28 Ekim 2022 Cuma

ÜÇ YIL SONRA TEKRAR MİSLİ KÖYÜNDEYİZ

 


25 Kasım 1957 Pazartesi, Misli…

Dün, zorunluluktan ötürü, Bor’dan Misli Köyü’ne geldik. Mülkiyet hakkı devlete ait olmak üzere, 5 yıl ekim dikim yapma hakkının verildiği tarlaları kurtarmaktı amacımız.

İlk çiftçilik denemesi hüsranla sonuçlandığı için Çukurova’ya gitmek zorunda kalmıştık. Bana göre, devletin istediği koşulları yerine getirememiştik. Köye gelmemiz sonucu değiştirmeyecekti ama, babam denemeye değer demişti.

23 Kasım Cumartesi günü 29 Ekim İlkokulu’ndaki Bayrak Merasiminden sonra  öğretmenlerimiz ve sınıf arkadaşlarımıza vedalaştık Öğretmenlerimiz yardımcı olamamanın üzüntüsü içindeydiler. Duygu yüklü bir vedalaşma oldu. 

Ardından bütün yaz boyunca kardeşimle beni beşinci sınıfa hazırlayan, kitaplar veren emekli Türkçe Öğretmeni Necati Bey öğretmenimize uğradık.  Yardımları ve göstermiş olduğu yakın ilgiye teşekkür ettik. Necati Bey de babama iş bulamadığı üzülmüştü. Ellerini öperek yanından ayrıldık.

Akşam yemeğinden sora eşyalarımızı toplayıp, denk haline getirdik. Zaten ne kadar eşyamız vardı ki. Denk haline getirdiğimiz eşyalarımızı Pazar günü istasyondaki kara trene yükledik. Akşam üzeri de Misli’ nin yaklaşık 6 km güney-batısındaki Hüyük İstasyonuna, babamın bulduğu bir at arabasıyla da Misli Köyü’ndeki evimize ulaştık.

Eşyalarımızı indirdiğimizde ilk gözüme çarpan, taş duvarlar kaybolmuş, avlumuz neredeyse yok olmuştu. Hüzünlendim…

Üç yıl kapalı kalmış olmasına rağmen evimiz pek fazla zarar görmemişti. kapı pencere yerindeydi ama yine de esaslı bir bakım gerekiyordu.  Köylerde askeri nöbet kulübesine benzetilen kenef adını verdiğimiz tuvalet ise yok olmuştu. İşimiz çoktu.

Bir taraftan evi temizlemeye diğer taraftan eşyalarımızı yerleştirmeye çalışırken birinci sınıftan arkadaşımız olan Osman ile annesi Hatice Teyze geldiler.

Hoş beşten sonra, yerleşmemize yardımcı oldular. Bir ara ortalıktan kaybolan Hatice Teyze akşam yemeği için bir şeyler getirdi. Hem karnımız doymuş hem de eski dostlarımıza kavuşmuştuk.

Osman ve annesi candan ve samimi bir insanlardı. Bizleri unutmamışlardı. Yalnızlık duygumuz bir ölçüde giderilmişti.

Sabah kahvaltımızdan sonra babam önde, kardeşimle ben arkasında okula gittik.

Henüz ders zili çalmamıştı. Öğrenciler bahçede oynuyorlardı. Bizi gören Osman koşarak yanımıza geldi, babamın elini öptükten sonra,

-Okul Başöğretmeni Bayezid Tuna’dır. Sizi odasına götüreyim.

Dedi. Birlikte Bayezid Başöğretmene gittik. Babam öğrenim durumumuzla ilgili belgeleri verdikten sonra,

-Çocuklarım 1953 yılında burada birinci sınıfa başlamışlardı. Zorunluluktan Çukurova’ya gittik. İkinci sınıfı Osmaniye’de, üçüncü ve dördüncü sınıfı Mersin’de okudular. Beşinci sınıfı Bor’da okumaya başlamışlardı. Devlet istediğinden köye döndük.

Dedi. Önce babamı sonra da bizleri süzen Bayezid Başöğretmen

-Amma çok okul değiştirmiş çocuklarınız. Neyse… Hoş geldiniz. Ben hemen kayıtların yapayım.

Dedi. Kaydımızı yaptıktan sonra kapıda beklemekte olan Osman’a,

-Arkadaşlarını sınıfınıza götür.

