayacak bir durumda tutulmasına gayret edilmesi gerekmektedir.’’

İmdat Halvaşi ’nin uyarıları ve canlı uygulamaları Çapa’da çok işime yarayacaktı.  Keman tutma ve sol el tekniği üzerinde çalışmamın yanı sıra piyano çalışmalarımı da sürdürmüştüm. 

İmdat Halvaşi ’nin rehberliğinde çalışmalarım olgunlaşmış, Sınavı kazanacağım konusundaki inancım iyice artmıştı. 



7 Mart 2023 Salı

MÜZİK ÖĞRETMENİM İMDAT HALVAŞİ

 

9 Haziran 1961 Cuma, İvriz…

Kurban Bayramı vesilesiyle Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama sahasındaki ailemin yanında 12 gün kaldıktan sonra yine İvriz'deyim.

4 Haziran 1961 Pazar günü, anamla babamın hayır dualarını alarak Tarsus’tan ayrılıp, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik semineri hazırlıklarımı sürdürmek için trenle İvriz’e döndüm.

Mutlu ayrılmıştım yanlarından.

İvriz’e döndüğümün ertesi günü, 5 Haziran Pazartesi, bir sürprizle karşılaştım.

Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar yoktu. Kocaeli Hereke’ye Müzik Öğretmeni olarak tayini çıkmıştı.

Üzerimde çok emeği vardı, özleyecektim kendisini. Acaba kim gelmişti yerine? Sorusuyla Müzikhaneye, Müzik evine doğru yürüdüm.

Müzik evinde uzun boylu, güler yüzlü ve zıpkın gibi yeni mezun yeni bir müzik öğretmeniyle, İmdat Halvaşi ile karşılaştım.

Piyanonun başına oturmuş, sanki beni bekliyordu.

İmdat Halvaşi kısaca kendini tanıttıktan sonra piyanoya dönerek sağ elinin parmaklarıyla üç tuşa basmış, sora da bana ‘’bastığım tuşlardaki notaları algılayabildin mi.’’ Demişti.

Algılamıştım. Aslında oldukça kolay bir üçlü sormuştu. ‘’Evet öğretmenim. Do, Mi, Sol üçlüsünden oluşan Do majör akoru’’ Demiştim. ‘’Aferin sana kulağın fena değil.’’ Demiş ve Kemal Çuhalılar üzerine uzun bir sohbet yapmıştık. 

Müzik Evi’nin anahtarlarını bana verdikten sonra ‘’Yarın önce, kemanda çalışmakta olduğun parçaya ve bitirdiğin metotlara bakarız.’’ Deyip Müzik Evi’nden ayrılmıştı.

Salı günü erkenden Müzik evine gitmiş, İmdat Bey gelmeden önce yarım saat keman çalışmıştım. 

Saat 10,00 civarında gelen yeni müzik öğretmenim, keman tutuşum ve yay çekişimi gördükten sonra ‘’Her bir teldeki pürüzsüz ses akıcı bir şekilde yay çekme ile oluşur. Sende biraz problem var gibi. Parmaklarını teller üzerine koymadan, bütün tellerde yay çekmeni tekrar görmek istiyorum.’’ Demişti. 

Dediğini yaptıktan sonra ‘’Parmaklarınızı tellerin üzerine koymak için acele etmeyin, öncelikle yayı gerçekten düzgün çektiğinden emin olmalısın. Çapa’daki sınavda yay çekişinize özel bir önem vereceklerdir. Akıcı bir şekilde gerçekleşen yay çekme ile çalacağınız parça güzellik kazanır, öne çıkar.’’ Demişti.

İmdat Bey klasik müzik ve keman üzerine bir süre konuştuktan sonra piyanonun başına geçerek, biraz da akorlar üzerinde çalışalım demişti. Ve eklemişti… 

Bir eseri icra ederken, kimi zaman gitar, akordeon, piyano gibi bazı enstrümanların aynı anda birden çok farklı sese bastığını görürüz. Üç ya da daha fazla farklı sesin aynı anda duyulmasıyla elde ettiğimiz seslere akor denir.

Orkestralarda ya da birden fazla enstrümanın bulunduğu müzik gruplarında melodinin arkasında çalınan akorları değiştirebiliriz. Bu da melodiyi farklı bir tınıda duymamızı sağlar ve müziğin havasını tamamen değiştirebilir. 

Neşeli bir melodi karamsar, sıradan bir melodi esrarengiz bir hal alabilir. Bu şekilde armoniyle dilediğiniz gibi oynayabilirsiniz. Her şey hayal gücünüze ve ne yapmak istediğinize bağlıdır.

İmdat Beyin keman ve piyano ile ilgili kuramsal bilgiler çok işime yaramıştı. Edindiğim bilgilerin rehberliğinde yaptığım çalışmalar daha verimli olmaya başlamıştı. 

Bir başka gün keman kavrama ve kemanı kavradığımız kolumuz, dirseğimiz, elimiz ve parmaklarımız üzerine uygulamalı bir sohbet yapmıştık.

