28 Şubat 2023 Salı

TOROSLARIN ETEKLERİNDE BİR ALMAN KÖPRÜSÜ

 

23 Mayıs 1961 Salı, Hacıkırı Karaisalı...

Dün akşam, Yenice Tren Garı'nda, Tarsus'a gidiyorum diye, yanlışlıkla bindiğim Toros Ekspresi'nden Adana'nın Karaisalı İlçesine bağlı Hacıkırı istasyonunda inmiş ve Kıralan Köyü'ndeki kahvehaneye girerek yatacak bir yer için beklemeye başlamıştım.

Kahvehanede geceyi geçirebilir miyim? Sorusunun yanıtını, kahvehane sahibinden almak üzere beklerken, ortamı en son terkeden yaşlıca biri bana bir hayli baktıktan sonra, sonradan adının Musa olduğunu öğrendiğim köylü bana yaklaşıp; ''buralardan değilsin, hayrola?'' demişti. Ben de başıma gelenleri anlatmıştım.

Bana dönerek, ''senin yatacak yerin olmadığı gibi, karnın da açtır evlat.'' demişti. Kendisini onaylayınca, ''Haydi gidelim, bu akşam bende Tanrı misafirim ol.'' deyince, evinin yolunu tutmuştuk.

Musa emmi karnımı doyurmuş, bana kucak açmış ve yatak sermişti.

Rüyalarımda karabasanlar gördüğüm Torosların eteklerindeki Kıralan Köyünde, Çarşamba sabahı, erkenden gözlerimi açtım. Yabancısı olduğum bu evde ne yapacağımı bilemezken, odamın kapısını aralayan Musa Emmi ‘’kalk evlat, kahvaltı edelim.’’ Dedi.

Evde eli ayağı tutanlar çoktan bağ bahçeye gitmişlerdi. Musa Emmi beni uyandırmamıştı.

Kahvaltıdan sonra Musa emmiye teşekkür edip, elini öptükten sonra İstasyon hareket memurluğuna gittim.

Tahta bavulum ayak bağı olmasın diye emanet bürosuna bırakarak Tarsus için tekrar bilet aldım. Trenim 16,30’da gelecekti. Perona çıkıp, köyün çevresini gözden geçirmeye karar verdim...

Taşlık bir araziye sahip köyün kuzey, doğu ve güneybatı kısmında ilk göze çarpanlar makilik alanlardı. Bodur ağaçlar ve çalılardan oluşan makiler Akdeniz iklimi ağaç türleriydi.

Makilik alanlardan sonra çam ve ardıç ağaçlarıyla kaplı ormanlar kendini göstermekteydi.

Kalkerli taşlık alanlarda toprağın su bakımından zengin olduğunu tarım öğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy söylemişti.

Coğrafya derslerinde öğrendiklerimi de hatırlamaya çalıştım. Birden Gülek Boğazı'nın yanı sıra Çakıt Vadisi ile içinden geçen Çakıt Çayını anımsadım.

Orta Toroslar, Hacıkırı (Kıralan) Köyü’nü üç taraftan bir hilal şeklinde çevirmiş durumdaydı.

Köyden yaklaşık 4 km uzaklıkta bulunan Çakıt Çayı, kuzeydoğudan başlayıp, Orta Torosların güney uzantısını takip ederek Kapız adı verilen boğazdan geçtikten sonra Seyhan Nehrine kavuşmak üzere yoluna devam ediyordu.

Öyle söylemişti hemen her gün Çakıt Vadisine paralel tren yolundan yolcu taşıyan Toros ekspresindeki kondüktör.

Gar peronundan ayrılarak güneye doğru ormanlık alanda patika gibi bir yoldan ilerledim. Hacıkırı tren istasyonundan yaklaşık 500 metre sonra bir gerdanlık gibi karşıma çıktı kanyon üzerindeki Alman Köprüsü.

Bir mühendislik harikası köprüyü uzun süre seyrettikten sonra çevremi gözdn geçirdim. Köprüye çok yakın bir konumda fotoğraf çeken genç biri vardı.

Sürekli fotoğraf çekiyordu. Bir süre sonra benim farkıma varan fotoğrafçı yanıma geldi. ‘’Ben Mustafa sen kimsin, ne arıyorsun buralarda?’’ Dedi. Ben de iki gündür başımdan geçenleri anlattım.

Bağdat Demiryolu üzerinde araştırma yapan bir üniversite öğrencisi olduğunu söyledi.

Öğrenmeye meraklı biri olduğumu sezen Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencisi Mustafa Abi köprüyü gösterip, Bağdat demiryolu gerdanlıklarından biridir. Dedi.

1800’lü yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin hükümranlık kurduğu ülkelerde petrol kaynaklarına sahip olmaları Almanya’yı zor durumda bırakıyordu.

Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm danışmanlarıyla yaptığı toplantılarda petrol konusun ele alıyor ve petrol ülkeleri olan Bağdat ve çevresine ulaşılamadığı sürece güçlenemeyeceklerini anlatıyordu.

Berlin-Bağdat demiryolu proje çalışmaları bu toplantılardan sonra başlamıştı. Almanlar petrol kaynaklarına ulaşmayı düşünürken, Arap ülkelerinde zor durumda olan Osmanlılar ise asker ve mühimmat nakliyesini öncelikli ele almışlardı.

1888 Yılında Osmanlı İmparatoru Sultan II. Abdülhamit ile Almanya Kralı Kayzer Willheim II tarafından yapılan bir anlaşmayla Bağdat Demiryolu Hattı ‘nın inşaatı Almanlara verilmişti.

Osmanlı’nın asker, eşya ve yolcu taşıması, Almanların da ihtiyaç duyduğu petrol kaynaklarına ulaşması için bu proje planlanmıştı.

Sözleşmeye göre Haydarpaşa’dan Bağdat-Halep-Şam’a kadar demiryolu ağı kurulması öngörülmüştü. 

II. Abdülhamit’in 1888 tarihindeki iradesi ile Anadolu demiryollarının inşası ve işletme hakkı Alman Bankaları ve şirketlerine verilmişti.

Demiryolunun geçeceği yerlerde devlete ait olan toprakların mülkiyeti imtiyaz sahiplerine bedelsiz devredilecekti.

