12
Mayıs 1951 Cumartesi, Elbistan…
Elbistan’da
ikinci günümüz…
Erkenden
kalktık, verilen kahvaltıdan sonra, her şeyi öğrenmek isteyen bir çocuk olarak
çevreyi kolaçan ettim. Kışkulu gözlerle bizlere bakanlar, bizden farklı bir şive ve aksanla konuşuyorlardı. Konuşmalarını
anlamakta zorlandım.
Bulgaristan’daki
köyümüzle uzaktan yakından hiçbir benzerliğin olmadığı bir
bölgenin yanı sıra dilleri, inanışları, gelenek ve görenekleri
bizlerden çok farklı olan bir sosyal topluluk içindeydik.
Soran
ve endişeli gözlerle kendisine baktığımı gören Hüseyin dayım,
-Buranın
halkı Kürt ve Alevi yeğenim.
Dedi.
Kürt ve Alevi ne demek ti?
Sorusu
kafama takılmıştı. Zamanla öğrendim kavramların hangi anlama
geldiğini…
*****
Hz.
Muhammed’in ölümünden sonra, Müslümanları kimin yöneteceği
konusunda çıkan anlaşmazlıklar, Kerbela Savaşı’na neden
olmuştu. Savaşta Hz. Muhammed’in torunu Hüseyin ve yanındakiler
Muaviye’nin oğlu Yezid birliklerince kılıçtan geçirilmişti.
Müslümanlar
arasındaki bu savaş Sünnilik, Şiilik ve Haricilik şeklinde, ilk
mezhepsel ayrışmayı beraberinde getirmişti. Bu ayrışma
Anadolu’da, özellikle Elbistan havalisinde yaşayan Müslümanları
da etkilemiş ve özgür düşünceyi temsil eden Hz. Ali
taraftarlarının ortaya çıkışını sağlamıştı.
Bugün
Maraş olarak telaffuz edilen, ama tarihi geçmişi ile Elbistan olan
bu bölge Alevilerin, özellikle de “Anadolu Alevileri” diye
betimlenen Aleviliğin, özgürce örgütlenip, hükmünü sürdürmüş
olduğu son yerleşkesiydi.
Bazı
düşünür ve tarihçilere göre Elbistan, Alevi homojen bölgesinin
merkezi, payitahtıdır.
1522
yılına kadar Elbistan, bu merkezi yapısını ve amaçlarını
sürdürmüştür. Sonrası isyanlarla geçmiş, Osmanlı’ya karşı
varlığını koruma savaşları sonunda günümüze kendisini virane
olarak taşımıştır.
Özellikle Yavuz Sultan Selim 1522’de bölgedeki askeri hâkimiyetiyle
birlikte, Alevilerin homojen olarak yaşadığı bu yerleşkesi
dağıtılmaya başlanmış, Elbistan geri itilmiş, Maraş ön plana
çıkarılmıştı.
Yine
bazı Alevi düşünür ve tarihçilerine göre Elbistan, Yavuz
Sultan Selim’den günümüze kadar katliamlara uğramıştı.
Elbistan,
Alevi ayaklanmalarında merkezi bir rol üstlenmiş, bildik tüm
direnişlerde yerini belirgin bir biçimde almıştı. Onun içindir
ki Osmanlı tarihçileri tarafından kayıtlara “fitne ve
fesatın merkezi” olarak geçmişti Elbistan.
*****
Sünnilik,
Şiilik ve Haricilik şeklindeki mezhepsel ayrışmalar İslam
Cemaatini bölmüştü. Modern İran’ın kurucusu olan Safevi
Devleti tarihte ilk kez Şiiliği kabul etmiş olan bir Şii İslam
devletiydi…
Akkoyunlu
Devletinin mirası üzerinde yükselen Safevîlerin, diğer bir ifade
ile Şah İsmail’in, İran’da oluşturduğu Şii İslam Devleti
Osmanlı Devleti ile sınırdaş olmuştu.
Şah
İsmail’in İran’da 1500’lerin başında resmen Safevi
Devleti’ni kurmasını müteakip, Anadolu’ya yolladığı
halifeleri aracılığı ile başlattığı propaganda hoş
karşılanmamıştı.