‘’Özellikle keman çalışanlar için parmakların esnekliği, kol ve omuz arasındaki iş birliği çok önemlidir.’’ Demişti. ‘’ Keman çalmaya başlarken, kemanı kullanmada önce sadece aleti elinde tutma yöntemi bile sonrasında iyi sonuçlar sağlayabileceği gibi, kötü sonuçlar da sağlayabilir. 

Tüm diğer müzik aletlerinden farklı olarak, keman çalmayı tamamıyla benimsemek için, eğitimin başlangıcında daha çok özen gösterilmesi gerekir. Bir öğrencinin geliştirilmesi için aletin gerektiği şekilde elde tutulması birinci ve en önemli meseledir.’’ Demiş ve devam etmişti.

Kemanda, kemanı kavradığınız sol el tekniği, parmak hareketleri ile omuz, önkol ve elin hareketlerini içerir. Bu hareketler birbiriyle çok sıkı bir biçimde ilişkilidir. 

Elin bir pozisyondan diğer bir pozisyona hareket etmesi, parmakların keman üzerindeki basma alanı, değişik kısımlarında keman teli üzerine doğal bir şekilde inmesini sağlamayı amaçlar. 

Bu bağımlılığın akılda iyice tutulması ve elin parmaklarının rahat bir şekilde hareket etmesini sağlayacak bir durumda tutulmasına gayret edilmesi gerekmektedir.

İmdat Halvaşi’ nin uyarıları üzerine keman tutma ve sol el tekniği üzerinde çalışmamın yanı sıra piyano çalışmalarımı da sürdürdüm. Her geçen gün kazanma ümidim biraz daha arttı.

3 Mart 2023 Cuma

TURAN EMEKSİZ AĞAÇLAMA SAHASINDA BAYRAM

 

25 Mayıs 1961 Perşembe, Turan Emeksiz Tarsus...

Gün ışımadan kalkarak yıkanıp yunduk, apteslerimizi alıp, Bayram namazı için Kulak Köyüne gittik. Köylülerle hoşbeşten sonra, imamın da yerini almasıyla saf tuttuk.

Namazdan sonra,

-Kıymetli Kardeşlerim! Kurban Bayramı huzurun, esenliğin, kardeşliğin, birlik ve beraberliğin bayramıdır. Her türlü farklılığı bir kenara bırakıp kederde ve sevinçte bir araya gelenlerin, kendini ve Rabbini bilenlerin, tefekkür ve tezekkür edenlerin, gönülden Rabbine teslim olanların bayramıdır. Bu bayram, zihinlerini kötülüklerden arındıranların, gönüllerini manevi kirlerden temizleyenlerin, günahlardan uzak duranların bayramıdır.

Sözleriyle iyi başlamış olan imam, sonrasında kurban konusunda saçmalamıştı.

Dayanamadım, itiraz ettim bazı söylediklerine. İmam dondu kaldı. Ne söyleyeceğini bilemedi, geveledi durdu. Bu arada babam da ''sen ne halt ettin der gibi'' dik dik baktı bana.

Camiden çıktıktan sonra köylülerden bazıları bana hak verirken büyük çoğunluğu sorularımdan pek hoşlanmamıştı.

Bayramlaştıktan sonra eve döndük. Babam İmama sorduğum sorular üzerinde biraz konuştuktan sonra, bundan sonraki bayramlarda bizleri camiye götürmeme kararı aldı. İyi de etti.

Sabah kahvaltısından sonra, birkaç ay önce aldığı kurbanlık koyun usulüne uygun olarak kesildi. Babam çok mutluydu. Bulgaristan'dan ayrıldıktan 10 yıl sonra ilk kez Kurban kesiyordu Akıncı Ailesi.  

Yüce Allah'ın rahmetine yaklaşmak için ibadet niyeti ile kurban kestiğine inanan babam mutluydu.

Öyle sanıyorum ki inanışlarının yerini alacak başka bir şey verilmedikçe, babam ve babam gibilere cenneti dünyada yaratmadıkça, inançlarına saygı duymayı öğrenmiştim.

Kurban etleri yenildikten sonra Mersin’e, nenem ve dayılarımın yanına gitmek için izin istedim. Pazar günü İvriz'e geri dönecektim.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri sınavlarına hazırlanmalıydım…

1 Mart 2023 Çarşamba

BABAMIN TURAN EMEKSİZ AĞAÇLAMA SAHASI


 24 Mayıs 1961 Çarşamba, Tarsus …

Sanki karyola demirlerine vuruluyormuş duygusuyla erkenden uyandım. İvriz’deki alışkanlıklar devam ediyordu ve yaşadığım sürece de devam edecekti.

Yer yatağındaydım. Gözlerimle ortamı taradım. Nihayet Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'nda, ailemin yanındaydım.

Dün gece Hacıkırı (Kıralan) Köyü'nde Musa Emminin Tanrı Misafiri konumundaydım.