Konut ve istasyon binası yapılacak topraklara kira ödenmeyecek, kum, çakıl ve taş ocakları bedelsiz kullanılacak, demiryolu yapımı için gerekli keresteler devlet ormanlarından kesilecekti.

Mustafa Abi bunları anlatırken Tarih Öğretmenimiz Hüseyin Seçmen’in kapitülasyonlar konusunda söyledikleri aklıma geldi.

Haydarpaşa’dan başlayarak Eskişehir, Konya, Ereğli, Pozantı, Adana güzergâhını izleyen Bağdat Demiryolu Hattı’nın en önemli ve zor geçiş bölgesi Belemedik-Hacıkırı rotasıydı.

Belemedik, Almanların Berlin-Bağdat demir yolu ulaşımı için Toros tünellerinin hemen girişinde kurulmuş bir yerleşim yeri olup, izleyenleri büyüleyen bir güzelliğe sahipti.

Konya’dan Adana’ya doğru ilerlemekte olan Projenin yapımında Pozantı’dan sonra gelen Belemedik tren istasyonunda binlerce Alman ve Türk görev yapmıştı.

Alman mühendislerince Berlin-Bağdat Demiryolu, Toros Dağlarında 100 yıl öncesinin teknolojisiyle 20 yılda tamamlanmıştı.

Bölgede çalışan Almanlar adeta bir kasaba oluşturmuşlar; hastane, kilise, okul, sinema ve hatta cami inşa etmişlerdi.

1905 yılında Almanlar tarafından Belemedik-Hacıkırı arasında 12 kilometre uzunluğunda, 22 tünel açılmıştı.

Toros tünellerinin en zorluları Belemedik-Hacıkırı istasyonu arasındaki 15 km’lik bölümde 12 tünel bulunuyordu. Neredeyse bu bölüm tamamen tünelden oluşuyordu. Bir tünelden çıkıp diğerine girerken bazen kısacık olan dört tüneli iç içe görmek mümkündü.

Belemek tren istasyonundan itibaren 15 km’lik demiryolu güzergâhında yapılan 12 tünelden sonra Hacıkırı tren istasyonu yapılmıştı.

Hacıkırı ile Yenice arasındaki oldukça derin Çakıt vadisinin aşılması gerekiyordu. Bu çalışmalar kapsamında oldukça derin vadinin iki ucunu birbirine bağlayarak ulaşımı daha kolay ve risksiz hale getirmek için Almanlar Varda Köprüsü inşa etmişlerdi. 

Berlin Bağdat Demiryolu Hattı ‘nın bu zorlu aşamasını 20 yıl süren bir çalışma sonucu başarıyla tamamlayan Almanlar, özellikle iki derin vadiyi birleştiren Alman Köprüsü yapımında büyük insan kayıpları vermişlerdi.

Belemedik ’teki yüksek bir tepede bulunan alana mezarlık yaparak, hayatını kaybeden vatandaşlarını buraya defnetmişlerdi.

Mustafa Abinin anlattıklarına göre bir mühendislik harikası olan demiryolu köprüsü Almanlar tarafından, çelik kafes taş örme tekniği ile yapılmıştı.

Dört ana ayak üzerinde kurulu, 172 metre uzunluğunda olan köprünün, orta ayak yüksekliği 99 metreydi.

Yukarıdan bırakılan bazı malzemelerin vadinin dibine ulaşıp ulaşmadığını soran görevlilere ''va daaa'' diye verdikleri yanıtla ulaşmadığını anlatmışlardı. Bundan ötürü de ''va daaa'' sözcüklerinden ötürü ''Alman Köprüsü'' halk arasında ''Varda'' olarak anılıyordu.

Köprünün ayakları çelik mesnet türünde olup, dış kaplaması taş örme tekniği ile yapılmıştı. Köprü ayaklarının bakımı için de dört adet ayağın içinde bakım merdivenleri bulunmaktaydı.

Araştırma yapan Mustafa abi böyle anlatmıştı.

Ne gündü ama…

Dikkatsizlik sonucu bindiğim ve hiç istemediğim bir yolculuk sonrası ulaştığım Toros eteklerindeki Kıralan Köyü ve çevresi ile 60 yıl öncesine tarihi bir yolculuk yapmıştım.

Bu yolculukta ilk bilgileri Toros ekspresindeki kondüktörden, ikincil bilgileri beni Tanrı misafiri olarak bir gece misafir eden Musa Emmiden, asıl bilgileri de Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi araştırma öğrencisi Mustafa Abiden almıştım.

Mustafa Abiye teşekkür ettikten sonra Çakıt Vadisi boyunca gezinerek tren saatime kadar olan zamanı doldurmuştum.

Tam saatinde gelen Kayseri-Adana hattındaki Toros ekspresine binerek aileme kavuşma yolculuğumu başlatmıştım…

13 Şubat 2023 Pazartesi

YENİCE DE YANLIŞ AKTARMA HACIKIRI TREN GARINA GÖTÜRDÜ

 

22 Mayıs 1961 Pazartesi, Kıralan, Karaisalı …

Bu sabah kahvaltıdan sonra, Çapa Müzik Semineri hazırlıkları için program yapmak üzere Kemal Çuhalılar öğretmenimi aradım. Okuldan ayrılmıştı.

Biraz canım sıkıldıysa da Kemal Öğretmenime de hak verdim. Onun da yapacak önemli işleri, ailesine karşı sorumlulukları vardı.

Okulun öğle servisiyle Ereğli'ye indim. Saat 14:30 için tren bileti aldım. Bavulumu emanete bıraktıktan sonra Ereğli caddelerinde dolaşarak, bütünleşmek istedim. Trenin kalkmasına yarım saat kala istasyona gelerek bavulumu aldım emanetten.

Ara tatilleriyle yaz tatillerinde Ereğli'den bindiğim kara tren, Ulukışla üzerinden geçerek, Adana ile Mersin arasındaki Yenice garına ulaşırdı.

Yenice istasyonunda aktarma yapılır, Adana'dan gelen trene binilerek Tarsus ya da Mersin’e ulaşılırdı.

Tren tam zamanında geldi. Ereğli'den saat 14,30’da bindiğim trenle, Ulukışla'da aktarma yapıp rahat bir yolculuktan sonra tekrar aktarma yapacağım Adana Yenice Tren garına saat 19,00 civarında ulaştım.