Dedi. Sınıfa birlikte gittik. 4 yıl önce birinci sınıfa başladığımız okulda pek fazla bir şey değişmemişti. Dördüncü ve beşinci sınıflar aynı derslikte okutuluyordu.

Birlikte başladığımız bazı arkadaşlar yoktu artık. Kalanlar gülerek ve sempati ile karşıladılar kardeşimle beni.

Üç yıl sonra tekrar Niğde Misli’ ye dönmek… Demek yeni bir arkadaş çevresi, yeni öğretmenler ve uyum sorunları… Demekti.

Yakıtsız, odunsuz bir kış geçirmek… Demekti. 

İlk gün derslerimizi yapıp eve geldiğimizde babam avlu duvarıyla birlikte kenefi de onarmıştı. Anam da Hatice Teyzenin yardımıyla evimizi oldukça yaşanacak ve barınacak hale getirilmişti…

Ev barınacak hale gelmişti ama babam yine işsizdi. Bor’da iş bulamadığı gibi burada da iş bulma olanağı yoktu.

İş bulmak umuduyla Mersin’e gidecekti birkaç gün sonra…

BOR NİĞDE'DEN MİSLİ KÖYÜNE GÖÇ KARARI

 

23 Kasım 1957 Cuma, Bor...

Babamın Necati Bey’in elma bahçesindeki görevi için kasım ayının ortasına kadar anlaşmışlardı. Bahçedeki hasat da bitmişti zaten. Necati Bey, avanslarını kestikten sonra, ücretini öderken üzgündü. Nihayetinde O da emekli bir öğretmendi.

Babam 15 kasım günü bahçenin anahtarlarını teslim ettikten sonra, Bor ve çevresinde, hiç olmazsa günübirlik, iş bulabilir miyim diye araştırma yaptı. Yapılan araştırmalardan olumlu sonuç alamadı.

Bize gelince… Kardeşim de ben de ilk yazılılardan oldukça iyi notlar aldık. Okulda kendimizi kanıtladığımız gibi, okul öncesi ve hafta tatillerinde simit satışlarımız devam etti.

Sokubaşı Mahallesindekiler bizi tanımıştı, simitlerimizi bekler olmuşlardı. Bize göre her şey yolunda görünüyordu.

İki gün önce akşam yemeğinden sonra Babam,

-Çocuklar, yarın Misli Köyü’ne gideyim. Hem eve hem de mülkiyetsiz tarlalarımıza bakayım.

Dedi. Şunun şurasında yaklaşık 40 km uzaktaydı köyümüz. Önce 14 km uzaklıktaki Niğde Otogarına ulaşıp, akşamüzeri köyün külüstür arabasıyla Niğde’den 36 km uzaklıktaki köyümüze ulaşacaktı. Öyle de yapmıştı.

Köyden geri döndüğünde yüzü asık ve morali bozuktu.

-Hayrola Baba…

Dedik endişeyle. Kalbimiz sıkışmıştı… Uzun bir suskunluktan sonra, –

-Nasıl söylesem Bilmem?

Dedi. Sakalını karıştırarak uzun süre düşündükten sonra da,

-Misli’ ye geri dönmek zorundayız çocuklar. Hazine yetkilileri köye dönmemizi şart koştu tarlaların mülkiyeti için.

Başımızdan kaynar sular döküldü adeta. Birinci yarıyılın ortalarına geldiğimiz bir zamanda okul değiştirmek nasıl bir şeydi?. Nasıl olur du? Düşünemiyordum bir türlü. Gayrı ihtiyari,

-Yine mi göç Baba!..

Babam gözleri yerde, sakalını sıvazlayıp durdu. Gözlerini kaldırıp bizlere bakamadı. Çaresiz kaldığı, çaresizliğinin yanı sıra işsiz de kaldığı için adeta utanıyordu. Çocuklarına rahat ve yerleşik bir yaşam sunamamış olmasının ezikliği içindeydi.

Dışarıya vurmuş ruh halini, çaresizliğini ve bitmişliğini gördüm birden…

-Gideriz Baba, üzülme. Burada işsiz, aşsız kalmaktansa köye gitmemiz daha uygun olur. Sen de Mersin’e gidersin. Nasıl olsa orada sazdan da olsa bir evimiz var.