22 Mayıs Pazartesi günü ayrıldığım İvriz Öğretmen Okulu’ndan, unutulmazlarım arasına girecek olan, maceralı bir yolculuktan sonra dün akşam geç vakitlerde ailemin yanına gelebilmiştim.

Gelebilmiştim ama Torosların eteklerindeki Hacıkırı-Kıralan Köyü ve Alman Köprüsü hala aklımdan çıkmıyordu.

Ne yolculuktu ama dedim kendi kendime…

Bir süre daha Alman Köprüsü maceramı düşündükten sonra, gün ışırken kalktım.

Anamla babam benden önce kalkmışlardı. Dışarı çıktım. Başta sardunyaların yer aldığı bir çiçek bahçesiyle karşılaştım. Dün akşam karanlıkta dikkatimi çekmemişti.

Kumul fırtınalarının olduğu bu yerde, babam nasıl oluşturmuştu çiçek bahçesini derken, sazlardan örülmüş rüzgar önleme duvarları dikkatimi çekti.

Birden anımsadım. Önümüzden geçen Berdan Nehri kıyısındaki sazlıklardan kestikleriyle, yaşadığı ortamı kumullardan koruma duvarlarıyla çevirmişti. Adeta kendi cennetini yaratmıştı babam.

Evin arka tarafına geçtiğimde de gözlerime inanamadım. Karşımda kavun, karpuz tarlası duruyordu. Kavun karpuzun yanı sıra domates, biber, kabak, patlıcan ve salatalık da ekmişlerdi.

İçim gurur ve sevinçle doldu. Babamın becerikli olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum.

Tulumbada elimi yüzümü yıkayıp, giyindikten sonra Berdan Nehri kıyısında yürüdüm. Yaklaşık 100 metre ileride Babam yine saz biçiyordu.

-Kolay gelsin Baba.

-Allah razı olsun oğlum. İyi uyuyabildin mi?

-Uyudum baba, anam nerede? Göremedim.

-İneği sağmaya gitmiştir, gelir biraz sonra.

Birden anımsadım. İki ay önce yazdığı bir mektubunda, doğurmasına az kalan bir inek satın aldığını yazmıştı. Süt sağıldığına göre inek buzağılamıştı. Bir danamız var demekti.

Doğru dürüst okuma yazması olmayan babam süt, yoğurt, peynir ve tereyağı gibi ihtiyaçlarını görmenin yolunu görmüş ve çözmüştü. Geçen yıl ağaçlama sahasına koyduğu arı kovanlarından ilk bal hasadını da yapmıştı.

Evi ve çevresini kumullardan temizlemiş ve hatta çimlenmesini sağlamıştı. Gerekli gördüğü yerlere yaptığı rüzgâr ve kumulları önleme duvarlarının yanı sıra, yazın kardeşimle benim yatacağım bir de çardak yapmıştı.

Kısaca konakladığı bölgeyi insanca yaşanacak bir hale getirmişti.

Geri döndüğümde, elindeki süt bakracıyla anam eve girmek üzereydi.

-Kalktın mı Mehmet?

-Kalktım anacığım. Babam saz biçiyor.

-Ben de kahvalyıyı hazırlayayım öyleyse. Sen de git biraz domates, salatalık ve biber topla.

Dedikten sonra kahvaltı hazırlığına başladı. Ben de isteneni yapmak için evin arkasına dolandım.

Ekmek sorununu babamın aldığı bir çuval un ve yaptığı küçük bir ekmek fırınıyla çözmüşlerdi. Ayrıca anamın bazlama yapabileceği tandır için de uygun bir ocak yeri yapılmıştı.

Bazlama sevdiğimi bilen anam kısa sürede birkaç bazlama pişirdikten sonra sofrayı domates, salatalık ve biberle donatmıştı. Süt pişirmeye başladığında,

-Git babanı çağır da kahvaltımızı yapalım.

Babam kahvaltı ve yemek sırasında pek konuşmayı sevmezdi. Günlük ve mevsimlik işçilik dönemlerimizde yemek esnasında konuşmak zaman kaybı olarak bilinirdi. Oralardan kalma bir alışkanlıktı. Sessizce kahvaltımızı yaptıktan sonra,

-Anlat bakalım oğlum, okul nasıl gidiyor? Geri dönecek misin? Dönmeyeceksen Derviş Çavuşa söyleyelim sana uygun bir iş bulsun.

-Bayramdan sonra okula geri döneceğim baba. İstanbul Çapa Öğretmen Okulu sınavları için bütün yaz okulda kalacağım.

-İstanbul da nereden çıktı oğlum?

Dediyse de sen bilirsin oğlum diyerek sohbeti sonlandırıp, ağaçlama sahasını biraz dolaşayım diyerek dışarı çıktı.

Bugün Arefe. Yarın Kurban Bayramı başlıyor. Konya Maarif Kolejinde parasız yatılı okumakta olan kardeşim Mustafa’nın da gelmesi gerekiyordu.