Yenice tren garında çok beklemeden Adana’dan gelen trene bindim. Bana göre şansım yaver gitmişti. Güneş batmadan önce Tarsus’taki Karabucak Okaliptüs Ormanı Fidanlığı servislerine yetişebilecektim.

Belki de servis şoförü Mahmut Abiye rastlardım. Beni ailemin yanına, Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasına göndermenin bir yolunu bulur. Diye düşünürken hayallere dalmıştım.

Hayallerimin içinde Kurban Bayramının ikinci ya da üçüncü günü Mersin’e gitmek vardı. Kurtuldu ailesini oluşturan Nenem ve dayılarımla bayramlaşırdım.

Akıncı ailesi ile Kurtuldu ailesinin ilk mektepli çocuklarıydık. Okul görmemiş dayılarımın yanında özel bir yerimiz vardı. Yanlarına her gidişimizde mutlaka harçlık verirlerdi.

Bir hafta sonra, sınav hazırlıklarımı hızlandırmak için İvriz’e geri dönecektim.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri sınavları için hazırlanacak, eylül ayının ilk haftasında da sınav için İstanbul’a gidecektim. Yol parası ve harçlığa ihtiyacım olacaktı.

Birden yan koltuktaki iki kişinin konuşması beni hem hayallerimden uyandırdı hem de şaşkına çevirdi.

Konuşanlardan biri diğerine ''Niğde'ye kaçta varırız acaba?'' diyordu…

Ne demekti Niğde’ye kaçta varırız? Pencereden dışarıya baktığımda trenimizin Toros dağları eteklerinde hızla ilerlediğini gördüm.

Tarsus’a gidecek olan tren yerine, yanlışlıkla Toros ekspresine binmiştim. Her yerde durmazdı. Üstelik Toros dağları eteklerinde pek sık tren garı da bulunmazdı.

Mideme kramplar girmeye başladı...

Ne yapmıştım ben?

Ümitsizce trenin penceresinden dışarı bakıyordum bir istasyona rastlar mıyım diye…

Derken kondüktör geldi. Biletimi uzatıp, bekledim. Kondüktör bana ‘’Bu Tarsus’a giden banliyö treni bileti, Niğde biletiniz nerede?’’ Dedi.

Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasındaki ailemin yanına gitmek üzere Ereğli’den Yenice’ye geldiğimi, aktarma yaparken yanlış trene bindiğimi anlattım biraz da gözyaşı dökerek.

Kondüktör bana acımış olmalı ki trenin Karaisalı kasabasına bağlı Hacıkırı garında duracağını söyledi. Önümüzde yaklaşık 40 km’lik bir yol vardı.

Trendeki tüm yolcuların biletleri denetlendikten sonra kondüktör tekrar yanıma geldi. Benim hikâyemi bir kez daha dinledikten sonra, beni hem oyalamak hem de rahatlatmak için ilk durağa komşu olan Toros eteklerindeki Hacıkırı Köyü ve çevresiyle ilgili bilgiler verdi.

Her zaman, en kötü koşullardan en iyi sonuçları çıkarmaya yatkın bir çocuk olarak kondüktörü ilgiyle dinlemeye başladım.

Kondüktör ilgili bir öğrenci olduğumu görünce ‘’Gündüz gözüyle Ereğli’den bindiğin trenle Toroslardaki onlarca tüneli aştıktan sonra oldukça uzun ve heybetli bir köprü ile Çakıt Vadisi üzerinden geçmiş olmalısın.’’ Dedi ve ekledi.  

Oldukça derin vadinin iki yakasını birleştiren ve günümüze kadar ulaşan bu değerli anıtsal yapıtın adı Varda Köprüsü’dür. 

Almanlar tarafından yapılmış olduğundan, ‘’Alman Köprüsü’’ olarak bilinmektedir. Köylüler ona Koca Köprü derler.

İstanbul-Bağdat-Hicaz Demiryolu hattını tamamlamak için 1907 yılında Almanlar tarafından yapımına başlanan demiryolu köprüsü 1912 yılında hizmete açılmıştı.

Hacıkırı’nın yaklaşık 500 metre güneyindeki geçilmez olan oldukça derin vadinin iki yakasını birleştirmek için dört ana ayak üzerine almanlar tarafından kurulmuştu Varda Köprüsü.

Köprü yapılırken Hacıkırı tren garı da yapılmıştı.

Kondüktörü dinlerken edindiğim bilgiler rahatlamama neden olmuştu. Yaklaşık yarım saat sonra da Toros Ekspresi Alman Köprüsü üzerinden geçmişti.

Köprüyü geçerken Çakıt Vadisinin bir bölümünü alıcı gözüyle izledim.

Vadinin dibi görünmüyordu. Sanki dipsiz gibiydi, bana öyle gelmişti. Köprüden yaklaşık 500 metre uzaklıktaki Hacıkırı tren garında durdu trenimiz. Kondüktöre teşekkür ettikten sonra indim.

Hava kararmaktaydı. İstasyonun batısında, Torosların eteklerinde tek tük ışıklar görünüyordu. Hacıkırı Köyü olmalıydı. Günümüzde Karaisalı İlçesinin Kıralan Mahallesi olarak bilinen bir yerleşim yeri olduğunu öğrenmiştim yıllar sonra.

Elimdeki tahta bavulla köyün içine doğru ilerleyip, kahvehaneye benzettiğim bol ışıklı ve gürültülü bir yere doğru yürüdüm.

Yanılmamıştım, ulaştığım yer kahvehaneydi. Kahvehaneye girdiğimde 8. sınıf öğrencisi olan bir çocuk olarak verdiğim selam pek ilgi görmediyse de sandalyelerden birine ilişip, bavulumu da yanıma koydum.

Kâğıt ve domino dedikleri taş oyunlarına dalmış olan kahvehanedekilerin pek ilgisini çekmemiştim.

Oyunlarını bitirenler kalkıp, evlerinin yollarını tutmuşlardı.

Kahvehanede birkaç kişi kalmıştı.

Acaba kahvehanede geceyi geçirebilir miydim?

Diyerek herkesin ayrılmasını beklemeye başladım ki herkes ayrıldıktan sonra kahvehane sahibiyle görüşebileyim...

