26 Mart 2022 Cumartesi

AKINCI AİLESİ ELBİSTAN HASANKÖY'DE



Temmuz 1951 Cumartesi, Hasanköy…

Yaklaşık 2 ay sonra da olsa, Edirne’den gelen anamla babama kavuşmak harika bir duyguydu. Özellikle, ailenin 3 numaralı çocuğu olan 2 yaşındaki kardeşim Şaban için daha iyi bir ilaç olamazdı anasının gelmesinden.

Boşuna dememişler di ”analı kuzu, kınalı kuzu” diye…

Her ne kadar Cemile Teyzem ile Fatma Nenem Şaban ile ilgilenseler de analar bir başka türlü oluyordu ki ”Anam da anaaammm…” diye sıkça ağlama krizlerine girmiş, öksürükleri artmış ve haliyle alabildiğine huysuz bir çocuk olmuştu.

Karahasanuşağı Köyündeki Halil dedemlerde bir gece konaklayıp, hasret giderdikten sonra, ”yolcu yolunda gerek” dedi babam. Bir an önce Hasan Köye ulaşalım ki ailemizi neler bekliyor, görelim…

Edirne’den Halil dedemlerle birlikte getirebildiğimiz yatak yorgan, kap kacak gibi eşyalarımızı yükleyecek bir araba bulmanın telaşına düşüldü. Karahasanuşağı köyünün yaklaşık 3 km doğusundaki Hasanköy’e gidilecekti.

Ulaşım konusunda Karahasanuşağı köylüleri öküzlerin çektiği bir araba ile bize yardımcı oldular. Öküz arabası da olsa, en azından eşyaların yanı sıra anamla birlikte 2 yaşından gün almış kardeşim Şaban’ın taşınmasını sağladı.

Hasanköy, Karahasanuşağı köyünün yaklaşık 3 km doğusundaydı ama aralarındaki yüksek platolar, derin vadiler ve geçit vermez boğazlardan ötürü yol uzadı. Önce yaklaşık 5 km kuzey-doğu, sonra da yaklaşık 5 km güneye inerek toplamda 10 km’lik yolculuktan sonra Hasanköy sınırlarına girdik.

Ortasından dere akan V şeklindeki yamaçlar üzerine kurulmuştu Hasanköy…

Babam, Maraş Toprak İskân Müdürlüğü’nce düzenlene evraklarla köy muhtarını aramaya gitti. Uzunca bir süre sonra da muhtar ve köy bekçisiyle birlikte geldiler.

Muhtarın yüzünden ve tavrından, başta kendisi olmak üzere, Hasanköy sakinleri tarafından da pek sıcak karşılanmayacağımız anlaşılmıştı.

Ne çare ki devletin resmi evraklarını gören muhtar bize ev yeri göstermek zorundaydı. Gösterdi de…

Yamaçlardan biri üzerinde, patika demenin bile zor olduğu bir yoldan, yamaçta bir hayli yükseldik. Her tarafı dökülen bir hayvan ağılının yanında durduk.

Giriş kapısı sallanan ve avlusu olmayan bu hayvan ağılının yanında arabayı durduran Muhtar, ”burada konaklayacaksınız” dedi.

Yüzüne hayret ve hüzünle baktığımızı gören Muhtar ”ne bekliyordunuz ki, bu dağ köylerinde hemen herkesin evi böyledir. İnsanlarla hayvanlar birlikte yaşar. Hali vakti yerinde olan birkaç kişinin evleri biraz farklıdır.” Dedi.

Köyle ilgili biraz da bilgi verdikten sonra ‘’bir şeye ihtiyacınız olursa bekçiyi arayın.’’ Diyerek gitti. Arkasından baka kaldık…

Ev olarak gösterilse de ev diyemeyeceğim hayvan ağılının yanına eşyalarımız indirildi. Karahasanuşağı köyünden bizi getiren öküz arabasının sürücüsüne şükran duygularımızı bildirerek, geri gönderdik.

Ardından, babam harabe ağılı gezdikten sonra; keser, kürek ve süpürge bulmak için köy bekçisini bulmak üzere gitti. Yüreklerimiz sıkışmış olarak, anamla birlikte üç çocuk, babamı bekledik.

Kısa sürede dönen babam ‘’Hadi çocuklar, şu ağılı hep birlikte hale yola koyalım.’’ Dedi.

Atom Karınca gibiydi babam. Birlikte, kısa sürede, hayvan ağılı temizlendi. Sallanan kapı sağlamlaştırıldı ve eşyalar olabildiğince yerleştirildi.

Yorulmuştuk ama meraklı bir çocuk olarak yakın çevremi görmek ve tanımak istedim. Bulunduğumuz yamaç üzerinden aşağı baktım dikkatlice. Bütün Elbistan köylerinde olduğu gibi Hasanköy de içinden ırmak geçen V şeklinde bir vadinin yamaçlarına kurulmuştu.

Yaklaşık 100 metre aşağıda, sonraki günlerde adının Hasanalili Deresi olarak öğrendiğim, bir akarsu bulunuyordu. Köy sakinleri derenin iki yamacına yerleşmişlerdi. Mezra tipi bir yerleşim vardı. Her ev arasında en az 500 metre uzaklık olacak şekilde yapılanmışlardı.

Hasanalili deresinin iki yamacında yer alan ağaçların dışında yeşillik yoktu.

Köyün iki yamacında yükselen tepeler ve ardında ortaya çıkan dağlar bozkır olarak tabir edilen yapıdaydı. Köyün arazi yapısı belki hayvancılık için elverişli olabilirdi. Ancak tarım arazisi yok denecek kadar azdı.

Bu görüntü hüznümü biraz daha arttırdı. Yedi yaşındaki çocuk aklımla, Çiftçilikten başka bir mesleği olmayan, yani vasıfsız beden işçisi olan babam ve ailesi için burada ekmek yok diye düşündüm.

Pasaportumuzda uğraşımız çiftçi olarak belirtilmiş olmasına rağmen, neden buraya verilmiştik?

Sorusuna yanıt bulamamıştım…

Karahasanuşağı Köyü’ndeki Halil dedemin dediği gibi, Elbistan köylerinde bize iş, aş, ekmek yoktu…

Ne diye Elbistan köylerine verilmiştik.

Yedi yaşında bir çocuk olarak bu tür sorulara yanıt bulamıyordum…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...