Nitekim akşamüzeri Şoför Mahmut abi dönemeçte görününce Mustafa’yı getiriyor diye düşünmüştüm. Gerçek de Mustafa’yı getirmişti.

Mustafa ile sarmaş dolaş olduktan sonra Mahmut Abiye sarılarak teşekkür ettim. Dere kenarında saz biçmekte olan babam da gelip, Mahmut Abiye teşekkür ettikten sonra,

-Hoş geldin Mustafa.

-Hoşbulduk baba.

Deyip babamın elini öpen kardeşim elindeki tahta bavulla, kapı eşiğinde bekleyen anamın yanına giderek elini öptü.

Babamın kestiği soğuk karpuzu yerken nefeslenen Mahmut Abi izin isteyerek Karabucak fidanlığına geri döndü. Babam,

-Akşam namazını birlikte kılalım çocuklar. Mehmet, sen müezzin olarak ezan oku.

Babam dini bütün ve samimi inananlardan biri olarak kul hakkı yemekten korkardı. Çalışmanın ibadet olduğuna inananlardan biriydi. Bu dünyanın geçici olduğunu, asıl öbür dünyaya hazırlanılması gerektiğine inanırdı.

Ahrete, cennet ve cehenneme samimi olarak inandığı içindir ki haram yemekten korkan biriydi. Allah nezdinde iyi bir kul olduğuna inandığı içindir ki karşılaştığı her zorlukta Allah’ın takdiri böyleymiş der, tevekkül gösterirdi.

İnançlarının hayatına anlam kazandırdığını düşünenlerden biriydi. Hayata böyle tutunduğunu görmüştüm. Babam ve babam gibilerin inançlarına saygı duyuyordum.

Akşam namazından sonra yemeğimizi yedik. Anam çay demlemişti. Çaylarımızı içerken okullarımızdaki başarılarımızı anlattık babama.

Bizi dinledikten sonra,

-Okullarınızın ve eğitimin size kazandıracaklarını sakın aklınızdan çıkarmayın. İkiniz de parasız ve yatılı olarak okuyorsunuz. Sizlere sağlanan bu imkanları hayatınız boyunca aklınızdan çıkarmayın. Fakir fukara çocuklarını koruyun.

Dedikten sonra Bulgaristan, Karagözler Köyü, Sakar Balkan, askerlik anıları ve göç yolculukları üzerinde uzunca bir süre destansı bir konuşma yaptı. Kardeşimle ben de sabır ve sessizce dinledik.

Dinledik çünkü, bize bir kez daha ‘’kurtuluşunuz eğitimde’’ demek istemişti uzun hikâyesinde.

28 Şubat 2023 Salı

TOROSLARIN ETEKLERİNDE BİR ALMAN KÖPRÜSÜ

 

23 Mayıs 1961 Salı, Hacıkırı Karaisalı...

Dün akşam, Yenice Tren Garı'nda, Tarsus'a gidiyorum diye, yanlışlıkla bindiğim Toros Ekspresi'nden Adana'nın Karaisalı İlçesine bağlı Hacıkırı istasyonunda inmiş ve Kıralan Köyü'ndeki kahvehaneye girerek yatacak bir yer için beklemeye başlamıştım.

Kahvehanede geceyi geçirebilir miyim? Sorusunun yanıtını, kahvehane sahibinden almak üzere beklerken, ortamı en son terkeden yaşlıca biri bana bir hayli baktıktan sonra, sonradan adının Musa olduğunu öğrendiğim köylü bana yaklaşıp; ''buralardan değilsin, hayrola?'' demişti. Ben de başıma gelenleri anlatmıştım.

Bana dönerek, ''senin yatacak yerin olmadığı gibi, karnın da açtır evlat.'' demişti. Kendisini onaylayınca, ''Haydi gidelim, bu akşam bende Tanrı misafirim ol.'' deyince, evinin yolunu tutmuştuk.

Musa emmi karnımı doyurmuş, bana kucak açmış ve yatak sermişti.

Rüyalarımda karabasanlar gördüğüm Torosların eteklerindeki Kıralan Köyünde, Çarşamba sabahı, erkenden gözlerimi açtım. Yabancısı olduğum bu evde ne yapacağımı bilemezken, odamın kapısını aralayan Musa Emmi ‘’kalk evlat, kahvaltı edelim.’’ Dedi.

Evde eli ayağı tutanlar çoktan bağ bahçeye gitmişlerdi. Musa Emmi beni uyandırmamıştı.

Kahvaltıdan sonra Musa emmiye teşekkür edip, elini öptükten sonra İstasyon hareket memurluğuna gittim.

Tahta bavulum ayak bağı olmasın diye emanet bürosuna bırakarak Tarsus için tekrar bilet aldım. Trenim 16,30’da gelecekti. Perona çıkıp, köyün çevresini gözden geçirmeye karar verdim...