12 Şubat 2023 Pazar

1960-61 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI SONU


21 Mayıs 1961 Pazar, İvriz…

Mayıs ayı bayramların ayıydı 1961 yılında.

Öyleydi çünkü 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı (ki ülkemizde genellikle bahar bayramı olarak kutlanır), 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nı cuma günü kutlamıştık.

25 Mayıs Perşembe günü Kurban Bayramı ve 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı olmak üzere 2 bayram daha bayram kutlanacaktı.

Kurban Bayramı ile 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı'nı ailemin yanında kutlamak istiyordum.

1961 Mayıs Ayı Bayramlar ayı olmasının yanı sıra bizim için ayrı bir önemi vardı.

İvriz Öğretmen Okulu’nda üç yılımızı tamamlamış ve Ortaokul diploması almaya hak kazanmıştık.

Bütün yazılı ve sözlü sınavlar 19 Mayıs’tan önce bitmiş, 18 Mayıs Perşembe günü karnelerimiz bile dağıtılmıştı.

Bu dönemde de, tam olarak hak etmesem de, bütün derslerim 10 üzerinden 10 olarak karneme geçmiş, üstelik takdirname de almıştım.

Dersler, sınavlar bitmiş ve karneler de alınmış olduğundan yapılacak tek şey yaz tatilinde nerede ve neler yapılacağı konusunda muhabbet etmekti.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu müzik ve resim semineri sınavları için hazırlananlar dışındaki bütün arkadaşlar 19 Mayıs gösterilerinden sonra ailelerinin yanlarına gideceklerdi.

Belki de bazıları İvriz Ziraatında görev alıp, bir süre daha İvriz yerleşkesinde kalacaktı.

Cumartesi günü okulla ilişik kesme ve izin belgelerini düzenleyebilenler hemen, bazılarımız da pazartesi günü okuldan ayrılabilecektik.

Ben Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasındaki ailemin yanında Kurban Bayramı’nı geçirdikten sonra okula geri dönecektim.

İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri sınavlarını kazandığım takdirde, önümüzdeki yıl İvriz’de olmayacaktım.

Bu duruma hem üzülen hem de benim adıma sevinen can dostum Emin Özkan (Özgan) ve Hüseyin Kaya ile koyu bir sohbete dalmıştık.

Sohbet sonrasında Emin, duygularını tutmakta olduğum ‘’HATIRAT Defteri III’’ sayfalarına yazarak dile getirdi.

‘’Canım Eeeaahh’’ Diye başlamasının nedenini, soyadım ‘’Akıncı’’nın ‘’Akıncıııaaahh’’ biçiminde uzatmamdan kaynaklandığını söyledi. İyi ki söyledi çünkü beni sürekli kızdırırdı.

Ben Kemal Çuhalılar ile çalışma programı yapmak için gidişimi Pazartesi gününe bıraktım öğleden önce Kemal Bey ile görüşebilirim umuduyla...

10 Şubat 2023 Cuma

GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI 1961

 

20 Mayıs 1961 Cumartesi, İvriz...

Her yıl olduğu gibi bu yıl da, dün, Ereğli Stadyumunda 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı coşkusunu yaşadık. Bizimle yarışmak üzere haftalarca çalışan Ereğli Lisesi gölgemizde kaldı.

Başta Mehmet Karaman ve Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar olmak üzere,  Spor Öğretmenimiz  Ali Orhan Bekar gözetiminde bir ay süre ile bu güne hazırlanmıştı İvriz Öğretmen Okulu.

İvrizli ailesinin bütün öğretmenleri, idarecileri, çalışanları ve stadyumda gösteri yapacak yüzlerce öğrenci ve okul bandosuyla Ereğli Caddelerinde konserler vererek stadyuma girdik.

Stadyumda yerini alan 200 kişilik oyun ekibi ve oyunların ezgileri Ereğli halkının yine ilgi odağı oldu geçmiş yıllarda olduğu gibi.

Mehmet Karaman’ın işareti ve Rahmi’nin davulunun vuruşlarıyla birlikte, gösteri başladı. Akordeonlardan, zurna ve klarnetlerden arka arkaya boşalan müzikle birlikte Bengi, Arpazlı ve Dağlı zeybekleriyle gösteriye başlandı.

Havalanan beyaz gömlekli, lacivert asker kumaşı pantolonlu oyuncular, bir süre sonra stadyumu dolduran Ereğli halkını kendi ritmine ve sesine ortak etmişti.

Ereğli halkı ezgilerin sesi ve zeybeklerin ritmiyle üçüncü kez böylesine bütünleşiyordu. 

Büyülenmişlerdi…

Çoktan kaybettiklerini sandıkları bir şeyi bu oyunlarda buluşmuşçasına bir sevinç ve coşkuyla ayağa kalkmışlar, bağırıyorlardı.

İvriiiz, İvriiiz…

Milli oyunların ardından Ali Orhan Bekar'ın yönetiminde spor etkinlikleri başladı. Önce eşli hareketler, ardından jimnastik ekibimizin oluşturduğu kule ve kule tepesine ulaşan arkadaşımızın Türk Bayrağını dikmesi alkıştan stadı inletti.

Törenlerin sona ermesiyle birlikte okul müdürü Kamil Açan teşekkür konuşması yaptı ve iki saatlik serbest zaman tanıdı bütün öğrencilere.

Böylelikle 1960-61 Eğitim ve Öğretim yılını da sonlandırmış olduk...

8 Şubat 2023 Çarşamba

555K VE SİVİL İTAATSİZLİK

 

5 Mayıs 1961 Cuma, İvriz...

Dün, 28 Nisan eylemlerini organize eden Sedat Ege Ağabey 555K eylemlerinin yıldönümü için idareye başvurdu.

İdare, ders yılının sona ermek üzere ve sınavların aksayacağı gerekçesiyle izin vermemişti.

Buna rağmen, beşinci sınıftan Sedat Ağabey, idareden ve nöbetçi öğretmenden habersiz, akşam etüt saatlerinde bütün sınıfları gezerek eylem kararını aldırdı.

Nöbetçi öğretmenin itirazlarının yanı sıra son sınıfların da olmadığı bütün öğrencilerle, öndeki davulun vurmaya başlamasıyla harekete geçtik.

Sabah kahvaltısından sonra beşinci sınıfların yatakhanesi önünde, son sınıflar hariç, bütün okul öğrencileri toplandık.