Dedim. Anamla kardeşim de onayladı sözlerimi. Gözleri yaşarmıştı Babamın. Sessizce minnet duygularını dile getiriyordu.

Biz bir aileydik. Ne badireler atlatmıştık, bunu da atlatır ve en iyi sonuçları çıkarmanın bir yolunu bulurduk.

Akıncı ailesi 23 kasım cumartesi günü Misli Köyü’ne göç etme kararı aldı…

27 Ekim 2022 Perşembe

BOR 29 EKİM İLKOKULU ÖĞRENCİLERİ OLDUK


 

13 Ekim 1957 Pazar, Niğde Bor…

Yaz tatili bitmiş, yaklaşık bir ay önce, 16 Eylül Pazartesi günü, Bor’da okullar açılmıştı. 1957-58 Eğitim ve Öğretim yılının başlamasıyla birlikte, Bor 29 Ekim İlkokulu’nda beşinci sınıf öğrencisi olmuştuk.


16 Eylül Pazartesi günü, deyim yerindeyse, çocuklar gibi şendik. Öyleydi çünkü Bor kasabasında okuma ayrıcalığını kazanmıştık. Misli Köyü’ne dönmemiştik.  

Üstelik kitaplarımız, kalem ve defterlerimizle birlikte lastik ayakkabılarımız ve önlüklerimizi de almıştı Necati Bey. Anam pantolonlarımızı gözden geçirmiş, yırtık olan yerlerini sırıtmayacak şekilde yamamış ve yıkamıştı.


Necati Bey sayesinde okul aile birliğinin yardımına ihtiyaç duymadan, yırtık olmayan temiz pantolonlar ve siyah önlüklerimizle sınıfımızda yerimizi almıştık

Cumbalı evimizin karşısında oturmakta olan Filiz ve Kayabaşı’nda Günbatımını birlikte izlediğimiz bir iki arkadaş dışında, diğer sınıf arkadaşlarımızla öğretmenlerimiz bize yabancıydı.

Bazı öğrenciler ‘’hoş geldiniz’’ derken büyük bir bölümü ilk günün telaşındaydı.

Babam her türlü deriden çarık yapmasını bilirdi. Okul açılmadan önce yine çarıklar yapmıştı. Necati Bey öğretmenimiz uygun bulmamış, Bor’da satılmakta olan lastik ayakkabılardan almıştı. Sınıfta lastik ayakkabılı başka çocuklar da vardı.

Giydiklerimiz Anadolu köylüsünün geleneksel ayakkabısıydı. Çamura battığında kolayca yıkanabilir olması tercih nedeniydi.  Ne var ki ısı yalıtımı sağlayamayan lastik ayakkabılar yazın ayakları terletip kokuturken, kışın da ortamın soğuğunu ayaklara geçirir, dondururdu.

Anadolu insanı bu ayakkabılara, özellikle kış aylarında, ‘’soğuk kuyu’’ adını takmıştı ayakları dondurduğu için.

Emekli Türkçe Öğretmeni ve babamın patronu olan Necati Bey yaz boyunca bizlerle ilgilenmişti. Okul açılmadan beşinci sınıf ders kitaplarını almış olduğundan, okul başlamadan ilk konuların hazırlığını yapmıştık.

Necati bey sayesinde hazırlıklı olarak başlamıştık okula.

Hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak, şans denilen olguyu oluşturuyordu.

Okulun açıldığından bu yana, yaklaşık bir aylık sürede parmaklarım hep havada olmuş, öğretmenlerimin bütün sorularına doğru yanıtlar vermiştim.

Kardeşimle ben sınıfın en iyi öğrencileri olmuştuk. Öğretmenlerimiz de bizim farkımıza varmışlar ve uyum sorunumuz ortadan kalkmıştı.

Diğer taraftan simit satışlarımıza devam ediyor, aile bütçemize katkıda bulunuyorduk.

Havaların uygun, daha doğrusu akşamüzeri bulutlu olduğu zamanlarda ‘’kayabaşında günbatımı’’ için soluğu Kayabaşı’nda alıyorduk.

Daha ne olsundu…

BOR KAYABAŞINDA MUHTEŞEM GÜNBATIMI

 


24 Ağustos 1957 Cumartesi, Bor Niğde…

Gün Batımı ya da Grup Vaktinde, gökyüzüne yayılan kırmızı-turuncu-sarı ışık huzmelerinin oluşturduğu görsel şölenden etkilenmeyenimiz var mıdır acaba?