Taşlık bir araziye sahip köyün kuzey, doğu ve güneybatı kısmında ilk göze çarpanlar makilik alanlardı. Bodur ağaçlar ve çalılardan oluşan makiler Akdeniz iklimi ağaç türleriydi.

Makilik alanlardan sonra çam ve ardıç ağaçlarıyla kaplı ormanlar kendini göstermekteydi.

Kalkerli taşlık alanlarda toprağın su bakımından zengin olduğunu tarım öğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy söylemişti.

Coğrafya derslerinde öğrendiklerimi de hatırlamaya çalıştım. Birden Gülek Boğazı'nın yanı sıra Çakıt Vadisi ile içinden geçen Çakıt Çayını anımsadım.

Orta Toroslar, Hacıkırı (Kıralan) Köyü’nü üç taraftan bir hilal şeklinde çevirmiş durumdaydı.

Köyden yaklaşık 4 km uzaklıkta bulunan Çakıt Çayı, kuzeydoğudan başlayıp, Orta Torosların güney uzantısını takip ederek Kapız adı verilen boğazdan geçtikten sonra Seyhan Nehrine kavuşmak üzere yoluna devam ediyordu.

Öyle söylemişti hemen her gün Çakıt Vadisine paralel tren yolundan yolcu taşıyan Toros ekspresindeki kondüktör.

Gar peronundan ayrılarak güneye doğru ormanlık alanda patika gibi bir yoldan ilerledim. Hacıkırı tren istasyonundan yaklaşık 500 metre sonra bir gerdanlık gibi karşıma çıktı kanyon üzerindeki Alman Köprüsü.

Bir mühendislik harikası köprüyü uzun süre seyrettikten sonra çevremi gözdn geçirdim. Köprüye çok yakın bir konumda fotoğraf çeken genç biri vardı.

Sürekli fotoğraf çekiyordu. Bir süre sonra benim farkıma varan fotoğrafçı yanıma geldi. ‘’Ben Mustafa sen kimsin, ne arıyorsun buralarda?’’ Dedi. Ben de iki gündür başımdan geçenleri anlattım.

Bağdat Demiryolu üzerinde araştırma yapan bir üniversite öğrencisi olduğunu söyledi.

Öğrenmeye meraklı biri olduğumu sezen Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencisi Mustafa Abi köprüyü gösterip, Bağdat demiryolu gerdanlıklarından biridir. Dedi.

1800’lü yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin hükümranlık kurduğu ülkelerde petrol kaynaklarına sahip olmaları Almanya’yı zor durumda bırakıyordu.

Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm danışmanlarıyla yaptığı toplantılarda petrol konusun ele alıyor ve petrol ülkeleri olan Bağdat ve çevresine ulaşılamadığı sürece güçlenemeyeceklerini anlatıyordu.

Berlin-Bağdat demiryolu proje çalışmaları bu toplantılardan sonra başlamıştı. Almanlar petrol kaynaklarına ulaşmayı düşünürken, Arap ülkelerinde zor durumda olan Osmanlılar ise asker ve mühimmat nakliyesini öncelikli ele almışlardı.

1888 Yılında Osmanlı İmparatoru Sultan II. Abdülhamit ile Almanya Kralı Kayzer Willheim II tarafından yapılan bir anlaşmayla Bağdat Demiryolu Hattı ‘nın inşaatı Almanlara verilmişti.

Osmanlı’nın asker, eşya ve yolcu taşıması, Almanların da ihtiyaç duyduğu petrol kaynaklarına ulaşması için bu proje planlanmıştı.

Sözleşmeye göre Haydarpaşa’dan Bağdat-Halep-Şam’a kadar demiryolu ağı kurulması öngörülmüştü. 

II. Abdülhamit’in 1888 tarihindeki iradesi ile Anadolu demiryollarının inşası ve işletme hakkı Alman Bankaları ve şirketlerine verilmişti.

Demiryolunun geçeceği yerlerde devlete ait olan toprakların mülkiyeti imtiyaz sahiplerine bedelsiz devredilecekti.

Konut ve istasyon binası yapılacak topraklara kira ödenmeyecek, kum, çakıl ve taş ocakları bedelsiz kullanılacak, demiryolu yapımı için gerekli keresteler devlet ormanlarından kesilecekti.

Mustafa Abi bunları anlatırken Tarih Öğretmenimiz Hüseyin Seçmen’in kapitülasyonlar konusunda söyledikleri aklıma geldi.

Haydarpaşa’dan başlayarak Eskişehir, Konya, Ereğli, Pozantı, Adana güzergâhını izleyen Bağdat Demiryolu Hattı’nın en önemli ve zor geçiş bölgesi Belemedik-Hacıkırı rotasıydı.

Belemedik, Almanların Berlin-Bağdat demir yolu ulaşımı için Toros tünellerinin hemen girişinde kurulmuş bir yerleşim yeri olup, izleyenleri büyüleyen bir güzelliğe sahipti.