Bu
arada Osmanlının Merkezi gücü artarken, Hanedan ailesi ile
birlikte toplum üzerinde baskı kuran bir zümre oluşmuştu. Halk
üzerinde siyasi ve dini baskı artarken, Devlet Sünni bir ideolojik
modele evrilmeye başlamıştı. Diğer mezheplere yaşama hakkı
tanınmamış, karşı çıkanları da ya sürgüne göndermiş ya da
bir biçimde icabına bakılmıştı.
Diğer
taraftan, halk üzerindeki siyasi ve dini baskıya karşı çıkan
Şeyh Bedreddin eserlerinde açıkça görülmemekle birlikte, başta
Börklüce Mustafa olmak üzere, taraftarları özel mülkiyeti
reddetmişler, her türlü mülkün halkın ortak malı olduğunu
savunmuşlar, kadın erkek bir arada sazlı içkili ayinler
düzenlemişler ve İlahiliği savunmuşlardı.
Sünni
ve Hanedan bir devlet yapısı içinde olan Osmanlı için bunlar son
derece tehlikeli görüş ve davranışlardı.
Osmanlı,
Fetret döneminde, üç kardeşten Musa Çelebi’nin Kazaskeri olan
Şeyh Bedreddin, Mehmet Çelebi’nin Osmanlının tek hâkimi olması
sonrasında, İznik’te gözetim altına alınmıştı. Şeyh
Bedreddin 1416 yılında İznik’ten kaçarak, Deliorman civarında
etrafına topladığı büyük kalabalıkla Osmanlı Devleti’ne
karşı isyan bayrağını açmıştı.
Mehmet
Çelebi isyanı bastırmak için Beyazıt Paşa’yı
görevlendirilmiş, İsyanı çok kanlı bir şekilde bastırmıştı.
Şeyh Bedreddin yakalanmış ve Peygamberlik iddiasında olduğu
gerekçesiyle asılarak idam edilmişti.
24
Nisan 1512’de Osmanlı tahtına Yavuz Sultan Selim geçmişti. Bu
arada Şiî propagandası saraya kadar girmiş ve Şehzade Ahmet’in
oğlu Murat İran’a iltica etmişti. Sultan Selim bu şehzadeyi
şahtan geri istediyse de şehzade geri gönderilmediği gibi giden
elçi de öldürülmüştü.
Yavuz
Sultan Selim bir an önce Safevi meselesini kesin olarak çözmeye
karar vermişti. Sefere çıkmadan önce de Anadolu’da Şah
İsmail’e taraftar olduğunu sandığı 40.000 Kızılbaşı
ortadan kaldırmıştı.
Kızılbaşlar
bu olayı Kerbela’dan sonraki en büyük ikinci Alevi katliamı
olarak algıladılar. Bu olaydan sonradır ki yüzyıllar boyunca
kendilerini saklama gereğini duydular.
Osmanlı
siyasi yaklaşımının devamı olarak Cumhuriyet dönemi, Alevi
politikasında pek fazla değişime gitmemiş, bölge insanına aynı
gözle, olumsuz olarak yaklaşılmıştı.
*****
Alevi
Kürtler tarafından, Balkanlar ve diğer ülkelerden gelen
göçmenlerin Maraş ve özellikle Elbistan bölgesine
yerleştirilmesi yoluyla, bölgenin etnik-kültürel yapısı
değiştirilmek isteniyor. Biçiminde algılanmıştı. Öyleydi de
zaten.
Sünni
muhacirler ile Alevi Kürtler nasıl uyum sağlayacaklardı
birbirine?
Sorusunun
yanıtı kısa sürede ortaya çıkacak ve bizlere Yaşar Kemal’in
Çukurovası’na mevsimlik işçi olarak gitmek zorunda kalacaktık.
Bulgaristan
Karagözler Köyünden ayrıldığımız 23 Nisan 1951’den bu yana
19 gün geçmişti. İki haftada ne çok şey değişmişti! Değişmeye
de devam edecekti…