Bayrak yok, bando yok. Sadece Rahmi Ayaz ağabeyin davulunun eşliğinde yürümeye başladıktan kısa bir süre sonra son sınıflar da en ön saflarda yerlerini aldılar.

Neydi 555K?

555K, Demokrat Parti'nin oluşturdu Tahkikat Komisyonu sonrasında, öğrencilerin hürriyet talebiyle 5 Mayıs’ta düzenledikleri eylemin parolası, “5’inci ayın 5’inde, saat 5’te, Kızılay’da” ifadesinin kısaltılmış haliydi.

Herhangi bir eylem için bir araya gelenlere ateş açılacağının resmen duyurulduğu, 10 kişinin bile toplanmasının yasak olduğu bir dönemde kulaktan kulağa fısıldanan bu olağanüstü parola, eylemi gizli bir şekilde planlayabilmek için bulunmuştu.

Düzenleyenler eylemi başlatmak için meydana geldiklerinde etraftaki insanların tesadüfen mi orada olduğunu, yoksa eylem için mi geldiğini bile bilmiyordu.

Birçok ünlü siyasetçi, yazar ve sanatçının da aralarında bulunduğu gençler, “Olur mu böyle olur mu/Kardeş kardeşi vurur mu” türküsünü ıslıkla çalarak yürüyüşe başladığında peşlerinden yüzlerce kişinin geldiğini görünce anlamışlardı 555K parolasının ne kadar çok insan tarafından duyulduğunu.

Kızılay’da eylemcilerle karşı karşıya gelen Adnan Menderes ve Celal Bayar da büyük şaşkınlık yaşamıştı eylemcilerin direnci ve sayısı nedeniyle…

Menderes öyle sinirliydi ki, öğrencilere “Avradını s…. p.çleri” diye bağırıyordu.

Adını 5. ayın 5. günü saat 5’te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan eylem Türkiye’nin Cumhuriyeti tarihindeki ilk ‘sivil itaatsizlik’ eylemi olarak da anılıyordu, anılacaktı.

Bizler de sivil itaatsizlik eyleminin yıldönümünde harekete geçmiştik.

Durlaz' a doğru harekete geçtikten kısa bir süre sonra müdür yardımcılarından Hikmet Göksel hızla yanımızdan geçerek kortejin önüne ulaştı. Ardından okul müdürü Kamil Açan ve diğer görevliler geldi.

Müdür Bey, geçen olayda olduğu gibi yüzü sararmış ve her tarafı sinirden titreyerek konuşmaya başladı. Olayın gereksizliğinden, sınavların ve okulun işleyişini sağlayan disiplin konusunun daha önemli olduğunu vurguladı.

Ardından Hikmet Bey '"Sizinki şaşkınlıktan ne yapacağınızı bilmemenin yanı sıra biraz da derslerden kaçmak. Anlıyoruz. Sınavlardan bunaldınız ama başka seçeneğiniz, seçeneğimiz de yok. Sınıflarınıza dönüyorsunuz." Dedi.

Hakkı vardı Hikmet Beyin. Sınavlardan ve okulun sıkı ve şaşmaz kurallarından.

Tamam da idare yol gösterip, kutlamanın okulda yapmasını sağlayabilirdi diye düşünenlerdendim.

Neyse ki idare ve disiplin kurulu yine devreye girmemiş, bizleri kazanmaya çalışmıştı ki olumlu sonuçları olacaktı gelecekteki yaşamımızda.




28 NİSAN 1960 OLAYLARININ YILDÖNÜMÜ

 

28 Nisan 1961 Cuma, İvriz...

Bugün 28 Nisan olaylarının yıldönümü...

Dün akşam 5. sınıftan Sedat Ağabey, ki oldukça iyi bir hatip ve başkan adaylarından biriydi, 28 Nisan 1960 olayları ile 555K olaylarını anlattı.

Okul idaresinin itirazlarına rağmen, okuldaki bütün sınıflarca yıldönümünü kutlama kararı aldık. Aldık çünkü,

Yaptığı ikili anlaşmalar nedeniyle, ekonomik, askeri ve sosyal yönden ABD'nin güdümüne giren Menderes Hükümeti ülkemizi iflasın eşiğine getirmişti.

Yapılacak yeni seçimleri kaybetme olasılığına karşı baskıyı arttırmış, muhalefetin ve muhalif basının sesini kesmek için, SİVİL BİR DARBE yapma yolunu seçmişti.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 17 Nisan 1960’ta ilk adım atılmış, muhalefetin ve basının “yıkıcı, gayri meşru ve kanun dışı” faaliyetlerinin araştırılması için 15 milletvekilinden oluşan bir Tahkikat Encümeni kurulması kararı alınmıştı.

On gün sonra da, 27 Nisan 1960’ta da bu Encümen’in “Vazife ve Salâhiyetlerine” ilişkin kanun yayımlanmıştı.

Resmi gazetede yayınlanan Kanunun Birinci Maddesi; 15 Demokrat Parti Milletvekillerinden kurulacak olan “Encümen”e, hem askeri hem sivil mahkemelerin yanı sıra hem savcı hem de yargıçların hak ve yetkilerini veriyordu.

Dokuzuncu madde ise “Encümen” kararlarına karşı temyiz hakkı olmadığını belirtiyordu.

Tahkikat Encümeni Kanunu” ile SİVİL DARBE yapan Menderes iktidarına muhalefetin tepkisi sert olmuştu. Demokrat Parti dışındaki bütün siyasi partilerin yanı sıra üniversiteler, üniversiteli gençler, işçiler tarafından protestolar başlamıştı.

28 Nisan sabahı, öğrenci liderleri İstanbul Üniversitesi bahçesinde toplanan binlerce öğrenciye konuşma yaparken, Kapalıçarşı tarafından bahçeye giren bir grup polis yakaladığı öğrencileri coplayarak ve sürükleyerek polis otobüslerine doldurmuştu. 

Bir grup polis de ana kapıdan üniversite bahçesine giren İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami ONAR’a “....bütün bunlar senin başının altından çıkıyor....” diyerek tartaklanmış ve zorla polis aracına bindirilmişti.

29 Nisan 1960’da ise Ankara'da üniversite öğrencileri, üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışan akademisyenlerin de desteklediği, protestolar için meydanlara çıkmışlardı.