Bulutlu bir akşam Grup Vaktini, Bor’daki Kayabaşı’ndan seyredenler bilir güneşin izleyenlerine sunduğu görsel şöleni.

Kırmızı, turuncu ve sarı renkleriyle  batarken güneş, bir masal ortamı sunar Kayabaşı’ndan izleyenlere.

Ufuk çizgisini yarılayan güneş, yepyeni umutların habercisi edasıyla batarken, yıldızların parlaklığına bırakır geceyi. Henüz seyrine doyamadan kaybolmuş olan güneş, başka diyarları aydınlatmaya gitmiştir bile…

Bizi romantik hayallerimizle baş başa  bırakmış olan güneşin ön cephesinde, önümüzdeki ovada, diziler halindeki lahana tarlaları, Okçu dağının romantik görüntüsü ve şehre kadar gelen Okçu Suyu…

Kayabaşı’ndaki, Grup Vakti olarak bilinen, Gün Batımı anılarım hala yüreğimde bir ses, bir nefestir benim için.

Dili olsa da söylese…

Mersin’den yaklaşık 40 gün önce geldiğimiz Bor Kasabasını Kayabaşı gün batımlarıyla bir başka sevmiştim.

Temmuz ayı sonlarına doğru Kayabaşı’nı keşfettim yeni edindiğimiz arkadaşlarla. İyi ki keşfetmişiz.

Bor’daki günlerimizin en heyecanlı ve en önemli aktivitesi oldu Kayabaşı…

Ne zaman hüzünlenir ya da neşelenirsek Kayabaş’ında bulduk kendimizi.

Uzaktan görenler taş yığını bir kayalık derdi Kayabaşı’na. Ama bizim için öyle değildi. Bizimle birlikte, bizim gibi olan Borluları da bağrında taşır ve teskin ederdi sanki.

Kayabaşı da gerçekten Kayabaşıydı…

Volkanik kayalardan bir seyir terası oluşmuştu adeta…

Her gamı kasaveti unuttuğumuz, borçların alacak olduğu ve günün yorgunluklarını giderdiğimiz bir yerdi Kayabaşı.

Öyle ki, Bor’daki birkaç aylık çocukluk dönemimin gözbebeğiydi Kayabaşı.

1957 yılında, 13 yaşında, büyümek zorunda kalmış bir çocuk olan bana göre, volkanik kayalardan ve uçurumlardan oluşan bu mekân gerçek bir kayabaşıydı.

Doğal yapısı bozulmamıştı. Kısa sürede edindiğimiz birkaç arkadaşımızla Güneşin batışını seyredip, hayallere daldığımız bir yerdi Kayabaşı.

Anılarımda özellikle ‘’Kayabaşı’nda günbatımı’’ hafızama kazınmıştı…

*****

Unutulmazlarım arasında olan Kayabaşı, Bor Belediyesi tarafından ilçeye Kayabaşı Parkı olarak kazandırılmış. Kayabaşı Parkı bir mesire alanı olarak halkın hizmetine sunulmuş ve yoğun ilgi görmüş.  

Önünden çevre yolunun geçtiği Bor Kayabaşı Amfi Tiyatro alanında binlerce kişinin katılımı ile düzenlenen etkinlikler Borlulara hareketli ve güzel saatler yaşatıyor olmalı.

Borlu arkadaşlarım, bahar ve yaz aylarında Kayabaşında güneşin batışını izlemek ve piknik yapmak için yüzlerce vatandaşın Kayabaşına geldiğini söylüyorlar.  

Bor Belediyesi tarafından yaptırılan Bor Kayabaşı Park’ta müzikli, ışıklı su dansı, özellikle çocukları büyülüyor olmalı…

Ramazan aylarında genç, yaşlı ve çocuklardan oluşan binlerce kişinin izlediği Bor Belediyesi’nin etkinliklerinde, sihirbazlık, dans, cambazlık ve ateş gösterisi yer alıyormuş.

Ne mutlu Borlulara…

AYÖO ÜNİVERSİTE HAZIRLIK KURSLARI

  17 Haziran 1964 Çarşamba, Ankara... İstanbul Zeytinburnu'nda, güneş ışınları yattığımız odanın perdeleri arasından sızarken uyandı...