Konya’dan Adana’ya doğru ilerlemekte olan Projenin yapımında Pozantı’dan sonra gelen Belemedik tren istasyonunda binlerce Alman ve Türk görev yapmıştı.

Alman mühendislerince Berlin-Bağdat Demiryolu, Toros Dağlarında 100 yıl öncesinin teknolojisiyle 20 yılda tamamlanmıştı.

Bölgede çalışan Almanlar adeta bir kasaba oluşturmuşlar; hastane, kilise, okul, sinema ve hatta cami inşa etmişlerdi.

1905 yılında Almanlar tarafından Belemedik-Hacıkırı arasında 12 kilometre uzunluğunda, 22 tünel açılmıştı.

Toros tünellerinin en zorluları Belemedik-Hacıkırı istasyonu arasındaki 15 km’lik bölümde 12 tünel bulunuyordu. Neredeyse bu bölüm tamamen tünelden oluşuyordu. Bir tünelden çıkıp diğerine girerken bazen kısacık olan dört tüneli iç içe görmek mümkündü.

Belemek tren istasyonundan itibaren 15 km’lik demiryolu güzergâhında yapılan 12 tünelden sonra Hacıkırı tren istasyonu yapılmıştı.

Hacıkırı ile Yenice arasındaki oldukça derin Çakıt vadisinin aşılması gerekiyordu. Bu çalışmalar kapsamında oldukça derin vadinin iki ucunu birbirine bağlayarak ulaşımı daha kolay ve risksiz hale getirmek için Almanlar Varda Köprüsü inşa etmişlerdi. 

Berlin Bağdat Demiryolu Hattı ‘nın bu zorlu aşamasını 20 yıl süren bir çalışma sonucu başarıyla tamamlayan Almanlar, özellikle iki derin vadiyi birleştiren Alman Köprüsü yapımında büyük insan kayıpları vermişlerdi.

Belemedik ’teki yüksek bir tepede bulunan alana mezarlık yaparak, hayatını kaybeden vatandaşlarını buraya defnetmişlerdi.

Mustafa Abinin anlattıklarına göre bir mühendislik harikası olan demiryolu köprüsü Almanlar tarafından, çelik kafes taş örme tekniği ile yapılmıştı.

Dört ana ayak üzerinde kurulu, 172 metre uzunluğunda olan köprünün, orta ayak yüksekliği 99 metreydi.

Yukarıdan bırakılan bazı malzemelerin vadinin dibine ulaşıp ulaşmadığını soran görevlilere ''va daaa'' diye verdikleri yanıtla ulaşmadığını anlatmışlardı. Bundan ötürü de ''va daaa'' sözcüklerinden ötürü ''Alman Köprüsü'' halk arasında ''Varda'' olarak anılıyordu.

Köprünün ayakları çelik mesnet türünde olup, dış kaplaması taş örme tekniği ile yapılmıştı. Köprü ayaklarının bakımı için de dört adet ayağın içinde bakım merdivenleri bulunmaktaydı.

Araştırma yapan Mustafa abi böyle anlatmıştı.

Ne gündü ama…

Dikkatsizlik sonucu bindiğim ve hiç istemediğim bir yolculuk sonrası ulaştığım Toros eteklerindeki Kıralan Köyü ve çevresi ile 60 yıl öncesine tarihi bir yolculuk yapmıştım.

Bu yolculukta ilk bilgileri Toros ekspresindeki kondüktörden, ikincil bilgileri beni Tanrı misafiri olarak bir gece misafir eden Musa Emmiden, asıl bilgileri de Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi araştırma öğrencisi Mustafa Abiden almıştım.

Mustafa Abiye teşekkür ettikten sonra Çakıt Vadisi boyunca gezinerek tren saatime kadar olan zamanı doldurmuştum.

Tam saatinde gelen Kayseri-Adana hattındaki Toros ekspresine binerek aileme kavuşma yolculuğumu başlatmıştım…

13 Şubat 2023 Pazartesi

YENİCE DE YANLIŞ AKTARMA HACIKIRI TREN GARINA GÖTÜRDÜ

 

22 Mayıs 1961 Pazartesi, Kıralan, Karaisalı …

Bu sabah kahvaltıdan sonra, Çapa Müzik Semineri hazırlıkları için program yapmak üzere Kemal Çuhalılar öğretmenimi aradım. Okuldan ayrılmıştı.

Biraz canım sıkıldıysa da Kemal Öğretmenime de hak verdim. Onun da yapacak önemli işleri, ailesine karşı sorumlulukları vardı.

Okulun öğle servisiyle Ereğli'ye indim. Saat 14:30 için tren bileti aldım. Bavulumu emanete bıraktıktan sonra Ereğli caddelerinde dolaşarak, bütünleşmek istedim. Trenin kalkmasına yarım saat kala istasyona gelerek bavulumu aldım emanetten.

Ara tatilleriyle yaz tatillerinde Ereğli'den bindiğim kara tren, Ulukışla üzerinden geçerek, Adana ile Mersin arasındaki Yenice garına ulaşırdı.