Polislerin olaya müdahale etmesiyle 2 öğrenci polis ateşi sonrası hayatını kaybetmiş, 100 civarında öğrenci de yaralanmıştı.

Sedat ağabeyin duygusal ve heyecanlı konuşması etkisini gösterdi ve bu sabah bütün öğrenciler tören alanında toplanarak göndere bayrak çekildi.

Şiirler okundu, günün önemi üzerinde konuşmalar yapıldı. Çevre köyleri de bilgilendirmek üzere karar alındı. Okulumuz zaten Gaybi Köyü sınırındaydı.

Köy camisi önünde şiirler okundu, konuşmalar yapıldı. Ne var ki köylünün bizim kararlarımızdan ve 28 Nisan olaylarından fazlaca bilgisi olmadığından, pek iyi karşılanmadığımız gibi ilgi de görmedik.

Ardından yaklaşık 20 km güneyimizdeki Dede Köyü'ne gittik. Orada da hoş karşılanmadığımız gibi ilgi de görmedik. Yine de şiirler okundu, konuşmalar yapıldı.

Öğleden sonra okula döndük. Başta okul müdürümüz olmak üzere, öğretmelerimiz tarafından hoş karşılanmadı eylemlerimiz.

Elebaşı durumundaki ağabeylerimiz idareye çağırıldı. Okullarda yapılacak eylemler konusunda genelge bulunduğunu, kutlamaların salonlarda ve idarenin izniyle yapılması gerektiği konusunda uyarılmışlardı. Ayrıca sınav döneminde, bu tür eylemlere yer olmadığı belirtilmişti.

Eylemlerimiz idare tarafından görmezden gelindi. Herhangi bir soruşturma açılmadı...

7 Şubat 2023 Salı

BABAMA YAZIP GÖNDERMEDİĞİM MEKTUP



6 Nisan 1961 Perşembe, İvriz…

Akşam son etütteyiz. Etüt başladı ama elma kurusu savaşından ötürü tam bir kargaşa var sınıfta. Bereket yemekten önceki etütte ödevlerimi bitirmiştim.

Akşam yemeğinde meyve olarak elma kurusu vardı. Arkadaşlarımızın bir bölümü elma kurularını ceplerine doldurarak sınıfa geldiler.

Sınıf başkanlığını bıraktığımdan bu yana gürültü neredeyse önlenemez hale geldi. Yeni başkanımız gürültüyü önemsemiyor ya da kimseyle didişmek istemiyor.

Biraz sinirlerim bozulmuş durumda. Okuyorum, dönüp tekrar okuyorum ama sonuç değişmiyor. Okuduklarımı anlamıyorum.

Hatıra defterimi çıkarıp bir haftanın özetini yapmak istiyorum.

Bugün matematikten yazılı olduk. Beş sorudan dördünü sınıfın büyük bir bölümü yaptı. Ben beşinci sorudan biraz endişeliyim. Yine de 9 alabileceğim kanaatindeyim.

Hatıra defterimden başımı kaldırdığımda Emin'i gördüm. Ne haber der gibi el sallıyordu. Aklıma Babama bir ay önce yazdığım mektup geldi. Dün akşam dosyalarımdan birinin arasından çıktı.

Babam neden cevap vermedi, neden para göndermedi? Diye sinirlenip duruyordum. Meğer yazdığım mektubu göndermeyi unutmuşum. Şimdi babam bana zehir zemberek bir mektup yazacaktır, niye yazmadım diye.

Üstelik parasızlık çektiğim de çabası. Emin’den istemiştim. Garibimin de 10 Lirası varmış. Benimle paylaştı.

Boşuna babamın günahını almışım. Kendime çok sinirlendim. Aşık falanmısın Akıncı...Dedim kendime.

Hoş aşık olacak birileri olmadığı gibi, zamanı da değildi.

Diğer arkadaşlarım gibi son günlerde ben de sıkça sinirlenmeye, hafif de olsa bunalıma girmeye başladım. Sanıyorum bunda parasız kalmanın yanı sıra son sınıf oluşumuz ve İstanbul Çapa Müzik semineri hazırlıklarının da istediğim gibi gitmemesi de var.

Salı günü Müzik dersinde sözlü yoklama vardı. İlk birkaç öğrencinin notu 2 ve 3 olunca ben de bir hayli telaşlandım ama neyse ki 9 aldım.

Yarın Sosyal Bilgiler dersinden yazılı var.’’ Nisan 1’’ şakası niyetine dersinden kaçmıştık. Bütün sınıfın olmasa bile bazılarımızın canını yakacak korkusu içindeyim.

Haydi hayırlısı deyip, etüdün sona erdiğini bildiren zille birlikte yatakhanelerimize gidiyoruz...

4 Şubat 2023 Cumartesi

İVRİZ'DE NİSAN 1 ŞAKASI

 1 Nisan 1961 Cumartesi, İvriz...

Bugün 1 Nisan, şaka günü...

Tarih derslerinde Hüseyin Seçmen'in açıklamalarına göre; tüm dünyada kutlanan ve 'şaka' günü olarak bilinen bu gün, Fransızlar tarafından ''Aptallar Günü'' olarak kabul edilirken, Müslümanlar tarafından ''Hile Günü'' olarak algılanmaktadır.

Tarihçesi çok iyi bilinmemekle birlikte ''Nisan 1 Şakası'' yine de kandırma, aldatma ya da Hile günü uygulamalarıyla ünlüdür.

''Ahmet, baban gelmiş. İdarede seni bekliyor.''

Dediğimiz arkadaşımız babasını arayıp bulamadan geri döndüğünde ''Nisan 1'' şakası yaptık diye paçayı kurtarıyorduk.

Bazı şakalar son derece olumsuz sonuçlar doğurabiliyordu.

1479'da Kastilya ve Aragon birleşerek İspanya Krallığı'nı oluşturdular. 1482'de İspanya, İber Yarımadası'ndaki son Müslüman siyasi otorite olan Granada merkezli devleti yıkmak üzere harekete geçtiler.

25 Kasım 1491'de Granada'nın sultanı Ebu Abdullah Muhammet ile İspanya Krallığı arasında teslim anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre Gırnata İspanya'ya teslim olup katılacak, sultan ve ailesi İber Yarımadası'ndan ayrılacaktı.

Bu anlaşmanın gereği olarak 2 Ocak 1492'de İspanyollar Granada'yı teslim aldılar. Fakat anlaşmaya uymayarak halka sert davrandılar ve döneminde dünyanın en büyük kütüphanesi olan Gırnata Kütüphanesi'ndeki tüm kitapları yaktılar.

Bir başka söylenceye göre de, kaleyi almanın zorluğunun bilincinde olan İspanya Krallığı ordusunun komutanı kaleyi düşürmek için 31 Mart gecesi kalenin önüne giderek bir elinde Kur an bir elinde İncil, kaledekilere seslenir.

Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız canınız bağışlanacaktır. Der.

Bunun üzerine gerekli görüşmeler sonrasında Müslümanlar canlarının kurtarılması karşılığında kaleyi teslim ederler. Ne var ki 1 Nisan sabahı, İspanya Krallık ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir.

Müslümanlar ''canımızı bağışlayacağınıza dair yemin etmiştiniz'' söylemi üzerine, kaleyi teslim alan komutanı "Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur" diye cevap verir.

Hikâyeye göre o gün bugündür, 1 Nisan Müslümanlar arasında Hile Günü olarak alınmaktadır. 

Fransızların, Aptallar Günü olarak kutlamasına gelince,

Roma İmparatoru Sezar M.Ö. 46 yılında takvimin başlangıcını Ocak ayı olarak ilan ettiyse de, 16. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa'da yeni yıl geleneksel olarak, bahar aylarının başlangıç tarihi olarak da kabul edilen Mart ayının 25'inde kutlandı.

Sezar'dan tam 1610 yıl sonra, 1564 yılında Fransa kralı IX. Charles, yıl başlangıcını Ocak ayının 1. gününe aldı. Charles'in bu kararı fazla yayılmadı. Duyanlar ise protesto amaçlı eski adetlerine devam ettiler. 1 Nisan'da partiler düzenlediler.

Charles taraftarları ise onları Nisan aptalları olarak nitelendirdiler. 1 Nisan'a "aptallar günü" adını verdiler. Bu günde herkese sürpriz hediyeler verdiler, gerçek olmayan haberler ürettiler.

Yıllar sonra ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar 1 Nisan gününü kültürlerinin bir parçası görerek devam ettirdiler.

Oradan da bütün dünyaya bir şaka günü olarak yayıldı.

İvriz 3/A sınıfı kime ve nasıl 1 Nisan şakası yapacaktı?

Öğretmeni rahatsız olduğu için ilk iki saatimiz boştu. 3/B sınıfı ziraate kaçmıştı. Biz de 3/B'nin matematik öğretmeni Kadir Beyi şakalamak için 3/B sınıfına gidip oturduk.

Sınıfa giren Kadir Bey hiç istifini bozmadan not defterini çıkardı ve ''42 sözlüye'' dedi. Oysa 42 numaralı öğrenci ziraatta idi. Kadir Bey, ''demek gelmiyorsun, sözlü notun 2'' Dedi. Ardından da ders anlatmaya başladı. Teneffüs zili çaldığında, alel acele sınıfımıza koştuk.

Üçüncü ve dördüncü saatlerde coğrafya dersimiz vardı. Kadir Beyin tutumundan ders almamış olacağız ki sınıfımızın çoğunluğu Torosların eteklerine gidelim kararına vardı. Bazı arkadaşlarımız bize katılmadı.

Çiçeklerin açtığı, kelebeklerin uçuştuğu bir yerde şaka gününü geçirmeye karar verdik. Koşanlar, birbirini kovalayanlar, ters perende atanlar derken sınıfta kalmış olanlar da bize katıldı.

Saat 12:30 civarında hem yorulmuş hem de karnımız acıkmıştı. Süklüm püklüm okula döndük.

Coğrafya öğretmenimiz Muzaffer Bey sınıfta bizi bekliyordu.

Hepimiz sıralarımıza oturduktan sonra ''göstereceğim ben size 1 Nisan şakası nasıl olurmuş? Bavullarınızla buradan ayrılırken arkanızdan bakacağım.'' deyince hepimizde şafak attı.

Bayrak merasiminden sonra disiplin kuruluna çağırılmayı beklerken, Muzaffer Beyin bizi şakaladığını öğrendik ama o zamana kadar da ecel terleri döktük...




3 Şubat 2023 Cuma

MART KAPIDAN BAKTIRIR ÇAPA KÜREK SAPI YAKTIRIR

 

31 Mart 1961 Cumartesi, İvriz…

Nöbetçi öğretmenin ranzaların demirlerine anahtarlarıyla vurarak oluşturduğu madeni seslerle gözlerimizi ovuşturarak kalktık.

Bahar geldi, yaza giriyoruz derken sanki bir kar tipisi uğultusu çınlıyordu kulaklarımda. Yarı buzlanmış camdan baktığımda ortalık bembeyaz bir yorganla örtülmüştü.

Kulaklarımı çınlatan tipi kar tanelerini savuruyor, bazı yerlerde spiraller oluşturarak uğulduyor ve cama vuruyordu. Hava sıcaklığı eksiye düşmüş ve oldukça soğuk bir ortam oluşmuştu.

Hızla giyinip, yataklarımızı da düzelttikten sonra karlara bata çıka ve tipinin olumsuz etkilerinden kurtulmaya çalışarak sabah etüdü için sınıfımıza gittik.

Bahar geldi diye soba yakılmamıştı. Sınıf gürültülüydü, soğuktu ve ders çalışma olanağı yoktu. Ders çalışmaktan vazgeçip, kitap okumayı denedim. Ama olmadı.

Birden 1951 yılı nisan ayının üçüncü haftasına götürdü hafızam beni. Bulgar asimilasyonundan kurtulmak için böyle bir kış gününde Bulgaristan’ın Karagözler Köyünden, üstü açık bir kamyon kasası içinde, Şumnu Tren Garı'na doğru yıla koyulmuştuk.

Zorlu bir yolculuktan sonra ulaştığımız tren garında da, koyunlar gibi birbirimize iyice yaklaşarak ısınmaya çalışmış, yaklaşık 8 saat sonra da bindiğimiz kara vagonlarla Türkiye’ye girmiştik ki, zil sesiyle kendime geldim.