Yenice istasyonunda aktarma yapılır, Adana'dan gelen trene binilerek Tarsus ya da Mersin’e ulaşılırdı.

Tren tam zamanında geldi. Ereğli'den saat 14,30’da bindiğim trenle, Ulukışla'da aktarma yapıp rahat bir yolculuktan sonra tekrar aktarma yapacağım Adana Yenice Tren garına saat 19,00 civarında ulaştım.

Yenice tren garında çok beklemeden Adana’dan gelen trene bindim. Bana göre şansım yaver gitmişti. Güneş batmadan önce Tarsus’taki Karabucak Okaliptüs Ormanı Fidanlığı servislerine yetişebilecektim.

Belki de servis şoförü Mahmut Abiye rastlardım. Beni ailemin yanına, Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasına göndermenin bir yolunu bulur. Diye düşünürken hayallere dalmıştım.

Hayallerimin içinde Kurban Bayramının ikinci ya da üçüncü günü Mersin’e gitmek vardı. Kurtuldu ailesini oluşturan Nenem ve dayılarımla bayramlaşırdım.

Akıncı ailesi ile Kurtuldu ailesinin ilk mektepli çocuklarıydık. Okul görmemiş dayılarımın yanında özel bir yerimiz vardı. Yanlarına her gidişimizde mutlaka harçlık verirlerdi.

Bir hafta sonra, sınav hazırlıklarımı hızlandırmak için İvriz’e geri dönecektim.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri sınavları için hazırlanacak, eylül ayının ilk haftasında da sınav için İstanbul’a gidecektim. Yol parası ve harçlığa ihtiyacım olacaktı.

Birden yan koltuktaki iki kişinin konuşması beni hem hayallerimden uyandırdı hem de şaşkına çevirdi.

Konuşanlardan biri diğerine ''Niğde'ye kaçta varırız acaba?'' diyordu…

Ne demekti Niğde’ye kaçta varırız? Pencereden dışarıya baktığımda trenimizin Toros dağları eteklerinde hızla ilerlediğini gördüm.

Tarsus’a gidecek olan tren yerine, yanlışlıkla Toros ekspresine binmiştim. Her yerde durmazdı. Üstelik Toros dağları eteklerinde pek sık tren garı da bulunmazdı.

Mideme kramplar girmeye başladı...

Ne yapmıştım ben?

Ümitsizce trenin penceresinden dışarı bakıyordum bir istasyona rastlar mıyım diye…

Derken kondüktör geldi. Biletimi uzatıp, bekledim. Kondüktör bana ‘’Bu Tarsus’a giden banliyö treni bileti, Niğde biletiniz nerede?’’ Dedi.

Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasındaki ailemin yanına gitmek üzere Ereğli’den Yenice’ye geldiğimi, aktarma yaparken yanlış trene bindiğimi anlattım biraz da gözyaşı dökerek.

Kondüktör bana acımış olmalı ki trenin Karaisalı kasabasına bağlı Hacıkırı garında duracağını söyledi. Önümüzde yaklaşık 40 km’lik bir yol vardı.

Trendeki tüm yolcuların biletleri denetlendikten sonra kondüktör tekrar yanıma geldi. Benim hikâyemi bir kez daha dinledikten sonra, beni hem oyalamak hem de rahatlatmak için ilk durağa komşu olan Toros eteklerindeki Hacıkırı Köyü ve çevresiyle ilgili bilgiler verdi.

Her zaman, en kötü koşullardan en iyi sonuçları çıkarmaya yatkın bir çocuk olarak kondüktörü ilgiyle dinlemeye başladım.

Kondüktör ilgili bir öğrenci olduğumu görünce ‘’Gündüz gözüyle Ereğli’den bindiğin trenle Toroslardaki onlarca tüneli aştıktan sonra oldukça uzun ve heybetli bir köprü ile Çakıt Vadisi üzerinden geçmiş olmalısın.’’ Dedi ve ekledi.  

Oldukça derin vadinin iki yakasını birleştiren ve günümüze kadar ulaşan bu değerli anıtsal yapıtın adı Varda Köprüsü’dür. 

Almanlar tarafından yapılmış olduğundan, ‘’Alman Köprüsü’’ olarak bilinmektedir. Köylüler ona Koca Köprü derler.

İstanbul-Bağdat-Hicaz Demiryolu hattını tamamlamak için 1907 yılında Almanlar tarafından yapımına başlanan demiryolu köprüsü 1912 yılında hizmete açılmıştı.

Hacıkırı’nın yaklaşık 500 metre güneyindeki geçilmez olan oldukça derin vadinin iki yakasını birleştirmek için dört ana ayak üzerine almanlar tarafından kurulmuştu Varda Köprüsü.

Köprü yapılırken Hacıkırı tren garı da yapılmıştı.