Etüt bitmişti. Sabah kahvaltısı için hızla sınıftan çıktık. Sıcak bir çay hepimize iyi gelecekti. Geldi de.

Birinci ders başladığında tipi durmuş, gökyüzü açılmış ve güneş ışınları pencerelerden sınıfa girmeye başlamıştı. Nefeslerimizin yanı sıra güneş ışınları da sınıfımızı ısıtmaya yetmişti. Yetmişti yetmesine ama çatıdaki karlar erimeye başlamış ve her nasılsa kırılmış bazı kiremitlerin boşluklarından sınıfa sulu kar akmaya başlamıştı.

İkinci ders zili çaldığında sınıfımız ıslak ve soğuktu. Sağlıklı ders yapma olanağı bulunamadı. Öğleye kadar ortam ve durum idare edildi ve hafta tatiline girildi.

Öğle yemeği ve Bayrak Merasiminden sonra kırık kiremitler değiştirildi, sınıf sobası yakıldı ve ders çalışılacak duruma getirildi.



1 Şubat 2023 Çarşamba

İVRİZ'DE BUNALIMLI GÜNLER

 


27 Mart 1961 Pazartesi, İvriz…

Yemekten önceki akşam etüdündeyiz... Ortamda hafif bir gürültü var. Bazı arkadaşların sesli çalışma alışkanlığının yanı sıra bazı arkadaşlarımın da yanındaki arkadaşa sorduğu bazı sorulardan kaynaklanıyor.

Geçen haftanın ikinci yarısı sınavlar açısından oldukça yoğun geçti. Türkçe, Kompozisyon, Sosyal Bilgiler, Tarih ve Coğrafyadan yazılı olduk.

Kompozisyon yazılısından 8 aldım. En iyi not benim yine. Bayram tatili yaramadı gibi, sınıfça dökülüyoruz.

Kırılmış olan keman telinin yerine yenisini aldım. Keman çalışmalarım tekrar başladı. Bu hafta sonunda birinci metodu bitirebileceğim inşallah.

Mehmet Karaman’ın Resim derslerini çok sevmeme rağmen Müzik çalışmaları daha çok ilgimi çekiyor. Çekmek zorunda, çünkü İstanbul Çapa Müzik Semineri sınavını kazanmak zorundayım.

Bu arada akordeonda da Çapa Müzik semineri için seçtiğim Vivaldi'nin Dört Mevsim Konçertosu'nun İlkbahar bölümünü çalmayı denedim ve keyif aldım.

Giderek, parçanın notalarının tamamını neredeyse ezberlemeye başladım.

Çalan zil sesiyle birlikte etüt sona erdi. Akşam yemeği için hızla sınıftan çıktık…

İkinci etütteyiz. Yemekte verilen elma kurularının bir kısmını ceplerine koyarak sınıfa gelen bazı arkadaşlar, ceplerinden çıkardıklarını diğer arkadaşlarına fırlatıyor.

Bu durumdan hoşlanmayan arkadaşlarımız tepki gösterdikleri gibi sınıfımız da çöplüğe dönüyor. Düğer taraftan, tepki gösterenlere takılan lakaplar, anlayışsızlıklar sınıfta tam bir kaos ortamı yaratıyor.

Ne oldu bu sınıftaki arkadaşlarımıza diye düşünüyorum. Aşırı disiplin ve ardarda gelen sınavlardan bunalmış olmalıyız. Diye düşünsem de bu olumsuz oluşumda sınıfımıza sürgün gelen Sabri’nin de payı var.

Hani ‘’kaşarlanmış’’ diye bir deyim vardır ya... Tam da Sabri arkadaşımız için tanımlanmış gibi. Uyarıları ve disiplin konusunda söylenenleri üzerine alınmıyor.

Kargaşadan içim sıkılıyor, adeta bunalımdayım...

Sağlıklı ders çalışamadığım, zamanımın boşa harcandığı duygusuna kapıldığım zamanlar böyle olurum.

Bunalıma girmemde biraz da parasız kalmış olmamın da payı var.

Emin arkadaşımdan biraz borç almalıyım her sıkıştığımda olduğu gibi…

SINIF BAŞKANLIĞINI BIRAKIYORUM

22 Mart 1961 Çarşamba, İvriz…

Akşam etüdündeyiz. Oldukça sıkıntılıyım, canım sıkılıyor ve kendimi mutsuz hissediyorum. 

18 Mart Cumartesi günü Ramazan Bayramı başladı. Bayram süresince, zorunlu etüt olmadığından, sınıf tam bir karmaşa içerisindeydi. Çalışma saatlerinde sınıfı düzene sokacağım diye kendime verimli zaman ayıramaz oldum.

Keman ve piyano çalışmalarım aksadığı gibi ödevlerim konusunda da aksamalara neden oldu.

16 Mart Perşembe günü kemanımın tellerinden biri koptu, Kemal Beye de söyleyemedim. Zaten neredeyse 5 Mart’tan bu yana bana zaman ayıramadı. Ona da canım sıkılmıştı.

Sınıf başkanlığını bırakmalıyım. Diye düşünmeye başladım. Bırakırsam tüm enerjimi kendim için harcayabilirdim.

Diğer taraftan, Ailelerine gidemeyen diğer öğrenciler gibi ben de hüzünlendim. Her ne kadar İvriz ailemiz olduysa da bazen ana babamızın yanında olma isteği uyanıyor içimde.

Her şeye rağmen, 4 günlük bayram süresince keman ve piyano çalışarak zamanı değerlendirmeye çalıştım.

Pazartesi akşamı bayram sona erdi. Salı günü derslerin başlamasıyla birlikte Matematikten yazılı olduk. Pek başarılı olamadım sanıyorum. En kötü ihtimalle 6 ya da 7 alırım ama bu benim için başarısız bir sonuç olur.

Matematik yazılısında bu olumsuz sonuç başkanlık görevim üzerine tuz biber ekti. Son dersten sonra sınıf defterini idareye bırakmak üzere gittiğimde okul müdürüne uğrayarak durumumu anlattım.

Okul müdürümüzün de oluru ile, yaklaşık 3 yıldır sürdürdüğüm sınıf başkanlığından istifa ettim.

Kuş gibi hafiflemiş olarak idareden ayrıldım...


BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...