Kondüktörü dinlerken edindiğim bilgiler rahatlamama neden olmuştu. Yaklaşık yarım saat sonra da Toros Ekspresi Alman Köprüsü üzerinden geçmişti.

Köprüyü geçerken Çakıt Vadisinin bir bölümünü alıcı gözüyle izledim.

Vadinin dibi görünmüyordu. Sanki dipsiz gibiydi, bana öyle gelmişti. Köprüden yaklaşık 500 metre uzaklıktaki Hacıkırı tren garında durdu trenimiz. Kondüktöre teşekkür ettikten sonra indim.

Hava kararmaktaydı. İstasyonun batısında, Torosların eteklerinde tek tük ışıklar görünüyordu. Hacıkırı Köyü olmalıydı. Günümüzde Karaisalı İlçesinin Kıralan Mahallesi olarak bilinen bir yerleşim yeri olduğunu öğrenmiştim yıllar sonra.

Elimdeki tahta bavulla köyün içine doğru ilerleyip, kahvehaneye benzettiğim bol ışıklı ve gürültülü bir yere doğru yürüdüm.

Yanılmamıştım, ulaştığım yer kahvehaneydi. Kahvehaneye girdiğimde 8. sınıf öğrencisi olan bir çocuk olarak verdiğim selam pek ilgi görmediyse de sandalyelerden birine ilişip, bavulumu da yanıma koydum.

Kâğıt ve domino dedikleri taş oyunlarına dalmış olan kahvehanedekilerin pek ilgisini çekmemiştim.

Oyunlarını bitirenler kalkıp, evlerinin yollarını tutmuşlardı.

Kahvehanede birkaç kişi kalmıştı.

Acaba kahvehanede geceyi geçirebilir miydim?

Diyerek herkesin ayrılmasını beklemeye başladım ki herkes ayrıldıktan sonra kahvehane sahibiyle görüşebileyim...

12 Şubat 2023 Pazar

1960-61 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI SONU


21 Mayıs 1961 Pazar, İvriz…

Mayıs ayı bayramların ayıydı 1961 yılında.

Öyleydi çünkü 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı (ki ülkemizde genellikle bahar bayramı olarak kutlanır), 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nı cuma günü kutlamıştık.

25 Mayıs Perşembe günü Kurban Bayramı ve 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı olmak üzere 2 bayram daha bayram kutlanacaktı.

Kurban Bayramı ile 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı'nı ailemin yanında kutlamak istiyordum.

1961 Mayıs Ayı Bayramlar ayı olmasının yanı sıra bizim için ayrı bir önemi vardı.

İvriz Öğretmen Okulu’nda üç yılımızı tamamlamış ve Ortaokul diploması almaya hak kazanmıştık.

Bütün yazılı ve sözlü sınavlar 19 Mayıs’tan önce bitmiş, 18 Mayıs Perşembe günü karnelerimiz bile dağıtılmıştı.

Bu dönemde de, tam olarak hak etmesem de, bütün derslerim 10 üzerinden 10 olarak karneme geçmiş, üstelik takdirname de almıştım.

Dersler, sınavlar bitmiş ve karneler de alınmış olduğundan yapılacak tek şey yaz tatilinde nerede ve neler yapılacağı konusunda muhabbet etmekti.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu müzik ve resim semineri sınavları için hazırlananlar dışındaki bütün arkadaşlar 19 Mayıs gösterilerinden sonra ailelerinin yanlarına gideceklerdi.

Belki de bazıları İvriz Ziraatında görev alıp, bir süre daha İvriz yerleşkesinde kalacaktı.

Cumartesi günü okulla ilişik kesme ve izin belgelerini düzenleyebilenler hemen, bazılarımız da pazartesi günü okuldan ayrılabilecektik.

Ben Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasındaki ailemin yanında Kurban Bayramı’nı geçirdikten sonra okula geri dönecektim.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri sınavlarını kazandığım takdirde, önümüzdeki yıl İvriz’de olmayacaktım.

Bu duruma hem üzülen hem de benim adıma sevinen can dostum Emin Özkan (Özgan) ve Hüseyin Kaya ile koyu bir sohbete dalmıştık.

Sohbet sonrasında Emin, duygularını tutmakta olduğum ‘’HATIRAT Defteri III’’ sayfalarına yazarak dile getirdi.

‘’Canım Eeeaahh’’ Diye başlamasının nedenini, soyadım ‘’Akıncı’’nın ‘’Akıncıııaaahh’’ biçiminde uzatmamdan kaynaklandığını söyledi. İyi ki söyledi çünkü beni sürekli kızdırırdı.

Ben Kemal Çuhalılar ile çalışma programı yapmak için gidişimi Pazartesi gününe bıraktım öğleden önce Kemal Bey ile görüşebilirim umuduyla...

AYÖO ÜNİVERSİTE HAZIRLIK KURSLARI

  17 Haziran 1964 Çarşamba, Ankara... İstanbul Zeytinburnu'nda, güneş ışınları yattığımız odanın perdeleri arasından sızarken uyandı...